ـ1ـ عن عقبة بن عامر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ رسولَ اللّه # قالَ ألَمْ تَرَ
آيَاتٍ أُنْزِلَتْ هذِهِ اللَّيْلَةَ لَمْ يُرَ مِثْلُهُنَّ قَطُّ؟ قُلْ أعُوذُ
بِرَبِّ الْفَلَقِ. وَقُلْ أعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
1. (896)-
Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bu gece indirilen ayetler var ya, onlar gibisi hiç
görülmemiştir: Kul eûzu birabbi'lfelak ve Kul eûzu birabbi'nnâs sûreleri".
[Müslim, Misâfirin 264, (814); Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 12, (2904), Tefsir,
Muavvizateyn, (3364); Ebu Dâvud, Salât 354, (1462, 1463); Nesâî, İstiâze 1,
(8, 251-254).]
ـ2ـ وفي رواية للترمذى عن عُقبة بن عامر قال: ]أمَرَنِى رسولُ اللّه # أنْ
أقْرَأ المُعَوِّذَتَيْنِ في دُبُرِ كُلِّ صََةٍ[.
2. (897)-
Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) Tirmizî'de gelen bir rivayette der ki: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), bana, her namazın arkasından Muavvizeteyn'i
okumamı emretti." [Tirmizî, Sevabu'l-Kur'ân 12, (2905).]
ـ3ـ وعن عبداللّه بن خُبَيْبٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أصَابَنَا طَشٌّ
وَظُلْمَةٌ فَانْتَظَرْنَا رسولَ اللّه # فَصَلَّى بِنَا ثُمَّ ذَكَرَ كََماً
مَعْنَاهُ: فَخَرَجَ رسولُ اللّه # فقَالَ: قُلْ: قُلْتُ مَا أقُولُ؟ قَالَ:
قُلْ هُوَ اللّهُ أحَدٌ وَالْمُعَوِّذَتَيْنِ حِينَ تُمْسِى وَحِينَ تُصْبِحُ
ثَثاً تَكْفِيكَ مِنْ كُلِّ شَئٍ[. أخرجه النسائى.»الطَّشُّ« أقل ما يكون من
المطر .
3. (898)-
Abdullah İbnu Hubeyb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hafif bir yağmur ve
karanlığa mâruz kalmıştık. Bize namaz kıldırsın diye Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı bekledik." (Ravi der ki; Abdullah İbnu Hubeyb şu
mânada birşeyler daha söyledi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı
ve:
"- Söyle!" dedi. Ben:
"- Ne söyliyeyim?" diye sordum. Bunun üzerine:
"- Akşama ve sabaha erince Kul hüvallahu ahad
ve Muavvizeteyn sûrelerini üçer kere oku. Bu sana, her şeye karşı
yeterlidir" dedi. [Nesâî, İsti'âze 1, (8, 250-253).]
AÇIKLAMA:
Kuraklık, karanlık, felâket gibi korkulu
durumlarda istiâze gereklidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisi
şahsen bu çeşit menfi hallere karşı korunmuş olmasına rağmen istiâzede
bulunmuştur. Bu, hem kemâl mertebede kulluğun ifası içindi, hem de o
hallerde ne yapması hususunda ümmetine tâlimde bulunmak, fiilen örnek olmak
içindi. Esasen, böyle hallerde yapılan istiâze, dua ve ilticalar, menfi
durumların kalkması için değil, menfi durumlarda ifası gereken kulluğun
yerine getirilmesi içindir. Çünkü hiçbir ibadetin dünyevî bir maksadla
yapılması caiz değildir. İbadete dünyevî maksadlar bizzat gâye yapılacak
olsa ibadette şart olan ihlâs kaybolur, İhlâssız ibadet indallah makbul
olmaz.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uygun bir
fırsatı değerlendirerek, musibetli ve korkulu durumlarda okunması gereken
sûreleri tâlim buyuruyor.
İstiâze kelime olarak avz kökünden gelir, avz
iltica etmek demektir. Meâz iltica edilecek yer veya masdardır.
