Kütübü Sitte


 

KUR'ÂN'IN TERTİBİ BÖLÜMÜ

 

KUR'ÂN'IN TERTİBİ VE CEM'İ

 

ـ1ـ عن زيد بن ثابت رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أرْسَلَ إلىَّ أبُو بَكْر رَضِىَ اللّهُ عَنْه مَقْتلَ أهْلِ الْيَمَامَةِ فَإذَا عُمَرُ جَالِسٌ عِنْدَهُ. فقَالَ أبُو بَكْرٍ: إنَّ عُمَرَ جَاءَنِى فقَالَ: إنَّ الْقَتْلَ قَدِ اسْتَحَرَّ يَوْمَ الْيَمَامَةِ بِقُرَّاءِ الْقَرآنِ؛ وَإنِّى أخْشَى أنْ يَسْتَحِرَّ الْقَتْلُ بِالْقُرَّاءِ في كُلِّ الْمَوَاطِنِ فَيَذْهَبَ مِنَ الْقُرآنِ كَثِيرٌ. وَإنِّى أَرَى أنْ تَأمُرَ بِجَمْعِ الْقُرآنِ فَقُلْتُ: وَكَيْفَ أفْعَلُ مَا لَمْ يَفْعَلْهُ رسولُ اللّه #؟ فقَالَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْه: هُوَ وَاللّهِ خَيْرٌ، فَلَمْ يَزَلْ يُرَاجِعُنِى في ذلِكَ حَتَّى شَرَحَ اللّهُ تَعَالى صَدْرِى لِلَّذِى شَرَحَ لَهُ صَدْرَ عُمَرَ، وَرَأيْتُ في ذلِكَ الَّذِى رَأى. قَالَ زَيْدٌ: فقَالَ أبُو بَكْرٍ: إنَّكَ رَجُلٌ شَابٌّ عَاقِلٌ َ نَتَّهِمُكَ، قَدْ كُنْتُ تَكْتُبُ الْوَحْى لِرَسُول اللّه # فَتَتَبَّعِ الْقُرآنَ وَاجْمَعْهُ. قَالَ زَيْدٌ: فَوَاللّهِ لَوْ كَلَّفَنِى نَقْلَ جَبَلٍ مِنَ الْجِبَالِ مَا كانَ أثْقَلَ عَلَىَّ مِمَّا أمَرَنِى بِهِ. فَقُلْتُ كَيْفَ تَفْعََنِ شَيْئاً لَمْ يَفْعَلْهُ رَسولُ اللّهِ #. فقَالَ أبُو بَكْرٍ: هُوَ وَاللّهِ خَيْرٌ، فَلَمْ يَزَلْ يُرَاجِعُنِى حَتَّى شَرَحَ اللّهُ صَدْرِى لِلَّذِى شَرَحَ لَهُ صَدْرَ أبِى بَكْرٍ فَتَتَبَّعْتُ الْقُرآنَ أجْمَعُهُ مِنَ الرِّقَاعِ وَالْعُسُبِ وَاللِّخَافِ وَصُدُورِ الرِّجَالِ حَتَّى وَجَدْتُ آخرَ سُورَةِ التَّوْبَةِ مَعَ خُزَيْمَةَ أوْ أبِى خُزَيْمَةَ ا‘نْصَارِىِّ لَمْ أجِدْهَا عِنْدَ أحَدِ غَيْرِهِ، وَكَانَتِ الصُحُفُ عِنْدَ أبِى بَكْرٍ حَتَّى تَوَفَّاهُ اللّهُ

تَعالى، ثُمَّ عِنْدَ عُمَرَ حَتَّى تَوَفَّاهُ اللّهُ تَعالى، ثُمَّ عِنْدَ حَفْصَةَ بنْتِ عُمرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمْ[. أخرجه البخارى والترمذى.وقوله: »اسْتَحَرَّ الْقَتْلُ« أى كثر. »وَاللِّخَافُ« جَمْعُ لَخْفَةِ: وَهى حجارة بِيض رِقاق .

 

1. (944)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), (irtidâd edenlere karşı yapılan) Yemâme Savaşı sırasında beni çağırttı. Gittim. Yanında Hz. Ömer (radıyallahu anh) oturuyordu. Ebu Bekr bana:

"- Bak! Ömer, bana gelip: "Kurrâ'nın da katılmış bulunduğu Yemâme savaşları  şiddetlendi. Ben her yerde kurrâları tüketeceğinden, onlarla birlikte Kur'ân'ın  da çokça zâyi olacağından korkuyorum. Bu sebeple Kur' ân'ın cem'edilmesini emretmeni uygun görüyorum!" dedi. Ben kendisine:

"- Resûlullah'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım?" diye cevap verdim. Ancak Ömer (radıyallahu anh):

"- Bunda hayır var!" diye ısrar etti. Ben her ne kadar bu meseleye yanaşmak istemedi isem de Ömer, taleb ve müracaatlarının peşini bırakmadı. Sonunda Allah, Ömer'de aklını yatırdığı şeye benim de aklımı yatırdı. Ben de meselenin gereğine aynen Ömer gibi inanmaya başladım."

Zeyd devamla der ki: "Ebu Bekir (radıyallahu anh) bana yönelerek şunu söyledi:

"- Sen genç, akıllı bir kimsesin, hiç bir hususta  sana karşı bir itimadsızlığımız yok. Üstelik sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahiy katipliği yaptın, nâzil olan vahiyleri yazdın. Şimdi Kur'ân'ın peşine düş ve onu cem'et!"

Zeyd (radıyallahu anh) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ebu Bekir bana dağlardan birini taşıma vazifesi verse bu teklif ettiği işten daha ağır gelmezdi. Kendisine itiraz ettim:

"- Siz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız?"  dedim. Ebu Bekir (radıyallahu anh) beni ikna için:

"- Vallahi bu, hayırlı bir iştir!" dedi, taleb ve müracaatlarının peşini bırakmadı. Öyle ki, sonunda Allah, Hz. Ebu Bekr'in aklını yatırdığı gibi bu işe benim aklımı da yatırdı.

Artık Kur'ân'ın peşine düştüm. Onu kumaş parçaları, hurma  yaprakları, düz  taş parçaları ve ezberlemiş olanların hâfızalarından toplamaya başladım. Tevbe sûresinin son kısmını Huzeyme -veya Ebû Huzeyme- el-Ensârî'nin yanında buldum. Bu kısmı ondan  başkasının yanında bulamamıştım.

