Kütübü Sitte

MÜCÂDELE SÛRESİ

 

ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]الْحَمْدُللّهِ الَّذِى وَسِعَ سَمْعُهُ ا‘صْوَاتَ. َلَقَدْ جَاءَتِ الْمُجَادِلَةُ خَوْلَةُ إلى رسولِ اللّهِ # في

جَانِبِ الْبَيْتِ، مَا أسْمَعُ مَا تَقُولُ. فأنْزَلَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: قَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّتِى تُجَادِلُكَ في زَوْجِهَا وَتَشْتَكِى إلى اللّهِ اŒية[. أخرجه البخارى والنسائى .

 

1. (817)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) buyurdu ki: "Hamd o Allah'adır ki, bütün sesleri işitir. Israrcı (mücâdeleci) kadın Havle, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i evinin yanında buldu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a birşeyler söylüyordu. Ama ne söylediğini işitmiyordum. Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:

"(Habibim) Zevci hakkında seninle direşip duran (nihayet  hâlinden) Allah'a şikâyet etmekte olan (kadın)ın sözünü umulduğu veçhile Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür" (Mücâdele 1). [Buharî, Tevhid 9; Nesâî, Talâk 33, (6, 168); İbnu Mâce, Talâk 25, (2063).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada zikri geçen kadın Ensâr'dan Evs İbnu Sâmit (radıyallahu anh)'in zevcesi Havle Bintu Sa'lebe (radıyallahu anhâ)'dir. Evs, yaşlanmış ve bu sebeple de müşkülpesent bir hâl almıştı. Bir gün kadın kendisinden bir şey istemiş, o da birden parlayıp   اَنْتِ عَلَىَّ كَظَهْرِ اُمِّى   yani, "Sen bana annemin sırtı gibisin, (haramsın)" demişti. Buna zıhâr denir. Cahiliye devrinde rastlanan bir boşama çeşididir. Bunu söyleyen kocaya hanımı haram olur, onunla temasta bulunamazdı.

Bu, İslâm'da ilk vâki olan zıhar idi. Evs söylediğine çabuk pişman olmuş, kadını kendine çağırmış, ancak kadın imtina ederek: "Ruhumu kudret  elinde tutan Rabbime kasem olsun, sen o sözü ettikten sonra Allah ve Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) hükmünü verinceye kadar sen benim yanıma gelemezsin. Git, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a danış" demişti. Evs:

"- Ben utanırım, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bunu soramam" deyince, kadın:

"- Öyleyse ben sorarım" deyip huzur-u Risaletpenâhi'ye (aleyhissalâtu vesselâm) gidip şöyle konuştu:

"- Ey Allah'ın Resûlü, Evs'le evlendiğimizde gençtim, câzibtim, vaktaki yaşım ilerledi, birçok evlatları oldu, şimdi beni anası gibi kıldı, kimsesiz bırakıverdi, eğer bana bir ruhsat bulur da beni yine onunla birleştirirsen söyle onu ey Allah'ın Resûlü!"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Ben bu hususta şimdiye kadar Allah'tan vahiy almadım, benim kanaatime göre boşsun!" şeklinde cevap verdi. Kadın:

"- Vallahi talak zikretmedi!"

dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar:

"- Haram olmuşsun!"

buyurdu. Kadın tekrar tekrar müracaat ederek:

"- Kurbanın olayım, nazar buyur ey Allah'ın Resûlü!"  diye ısrar etti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in cevabı değişmeyince kadın Allah'a yönelerek:

"- Allahım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılmanın acısından sana şikâyet ederim. Küçük çocuklarım var, onları ona bıraksam zâyi olacaklar, kendime alsam aç kalacaklar!" diye ağlıyor başını göğe kaldırıyor:

"- Allah'ım, sana şikâyet ederim, Allah'ım Peygamberinin lisanına bir vahiy indir!" diyordu. Oradan ayrılmadan,  yukarıda kaydettiğimiz âyet ve devamı nâzil oldu. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hakk cahiliye devrindeki zıhâr diye bilinen boşama çeşidinin İslâm'daki yerini, müeyyidesini tesbit ediyordu. Âyetin devamı şöyle:

