Kütübü Sitte

Müşrikler Mescid-i Haram'a Girebilir Mi?

 

Yukarıdaki hadisde bu meseleye değer verilmektedir. Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin, ilân ettiklerini belirttiği ana maddelerden biri: "Bu seneden sonra hiçbir müşrik haccedemez" maddesidir. Bu hüküm Berâe suresinin şu ayetine uygundur: "Ey iman edenler! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeple, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar."

Mescid-i Haram'dan murad, hududları bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından tayin edilen Harem-i Şerif'tir. Binaenaleyh hiçbir gayr-i müslimin hiçbir halde Harem-i Şerif'e girmemesi gerekir. Bu âyetin ilânından sonra orada zımmilerin de oturmaması gerekir.

Hanefiler meseleyi farklı değerlendirmişlerdir. Bunlara göre zımmîlerin Mescid-i Haram'a veya bir başka mescide girmelerinde bir beis yoktur. Çünkü Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Sakif heyetini henüz kâfirken mescidde misafir etmiş,

"Bunlar necistir, nasıl olur?"  diyenlere de:

"Allah'ın arzını hiçbir şey kirletmez!" cevabını vererek, onları susturmuştur. Hanefiler yasak  ayetini: "Müşrikler Mescid-i Haram'a istila maksadıyla, yahut âdetleri vechile çıplak olarak tavaf etmek için giremezler" şeklinde te'vil etmişlerdir.[1]

 

ـ7ـ وعن علي بن أبى طالب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سألْتُ رسولَ اللّه # عَنْ يَوْمِ الحجِّ ا‘كْبَرِ، فَقَالَ يَوْمُ النَّحْرِ[. وروى موقوفاً عليه وهو أصح. أخرجه الترمذى .

 

7. (637)- Hz. Ali İbni Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) Hacc-ı Ekber günü hangi gündür? diye sordum, bana: "Kurban günü" diye cevap verdi."[2].

 

ـ8ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّ رسُول اللّهِ # وَقَفَ يَوْمَ النَّحْرِ بَيْنَ الجَمَرَاتِ في الحَجَّةِ الَّتِى حَجَّ فِيهَا. فقَالَ: أىُّ يَوْمٍ هَذا؟ فَقَالُوا يَوْمُ النَّحْرِ. فَقَالَ: هَذَا يَوْمُ الحَجِّ ا‘كْبَرِ[. أخرجه أبو داود .

 

8. (638)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccettiği hacc sırasında, cemreler arasında, kurban günü durarak sordu: "Bu gün hangi gündür?" Halk:

- Kurban günüdür, dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Bugün Hacc-ı Ekber günüdür" buyurdu.[3]

 

ـ9ـ وعن ابن أوفى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ كانَ يَقُولُ: يَوْمُ النَّحْرِ يَوْمُ الحَجِّ ا‘كْبَرِ، يَوْمُ تُهْرَاقُ فِيهِ الدِّمَاءُ، وَيُوضَعُ فِيهِ الشَّعْرُ، وَيُقْضَى فيهِ التَّفَثُ، وَيحِلُّ فيهِ الحَرَامُ[. أخرجه رزين رحمه اللّه.»وَقَضَاءُ التَّفَثِ« هو إذهاب الشعر والدرن والوسخ .

 

9. (639)- İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle  diyordu:

"Kurban günü büyük hacc (elhaccu'l-ekber) günüdür. O gün kanlar akıtılır, başlar traş edilir, kirler, paslar giderilir, haramlar helal olur."[4]

 

AÇIKLAMA:

 

Hacc-ı ekber hususunda bazı farklı görüşler vardır. Kelime olarak büyük hacc manasına gelir. Bazı açıklamalarda, Arapların umreye Hacc-ı Asgar yâni küçük hacc dedikleri için normal hacca da Hacc-ı Ekber dendiği belirtilir. Arafe günü cumaya tesadüf eden hacca da Hacc-ı Ekber denmiştir.

Hacc-ı ekber günü hususunda da ihtilaf olmuştur. Bunu arafe günü kabul edenler olduğu gibi kurban günü kabul edenler de vardır. İmam Mâlik, Şafii ve Cumhur-u ulema bu görüştedir.[5]

 

ـ10ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]أنَّ رسُول اللّهِ #: لَمَّا رَجَعَ مِنْ عمرَةِ الْجِعْرانَةِ بَعَثَ أبا بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَلَى الحَجِّ فأقْبَلْنَا مَعَهُ حَتَّى إذَا كُنَّا بِالْعَرْجِ ثَوَّبَ بِالصُّبْحِ ثُمَّ اسْتَوَى لِيُكَبِّرَ فَسَمِعَ الرَّغْوَةَ خَلْفَ ظَهْرِهِ فَوَقَفَ عَنِ التَّكْبِير فَقَالَ هذِهِ رَغْوَةُ نَاقَةِ رسُول اللّه # الجَدْعَاءِ؛ لَقَدْ بَدا لرَسُول اللّهِ # في الحَجِّ فَلعَلَّهُ يَكُونُ رسولَ اللّه # فَنُصَلِّىَ مَعَهُ، فإذَا علىٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَلَيْهَا. فَقَالَ لَهُ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أمِيرٌ أمْ رَسُولٌ؟ فَقَالَ َ: بَلْ رَسُولٌ أرْسَلَنِى رسولُ اللّهِ # بِبَرَاءَةَ أقْرَؤُهَا عَلَى النَّاسِ في مَواقِفِ الحَجِّ؛ فَقَدِمْنَا مَكَّةَ فَلمَّا كانَ قبْلَ التَّرْوِيةِ بَيَوْمٍ قَامَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. فَخَطَبَ النَّاسَ فَحَدَّثَهُمْ كَيْفَ يَنْفِرُونَ وَكَيْفَ يَرْمُونَ فَعَلَّمَهُمْ مَنَاسِكَهُمْ حَتَى إذَا فَرَغَ