(Cem ettiğim) sahifeler Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in yanında idi. Vefat edinceye kadar da orada kaldı. Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e intikal etti. Allah ruhunu kabzedinceye kadar onun yanında kaldı. Sonra Resûlullah'ın zevce-i pâkleri Hafsa Bintu Ömer İbni'l-Hattâb (radıyallahu anhümâ)'a intikal etti ve onun yanında kaldı." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 3, 4, Tefsir, Tevbe 20, Ahkâm 37; Tirmizî, Tefsir, Tevbe, (3102).][1]

 

ـ2ـ وعن الزهرى عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه.]أنَّ حُذَيْفَةَ: قَدِمَ عَلى عُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. فقَالَ: يَا أمِيرَ الْمُؤمِنِينَ؟ أدْرِك هذِهِ ا‘مَّةَ قَبْلَ أنْ يَخْتَلِفُوا في الْكِتَابِ اخْتَِفَ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى. فَأرْسَلَ إلى حَفْصََةَ أنْ أرْسِلِى إلَيْنَا بِالصُّحُفِ نَنْسُخُهَا وَنَرُدُّهَا إلَيْكِ. فَأرْسَلَتْ بِهَا. فَأمَرَ زَيْدَ بنَ ثَابتٍ، وَعَبْدَ اللّهِ ابنَ الزُّبَيْرِ، وَسَعِيدَ ابنَ الْعَاصِ، وَعَبْدَاللّهِ بنَ الحَارِثِ بنِ هِشَامٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهم فَنَسَخُوهَا، وَقَالَ لِلرَّهْطِ الْقُرْشِيِّينَ إذَا اخْتَلَفْتُمْ أنْتُمْ، وَزَيْدُ ابنُ ثَابِتٍ في شَئٍ مِنَ الْقَرآنِ فَاكْتُبُوهُ بِلِسَانِ قُرَيْشٍ فَإنَّمَا نَزَلَ بِلِسَانِهِمْ فَفَعَلُوا حَتَّى إذَا نَسَخُوا الصُّحُفَ في المصَاحِفِ أرْسَلَ إلى كُلِّ أُفُقٍ بِمُصْحَفٍ، وَأمَرَ بِمَا سِوَى ذلِكَ مِنَ الْقُرآنِ في كُلِّ صَحِيفَةٍ أوْ مُصْحَفٍ أنْ يُحْرَقَ. قَالَ زَيْدٌ رَضِىَ اللّهُ عَنْه: فَفَقَدْتُ آيَةً مِنْ سُورَةِ ا‘حْزَابِ قَدْ كُنْتُ اسْمَعُ رسولَ اللّهِ # يَقْرَؤُهَا فَالْتَمَسْتُهَا فَوَجَدْتُهَا مَعَ خُزَيْمَةَ بنِ ثَابتٍ  ا‘نصَارِىّ رَضِىَ اللّهُ عَنْه ـ الَّذِى جَعَلَ رسولُ اللّه # شَهَادَتَهُ بِشَهَادَةِ رَجُلَيْنِ ـ وَهىَ: مِنَ الْمُؤمِنِينَ رِجَالٌ

صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللّهَ عَلَيْهِ فَألْحَقنَاهَا في سُورَتِهَا مِنَ الْمُصْحَفِ[. أخرجه البخارى والترمذى .

 

2.(945)- Zührî, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten rivayet ediyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh) Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın yanına geldi ve:

"- Ey Emirü'l-Mü'minin! Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi, kitapları hakkında ihtilâfa düşmeden, bu ümmetin imdadına yetiş!" dedi. Hz. Osman (radıyallahu anh) derhal Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)'ya birisini yollayarak:

"- Sendeki Suhuf'u bize gönder, istinsah edip sana tekrar iâde edeceğiz" diye haber saldı. Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) da gönderdi. Hz. Osman (radıyallahu anh) Kur'ân'ın istinsahı için Zeyd İbnu Sâbit, Abdullah İbnu'z-Zübeyr, Saîd İbnu'l-Âs ve Abdullah İbnu'l-Hâris İbni Hişâm (radıyallahu anhüm ecmain)'a emretti: Onlar da bunu istinsâh ettiler.

Hz. Osman Kureyşli gruba: "Kur'ân-ı Kerim'le ilgili olarak herhangi bir hususta siz ve Zeyd İbnu Sâbit ihtilâf edecek olursanız, onu Kureyş lisanına uygun olarak yazın. Çünkü Kur'ân onların lisanı üzere indi" dedi. Çalışma esnasında hey'et bu minval üzere hareket ettiler.

Suhuf'u mushaflar halinde ortaya koyma işi bitince, Hz. Osman (radıyallahu anh) her diyara bir  mushaf gönderdi. Ayrıca bunun hâricinde kalan bir sahife veya mushafın yakılmasını emretti. Zeyd (radıyallahu anh) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan işitmiş olduğum, Ahzâb  sûresine ait bir âyet(e ait yazılı parça  bana gelmemişti), eksikti. Onu araştırdım. Sonunda Huzeyme İbnu Sâbit el-Ensârî (radıyallahu anh)'de çıktı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun şâhitliğini iki kişinin şâhitliğine denk tutmuştu. Bu âyet şu idi: (Meâlen): "Mü'minlerden Allah'a verdiği ahdi yerine getiren kimseler vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir" (Ahzâb 23). [Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân 2, 3, Menakıb 3, Tirmizî, Tefsir, Tevbe, (3103).][2]

 

ـ3ـ وفي رواية: قال ابن شهاب ]وَاخْتَلَفُوا يَوْمَئِذٍ في التَّابُوت. فقَالَ: زَيْدُ ابنُ ثَابِتٍ التَّابُوهُ. وَقَالَ ابْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بنُ الْعَاصِ التَّابُوتُ فَرُفِعَ اخْتَِفُهُمْ إلى عُثْمَانَ فقَالَ اكْتُبُوهُ

التَّابُوتُ فَإنَّهُ بلِسَانِ قُرَيْشٍ[.قوله: »يُحْرَق« روى بالخاء المعجمة وبالمهملة، وا“حراق إذا كانَ للصيانة  لهانة  بأس به .

 

3. (946)- Bir rivayette İbnu Şihâb şöyle der: "O gün  التابوت  kelimesinde ihtilâf ettiler. Zeyd İbnu Sâbit   التابوه   dedi. İbnu'z-Zübeyr ve Saîd İbnu'l-Âs   التابوت   dediler. Anlaşamayıp, ihtilâfı Hz. Osman'a arzettiler. Hz. Osman:   زالتابوت yazın, çünkü o Kureyş lisanıyla (inmiş)tir" dedi."

Bir önceki rivayette geçen   يُحْرَق   kelimesi, bazı rivayetlerde   يُخْرق   diye gelmiştir. Önceki   يحرق imlâya göre "yakılma" mânasına, ikinci imlâya göre  يُخْرق "yırtılma" mânasına gelir. Önceki Kur'ân nüshalarının yakılması, onu ayaklar altına düşmekten  korumak için olursa bunda bir mahzur yoktur. Hakâret için olursa o korumaya girmez ve elbetteki câiz olmaz.[3]

 

ـ4ـ وعَن أنس رضي اللّه عنه قال: ]جَمَع الْقُرآن عَلَى عَهْدِ رَسُول اللّهِ # أرْبَعَةٌ كُلُّهُمْ منَ ا‘نْصَارِ: أُبَيُّ بنُ كَعْبٍ، وَمُعَاذُ بنُ جَبَلٍ، وَزَيدُ بنُ ثَابِتٍ، وَأبُو زَيْدٍ رَضيَ اللّهُ عَنْهُم. قِيلَ ‘نَسٍ: مَنْ أبُو زَيْدٍ؟ قَالَ: أحَدُ عُمُومَتِى[. أخَرجه الشيخان والترمذي.