"İçinizden "zıhâr" yapagelenlerin karıları onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar herhalde çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar. Muhakkak  Allah çok bağışlayıcı, çok affedicidir. Kadınlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar için, birbiriyle temas etmezden evvel bir köle âzâd etmek lâzımdır. İşte  size bununla öğüt veriliyor. Allah, ne yaparsanız, hakkıyla  haberdardır.  Fakat kim bunu bulamazsa, yine birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç tutsun. Buna da güç yetiremezse altmış yoksul doyursun. Keffâretteki bu hafifletme Allah'a ve Peygamberine imanda sebat etmekte olduğunuz içindir. Bu hükümler Allah'ın tayin ettiği hadlerdir. Bunları kabul etmeyen kâfirler için ise elem verici bir azab vardır" (Mücâdele, 2-4).[2]

 

ـ2ـ وعن خولة بنت مالك بن ثعلبة قالت: ]ظَاهَرَ مِنِّى زَوْجِى أوْسُ بنُ الصَّامِتِ فَجِئْتُ رسولَ اللّهِ # أشْكُو إلَيْهِ، ورسُولُ اللّهِ # يُجَادِلُنِى فِيهِ وَيَقُولُ: اتّقِ اللّهَ

فإنَّهُ ابْنُ عَمِّكَ، فَمَا بَرِحْتُ حَتَّى نَزَلَ الْقُرآنُ: قَدْ سَمِعَ اللّهُ قَوْلَ الَّتِى تُجَادِلُكَ في زَوْجِهَا إلى الْفَرْضِ. قَالَ: يَعْتِقُ رَقَبَةً. قُلْتُ: َ يَجِدُ. قَالَ: فَيَصُومُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ. قُلْتُ: يَا رسولَ اللّه إنَّهُ شَيْخٌ كَبِيرٌ مَا بِهِ مِنْ صِيَامٍ. قَالَ: فَلْيُطْعِمْ سِتِّينَ مِسْكِيناً. قُلْتُ: مَا عِنْدَهُ شَئٌ يَتَصَدَّقُ بِهِ. قَالَ: فَإنِّى سَأعِينُهُ بِعَرَقٍ مِنْ تَمْرٍ. قُلْتُ يَارسولَ اللّه: وَأنَا أعِينُهُ بِعَرَقٍ آخَرَ. قَالَ: قَدْ أحْسَنْتِ. اذْهَبِى فَأطْعِمِى بِهَا عَنْهُ سِتِّىنَ مِسْكِيناً وَارْجِعِى إلى ابْنِ عَمِّكِ. قَالَ: وَالْعَرَقُ ستُونَ صَاعاً[. أخرجه أبو داود .

 

2. (818)- Havle bintu Mâlik İbni Sa'lebe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kocam Evs İbnu's-Sâmit bana zıhârda bulunmuştu. Derhal Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e şikayete geldim.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a durumu arzedince bana: "Allah'tan kork, o senin amcaoğlundur" diye onun hakkında beni iknâya çalışıyordu. Ben ısrarıma devam ettim. Derken âyet nazil oldu. "(Habibim) zevci hakkında seninle direşip  duran (nihayet hâlinden) Allah'a şikayet etmekte olan kadının sözünü umduğu veçhile Allah dinlemiştir..." (Mücadele, 1).

Vahiy üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):"- Kocan bir köle âzâd eder" buyurdu. Ben:"- Onun kölesi yok!" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Öyleyse ard arda iki ay  oruç tutar" dedi. Ben tekrar:

"- Ey Allah'ın Resûlü, kocam çok  yaşlıdır, oruca tahammül edemez!" dedim.

"- Öyleyse ,dedi, altmış fakir doyursun!"

"- Onun elinde, dedim, sadaka olarak verecek hiçbir şeyi yok, (nasıl altmış fakir doyuracak?)"

"- Öyleyse, dedi, ona ben yardım edeyim. Şu bir arak hurmayı al götür!"

 "- Ey Allah'ın Resûlü, dedim, diğer bir arak'ı da ben verip ona yardım  edeyim."

