ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: ]مَنْ كَفَرَ بِاللّهِ
مِنْ بَعْدِ إيمَانِهِ إَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌ بِا“يَمانِ.
إلى قوله تعالى: وَلَهُمْ عَذابٌ عَظِيمٌ؛ وَاسْتَثْنَى مِنْ ذلِكَ. ثُمَّ إنَّ
رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا
وَصَبَرُوا إنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ. هُوَ عَبدُاللّهِ
بنُ أبى سَرْحٍ. كانَ يَكْتُبُ الْوَحْىَ لرسولِ اللّهِ # فأزَلَّهُ
الشَّيْطَانُ فَلَحِقَ بِالْكُفَّارِ. فأمَرَ بِهِ أنْ يُقْتَلَََ يَوْمَ
الْفَتْحِ فاسْتَجَارَ لَهُ عُثْمَانُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَأجَارَهُ رسولُ
اللّه #[. أخرجه النسائى .
1. (676)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor
altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü
kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazab vardır, büyük azab da onlar
içindir" (Nahl, 106) âyetindeki umumî hükümden şöyle bir istisna yaptı:
"Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda
savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da
bağışlar ve merhamet eder." (Nahl, 110).
Burada kastedilen Abdullah İbnu Ebi Sarh'tır.
Bu zat, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vahiy kâtibi idi. Şeytan onu
şaşırttı. Kâfirlere katılmasına sebep oldu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Fetih günü, onun öldürülmesini emretti. Araya Hz. Osman girerek
affını diledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da onu affetti." [Nesâî,
Tahrimu'd-Dem 15, (7, 107).]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki âyette geçen: "İnandıktan sonra
Allah'ı inkâr edip gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katında büyük azab
vardır" ibaresiyle Abdullah İbnu Ebî Sarh'ın kastedildiği belirtildi.
Bu zat kimdir, hâdisesi nedir?
Bu zâtın adı tam olarak şöyledir: Abdullah
İbnu Sa'd İbni Ebî Sarh İbni'l-Hâris'dir. Künyesi Ebû Yahya'dır. Hz. Osman
Zinnureyn (radıyallahu anh)'in süt kardeşidir. Annesi Mehâbe Bintu
Cabir'dir. Sadece İbnu Hibbân, babasının münâfıklardan olduğunu söylemiştir.
Fetihten önce Müslüman olmuş, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
hicret etmiştir.
Abdullah İbnu Sa'd İbni Ebî Sarh, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın vahiy kâtiplerinden biri idi. Vahiyler nâzil
oldukça, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona imlâ ettirirdi. Ne var
ki bir ara şeytanın iğvâsına kapılarak irtidad etti ve Mekke'ye giderek
kâfirlere karıştı. Kureyşlilere: "Ben Muhammed'in yazdırdıklarına istediğim
gibi tasarrufta bulundum. O bana, "Azizun hakîm" diye yazdırırdı, ben
"Alîmun hakîm" derdim. O da: "Evet, hepsi doğru!" derdi" diye onları memnun
edecek yalanlar söylerdi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e bu
sözleri ulaşıyordu.
Mekke'nin fethi sırasında, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Mekke halkını toptan affetmiş, -bir rivayette-
ikisi kadın, dördü erkek olmak üzere altı kişiyi aftan istisna ederek,
"Kâbe'nin örtüsü altında bile olsa" nerede görülürse öldürülmelerini
emretmişti. Abdullah İbnu Ebi Sarh da bunlar arasına idi. Abdullah
öldürüleceğini duyunca süt kardeşi olan Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın
yanına sığındı. Hz. Osman onu bir müddet sakladı. Ortalık sakinleşince
beraberine alarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna af taleb
etmek için getirdi. Üç sefer biat taleb etti. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) her seferinde sükût buyurup müsbet cevap vermedi. Hz. Osman ısrar
edince üçüncüden sonra biatı kabul etti.