 

4. (947)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında Kur'ân-ı Kerim'i dört kişi cem'etmiştir ve hepsi de Ensârî'dir: Übey İbnu Ka'b, Muâz İbnu Cebel, Zeyd İbnu Sâbit, Ebu Zeyd  (radıyallahu anhüm ecmain). "Enes'e: "Ebu Zeyd de kim?" diye sorunca: "Amcalarımdan biri" dedi." [Buharî, Fedâilu'l-Kurân 8, Menâkıbu'l-Ensâr 17; Müslim, Fedâilu's-Sahabe 119, (2465); Tirmizî, Menâkıb, (3796).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu dört rivayet Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Ebu Bekir zamanındaki cem'i ile Hz. Osman zamanındaki çoğaltılma  ameliyelerini ve bunlarla ilgili bâzı teferruatı anlatmaktadır.

Biz her rivayeti ayrı ayrı ele almaksızın, Kur'ân tarihinin en mühim safhası olan ilk yarım asırdaki çalışmaları toptan tanıtacağız. Yukarıdaki rivayetlerde temas edilen vak'alar bütün içerisinde açıklanmış olacaktır. Hatta mevzuun bütünlüğü için, açıklamalara, yukarıdaki rivayetlerde yer  almayan vahyin geliş safhasından başlıyacağız. Açıklamalarımızda, esas kaynağı İbnu Hacer'in teşkil ettiğini belirtmek isteriz. Bu büyük muhaddisimizin, bazan birbirinden farklı muhtelif rivayetleri, âzami ölçüde te'lif ederek yaptığı açıklamaları kısmen özetleyerek, gerektiği hallerde de bazı ilâveler yaparak Kur'ân tarihinin bu ilk devresini 13 maddede sunacağız. Hemen belirtelim ki; bazı hususlarla ilgili teferruata giren rivayetler, âlimlerin yorumuna imkân verecek farklılıklara ve mübhemiyete sahiptir. İlk üç yıl içinde Resûlullah'a yakınlık kuran melek hangisi idi, Fetret devrinin müddeti ne kadardı? gibi.

1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e peygamberlik 40 yaşının başlarında gelmiştir.

2- Peygamberlik müddeti 23 yıldır. Bunun on üç yılı Mekke'de geçti, on yılı da Medine'de geçti.

3- Mekke hayatının ilk altı ayı vahyin rüyada gelme safhasıdır.

4- Altı ayın sonunda Ramazan ayında melek indi ve ilk Vahy-i Metluv'u getirdi. İlk vahy, Alâk sûresinin ilk beş âyetidir.

5- İlk vahiyden sonra 3 yıllık  fetret araya girdi. Bu esnada vahiy kesildi. İbnu Hacer bir riayete göre bu ilk üç yıllık devrede Resûlullah'a yakınlık peyda eden meleğin İsrafil veya  Mikâil olduğunu, gelişlerinde Hz. Peygamber'e bazı kelime ve benzeri şeyler ilkâ ettiğini (attığını) söyler.

6- Bu üç yılın sonunda Cebrâil (aleyhisselam), Resûlullah'a yakınlık kurup, on yıl boyunca ara vermeden Mekke'de vahiy getirmiştir. Hicretten önceki vahiylere Mekkî, sonrakilere Medenî denir. Medine'nin dışında -mesela sefer sırasına- nazil olmuş olsa bile.

7- Kur'ân, dünya semasına Kadir Gecesi'nde toptan inmiştir, buradan Cebrâil 20 senede peyder pey indirmiştir. "Kur'ân'ı, insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik"  meâlindeki âyet (İsra 106) buna delâlet eder. Dünya semasında konduğu yere Beytü'l-İzzet denmiştir. Bir rivayete göre, Cebrâil, Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına, her yılın Kadir Gecesi'nde o sene boyunca vahyedilecek miktarı indirdi. Bu rivayete göre Kur'ân 20 yılda 20 gecede Levh-i mahfuz'dan dünya semasına indirilmiş olmalıdır. Ancak bu rivayet öncekine nisbeten zayıftır. Şu halde  bu meselede esas ve sahih olan şudur: Kur'ân bir defada dünya semasına toptan indirilmiş, sonra parça parça zaman içinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e vahyedilmiştir.

8- Her Ramazan'da, o senenin Ramazan ayına kadar inmiş olan sûreleri Cebrâil (aleyhisselam) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e okur  ve Peygamberden de dinlerdi[5](21). Sonra da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mescidde halka okurdu. Bu tatbikata arza denmektedir. Resûlullah'ın hayatının son Ramazanında bu, iki sefer icra edilmiştir ve buna arza-i âhire denmiştir. Kur'an târihinde arza'ların hususen arza-i âhire'nin ayrı bir ehemmiyeti vardır. Bu, hem öğrenilmiş olanları kontrole ve dolayısıyle hata, unutma gibi ihtimalleri bertaraf ederek vahiy hususundaki itimadı  artırmaya[6](22) yarıyordu hem de -yine İbnu Hacer'in açıklamasına göre- vahiyler arasında lâfzen neshedilenlerin çıkarılıp, neshedilmeyenlerin ibkasına yarıyordu.[7](23) Böylece Ramazan ayı, Kur'ân-ı Kerim için, sadece  ilk inme vakti olarak değil, arz sûretiyle kontrol ve tahkim, mensuhları ayırma sûretiyle tafsil ayı da olmakta, ehemmiyet taşımakta, "Kur'an ayı" olma vasfına liyakat kazanmakta idi. Ahmed İbnu Hanbel'in  Müsned'i ile Beyhakî'nin Şuabu'l-İmân'ında gelen bir rivayet Ramazan ayının semâvî kitaplar yönünden ehemmiyetini şöyle anlatır:  اُنْزِلَتْ التَّورَاةُ لِسِتٍّ مَضَيْنَ مِن رَمضَانَ وَاِنْجِيلُ لِثَثَ عَشَرَةً خَلَتْ مِنْهُ وَالزَّبُورُ لِثمانَ عَشَرَةً خَلَتْ مِنْهُ وَالْقُرآنُ َرْبَعٍ وَعِشْرِينَ خَلَتْ مِنْ شَهْرِ رَمَضَانَ

 "Tevrat Ramazan'ın 6'sında, İncil 13'ünde, Zebur 18'inde, Kur'ân-ı Kerim 24'ünde idirilmiştir."