"- Güzel söyledin, dedi, git bunlarla ona bedel altmış fakiri doyur. Sonra da (eski nikâhınla) amcaoğluna dön!"

Râvi bir arakın altmış sa' miktarında bir ölçek olduğunu belirtti. [Ebû Dâvud, Talâk 17, (2214).][3]

 

AÇIKLAMA'sını önceki rivayette yeterince sunduğumuz hâdise ile alakalı bir rivayet. Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ümmetine karşı şefkatine güzel bir örnek görmekteyiz.[4]

ـ3ـ وعن عليّ بن أبى طالب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمَّا نَزَلَ قَوْلُهُ تَعَالى: ]يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىْ نَجْواكُمْ صَدَقَةً. قَالَ لِى رسول اللّه # مَا تَرَى دِينَاراً؟ قلتُ: مَا يُطِيقُونَهُ. قَالَ: فَنِصْفُ دِينَارٍ؟ قلتُ: َ يُطِيقُونَهُ. قَالَ: فَكَمْ؟ قُلْتُ: شَعِيرَةً. قَالَ: إنَّكَ لَزَهِيدٌ. فَنَزَلَ: أأَشْفَقْتُمْ أنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَىْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ اŒية. قَالَ: فَبِى خَفَّفَ اللّهُ تَعَالى عَنْ هذِهِ ا‘مَّةِ[. أخرجه الترمذى.وقال: يَعْنِى شَعِيرَةً مِنْ ذَهَبٍ .

 

3. (819)- Ali İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey iman edenler, siz Peygambere mahrem  bir şey arzetmek istediğiniz vakit bu mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Fakat bulamazsanız şüphe yok ki Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Mücâdele, 12) meâlindeki ayet nazil olduğu zaman Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:

"- (Bu sadakanın) bir dinar olmasına ne dersin?" diye sordu. Ben:

"- Bu miktar çoktur, tâkat getiremezler" dedim.

"- Yarım dinara ne dersin?" dedi.

"- Ona da takat getiremezler" dedim.

"- Öyleyse ne kadar olsun?" dedi.

"- Bir kıl (ağırlığında altın) miktarı" dedim.

"- Sen de pek parasızsın!" dedi.

Bunun üzerine şu âyet indi:

"Mahrem konuşmanızdan evvel sadakalar vereceğinizden korktunuz mu? Çünkü işte yapmadınız. (Bununla beraber) Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. O halde namazı kılın. Zekatı verin. Allah ve Peygamberine (diğer emirlerinde de) itaat edin. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır" (Mücâdele, 13).

Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Allah, benim sebebimle bu ümmetin mükellefiyetini hafifletti." [Tirmizî, Tefsir,  Mücâdele, (3297).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Âyet-i kerime, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hususi şekilde müracaatla bir meselesini arzetmek, duasını taleb etmek, soru sormak isteyeceklere önceden sadaka vermelerini emretmektedir.

Şârihler bu emirde, başlıca iki gaye görürler.

1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le hususi görüşmenin ehemmiyetini büyütmek, kıymet ve hürmetini artırmak. Çünkü, derler, kişi, bir şeyi meşakkatle, zorlukla elde ederse onu mühim ve kıymetli bilir, kolayca elde ederse değersiz görür.

Bu emirle pek çok fakir mü'minin faidelenmiş olacağı da tabiidir.

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaatı azaltmak. Bu önceki kadar mühim bir husustur.

Bunu anlamak için İbnu Abbas'ı dinleyelim: "Halk, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a birşeyler sormak için müracaatta çok ileri gittiler. Öyle ki, bu durum Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'e meşakkat vermeye başladı. Cenab-ı Hakk, Resûlünün zahmetini hafifletmeyi ve halkı da bu davranıştan uzaklaştırmayı irâde buyurdu. Bu maksadla, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a müracaattan önce sadaka vermelerini emretti."

Âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak Katâde şunu rivayet eder:

"Bu âyet zenginler hakkında indi, çünkü onlar sıkça uğruyor ve cemaatlerde fukaralara galebe çalıyorlardı, öyle ki Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onların oturmalarının ve hususi görüşmelerinin uzamasından rahatsız olmaya başlamıştı. Sadaka ile emredildikleri vakit hususi müracaattan vazgeçtiler. Çünkü fakirler ve darlık sahipleri sadaka verecek bir şey bulamadılar, zenginler ve varlık sahileri de cimrileştiler."

Bu durum Ashab-ı Kiram üzerine epeyce bir sıkıntı ve darlanma getirmişti ki ruhsat ifade eden âyet nazil oldu:    ذلك خير لكم واطهر  Yani: "Hususi görüşmezden önce sadaka vermeniz sizin için daha hayırlı, (günâhlarınızı daha ziyâde) temizleyicidir. Fakat (verecek bir şey) bulamazsanız, şüphesiz Allah mağfiret edicidir..."

Böylece, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hususi müracaat ihtiyacı duyan fakirlere de tekrar yol açılmış oldu.

Hz. Ali'nin bu maksadla verilecek sadakayı bir kıl ağırlığı (altın) ile miktara bağlaması, çok az bir miktarın da makbul addedilmesi kanaatini  ifade eder. Bu sözü üzerine Hz. Peygamber ona: "sen zehidsin" der. Zehid; "malı az olan" demektir. Yani: "Sen malı az olan bir kimsesin, kendine uygun şekilde miktar tayin ettin" demektir.

İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan ve Katâde'den gelen iki rivâyetin birbirini tamamladığı söylenebilir.

Burada şu hususu belirtmede fayda var: Verilecek bu sadaka Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şahsına değil, fukarayadır. Çünkü Hz. Peygamber  hediye alır idiyse de sadaka ve zekât almazdı. Dahası, sadaka ve zekâtı sâdece  şahsına değil Âl-i Beyt-i Nebevi'ye de haram etmişti, onlar da almazlardı.

Tefsirlerde Hz. Ali'nin şu menkıbesi kaydedilir: Kur'ân-ı Kerim'de bir âyet vardır, onunla benden evvel kimse amel etmedi, benden sonra da  kimse amel etmeyecektir: Necvâ (hususi müracaat) ayeti:    يا ايها الذين آمنوا اذا ناجيتم الرسول. ..  (Mücadele, 12). Bu ayet nazil olduğu zaman yanımda bir dinar vardı. Onu on dirheme bozdurdum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a her uğrayışımda önceden bir dirhem tasadduk ettim. Sonra da o âyet  nesholundu. Kimse onunla amel etmedi."[6]

 

ـ4ـ وفي رواية لرزين. قال عليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: مَا عَمِلَ بِهذِهِ اŒيةِ غَيْرِى .

 

4. (820)- Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Bu âyet ile benden başkası amel etmedi."

[Rezîn'in ilavesidir. İbnu Kesir kaydetmiştir (4, 326).] [7]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayetin muhtevasının, yukarda yapılan açıklamalardan başka, neshedici âyete de muhâlefet arzettiği açıktır. Belki şöyle te'vil etmek uygundur: "Bu âyetle ilk âmel eden benim, son defa amel eden yine benim" demek istemiştir. Zira kendisi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e yakınlığı sebebiyle, onunla en ziyade görüşme ihtiyacı  içinde  bulunduğundan, yukarıda da belirttiği üzere, derhal dinarını bozdurmuştur. Birçokları lüzumsuz müracaatları kestikleri için tasaddukda da bulunmadılar, müracaatta da. Ama Ali Efendimiz (radıyallahu anh) vahiy gelmesinin son anına kadar, zaruri olan görüşmeleri için, tasadduka devam etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), cemaatin içinde bulunduğu durumu hissetmesi sebebiyle, sadaka olarak verilecek miktar meselesini Hz. Ali'ye sormuş, o da "bir kıl kadar" diyerek sıkıntısını ima etmiş, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da "(anlaşılan) sen çok parasızsın" buyurarak "pek az sadaka"ya ruhsat vermiştir.[8]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/300.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/300-301.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/302-303.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/303.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/303-304.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/304-305.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/305.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/306.