Onlar ayrılıp gidince Ashab'a yönelen
aleyhissalâtu vesselâm: "İçinizde aklı başında biri yok muydu ki, ben biat
için elimi vermeyince öldürüvermedi...!" dedi. Ensar'dan bir zat: "Keşke
bize bir imada bulunuverseydiniz, hemen öldürürdük!" deyince: "Peygambere
hâin gözlü olmak (yani içiyle dışının farklı olması, diliyle sükût edip,
gözüyle işaret etmesi) yakışmaz" cevabını verdi.
O gün ikinci sefer Müslüman olan Abdullah İbnu
Ebî Sarh ölünceye kadar İslâm'a samimiyetle bağlı kalmış, birçok
hizmetlerde bulunmuştur. İbnu'l-Esîr: "Hoş olmayan tek bir davranış
kendisinden sâdır olmamıştır" der.
Kureyş'in, aklıyla tanınmışlarından biridir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan sonra halifeler, İslâmî hizmetlerde
ondan istifâde etmişlerdir:
Hz. Osman onu 25 yılında Mısır'a vali tayin
etmiştir. Cenâb-ı Hakk İfrikiyye'nin fethini onun elleriyle müyesser
kılmıştır. Bu fetih, büyük ve kârlı bir fetihti. Öyle ki askerlerden her
birine ganimetten yaya ise bin miskal, atlı ise üç bin miskal pay düşmüştür.
Bu sefere Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Zübeyr, Abdullah İbnu Amr İbni'l
As gibi Ashab'ın Abâdile denen uluları da er olarak katılmıştır.
Abdullah İbnu Ebî Sarh'ın iki meşhur gazası
daha vardır; biri Nube (Sudan) cihetine 31 yılında yaptığı Esâvid
(siyahîler) seferidir. Hükmü asırlarca devam edecek bir sulh anlaşması
yapmıştır.
Üçüncü seferi, Bizans'a karşı bizzat
Konstantin'le yaptığı Savvârî deniz savaşıdır. 34 yılında cereyan etmiştir.
Hz. Osman'a karşı fitne çıkınca, yardım etmek üzere yola çıkmış ise de
Mısır'da çıkan bazı karışıklıklar sebebiyle geri dönmüş ve Askalan'a
çekilmek zorunda kalmış, Hz. Osman'ın vefatına kadar orada ikâmet etmiştir.
Askalan'a değil, Remle'ye çekildiği de
söylenmiştir. Fitneye bulaşmak korkusuyla Remle'ye çekilip, ölünceye kadar
orada kaldığı da belirtilir.
Abdullah İbnu Ebî Sarh, rivayete göre, "Ya
Rabb son amelim namaz olsun" diye duada bulunur. Bir gün sabah namazını
kılar, birinci rek'atte Ümmül-Kur'ân'ı ve el-Âdiyât suresini okur. İkinci
rek'atte Ümmül-Kur'an (= Fatiha)'dan sonra bir sure okuyup sağına selâm
verir, soluna selam verirken vefat eder (radıyallahu anh).
Ne Hz. Ali'ye, ne de Hz. Muâviye (radıyallahu
anhümâ)'ye bey'at etmediği belirtilir. Bazı rivayetler Sıffin'de Hz.
Muâviye'nin yanında yer aldığını söylemiş ise de hiç katılmadığını tasrih
eden rivayetler de vardır.
Ölüm tarihi ihtilaflıdır. 36, 37; hatta Hz.
Muaviye'nin son günlerine kadar yaşayıp 59 yılında vefat ettiği de
söylenmiştir. İbnu'l-Esir "En doğrusu 36'dır" der.
ـ2ـ وعن أبى بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمَّا كانَ يَوْمُ أحُدٍ
أُصِيبَ مِنَ ا‘نْصََارِ أرْبَعَةٌ وَسِتُّونَ رَجًُ، وَمِنَ الْمُهَاجِرينَ
سِتَّةٌ: مِنْهُمْ حَمْزَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَمَثَّلُوا
بِهِمْ. فَقَالَتِ ا‘نْصَارُ: لَئِنْ أصَبْنَا مِنْهُمْ يَوْماً مِثْلَ هذَا
لَنُرْبِِيَنَّ عَلَيْهِمْ في التَّمْثِيلِ. فَلَمَّا كانَ يَوْمُ الْفَتْحِ
نزلَ: وَإنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ اŒية.