قَامَ علىٌّ كَرَّمَ اللّهُ وَجْهَهُ فَقَرَأ عَلَى النَّاسِ بَرَاءَةَ حَتَّى خَتَمَهَا. ثُمَّ كَانَ يَوْمُ النَّحْرِ فَأفَضْنَا فلمَّا رَجَعَ أبُو بكْرٍ خَطَبَ النَّاسَ فَحَدَّثَهُمْ عَنْ إفَاضَتِهِمْ وَعَنْ نَحْرِهِمْ وَعَنْ مَنَاسِكِهِمْ. فَلَمَّا فَرَغَ قَامَ عَليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَرأ علَى النَّاسِ بَرَاءَةَ حَتَّى خَتَمَهَا. فَلَمَّا كانَ يَوْمُ النَّفْرِ ا‘وَّلِ: قَامَ أبُو بَكْرٍ فَخَطَبَ النَّاسَ فَحَدَّثَهُمْ كَيْفَ يَنْفِرُونَ وَكَيْفَ يَرْمُونَ فَعَلَّمَهُمْ مَنَاسِكَهُمْ. فَلمَّا فَرَغَ قَامَ عليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَرأ علَى النَّاسِ بَرَاءَةَ حَتَّى خَتَمَهَا[. أخرجه النسائى .

 

10. (640)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ci'râne umresinden dönünce Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i haccın  başında emir olarak yolladı. Onunla birlikte biz de vardık, el-Arc mevkiinde iken (essalatu hayrun minen nevm) diye çağrıda bulundu. Bir müddet sonra da tekbir getirmek üzere doğrulduğu sırada arka tarafından kulağına bir deve sesi geldi. Bunun üzerine tekbiri bıraktı ve: "Bu ses, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi Ced'â'nın sesi, muhakkak ki hacc konusunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yeni bir karara varmıştır, belki de bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisidir, bu durumda namazı birlikte kılarız." dedi.

Devenin sırtındaki Ali (radıyallahu anh) idi. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona:

"Hacc emiri olarak mı geldin, elçi olarak mı?" diye sordu. Hz. Ali (radıyallahu anh):

"Elçi olarak geldim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni Berâe suresiyle gönderdi. Onu hacc mahallerinde halka okuyup  tebliğ edeceğim" dedi.

Sonra Mekke'ye geldik. Tevriye gününden (Zilhicce'nin 8. günü) bir gün önce Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) kalktı. Halka  hitabetti. (Mina' dan Mekke'ye) nasıl sökün edeceklerini, taşlamayı nasıl yapacaklarını, birer birer tarif ederek halka haccın menâsikini (usul ve âdâbını) öğretti. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in konuşması bitince sözü Hz. Ali (kerremallahu vechehu) aldı. Berâe suresini halka, son âyetine kadar okudu.

Sonra kurban günü geldi. Arafat'ı terketti. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) dönünce, tekrar halka hitabetti. Onlara Arafat'ı terketme (âdâbın)dan kesimlerinden (vesâir) menâsiklerinden sözetti. Sözü bitince, yine Hz. Ali (kerremallah vechehu) ayağa kalktı, halka, Berâe suresini sonuna kadar okudu.

Nefru'l-evvel günü (Mina'dan Mekke'ye hareket günü) Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) kalktı ve halka bir hitabede daha bulundu. Mina'yı nasıl terkedeceklerini, nasıl taşlama yapacaklarını tarif etti, haccın menâsikini öğretti. Konuşmasını bitirince fecirden Hz. Ali (radıyallahu anh) kalktı. Halka Berâe suresini sonuna kadar (bir kere daha) okudu."[6]

 