Bir  başka rivayet suhuf-i İbrahim'in Ramazan'ın ilkinde indiğini ilâve eder:  اُنْزِلَتْ صُحُفُ اِبْرَاهِيمَ فِي اَوَّلِ لَيْلَةٍ مِنْ رَمَضَانَ

9- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) gelen vahiyleri anında yazdırıyor idi. Bu işte hizmet veren kırk civarında kâtip vardı.  Resûlullah  askerî seferler sırasında ve hatta Mekke'den Medine'ye hicret gibi en kritik anlarda bile beraberinde kâtip ve yazı malzemesi bulundurmayı ihmâl etmemiştir. Zeyd İbnu Sâbit, yeni gelen bir vahyi yazma işi bitince, Hz. Peygamber'in, yazıları bir kere okuttuğunu, eğer bazı eksiklikler olmuş ise  tamamlattığını, bu  tashihten sonra halka sunduğunu belirtir.

  فإذَا فرغْتُ قال إقْرأْ فَأقْرَأهُ فإنْ كَانَ فِيهِ سَقَطٌ أقَامَهُ ثُمَّ أخْرج بِهِ إلى النَّاسِ

 Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelen vahiyleri yazmakla yetinmiyor, ezberlettiriyordu da. Zaten ibadet yapabilmek için Kur'ân'ı ezberlemek gerektiği gibi, Cenab-ı Hakk'ın rızasını kazanmak için de ezber ehemmiyet kazanıyor idi. Bu da pek çokları tarafından Kur'ân'ın ezberlenmesine bir teşvik unsuru oluyordu. Böylece bir kısım Müslümanlar tamamını, bir kısmı bâzı sûrelerini ezberlemişti. Müslüman olup da Kur'ân'dan bazı parçaları ezberlememiş olması mümkün değildi.

Hz. Peygamber, Kur'ân'ın öğretim ve muhafazasında yazdırmak ve ezberletmekle de yetinmiyor, üçüncü bir unsur daha ilâve ediyordu: Kontrol. Yani, yazı ezberle, ezber de yazı ile kontrol ediliyordu. Bunun en güzel örneği  her Ramazan'da yer verildiğini  belirttiğimiz arza hâdisesidir. Böylece her Ramazan ayında, o Ramazan'a kadar gelmiş olan bütün vahiyleri, Müslümanlar kontrol etme imkânı buluyordu. Yazmış olanlar yazılarını, ezberlemiş olanlar ezberlerini kontrol ettiriyordu. Şunu da hemen belirtelim ki, kontrol ameliyesi sâdece Ramazan aylarına münhasır kalmıyordu. Resûlullah'ın Kur'ân muallimleri vardı. Bunlar,  halk arasında dolaşarak hem öğretiyorlar, hem de daha önceden öğrenilmiş olanları kontrol  ediyorlardı.

10- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelen vahiyleri küçük parçalara yazdırıyordu: Deri parçası, hurma yaprağı, düz taş parçası, kürek kemiği gibi... O devirde bugünkü mânada kâğıt yok idiyse de, deri aynı vazifeyi görebiliyordu. Buna rağmen vahiylerin umumiyetle taş, tahta, kemik gibi daha küçük parçalara yazıldığını görmekteyiz. Bunun iktisadî endişeden ileri geldiği söylenebilirse de bir başka yönü daha vardı: Tertibte kolaylık. Yani âyetler ve sûreler bugünkü, elimizdeki Kur'ân'ın tertibine uygun bir sırayla gelmiyordu. Bir sûre tamamlanmadan bir başka sûre inmeye başlıyordu. Sûre içerisindeki âyetler de belli bir sırayı takip etmiyordu. Her âyet geldikçe, Hz. Peygamber konacağı sûreyi ve sûre içindeki  yeri târif ediyordu. Üstelik, sonradan lafzıyla neshedilen vahiyler de olabiliyordu. Şu halde rivayetlerde daha ziyâde te'lifu'l-Kur'ân  diye ifade edilen ameliyenin icrasında kolaylık için vahiylerin küçük parçalara yazılması gerekmekte idi.

11-  Te'lifu'l-Kur'ân: Rivayetlerde sıkca te'lifu'l-Kur'ân  tabirine rastlarız. Hatta Buharî'nin Sahih'inde bu adı taşıyan bir bab mevcuttur. Ashab'ın   كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللّه # نُؤلَّفُ القرآن منَ الرّقَاعِ   "Biz Resûlullah'ın yanında, Kur'ân'ı  parçalardan te'lif ederdik" dediğine rastlarız.

Te'lif nedir?

Te'lif, burada tertip mânasına gelir.

Kur'ân mevzuunda tertip, ya âyetlerin bir sûre içerisindeki sıralanmasıdır, yahut da sûrelerin öncelik, sonralık şeklindeki sıralanmasıdır. Ulemâ, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrindeki te'lif'den, âyetlerin sûre içerisindeki tertibini anlarlar ve âyetlerin tertibi için "tevkîfîdir" derler. Yani âyetlerin yerleri -Cebrail (aleyhisselam)'in direktifiyle- bizzat Resûlullah  tarafından tayin edilmiştir, binaenaleyh vahye dayanmaktadır. Her bir sûrenin şeklen vücut bulmasında ulemânın hiçbir rolü olmamıştır. Bu sebeple, selef, bir sûrenin en son âyetinden başlayıp ilk âyetlerine doğru okunmasını hoş karşılamayıp "haram" demiştir. Böyle bir hükmü de şu sebeple tasrih etmişlerdir: Şâirler, edibler, hafızalarının gücünü izhâr için kasideleri, bazı durumlarda, sondan  başa doğru okurlardı. Bu âdeti, Kur'ân-ı Kerim'e de tatbik etmemeleri için, böyle bir yasaklamaya gerek  duyulmuştur.

Ancak sûrelerin tertibi "tevkîfî" değildir. Cumhur'un görüşüne göre, bugün tertip ıstılâhîdir (ictihadla konmuştur). Hz. Osman (radıyallahu anh) zamanındaki, az sonra açıklayacağımız, teksir heyeti tarafından verilen bir şekildir. Dolayısıyla, namazda veya namaz dışında, tedrisde, tederrüste, tilâvette, Kur'an-ı Kerim'i sondaki sûrelerden başa doğru okumak da mümkündür. Söz gelimi Bakara'dan önce Kehf, Kehf'ten önce Hac sûresi  okunabilir. Hatta, bazı rivayetler Resûlullah'ın gece namazında Âl-i İmrân'dan önce Nisâ sûresini okuduğunu haber vermektedir. Nitekim Übey İbnu Ka'b mushafında sıra böyledir. Hz. Osman'ın mushafı ile, diğer mushaflar arasında görülen sûre sıralamasındaki farklılıklar, "sûrelerin sıralanma işi içtihâdîdir, ıstılâhîdir" diyenlere delil olmaktadır. [8]

12- Zeyd İbnu Sâbit'in hizmeti: Sadedinde olduğumuz rivayette belirtildiği üzere, Zeyd İbnu Sâbit, Kur'ân'ı cem'etme vazifesini kabul edince, Hz. Ömer'in de yardımcı olması kaydıyla işe başlar. Hz. Ebu Bekir, Zeyd'e, cem sırasında hafızasına güvenmemesini, her âyet için, yazılı iki şâhid istemesini şart koştu. Şehirde ilân ederek, yanında yazılı Kur' ân parçası bulunduranların, bunları mescide getirip Zeyd'e teslim etmesini taleb etti. Hz. Ömer, getirilen yazılı nüshaların, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından kontrol edilip  edilmediği hususunda yemin  ettiriyordu. Hatta bâzı âlimler, bu yazılı şahitlerin arza-i  âhirede kontrolden geçen yazılı  nüshalar olduğunu söylerler. Bu durum bile, arza-i âhirenin İslâm tarihindeki ehemmiyetini ve iki sefer oluşunun hikmetini göstermeye kâfidir.