İstiâze, dinî bir tabir olarak iltica
talebinde bulunmak, sığınmak mânasına gelir. Yâni kulun, Allah'a iltica
ederek, kötülüklerden, şerlerden korunmasını taleb etmesidir. Bu durumlarda
yani iltica talebinde bulunmak istenince Felâk ve Nâs sûrelerinin okunması
teşri edildiği için bu iki sûreye Muavvizeteyn denir. Bu sûrelerin
faziletini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), muhtelif hadislerinde beyan
etmişlerdir. Yukarıda kaydedilen hadisler bunlardan birkaçıdır. Müteakip
hadisler de bunlardandır.
ـ4ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللّه #: اقْرَأ يَا
جَابِرُ. قُلْتُ: وَمَاذَا أقْرَأ بِأبِى أنْتَ وَأُمِّى؟ قالَ اقْرَأ: قُلْ
أعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ، وَقُلْ أعُوذُ بِربِّ النَّاسِ. فَقَرَأْتُهُمَا
فقَالَ: اقْرَأْ بِهِمَا فَلَنْ تَقْرَأ بِمِثْلِهِمَا[. أخرجه النسائى .
4. (899)-
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bana: "Ey Câbir oku!" dedi. Ben:
"- Annem babam sana kurban olsun, ne
okuyayım?" diye sordum. Bunun üzerine:
"- Kul eûzu birabbi'lfelak ve Kul eûzu
birabbi'nnâs sûrelerini oku!" dedi. Ben de onları okudum. Resûlullah
ilaveten:
"- Bu iki sûreyi oku, bunlar gibisini asla
okuyamıyacaksın!" dedi. [Nesâî, İstiâze 1, (8, 254).]
ـ5ـ وعن ذِرّ بن حُبَيْش قال: ]سَأَلْتُ أُبىَّ بنَ كَعْبٍ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ عَنِ الْمُعَوِّذَتَيْنِ قُلْتُ: أبَا الْمُنْذِرِ؟ إنَّ أخَاكَ ابْنَ
مَسْعُودٍ يَقُولُ كَذَا وَكَذَا. فقَالَ: سَألْتُ رسولَ اللّه # فقَالَ: قِيلَ
لِى قُلْ، فقُلْتُ: فنَحْنُ نَقُولُ كَما قَالَ
رسولُ اللّه #[. أخرجه البخارى .
5. (900)-
Zirr İbnu Hubeyş anlatıyor: "Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a Muavvizeteyn
hakkında sorarak dedim ki:
"- Ey Ebu'l-Münzir! Kardeşim İbnu Mes'ud şöyle
şöyle diyor?"
Bana şu cevabı verdi:
"- Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
sordum. Cevâben: "Bana: "Söyle!" dendi, ben de söledim" dedi. Biz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın söylediği şekilde söylüyoruz." [Buharî, Tefsir,
Kul eûzu birabbi'lfelak 1.]
AÇIKLAMA:
Dikkat edilince, yukarıda kaydedilen rivayette
İbnu Mes'ud'un Muavvizeteyn hakkında ne söylediği belli değildir. İbnu
Hacer, bunun kasden mübhem bırakılmış olabileceğine dikkat çeker ve bunu da
bizzat Buhârî'nin yapmış olabileceği tahminini yürütür. Çünkü aynı rivâyet,
Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde şu şekilde sarih olarak gelmiştir:
قُلْتُ
ِ‘ُ بَىٍّ إِنَّ اَخَاكَ يُحِكُّهُمَا مِنَ الْمُصْحَفِ
"Übey'e dedim ki: Kardeşin, Mushaf'tan
Muavvizeteyn sûrelerini çıkarıyor."
Ashab'tan Hz. Ali, Übey İbnu Ka'b ve İbnu
Mes'ud bazıları gibi, daha Resûlullah'ın sağlığında mushaflar tanzim
etmişlerdi. Bunlar tertip bakımından farklı olduğu gibi, bazı eksiklikleri
ve hatta ziyadeleri vardı.