ـ11ـ وعن زيد بن وهب قال: ]كُنَّا عِنْدَ حُذَيْفَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَالَ مَا بَقِىَ مِنْ أصْحَابِ هذِهِ اŒية. يَعْنِى: فَقَاتِلُوا أئمَّةَ الْكُفْرِ إنَّهُمْ َ أيْمَانَ لَهُمْ لعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ. إَّ ثََثَةٌ وَمَا بَقِىَ مِنَ الْمُنَافقِينَ إَّ أرْبَعَةٌ. فَقَالَ أعْرَابِىٌّ: إنَّكُمْ أصْحَابُ مُحَمَّدٍ تُخْبِرُونَا أخْبَاراً َ نَدْرِى مَا هِىَ، تَزْعُمُونَ أنْ َ مُنَافِقَ إَّ أرْبَعَةٌ، فَمَا بَالُ هؤَءِ الَّذِينَ يَبْقُرُونَ بُيُوتنَا وَيَسْرِقُونَ أعَْقَنََا؟ قَالَ أولئِكَ الْفُسَّاقُ. أجَلْ لَمْ يَبْقَ مِنْهُمْ أحَدٌ إَّ أرْبَعَةٌ: أَحَدُهُمْ شَيْخٌ كَبِيرٌ لَوٌْ شَرِبَ الْمَاءَ الْبَارِدَ لَمَا وَجَدَ بَرْدَهُ[. أخرجه البخارى.»ا‘عَْقُ« جمع عِلْقَ، وهو الشئ النفيس .

 

11. (641)- Tabiin'den Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin yanında idik. Bize dedi ki: Şu ayetin kasteddiklerinden hayatta sadece üç kişi kaldı: "Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dinimize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler" (Tevbe: 9/12), münafıklardan da sadece dört kişi kaldı." Bu söz üzerine bir bedevi kalkarak:

"Siz Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in arkadaşlarısınız, bize bir kısım haberlerde bulunuyorsunuz, ama bunların mâhiyeti nedir, ne değildir biz anlamıyoruz. Söz gelimi sadece dört tane münafık kaldığını söylediniz. Pekâla şu evlerimizi yarıp işe yarayan şeylerimizi çalanlara ne demeli?" dedi. Huzeyfe (radıyallahu anh):

"Onlar fasıklardır. Ben tekrar ediyorum münafıklardan sadece dört tanesi kalmıştır: Bunlardan biri yaşlı bir ihtiyardır, öyle ki soğuk suyu içse soğukluğunu hissedecek halde değildir."[7]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah sahibu'ssırr'ı olan Hz.Huzeyfe'nin bu açıklamasında iki nokta daha ziyade dikkatimizi çeker:

1- Istılahların karıştırılmaması gerekir. Bazı cürümleri sebebiyle mü'mine, münâfık denemez. İstılâhî manada münafık kalben inanmadığı halde mü'min görünen mü'min bilinen kimsedir. Bu nifak, kalbî bir durum olduğu için kimin münafık olduğu  bilinemez. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bunların kimler olduğunu sâhib-i sırr'ı olan Hz. Huzeyfe'ye söylemiş, o da kimseye açıklamamıştır.

2- İkinci nokta, Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) zamanında, sâdece dört münafığın hayatta kalmış olması. Halbuki bunlar, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye hicret ettiği zaman binlerce idiler. Uhud savaşı sırasında, reisleri Abdullah İbnu Ubey İbnu Selül ile birlikte, yarı yolda ayrılıp dönen münâfıkların sayısı üç yüzden  fazla idi.

Burada bilhassa tebârüz ettirmek isteriz: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu "Müslümanım" diyen dahilî kâfirlere karşı hususi bir siyaset takip etmiş ve bunların müstakil bir güç olarak  teşkilatlanıp, ciddi eylemlere geçmesini önlemiştir. O siyaset sayesinde, yukarıdaki rivayette görüldüğü üzere, daha Ashab'ın sağlığında sayıları 4'e inecek kadar eriyip gitmişlerdir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) münafıklara karşı  nasıl bir siyaset gütmüştür?

Kanaatimizce, Müslümanların iyi bilmesi gereken hususlardan biridir. Biz, bu vesile ile, Resulullah'ın bunlara karşı takip ettiği siyasetin belli başlı prensiplerini kaydedip sonra da, bu meseleyi vak'alara dayalı olarak tahlil eden bir makalemizi aynen kaydedeceğiz

Hz. Peygamber'in münafıklara karşı takip ettiği siyasetin esasları:

1- Serbestiyet: Müslüman  statüsüne tabidirler, bütün haklardan istifade ederler.

2- Özürlerini kabul: Sık sık işledikleri baş ağrıtıcı, huzursuzluk çıkarıcı cinâyetleri sebebiyle affedildiler, özürleri hep kabul edildi.

3- İhtiyat: Onlar hür bırakılmakla birlikte  takip edildiler, tedbirler alındı.

4- Psikolojik baskı: Suçları yüzlerine vuruldu, özür dilemeye çağırıldılar, cezalandırılmadılar, tedirgin edildiler.

5- Kendi aralarında bir araya gelmeleri önlendi. Teşkilatlanmalarına mani olundu.

Ehemmiyetine binâen bu hususları tahlil eden şu makale okunmalıdır.[8]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/515-516.

[2] Tirmizî, Tefsir, Berâet: (3088), Hacc: 110 (958); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/516.

[3] Ebu Davud, Hacc: 67, (1945); İbnu Mâce, Menasik: 76, (2058); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/516-517.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/517.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/517.

[6] Nesâî Hacc: 186, 187, (5, 247-248); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/518-519.

[7] Buhârî, Tefsir, Berâe: 5; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/519-520.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/520-521.