Alimler getirilen iki yazılı nüshaya şahit derler. İki şahit bir üçüncü unsura nisbetledir. Üçüncü unsur veya "birinci asıl", Zeyd İbnu Sâbit'ti. Kur'ân-ı Kerim'i ezbere baştan sona bilenlerden biri idi. Getirilen yazılı nüshaların kendi bilgisine de uymasını arıyordu. Nitekim bazı istisnalar olmuştur. Tevbe sûresinin en son iki âyetini yazılı olarak bir  kişi getirmişti. Bu âyetler belki de, en son nazil olan âyetlerden olduğu için olacak, yazılı olarak başkasının yanında bulunmuyordu. Zaten onlar, Zeyd gibi başkalarının da ezberinde vahiy olarak mevcut idi, ama yazılmış vaziyette sâdece bir kişi getirmişti. Bu zat, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında, bir hadise sebebiyle şâhideyn "iki şâhid" ünvanını verdiği Huzeyme İbnu Sâbit idi. Zeyd İbnu Sâbit, "Resûlullah, onun şehâdetini iki kişinin şehâdeti kıldı" diyerek, bu iki âyeti kabulde tereddüt göstermedi. Ashabtan, "Bu Kur'ân'dan değildir" diye itiraz eden de olmadı.

Hz. Ömer (radıyallahu anh), "zina edenlerin recmedilmeleriyle ilgili" yazılı bir metni "âyet" diye getirdi ise de, Zeyd İbnu Sâbit kabul etmedi. Hz. Ömer yazılı ikinci bir şâhid getirememekten başka şifâhî bir destek de göremedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'ın âyeti" diyerek recmi ifade etmiş ve tatbik de etmiş idi. Ancak, muhtemelen bu hükme, "Allah'ın önceki kitaplarda gelen ayeti" manasında "Allah'ın ayeti" demişti[9] ve Hz. Ömer'in hatırında da böylece yanlış kalmış idi. Mamafih, bâzı alimler bunu, hükmü baki, lafzı mensuh ayetlere örnek olarak kaydederler.[10]

Bazı rivayetlerde, Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh), Ahzâb sûresinin 23. âyetini de tek yazılı şâhide müsteniden kabul ettiğini belirtir. Bu ayetin yazılı şâhidi de Huzeyme İbnu Sabit eş-Şâhideyn'dir. Tek yazılı şâhide  müsteniden kabul edilen mezkur üç ayet, tedkik edilince görülür ki, hiçbiri ahkâma, haramahelâle müteallik değildir.

Kur'ân-ı Kerim'in Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) tarafından cem'edilmesi veya "iki kapak arasında mushaf" haline getirilmesi  işinin sadece yazılı vesikalara dayandırılmadığını da bilhassa vurgulamamız gerekir. Çünkü pek çok kimse Kur'ân'ı baştan sona ezbere biliyorlardı. Kısmî  şekilde ise bütün Müslümanlar biliyordu. Zira namaz ve diğer tilâvet, dua gibi ibadetlerinde Kur'ân-ı Kerim'i okuyorlardı. Baştan sona ezbere bilenler (Kur'ân'ı cem'edenler) de vardı. Enes (radıyallahu anh)'in bir rivayetinde Ensar'dan bilhassa altı tanesi meşhurdu:

1- Übey İbnu Ka'b,

2- Muâz İbnu Cebel,

3- Zeyd İbnu Sâbit,

4- Ebu Zeyd (Enes'in amcalarından biri olup isminde ihtilâf edilmiştir: Evs, Sâbit İbnu Zeyd, Sa'd İbnu Ubeyd İbnu Nu'mân, Kays İbnu's-Seken, İbnu Hacer, tahkikinde bu sonuncu ihtimâlin sıhhatine hükmeder.)

5- Ebu'd-Derda,

6- Sa'd İbnu Ubâde.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Kur'ân'ı kendilerinden almayı tavsiye ettiği kimseler arasında ismi geçen Sâlim Mevlâ Ebû  Huzeyfe ile Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anhümâ)'un ve hâfize olduğu bilhassa tasrih edilen Ümmü Varaka (radıyallahu anhâ)'nın cem'ediciler meyanında zikredilmeyişleri  de gösterir ki hafızlar bunlardan ibaret değildir. İbnu Hacer'in muhtelif muhakkikten naklettiği neticeye göre (Fethu'l-Bârî, 10, 425-430) Kur'ân-ı Kerim'i cemettiği rivayetlerden anlaşılanlar arasında Muhâcirun'dan şunlar var: Hz. Ebu  Bekir, Hz. Ömer Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Sa'd, İbnu Mes'ud, Huzeyfe, Sâlim, Ebu Hüreyre, Abdullah İbnu's-Sâib, Abâdile (radıyallahu anhüm); kadınlardan Hz. Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme (radıyallahu anhünne). İbnu Ebi Dâvud şunları da ilave eder: (Muhacir olarak): Temim İbnu Evs ed Dârî, Ukbe İbnu Âmir; (Ensar olarak); Ubâde İbnu's-Sâmit, Muâz Ebu Huleyme, Mücemmi İbnu Câriye, Fadâle İbnu Ubeyd, Mesleme İbnu Mahled, vs. (Bunlardan bazıları Hz. Peygamber'den sonra hıfzlarını ikmal etmiştir.) Keza Ebu Musa el-Eş'ari, Amr İbnu'l-Âs, Sa'd İbnu Ubâde gibi bazıları da Kur'ân'ı cem edenler arasında sayılmıştır.

Görüldüğü gibi, Resûlullah devrinde Kur'ân'ı cem edenlerle ilgili olarak sınırlayıcı rakamların ihtiyatla karşılanması gerekmektedir. Yukarıda Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten kaydettiğimiz rivayet pekçok itirazlara sebep olmuş, Kur'ân-ı Kerim'i cemedenlerin sayısını bazan dört, bazan beş ve bazan da altı gibi son derece sınırlı gösteren beyanların, gerçek durumu ifade etmediğine rivayetlerlerle cevap verilmiştir. Yukarıda kaydettiğimiz tahkikler bu maksadla ortaya konmuştur.