İbnu Mes'ud'un tanzim ettiği nüshada
Muavvizeteyn ve Fatiha sureleri eksiktir. Rivâyetin kaynağı İbnu Nedim
(V.385/995) 200 senelik bir nüshada Fatiha'yı gördüğünü, İbnu Mes'ud'a
nisbet edilen nüshalardan iki tanesinin bile birbirine uymadığını belirtir.
İbnu Mes'ud nüshasında Muvvizeteyn'in bulunmayışı üzerine muhtelif
açıklamalar yapmıştır. Bazılarını kaydediyoruz:
1- Bezzar'da gelen bir rivayette, İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) bu iki sûrenin istiazeye mahsus dua olarak öğretildiği
kanaatini ileri sürmüştür, ifade şöyle:
إِنَّمَا
اَمَرَ النَّبِىُّ صَلّى اللّه عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ اَنَّ يَتُعَوَّذَ بِهِمَا
Gerçekten de Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bu iki sûre ile istiâze edilmesini tekrarla söylemiştir.
Kaydettiğimiz rivayetler de bunu gösterir. Denebilir ki, İbnu Mes'ud
hazretleri, Resûlullah'ın bu sûreleri namazda okuduğu sıralarda hazır
bulunamamış, halbuki gerek Müslim' in ve gerekse Said İbnu Mansur'un sahih
isnadla yaptıkları tahriclerde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
sûreleri namazda kıraat buyurduğu belirtilmiştir. Bu ve benzeri rivayetlerin
izâhında bu keyfiyetin nazar-ı dikkate alınması gerektiğine inanıyoruz.
Ashab'ın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a en yakın olanları bile bir
kısım ciddi meselelerden haberdar olamıyorlardı. Onların bu
bilgisizlikleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra,
hâdiseler zuhur ettikçe ortaya çıkıyordu. Nitekim, kitabımızın birinci
cildinde (43-47. sahifeler) Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in bir kısım hadisleri
duyunca şâhid istediklerini belirtmiş idik. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın en yakınları olan bu iki yüce sahâbi pekçok meseleyi sonradan
işitir ve hatta, çıkan meseleyle ilgili "Resûlullah'ın bir tatbikatını duyan
var mı?" diye araştırma yaparlarsa, İbnu Mes'ud gibi diğer bir kısım
sahabilerin de bazı meseleleri duymamaları, eksik duymaları ve hatta yanlış
anlamaları pekâla mümkündür. Sadece mümkün değil, vâkidir de. Sadedinde
olduğumuz rivâyet bunun en güzel örneğidir. İslâm âlimleri, bu çeşit
durumlarda ümmetin yanlışlık ve tereddüde düşmemesi için şöyle bir kaide
getirmişlerdir: "İhtilâflı hallerde esas olan ekseriyetin görüşüdür" veya
"Sikanın sikâta muhalefeti şâzdır, mahfuz varken şâzla amel edilmez."
İbnu Mes'ud'un, Muavvizeteyn'le ilgili
kanaatini bize ulaştıran rivâyet sahihtir. Bu sahih rivayeti, mütevâtire
muhalefeti sebebiyle İbnu Hazm ve Nevevî gibi bazı alimlerin yaptığı üzere
aceleci bir hükümle "bâtıllık"la itham etmek kesinlikle câiz değildir. Bir
rivayetin bâtıl olduğu objektif bir delile dayanarak söylenilebilir. Rivayet
sahih olduğuna göre muteber bir delil yok demektir.
Ancak hükmünde, mütevatir habere muhalefet
var. Usulcüler buna "sikanın sikâta muhalefeti" (yani güvenilir kimsenin
güvenilir kimselere muhalefeti) derler ve şaz ismini verirler. Şu halde,
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un rivayeti şâzdır ve belirttiğimiz gibi
muhtelif sebeplerle bu çeşit rivayetler kitaplarımıza girmiş ve ayrıca
incelemeye değer müstakil bir nev teşkil etmiştir. Nitekim rivayeti kaydeden
Bezzâr şu açıklamayı ilâve etmiştir:
وَلَمْ
يُتَابِعْ اِبْن مَسْعُودٍ عَلَى ذ لِكَ اَحَدٌ مِنَ الصَّحَابَةِ
Yani: "Ashab'tan hiçbir kimse, bu meselede
İbnu Mes'ud'a uymamıştır." Ve İbnu Hacer noktalar:
وَقَدْ
صَحَّ عَنِ النَّبِّىِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَنَّهُ قَرَ أَهُمَا
فِى الصََّةِ
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
iki sûreyi namazda okuduğu, sahih rivayetlerde gelmiştir."