فقالَ رجُلٌ: َ قُرَيْشَ بَعْدَ الْيَوْمِ. فقَالَ رسولُ اللّه #: كُفُّوا عَنِ
الْقَوْمِ إَّ أرْبَعَةً[. أخرجه الترمذى .
2. (677)-
Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Uhud savaşında Ensar'dan altmış
dört, Muhacirler'den de altı kişi şehid düştü (radıyallahu anhüm ecmain). Bu
şehidlerden biri de Hz. Hamza (radıyallahu anh) idi. Bunların cesetlerinden
bazı uzuvlarını kopararak hakaretlerde bulundular. Bunun üzerine Ensâr: "Bir
gün bize de böyle bir fırsat düşerse, bu hakaretin daha fazlasını yapacağız"
dediler.
Mekke'nin fethi günü olunca şu âyet indi:
"Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin.
Sabrederseniz andolsun ki bu sabredenler için daha iyidir." (Nahl, 126).
Bir adam: Bugünden sonra Kureyş yok! dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Dört kişiden başka kimseye dokunmayın"
diye emretti." [Tirmizî, Tefsir, Nahl, (3128).]
AÇIKLAMA:
Bu âyet hakkında üç farklı görüş ileri
sürülmüştür:
1- Vahidî'nin rivayetine göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Uhud'da şehid olan Hz.Hamza (radıyallahu anh)'nın
cesedine hakaret kasdıyla tecavüz edilerek param parça edildiğini görence:
"Sana bedel yetmiş tanesinin cesedini de ben parçalıyacağım" diye yemin
eder. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselam) Nahl suresinin hitam kısmını
(yani yukarıda kaydedilen âyetleri) getirir. Âyette misliyle mukabele
tecviz edilmiş olmasına rağmen, "sabretme"nin daha hayırlı olacağı
bildirildiği için, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) intikam arzusundan
vazgeçer.
İbnu Abbas, Ubey İbnu Ka'b, Şa'bî vs. son üç
ayet dışında Nahl suresinin Mekke'de nazil olduğunu söylerler.
2- Bu âyetin kılıç ve cihad emri gelmezden
önceki döneme ait olduğu da söylenmiştir. Yani, Bakara suresinin 190.
ayetinde: "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; aşırı gitmeyin..."
şeklinde sınırlı olarak verilen savaş izni, yukarıda kaydedilen âyetle,
"Düşmana, yaptığı kadarını yapmak suretiyle cezalandırın, daha fazlasını
yapmayın" diye açıklığa kavuşturulmuştur.
3- Üçünçü görüşe göre bu ayetten maksad,
zâlime yaptığı zulümden daha fazlasını yapmaması için, mazluma bir uyarıdır
ve onu daha fazlasını yapmaktan men etmek gayesini gütmektedir. Bu görüş
Mücahid, Nehâî ve İbnu Sîrîn'in görüşleridir.
İbnu Sîrîn bu âyete dayanarak şöyle demiştir:
"Birisi sana bir kötülük yaptı ise sen de ona aynısını yap."
Fahredin-i Râzî hazretleri, âyeti bir önceki
âyetle irtibatlıyarak yorumlar, şöyle ki:
"Önceki âyet Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a şöyle emretmektedir: "Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle,
güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış..." (Nahl, 125).
Şu halde, bu âyette Cenab-ı Hakk, Resulüne
insanları üç yoldan biriyle dine çağırmayı emretmektedir:
1- Hikmetle,
2- Güzel öğütle,
3- En güzel şekilde tartışma (cedel) ile.
Bu dâvet işi, halkın eski inançlarını, âdet ve
alışkanlıklarını terki gerektirir. Herkes bu işi hemen benimseyemez ve
dâvetçiye istihza, hakaret, lânet, dayak, öldürme gibi çeşitli fenalıklar
yaparlar.
Bu fenâ muamelelere maruz kalan davetçileri,
beşerî tabiatları karşılık vermeye, te'dib etmeye sevkeder.
İşte âyet-i kerime bu makamda itidali, ölçülü
olmayı emretmekte, "Size yapılandan fazlasını yapmayın" demektedir.
Râzi, bu âyetin böyle açıklanması gereğini
ifade eder.