Bu meyanda dikkat çekilen başka hususlar da var: Resûlullah'ın sağlığında Bi'r-i Maûna'da şehid  edilen 70 kurrâ ve keza Yemâme harplerinde şehid olanlar arasında 70 kurrânın bulunduğuna dâir rivayetler gibi.

Şu halde, Resûlullah devrinde Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona ezberleyenlerin sayısını kesinlikle bilmek mümkün değildir. Daha önce hakkında bilgi verdiğimiz Dâru'l-Kurrâ'nın varlığı da gözönüne alınınca, bunların miktarını birçok onlar ve  hatta yüzlerle ifade etmenin daha gerçekçi bir tahmin olacağı anlaşılır.

Hülâsa-i kelâm, Hz. Ebu Bekir'in sağlığında Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) tarafından Kur'ân cem'edildiği vakit pekçok kurrâ (yani Kur'ân hafızı) mevcut idi ve hiçbirinden de ortaya konan Mushaf hakkında -kaydedilenler dışında- bir itiraz olmamış, bir münakaşa ortaya çıkmamıştır.

Böylece, bugün  elimizde mevcut olan Kur'ân-ı Kerim, Halife Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in vazifelendirdiği ve Hz.  Ömer'in de yardımcı olduğu Zeyd İbnu Sâbit tarafından iki sayfa arasına konmuş ve muhtevası Ashab'ın icmâına mazhar olmuştur. [11]

13- Kur'ân'ın çoğaltılması: Kur'ân, kitap hâline konulmuştu, ama  tek bir nüsha idi. Bu hal, Hz.Osman zamanına kadar devam etti.

Hz. Osman zamanında, Kur'ân'ın okunuşu üzerine bâzı ihtilaflar çıktı. 922 numaralı hadiste belirtildiği üzere, Kur'ân'ın yedi harf üzere inmiş olması farklı okunuşlara imkân  veriyordu ve buna şeriat müsamaha ediyordu da. Ancak bu farklı okuyuşlara halkın müsâmahası pek yoktu. Herkes kendi lehçesine göre okumanın daha doğru olduğu kanaatini taşıyordu. İbnu Ebû Dâvud'un Mesâhif'te kaydettiği rivayetlere göre, Kur'ân'ı farklı  kıraatlere göre tedris eden muallimler ve talebeleri arasında ihtilâflar başlamış, anlaşmazlıklar birbirlerini tekfire varan buutlara ulaşmıştı. Hz. Osman bunları yatıştırmaya çalışmış, bu maksadla  bazı hutbelerde bile bulunmuştur.

Çok geçmeden bu kargaşa ve ihtilâflara, askerler arasında çıkan anlaşmazlık  da katıldı. Nitekim Ermeniye ve Azerbaycan bölgelerinin fethinde biraraya gelen Suriyeli ve Iraklı askerler arasında da Kur'ân'ın  farklı okunuşları yüzünden ihtilâf çıkmıştı. Suriyeli askerler Kur'ân-ı Kerim'i Übey İbnu Ka'b  kıraatine göre, Iraklılar ise Abdullah İbnu Mes'ud kıraatine göre okuyorlardı. Her iki taraf birbirlerinden değişik  şeyler istiyorlar ve bunu yadırgıyorlardı. Herkes kendi kıraatini daha güzel bulmakla  kalmıyor öbür tarafın kıraatinden nefret ediyordu, öyle ki birbirlerini tekfir bile etmişlerdi. Hülâsa ihtilâflar kızışmış, birbirlerine silah çekmeye ramak kalacak derecede büyük buutlara ulaşmıştı. Komutan Huzeyfetu'l-Yemân Medine'ye koşup, evine bile uğramadan,doğru Halife'nin huzuran çıkarak durumu bütün ciddiyetiyle Hz. Osman (radıyallahu anh)'a anlattı. Ümmetin imdadına koşmasını taleb etti. Halktaki ihtilâfa askerlerin ihtilâfının da katıldığını gören Halife meselenin ciddiyetini kabul etti. Derhal Ashab'la istişarelerde bulundu. Bu istişareleri aksettiren  bir rivayeti kaydediyoruz: Hz. Ali anlatıyor: "Osman (radıyallahu anh) hakkında hayırdan başka birşey söylemeyin. Allah'a kasem olsun Kur'ân'la ilgili olarak yaptığı çalışmaları tek başına yapmadı, bizden  bir heyetle istişâre yaparak yürüttü. (Bir gün) dedi ki:

"- Bu kıraat meselesinde fikriniz nedir? Bana ulaştığına göre halktan bir kısmı: "Benim kıraatım seninkinden daha hayırlı" diyormuş. Bu küfre yakın bir söz (Bu gelişmelerin tedbiri nedir?)"

Biz kendisine:

"- Önce sizin fikrinizi bilelim!" dedik. Şöyle açıkladı:

"- Ben, halkı tek bir Mushaf'ta toplamak istiyorum. Böylece ne fırkalar olur, ne de ihtilâf kalır!"

"- İsabetli düşünüyorsunuz!" dedik.

İbnu Sîrin'in rivayetinde istişâre heyeti Muhacir ve Ensar'dan 12 kişidir ve aralarında Übey İbnu Ka'b da mevcuttur.

Hz. Osman böylece Ashab'ın mutabakatını aldıktan sonra Mushaf'ı ilk indiği lehçe olan Kureyş lehçesi üzerine çoğaltıp bütün ümmetin bu lehçeye sevkine karar verdi. Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh)'i çağırarak, onun başkanlığında Kur'ân-ı Kerim'i çoğaltmak üzere bir  heyet kurdu.

Mus'âb İbnu Sa'd'ın açıkladığına göre, Hz.Osman heyet üyelerini de istişare ile seçmiştir: Hz. Osman: "Yazısı en iyi olan kim?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kâtibi olan Zeyd İbnu Sâbit dediler. Tekrar sordu: "Arapçası en iyi olan kim." (Bir rivâyette en fâsih kim? demiştir) Said İbnu'l-Âs dediler. Hz. Osman: "Öyleyse Said imlâ ettirsin, Zeyd de yazsın!" dedi.

Açıklandığına göre, Said İbnu'l-Âs'ın şivesi Hz. Peygamber'inkine en çok benzeyen şive idi, böyle denmiştir: "Kur'ân-ı Kerim'in Arapçası Saîd İbnu'l-Âs  İbni Ümeyye'nin Arapçasına göre yönlendirilmiştir. Çünkü o, lehçe itibariyle Hz. Peygamber'e en çok benzeyen kimse idi."