2- Bazılarınca çok tatminkâr bulunmayan bir
açıklama el-Kâdı Ebu Bekr el Bakillânî'ye aittir. O'nun açıklamasını Kadı
İyâz ve başkaları da benimsemiştir. el-İntisâr'da yaptığı açıklamada
Bâkillânî şöyle der: "İbnu Mes'ud bu iki sûrenin Kur'ân'dan olduğunu inkâr
etmiyor, mushafta bulunmasını inkâr ediyor, zira o, Mushaf-ı Şerif'e
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yazılmasına bizzat izin verdiği
şeylerden başkasının konulmaması görüşünde idi. Bana öyle geliyor ki, bu
husustaki izin ona ulaşmamıştı."
ـ6ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّ رسولَ اللّه # نَظَرَ إلى الْقَمَرِ
فقَالَ: يَا عَائِشَةُ اسْتَعِيذِى بِاللّهِ مِنْ شَرِّ هذَا، فَإنَّ هذَا هُوَ
الْغَاسِقُ إذَا وَقَبَ[. أخرجه الترمذى وصححه .
6. (901)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (bir gün) Ay'a bakarak: "Ey Aişe, şunun şerrinden Allah'a sığın.
Bu, (âyet-i kerimede geçen) gâsıktır. (Ayet): "Kaybolduğu zaman Ay'ın
şerrinden..." demektir." [Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn, (3363).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Felak sûresinde geçen bazı tâbirleri açıklamaktadır. Hadise göre
3. ayette geçen gâsık'tan maksad Kamer, yâni Ay'dır. Vekab ise kaybolmak
(veya batmak) manasına gelmektedir. İbnu Abbâs'ın açıklamasına göre, elgâsık,
ufuktaki aydınlığın yani gündüzden kalma akşamın alaca karanlığının
kaybolmasıyla ortalığa çöken ve şark cihetinden gelen gece karanlığıdır.
Hâzin, bu âyet-i kerimeyi, "Tutulup karardığı zaman Ay'ın şerrinden" diye
anlar. Bu durumda vekabe "Ay tutuldu (husufa uğradı)" veya "kayboldu"
manasına gelir.
Şu da söylenmiştir: "Battığı zaman,
إذا وقب Kamer'in ayın son günündeki
gaybubete girip gözden kaybolmasıdır, böylece bundan maksad ayın sonudur..."
Tefsir kitaplarında bu surede geçen bu ve
diğer âyetlerle ilgili başka açıklamalar da mevcuttur. Bu sureyi Hasan Basri
Çantay şöyle tercüme etmiştir:
"De ki: Sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı
şeylerin şerrinden, karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden,
düğümlere üfüren nefeslerin şerrinden. Ve hased edenin, hased(ini belli)
ettiği zaman, şerrinden."
ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. قال: ]قالَ رسولُ اللّه #:
الشَّيْطَانُ جَائمٌ عَلى قَلْبِ ابْنِ آدَمَ. فَإذَا ذَكَرَ اللّهَ تَعَالى
خَنَسَ، وَإذَا غَفَلَ وَسْوَسَ[. أخرجه البخارى تعليقاً .
7. (902)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş
vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese
verir." [Buhârî, Tefsir, Kul eûzu birabbi'nnâs 1.]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki rivayetin Buharî'deki aslı, biraz
farklıdır. Buharî, rivayeti senetsiz olarak verir ve vesvâs kelimesini tarif
zımnında kaydeder:
"el-Vesvas: İnsan doğunca şeytan ona sokulur,
Allah zikredilince gider, Allah zikredilmezse kalbinde yerleşir kalır."
