Kütübü Sitte

MÜNAFIKÛN SÛRESİ

 

ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قولهِ تعالى: ]لَئنْ رَجَعْنَا إلى المَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ ا‘عَزُّ مِنْهَا ا‘ذَلَّ. قالَهُ عَبْدُاللّهِ بنُ أُبَىٍّ ابنُ سَلُولَ[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

1. (832)- Hz. Câbir (radıyallahu anh): "...Medine'ye dönersek, şerefli kimseler alçakları and olsun ki, oradan çıkaracaktır" (Münafıkûn, 8) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bunu söyleyen (meşhur münafık) Abdullah İbnu Übey İbni Selül'dür." [Buharî, Tefsir, Münâfikun 5, 7; Müslim, Birr 62, (2584); Tirmizî, Tefsir, Münâfıkûn, (2312).][1]

 

ـ2ـ وعن زيد بن أرقم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَرَجْنَا مَعَ النّبىِّ # في سَفَرٍ أصَابَ النَّاسَ فِيهِ شِدَّةٌ. فقالَ ابنُ أُبَىٍّ ابنُ سَلُولَ: َ تُنْفِقُوا عَلَى مَنْ عِنْدَ رسولِ اللّهِ حَتّى يَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِهِ. وَقَالَ: لَئِنْ رَجَعْنَا إلى الْمَدينَةِ لَيُخْرِجَنَّ ا‘عَزُّ مِنْهَا ا‘ذَلَّ. فَأتَيْتُ النَّبىَّ # فَأخْبَرْتُهُ بذَلِكَ. فَأرْسَلَ إلى ابن أُبَىٍّ فَسَأَلَهُ: فَاجْتَهَدَ يَمِينَهُ مَا فَعَلَ. فَقَالُوا: كَذَبَ زَيْدٌ رسولَ اللّه #، فَوَقَعَ في نَفْسِى مِمَّا قَالُوا شِدَّةٌ. حَتّى أنْزَلَ اللّهُ تعالى تَصْدِيقِى: إذَا جَاءَكَ الْمُنَافِقُونَ. قَالَ ثُمَّ دَعَاهُمْ النَّبىُّ # لِيَسْتَغْفِرَ لَهُمْ فَلَوَّوْا رُؤُسَهُمْ. وَقوْلُهُ كَأنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ.قَالَ: كَانُوا رِجَاً أجْمَلَ شَئٍ[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

2. (833)- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer esnasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le beraber çıkmıştık. Bir ara bütün askerler sıkıntıya düştü. Übey İbnu Selûl (fırsattan istifade) şöyle dedi: "Resûlullah'ın yanındakilere infak etmeyin de etrafından dağılsınlar." Ayrıca şunu da ilâve etti: "Hele Medine'ye bir dönelim, aziz olanlar, zelil  olanları oradan sürüp çıkaracaktır." Ben hemen gelip bu sözleri Hz. Peygamber'e haber verdim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Übey İbnu Selûl'e adam göndererek yanına  çağırdı ve "Böyle mi söyledin?" diye sordu. İbnu Selûl, böyle bir davranışa yer vermediğine dâir yemin etti. (Orada bulunanlar bu söze inanarak): "Zeyd, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yalan söyledi" dediler.  Bu sözlerine çok üzüldüm. Öyle ki, Cenab-ı Hakk beni tasdiken şu vahyi indirdi: "(Ey Muhammed) münafıklar sana gelince, "Senin, şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehâdet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu bilir, bunun yanında münafıkların yalancı olduklarını  da bilir..." (Münâfıkûn, 1).

(Zeyd) der ki: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), (onlara: "Özür dileyin de) sizin için Allah'tan mağfiret taleb edeyim" dedi  ise de başlarını çevirip gittiler."

Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh), "..Onlar tıpkı sıralanmış kof kütük gibidirler..." (Münâfıkûn 4) meâlindeki âyetle ilgili olarak  da şu açıklamayı yaptı: "Münafıklar yakışıklı kimselerdi." [Buharî, Tefsir, Münafikûn 1, 2; Müslim, Sıfâtu'l-Münâfikûn 1, (2772); Tirmizî, Tefsir, Münâfikûn, (3309, 3310).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

641. hadiste münafıklarla ilgili geniş bilgi sunulmuştur. Burada hadisin anlaşılmasına yetecek kadar kısa mâlumat sunacağız. Hadiste mevzubahis olan vak'anın hangi sefer sırasında cereyan ettiği hususunda bazı ihtilâflar var. Tebuk Seferi sırasında cereyan ettiği de söylenmiştir. Umumiyetle Müreysi Gazvesi'nde geçtiği belirtilir. Râvileri iltibasa sevkeden husus, kanaatimizce münafıkların bu çeşit hadiselere sıkca yer vermiş olmalarıdır. Esâsen, burada önemli olan hâdisenin cereyan ettiği yer değil, hâdisenin mâhiyetidir.

Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in bir rivayetinde, bir sefer sırasında Muhacirlerden çok şakacı (La'âb) birisi, Ensar'dan birinin kabasına eli veya ayağı ile vurarak şaka yapar. Buna  çok öfkelenen ensârî meseleyi  büyütür, münâkaşaya ve kavgaya döker. Her iki taraf da câhiliye usulünce "Yâ Le'l-Ensâr!" "Yâ Le'l-Muhâcirîn!" diyerek yardım isterler.

Bir diğer rivayette, ihtilâf, sefere katılan  bedevîlerle Ensâr arasında havuzdan su alma sırasında patlak verir: Havuzu su ile dolduran bir bedevî su almada kendi arkadaşlarına öncelik tanıyıp diğerlerine mâni olmak  ister. Bir ensârî devesini sulamada azimkâr davranınca, bedevî kaptığı bir taşı atarak ensârîyi başından yaralar. Ensârî, münâfıkların reisi olan Abdullah İbnu Übey'e gelip şikâyet eder. Ensârînin Abdullah'ın adamlarından biri olduğu da belirtilir. Duruma öfkelenen Abdullah İbnu Übey: "Resûlullah'ın yanındakilere -yani bedevîlere- infak etmeyin de etrafından dağılsınlar" der. Böyle  söylemesi, onların yemek sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in etrafında toplanmaları sebebiyledir. Abdullah sonra adamlarına şunu  söyler: "Medine'ye döndüğümüz zaman, aziz olanlar zelil olanları (Medine'den) sürüp çıkaracaktır."

Bu sözleri işiten Zeyd, -bir rivayete göre- amcasına haber verir, o da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ulaştırır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Abdullah'ı çağırtıp, sorduğu zaman yemin ederek inkâr edince, münafığa inanıp tasdik eder ve Zeyd'in amcasını te'dib eder. Amca da Zeyd'i  paylar: "Niye Resûlullah ve  Müslümanların öfkesini üzerine çekiyorsun?" der. Zeyd der ki: "Bu haksız  azar üzerine öyle üzüldüm, öyle üzüldüm ki, bir başkasının böyle bir  üzüntüye düşmüş olacağını tahmin edemem."

Ertesi gün Münâfıkûn nazil olur ve meselenin içyüzünü ortaya koyarak Zeyd İbnu Erkâm'ın yalancı olmadığını beyân eder.[3]

 

ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قالَ: ]مَنْ كانَ لَه مَالٌ يُبَلغُهُ بَيْتَ رَبِّهِ أوْتَجبُ فِيهِ زَكَاةٌ فَلَمْ يَفْعَلْ سَألَ الرَّجْعَةَ عِنْدَ الْمَوْتِ، فقَالَ لَهُ رَجُلٌ: اتَّقِ اللّهَ يَاابنَ عَبَّاسٍ؟ فإنَّمَا يَسْألُ الرَّجْعَةَ الْكُفَّارُ. فقَالَ: سَأتْلُوا عَلَيْكُمْ بِذلِكَ قُرآناً: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تُلْهِكُمْ أمْوَالُكُمْ وََ أوَْدُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّهِ، وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ فَاولئِكَ هُمُ الخَاسِرُونَ وَأنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ إلى آخِرهَا. فقالَ الرَّجُلُ: فَمَا يُوجِبُ الزَّكَاةَ؟ فقَالَ: إذَا بَلَغَ المَالُ مِائَتَيْن فَصَاعِداً. قَالَ: فَمَا يُوجِبُ الحَجَّ؟ قَالَ: الزَّادُ وَالْبَعِيرُ[. أخرجه الترمذى .

 

3. (834)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bir keresinde: "Kimin haccedecek kadar veya zekât farz olacak kadar malı olur da bu farzları ifâ etmezse, ölüm sırasında geri dönüş (rec'a) taleb eder" buyurmuştu. Bir adam kendisine: "Ey İbnu Abbâs, Allah'tan kork, geri dönüşü küffâr taleb edecektir" dedi. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Ben size bu hususta âyet okuyayım" dedi ve şu âyeti okudu: "Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne evlâtlarınız Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrâna uğrayanların tâ kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de: "Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım" diyeceğinden evvel size rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayın. Halbuki Allah hiçbir kimseyi eceli gelince, asla geri bırakmaz. Allah ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır" (Münâfıkûn 9-11)

Adam tekrar: "Zekât vermeyi gerekli kılan miktar nedir?" diye sordu. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Mal iki yüz (dirheme) ulaşır ve geçerse." Adam: "Pekâlâ, haccı gerekli kılan şey nedir?" diye sordu. İbnu Abbas:

"- Azık ve binek!" cevabını verdi. [Tirmizî, Tefsir, Münâfikûn, (3313).][4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/322.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/323.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/323-324.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/325.