Heyette yer alan üyelerin ismi ve sayısı rivayetlere  göre farklıdır. İbnu Ebî Dâvud'un rivayetleri arasında Mâlik İbnu Ebî Âmir, Kesir İbnu Eflâh, Übey İbnu Ka'b, Enes İbnu Mâlik, Abdullah İbnu Abbas vs. zikredilir. Buharî'nin rivayetinde Zeyd İbnu Sâbit, Abdullah İbnu Zübeyr, Saîd İbnu'l-Âs ve Abdurrahman İbnu'l-Hâris zikredilir. Heyetin başkanı ise Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anhüm ecmain)'tir.

Hz. Osman (radıyallahu anh) heyete şu talimatı verdi:

"Kur'ân'ı çoğaltacaksınız. Kur'ân-ı Kerim'in Arapçası hususunda Zeyd İbnu Sâbit'le sizin aranızda bir ihtilâf çıkarsa, Kureyş lisanını esas alacaksınız. Zira Kur'ân çoğunluk itibariyle onların lehçesine göre nazil oldu."

İstinsah sırasında bazı küçük ihtilâflar ortaya çıkmıştır. Hz. Osman'a intikal  ettirilen  bir ihtilaf,  التابوت   kelimesinin imlâsı üzerine oldu. Kureyşliler   التابوت  diyorlar, Zeyd İbnu Sâbit   التابوه   diyordu. Hz. Osman (radıyallahu anh): "Bu kelimeyi   التابوت  diye yazın. Çünkü Kur'ân Kureyş lehçesi üzerine indi" diye emretti.

Kur'ân kaç nüsha çoğaltıldı?

Ortaya konan yeni nüshaların adedi hakkında farklı rivayetler var: Bazılarına göre 4, bazılarına göre 5, bazılarına göre de 7.  Yedi rivayetine göre bir nüsha Medine'de alıkonuyor, gerisi Mekke, Şâm, Yemen, Bahreyn, Basra, Kûfe'ye birer nüsha gönderiliyor. Ayrıca Hz. Osman, bu resmî nüsha dışında kalan Kur'ân'ların imha edilmesini emrediyor. Mus'ab İbnu Sa'd der ki: "Hz. Osman (radıyallahu anh) (eski) mushafları yaktığı zaman çok kimseye şâhid oldum, bu işten memnun oluyorlardı, kimse bunu kötü (münker) bulmuyordu."

Ebu Kılâbe de şöyle anlatır: "Hz. Osman, istinsah işini tamamlayınca bütün İslâm beldelerine şu tâmimi gönderdi: "Ben şöyle şöyle bir hizmet gerçekleştirdim.  Ve yanımda bulunan eski nüshaları imhâ ettim, siz de oralarda bulunan eski nüshaları imha edin."[12]

"Suhuf"la "Mushaf" arasındaki fark: Hz. Ebu Bekir zamanında ortaya konan Suhuf ile Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın bu Suhuf'tan istinsah yoluyla ortaya koyduğu "Mushaf" arasında bazı farklar var. Her şeyden önce Hz. Ebu Bekir'in (radıyallahu anh) hizmeti Kur'ân-ı Kerim'in muhteviyatının, hafızların ölümü ile ziyana ve kayba uğramasını önlemek maksadıyla yapılan bir çalışma idi. İmlâ ve tertibi üzerinde durulmaksızın, Hz. Peygamber zamanında yazılmış ve arza-i âhire'de kontrolden ve tashihten geçmiş yazılı parçalardan teşkil edilen bir kolleksiyon idi. Bu yazılı parçalar ellerde mevcut idiyse de toplu olarak bir yerde mevcut değildi. Esasen vahyin ne zaman kesileceğini, yeni gelecek vahiylerin nerelere konacağını kimse bilmediği için böyle bir nüsha  teşkili de oldukça imkânsız bir işti. Şu halde Hz. Ebu Bekir, âyetlerin sûrelere göre yerleştirilmesi ile ilgili Resûlullah'tan varid olan tâlimat çerçevesinde sûreleri sayfalar halinde bir araya getirtmiş idi. Halbuki Hz. Osman'ın çalışması, Kur'ân-ı Kerim'in farklı lehçelere göre muhtelif vecihlerde okunması sonucu ortaya çıkan ihtilâfları önlemek maksadıyla yapılmış idi. Bu çalışmada, Kur'ân'a okunuş birliği kazandırmak gayesi hakimdi. Bu birlik, Resûlullah'ın lisanı olan Kureyş lehçesine göre yapılacak, diğer lehçelere göre okumak -dinen meşrû ve caiz olmasına rağmen- terkedilecek ve yasaklanacaktı. Bu maksadla diğer lehçelerle farklılık olan yerlerde Kureyş lehçesi esas alındı. Diğer lehçelerde okuma cevazının başlangıçta karşılaşılan zorluğa bir kolaylık, bir ruhsat olarak meşru kılındığı, artık bu cevaza ihtiyaç kalmadığı söylendi. "Şimdi birliğe ihtiyaç var, bu işte de Kureyş lehçesi tercih edilecektir, çünkü Resûlullah'ın dilidir... vs." dendi.

Ayrıca bu mushaf'ta sûreler de belli bir  sıraya konmuş, bundan böyle, kimsenin takdim tehir yapamıyacağı muayyen bir düzen içerisinde tertiplenmiş idi. Hz. Osman (radıyallahu anh), Kur'ân sûrelerine, hal-i hazır tertibi, Ashab'la istişâre ederek verdiğini belirtmiştir. Yani sûrelerin bugünkü yerleri, şahsî re'yi ile değil, Ashab'ın istişârî görüşleriyle tesbit edilmiştir. Sûre içerisinde âyetlerin sıralanmasının Cenab-ı Hakk'ın vahyi ile olduğunu belirtmiştik.[13]

Hz. Ebu Bekir nüshasının sonu: Hz. Ömer'in vefatıyla Hz. Hafsa'ya intikal eden "İmam" nüshayı, istinsah etmek üzere Hz. Osman (radıyallahu anh) Hz.Hafsa (radıyallahu anhâ)'dan, "istinsahtan sonra geri vermek" va'di ile istemişti. İstinsah  işi bitince Hz. Hafsa'ya iade edildi. Hz. Osman, bütün eski nüshaları imha ettiği halde bu "İmam" nüshaya  dokunmamıştı.

Mervan, Medine valisi olunca Hz. Hafsa'dan bu nüshayı istedi ise de Hafsa (radıyallahu anhâ) vermedi. Ancak Hafsa validemizin vefatı üzerine Mervân, kardeşi Abdullah İbnu Ömer'e haber  göndererek bu "Suhuf"u istedi. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh) de gönderdi. Mervân' ın Suhufu parçalayıp, yıkayıp yaktırdığı  rivayetlerde tasrih edilir. Mervan açıklama yaparak: "Zaman geçince bazı şüphecilerin, bu nüsha ile ümmetin benimsediği Hz.Osman  nüshası arasındaki farklılıklara dayanarak fitne çıkarabileceklerinden endişe duyduğunu, bunu önlemek için Hz. Ebu Bekir'in suhufunu imha ettiğini"  belirtmiştir.

