Kütübü Sitte

MAİDE SURESİ

 

ـ1ـ عن طارق بن شهاب قال: ]قَالَتِ الْيَهُودُ لعُمَرَ بنِ الخَطَّابِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: إنَّكُمْ لَتَقْرَءونَ آيةً لَوْ أنْزِلَتْ فِينَا َتَّخَذْنَاهَا عِيداً. فقَالَ عُمَرُ: إنِّى ‘عْلَمُ حِينَ أنْزِلَتْ وَأينَ أنزِلَتْ، وَأينَ رَسولُ اللّهِ # حِينَ أنزِلتْ يَوْمَ عَرَفَةَ، وَأنَا وَاللّهِ بِعَرَفَةَ في يَوْمِ جُمُعَةٍ. يعنى الْيَوْمَ أكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود.

 

1. (583)- Târık İbnu Şihab anlatıyor: "Yahudiler, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e şöyle dediler:

"Siz bir âyet okuyorsunuz ki o, şâyet bize inseydi o günü bayram ittihaz eder (her yıl kutlardık)."

Hz. Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: Ben onun  indiği ânı ve yeri, indiği sırada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bulunduğu noktayı biliyorum: Arafe günü inmişti. O zaman ben de Arafat'ta idim ve bir cuma günüydü. Kasteddikleri ayet de: "Size bugün dininizi tamamladık" (Maide: 5/3) âyeti idi."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bazı rivayetlerde, "Yahudiler..." şeklinde değil, "Yahudilerden bir kimse..." şeklinde gelmiştir. Ayrıca, Kütüb-i Sitte dışında gelen bazı rivayetlerde bu kimse meşhur Yahudi mühtedisi Ka'bu'l-Ahbar'dır. Bu durum, Ka'bu'l-Ahbar'ın sorusu sırasında onların bir grup  olduklarına hamledilmiştir.

Yahudilerin: "Size bugün dininizi tamamladık" mealindeki âyet bize inseydi biz o günü bayram ilân ederdik" demelerinin sebebi, bu ayetin ifâde ettiği ehemmiyet ve hakikatın büyüklüğü sebebiyledir. Zira dinin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında tamamlanmış olması, fevkalâde bir hâdise, Müslümanlara Cenâb-ı Hakk'ın büyük nimetidir. Arkadan onu tamamlayacak bir başka peygamberin gelmiyeceğinin ifadesidir. Hatta, dine beşerî el karışmayacak, ihtiyaç kalmayacak, her meselesiyle semâvî  ve ilâhî olacak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tebliğ ettikleri bütün ihtiyaçlara kâfi gelecek, din hususunda, dinin şâmil olduğu, ibâdat, muâmelat, ukubat, siyasat, iktisâdiyat, hukukiyyat vs. her hususta bir başka dine, yabancı bir sisteme ihtiyaç kalmayacak, kendi kendine yetecek demektir. Böyle bir durumun taraf-ı İlâhîden i'lamı, bildirilmesi, Müslümanlara Rablerinin öylesine muazzam bir nimeti, bir iltifatı, bir teşrifidir ki, kıymetini anlayanlara, hakikaten her yıl bayramlar, merasimler ve şehrayinler yaparak kutlamaya değer.

Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in yukarıdaki cevabı, Yahudilerin değerlendirmesini zımnî şekilde te'yid mâhiyetindedir. Çünkü, Ömer efendimizin yaptığı tarife göre âyet-i kerime, Arafat'ta, cuma gününe mürâdif kurban bayramı sırasında nâzil olmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cuma günü için de "mü'minlerin bayramıdır" buyurduğuna göre, âyet-i kerime üst üste iki bayramın yaşandığı bir günde inmiş olmaktadır: O gün yıllık olarak her sene, başta Arafat olmak üzere İslâm dünyasının her meskun mahallinde kutlanmakta, namazlar kılınıp kurbanlar kesilmekte, en yeni elbiseler giyilip, ziyaretler, tebrikleşmeler yapılmakta, bir bayramda izhâr edilen sürûr ve şenlikler âzamî derecede yaşanmaktadır. Ayrıca cuma günü de haftalık bayram olarak, diğer günlerden farklı bir muhtevada yaşanmaktadır.

Yukarıdaki cevapta, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in: "Ben âyetin indiği günü ve yeri biliyorum, Arafat'ta, cuma günüydü" şeklinde işâret ederek yetinmesine mukabil, bazı rivayetlerde maksadı sarih olarak ifade etmiştir. Nitekim İshak'ın rivayetinde şöyle der:

"Mezkur âyet-i kerime arafeye mürâdif bir cuma günü nâzil oldu, elhamdülillah her ikisi de bizim için bayramdır." Tirmizî'nin kaydettiği bir rivayette Yahudinin muhatabı İbnu Abbas'tır. İbnu Abbas (radıyallahu anh)'ın verdiği cevap  da  şöyledir:

"O âyet-i kerime iki bayramın yaşandığı bir günde inmiştir: Cum'a günü ve Arafe günü."

Arafe'yi bayramdan sayıyoruz çünkü akşamı bayram akşamıdır ve ertesi günü kurban günüdür.[2]

 

ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: ]إنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرسُولهُ اŒية. قالَ: أنزِلتْ في المُشْرِكينَ: فَمَنْ تَابَ مِنْهُمْ قَبْلَ أنْ يُقْدَرَ عَلَيْهِ لَمْ يَمْنَعْهُ ذلِكَ أنْ يُقَامَ فيهِ الحَدُّ الّذِي أصَابَهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى .

 

2. (584)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası  öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Onlara âhirette büyük azab vardır. Şu kadar ki, siz kendileri üzerine kâdir olmazdan (kendilerini ele geçirmezden evvel)  tevbe eden (muhâriblerle yol kesen)ler müstesnâdırlar. Bilin ki Allah, çok affedici ve çok merhamet sâhibidir" (Maide 5/33-34) âyeti müşrikler hakkında indi. Kendileri mağlub edilmezden önce, kim gelip teslim olursa bu, ona işlediği suç sebebiyle had cezası uygulamaya  mani değildir."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Dinimizde işlenen cinayetlerin cezası, suçun mahiyetine göre değişir. Bazan işlenen suç fiil olarak aynı bile kalsa mâhiyetce farklıdır. Binaenaleyh ceza da farklı olabilir. Bu açıdan yukarıdaki âyette dikkat çekilen "Allah ve Resûlüne savaş açanlar"dan maksad nedir? denince farklı izahlara ulaşılabilmektedir. İslâm âlimleri bunu başlıca üç kısımda mütâlaa etmiştir. Fazla teferruata girmeden kısaca belirtelim:[4]


 

[1] Buhârî, İman: 33; Meğâzî: 77; Tefsir, Maide: 2; İ'tisam giriş; Müslim, Tefsir: 3, (3017); Tirmizî, Tefsir Maide: (3046); Nesâî, İman: 18, (8, 114); Hac: 194, (5, 251); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/438.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/438-439.

[3] Ebu Dâvud, Hudud: 3, (4372); Nesâî, Tahrimü'd-Dem: 9, (7, 101); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/439-440.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/440.