Buharî ile ilgili bahiste (Birinci cilt 182-183. sayfalar) açıkladığımız
üzere, kendi sıhhat şartlarına uymayan hadisleri almak zorunda kalınca,
hadislerin senetlerini atmış, muallak olarak kaydetmiştir. Şârihler, hadisin
senedindeki zaafı belirtirler.
Sadedinde olduğumuz hadisi, Said İbnu Mansûr,
rivayeti daha anlaşılır kılacak bazı ziyadelerle tahric etmiştir: "İnsan
doğunca şeytan kalbine tüner. Akleder ve Allah'ın adını zikrederse siner,
gâfil kalırsa vesvese verir."
İbnu Merdûye yine İbnu Abbas'tan olmak üzere
hadisin bir başka vechini rivayet etmiştir: "el-Vesvâs şeytandır. Çocuk
doğunca, kalbinin üstünde vesvâs olduğu halde doğar. Vesvâs ona dilediği
gibi tasarruf eder. Ancak kişi Allah'ı zikredince şeytan siner, gâfil
kalınca kalbine tüner ve vesvese verir."
Said İbnu Mansûr benzer bir hadisi Urve İbnu
Ruveyn'den rivâyet eder: "İsa (aleyhisselam) Rabbinden, şeytanın
insanoğlundaki yerini göstermesini taleb etti. Allah da ona gösterdi;
şeytanın başı yılan başı gibiydi ve başını kalbin meyvesi üzerine koymuş
vaziyetteydi. (O şekilde ki), kişi Rabbini zikredip anınca geri çekilip
siniyor, zikri bırakınca musallat olup konuşuyordu."
"De ki: Sığınırım insanların Rabbine,
insanların yegâne malikine, insanların ma'buduna, o sinsi şeytanın
şerrinden, ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. O
(şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun)..."
Übey İbnu Ka'b'ın tertibinde bazı sûrelerin ismi farklıdır. Ayrıca
Malikîlerin sabah namazlarında okuduğu Kunut duası ile, Hanefilerin
Vitir'de okudukları Kunut, sûre olarak girmiştir. Beyhakî'nin bir
rivâyetine göre bâzı kimseler-namazda okunduğu için-Kunut'u
Kur'an'dan addedermiş. Âlimler, Hz. Ubey'in bunu sûre olarak değil,
namazda okunan bir dua olarak nüshana almış olabileceğini tahmin
etmiştir. Hz. Ali'nin nüshasında da bâzı sûre isimleri
farklılığından başka birkısım sûreler de eksiktir. İbnu Abbas'ın
mushafı nuzül sırasına göredir. İbnu Abbâs, Hz. Ali'nin talebesi
olması haysiyyeti ile, mushafının Hz. Ali nüshasının aynı olacağı,
ondan istinsah edilmiş bulunacağı tahmin edilmiştir. Kezâ Hz. Ali
nüshasında istinsah edilmiş olduğu tahmin edilen bir de Câfer-i
Sâdık mushafından bahsedilir. Bunlarla ilgili rivayet esasta İbnu
Nedim'in Fihrist'ine dayanır. Bunlar, tevatüren gelmiş olan Hz.
Osman nüshasına bir gölge düşürmez. Hz. Osman nüshası binlerce
sahâbenin sağ olduğu bir zamanda çoğaltılıp bir tarafa
gönderilmiştir. Buna karşı "eksik" veya "fazla" diye bir itiraz
olmamıştır. Halbuki bazı farklı okunuşlar sebebiyle müslümanlar
birbirlerine kılıç çekme noktasına gelmiş idiler. Nüshaya itirazın
yokluğu, mevcut nüshanın tamamiyetine en büyük delil ve garantidir.
Sûre ziyadesi veya tenkîsi şöyle dursun tek kelimesinde tereddüd
olsa idi, herhalde yer yerinden oynar idi. Bazı kelimelerin okunuş
farklılığı sebebiyle birbirlerine kılınç çeken insanların eksiklik,
noksanlık noktasındaki tereddütlerini sukûtla geçiştireceklerini
akıl kabul etmez.