Görüldüğü üzere Kur'ân-ı Kerim'in cem'edilmesi gibi pek hayırlı bir işin ilk muharriki Hz. Ömer olmuş, halife olarak Hz. Ebu Bekir, faaliyetlerini organize etmiş, Hz. Zeyd İbnu Sabit de cem işini icra etmiştir. Çoğaltılma ve tek imlâya kavuşturulma işinin muharriki ihtilâflar, organizatörü Hz. Osman ve gerçekleştiricisi yine Zeyd İbnu Sâbit ve pek çok sahabe olmuştur. Allah  hepsinden razı olsun.[14]

 

ـ5ـ وفي أخرى للبخارى عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. قال: ]جَمَعْتُ المُحْكَمَ عَلى عَهْدِ رسولِ اللّه #. قِيلَ لَهُ وَمَا الْمُحْكَمُ؟ قَالَ الْمُفَصَّلُ[ .

 

5. (948)- Buharî'nin bir diğer rivayetinde İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında Muhkem'i cem'ettim" demiştir. Yanındakiler kendisinden: "Muhkem'le neyi kastediyorsun?" diye sorunca: "Muhkem, mufassal (sûreler)dir" diye cevap vermiştir. [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 25.][15]

 

AÇIKLAMA:

 

Usul âlimlerinin ıstılahında muhkem, içerisinde mensuh bulunmayan şeydir. Müteşâbih'in zıddına da muhkem denir.

Mufassal, Kur'ân-ı Kerim'in besmelelerle sıkça birbirinden ayrılan kısa sûrelerine denir. Umumiyetle 49. sûre olan Hucurat sûresi ile sonuncu sûre olan Nas sûresi arasında kalan kısma mufassal denir. Mamafih hemen belirtelim ki, mufassal sûrelerin hangi sûreden itibaren başladığı hususunda on kadar farklı görüş ileri sürülmüştür. İttifak edilen husus son cüzün mufassal olduğudur.

Buharî bu rivâyeti, "Çocuklara Kur'ân öğretilmesi" başlığını taşıyan bir babta kaydetmekle İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın şu sözüne imâda bulunmuş olmaktadır:

  سَلُونِى عَنِ التَّفْسِيرِ فَإنِّى حَفِظْتُ الْقُرآنَ وَانَا صَغِيرٌ

"Bana tefsirden sorun. Zîra ben küçük yaşta Kur'ân'ı ezberledim."

İbnu Abbas'ın yaşı hususunda rivayetler ihtilâflıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatı esnasında kaç yaşında idi? Umumiyetle, İbnu Abbas'ın hicretten üç yıl önce doğduğu kabul edilir. Bu durumda Resûlullah'ın vefatında 13 yaşında  olmalıdır. [16]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/478-479.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/480.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/481.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/481.

[5] Bazı rivayetler arza'yı, Resûlullah'ın Cebrâil (aleyhisselam)'e okuması, bazısı da Cebrail'in Hz. Peygamber'e (okuması) olarak açıklar. Demek oluyor ki Cebrâil Hz. Peygamber'e okuyor ve ayrıca ondan bir de dinliyordu. Kur'ân'ın şânına lâyık bir îtina!  هذا مِنْ فَضْلِ رَبّنَا

[6] Teknik tâbiriyle teâhüd'e yani karşılıklı ahidleşmeye, yani: Hz. Peygamber'in, "vahiy olarak bildiğimiz budur", Cebrâil'in de: "Bildiğiniz doğrudur, tamdır" demesi.

[7] Şu rivâyet bu mevzuda bir fikirverebilir: عن ابى موسى اشعري قال: نزلت سورةً نحوَ من براءةٍ فرفعتْ فحفظتُ منها )إنّ اللّهَ لَيُؤيّدُ هذا الدّينَ بِأقْوَامٍ َ خَقَ لَهُم(

Ebu Musa el-Eş'ari anlatıyor: Tevbe sûresi uzunluğunda bir sûre inmiş idi. Sonradan kaldırıldı. Ben ondan şu ibâreyi ezberledim: "Allah bu dini, kıyamet günü hiçbir nasib alamayacak kimselerle de te'yid ve takviye eder". Bu mânâ merfu hadis olarak başka rivayetlerde gelmiştir  إنّ اللّهَ تعالى لَيُؤيدُ اِسمَ برجالٍ ما هُمْ اهلِهِ

"Allah İslâm'ı, müslüman olmayan kimselerle de teyîd eder" veya, إنّ اللّهَ تعالى لَيُؤيّدُ الدّينَ بالرّجُلِ الفَاجرِ

"Allah bu dini facir (açlıktan günahlar işleyen, dindar olmayan) kimseyle de kuvvetlendirir".

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/485.

[9] Hatırlatmakta fayda var: Zinâ eden bir yahudi çiftinin cezalandırılması için, yahudi cemaati Hz. Peygamber'e müracaat etmiş ve Resûlullah da Allah'ın kitabında (Tevrat'ta) bulunan hükmü yani recmi uygulamıştır. İslâm'da ilk recm budur. Resûlullah'ın sağlığında müslümanlara uygulanan recm vak'ası da mevcuttur.

[10] Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in âyet diye teklif ettiği metin şu idi:

 الشيخ والشيخة اذا زَنيا فاَرْجُمُوهُمَا الْبيَّنةَ نَكَاً مِنَ اللّهِ واللّهُ عَزِيزٌ حَكيِمٌ 

"Kadın ve erkek iki yaşlı zina ederse, her ikisi de Allah'tan ibretli bir ceza olarak recmedin. Allah aziz ve hakimdir." Hz. Ömer, bilahare şöyle diyecektir: "Bilesiniz, recm haktır. Resûlullah recmetti. Ondan sonra biz de recmi uyguladık. Halkın: "Ömer, Allah'ın kitabına, onda olmayan şeyi yazdı" demeyeceğini bilsem, bunu yazardım" der ve yukarıdaki metni okur. Hz. Ömer, zamanla bazılarının: "Biz Kitabullah'da recm âyeti görmüyoruz" diyerek Allah'ın indirdiği farzı terkedip sapıklığa düşeceklerini belirterek şöyle uyarmıştır: " Muhsan oldukları takdirde zinâ edenlerin recmedilmeleri haktır. Yeter ki zina fiili, beyyine veya hâmilelik veya itirafla sübût bulmuş olsun. Allah'a kasem olsun, halk, " Ömer Kitabullah'a ilâvede bulundu" demeyecek olsa ben bu âyeti yazardım." Daha fazla bilgi istiyenler Suyûtî' nin el-İtkân fî Ulûmî'l-Kur'ân adlı kitabına bakabilirler. Eser dilimize de tercüme edilmiştir.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/486-488.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/491.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/491-492.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/492.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/493.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/493.