ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسولُ اللّه #: إذَا جَاءَ نَصْرُ
اللّهِ وَالْفَتْحُ تَعْدِلُ رُبُعَ الْقُرآنِ[. أخرجه الترمذى .
1. (886)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İzâ câe nasrullahi ve'lfeth" sûresi Kur'ân-ı Kerim'in dörtte
birine denktir." [Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 10, (2897).]
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. قال: ]كانَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ يُدْخِلُنِى مَعَ أشْيَاخِ بَدْرٍ فَكَأنَّ بَعْضَهُمْ وَجَدَ في
نَفْسِهِ. فقَالَ: لِمَ تُدْخِلُ هذَا مَعَنا وَلَنا أبْنَاءٌ مِثْلُهُ؟ فقالَ
عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: إنَّهُ مِمَّنْ عَلِمْتُمْ، فَدَعَانِى ذَاتَ
يَوْمٍ فَأدْخَلَنِى مَعَهُمْ فَعَلِمْتُ أنَّهُ مَادَعَانِى إَّ لِيُرِيَهُمْ.
فقَالَ: مَا تقُولُونَ في قول اللّهِ عَزَّ وَجلَّ: إذَا جاَء نَصْرُ اللّهِ
وَالْفَتْحُ فقَالَ بَعْضُهُمْ: أُمِرْنَا أنْ نَحْمَدَ اللّهَ وَنَسْتَغفِرَهُ
إذَا نُصِرْنَا وَفُتِحَ عَلَيْنَا. وَسَََكَتَ بَعْضُهُمْ فَلَمْ يَقُلْ
شَيْئاً. فقَالَ: أكََذَا تَقُولُ يَا ابنَ عَبَّاسٍ؟ قُلتُ: َ. قَالَ فَمَا
تَقُولُ؟ قُلتُ: َ. قَالَ فَمَا تَقُولُ؟ قُلتُ: هُوَ أجَلُ رَسُولِ اللّهِ #
أعْلَمَهُ لَهُ فقَالَ: إذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ وَالْفَتْحُ. فَذلِكَ عََمَةُ
أجَلِكَ: فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إنَّهُ كَانَ تَوَّاباً.
فقَالَ عُمرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: مَا أعْلَمُ مِنْهَا إَّ مَا تَقُولُ[.
أخرجه البخارى والترمذى.
2. (887)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) beni
Bedir şeyhleri ile birlikte (sohbet ve istişâre meclislerine) alıyordu. Bu
hâl, sanki, birilerinin ağırına gitmişti: "Bunu niye bizimle birlikte
cemaate alıyorsun, bizim onun kadar oğlanlarımız var?" diye Hz. Ömer'e
târizde bulundu. Hz. Ömer kendilerine: "Onun kimlerden olduğunu
biliyorsunuz" diye cevap ver(ip geçiştir)di.
Bir gün beni çağırıp yine onlarla birlikte
meclise aldı. Bu sefer, sırf beni(m liyâkatımı) onlara göstermek için beni
çağırdığını anlamıştım. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Cenab-ı Hakk'ın İzâ câe
nasrullah ve'lfeth (Nasr 1) kavl-i şerifi hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Cemaatten bazıları:
"- Yardıma ve fethe mazhar olduğumuz zaman
Allah'a hamdetmek ve istiğfarda bulunmakla emrolunduk" diye cevap verdi.
Bazıları hiçbir şey söylemedi.
Hz.Ömer (radıyallahu anh) bana yönelerek:
"- Ey İbnu Abbâs, sen de mi böyle
söylüyorsun?" dedi. Ben:
"- Hayır" dedim ve sustum. Hz. Ömer:
"- Öyleyse söyle, sen ne diyorsun?" diye bana
söz verdi.
Ben şu açıklamayı yaptım:
"- Bu sûre Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ecelidir, kendisine bu sûre ile haber verilmiştir. Bu sûrede
Cenab-ı Hakk (Resûlüne şöyle demiştir): "Allah'ın nusreti ve fethi geldiği
zaman, bil ki bu senin ecelinin artık yakınlığına alâmettir. Öyle ise
hamdederek Rabbini tesbih et ve ona istiğfarda bulun. O tevbeleri kabul
edicidir."
Bu yorumun üzerine Hz. Ömer: "Bundan ben de
senin söylediğini anlıyorum" dedi. [Buharî, Tesfir 4, Menâkıb 25, Meğâzî 50,
85; Tirmizî, Tefsir, Feth (Nasr) 3359).]
AÇIKLAMA:
Hz. Ömer (radıyallahu anh) halkı kabul etmek
üzere oturunca, gelenleri İslâm'daki eksiklik durumlarına göre içeri alır,
belli bir hiyerarşiyi gözetirdi. Ashâb'ın en itibarlı grubu ise Bedir
Gazvesi'ne katılanlardı. Yukarıdaki rivayet, daha çocuk denecek bir yaşta
olan İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) mevzubahis olunca, Hz. Ömer'in âdeta
riâyet etmediğini, onu da büyüklerle birlikte meclisine aldığını
göstermektedir. Muhammed İbnu Osman İbni Ebî Şeybe'nin Tarih'inde, Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'in, büyükler konuşurken konuşmamasını tembih ettiği de
belirtilir.
Ancak, bilhassa muhacirlerden bazıları
kendileriyle birlikte bir "çocuğun" alınması karşısında Hz. Ömer'e
rahatsızlık izhar ederler. Tirmizî'nin Musannaf'ındaki bir rivayette,
Muhacirler Hz. Ömer'e: "İbnu Abbas'ı çağırdığın gibi bizim oğlanlarımızı
çağırmayacak mısın?" demişlerdir. Hz. Ömer: "Bu var ya, olgun bir çocuktur.
Çok soran bir dile, çok anlayan bir kalbe sâhip" cevabını verir.
İbnu Hacer, "Bizim onun kadar oğlanlarımız
var" sözüyle Abdurrahman İbnu Avf'ın "İbnu Abbas yaşında oğlanlarımız var"
demek istediğini, ancak kendisinin İbnu Abbas denginde oğlu bulunmadığını,
"biz" sözüyle, Bedir Ashabı'nı kasdetmiş olabileceğini belirtir.
Hz.Ömer, İbnu Abbas için: "Onun kimlerden
olduğunu biliyorsunuz" diyerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
yakınlığını hatırlatmak istemiştir. Ancak, başka rivayetlerdeki "onun nasıl
olduğunu biliyorsunuz" şeklindeki ifadeye göre İbnu Abbas'ın zekâ, anlayış,
ilme olan hevesi gibi şahsî faziletleri de kastedilmiş olabileceği
söylenmiştir. Nitekim, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'ın hayatından
bahsederken, Ashab'ın takdirlerine mazhar olan dikkat çekici bir ilim aşkı
taşıdığını belirtmiştik.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) itirazları makul
karşılayarak sesini çıkarmaz. Ancak onları İbnu Abbas'ın liyâkati hususunda
ikna etmek ister. Bu maksadla yaşlıları aldığı bir meclise İbnu Abbas'ı da
çağırtarak Nasr sûresinden ne anladıklarını sorar. Sadedinde olduğumuz
rivayette, sûre üzerine beyân edilen tek bir görüş aksettirilmektedir.
Halbuki farklı rivayetlerde bazılarının: "Şehir ve köşklerin fethi",
bazılarının "Bilmiyoruz" dediği, bazılarının hiçbir şey söylemediği
belirtilmiştir
İbnu Abbas ise, Nasr sûresi ile Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e "ölümün yaklaştığının" haber verildiğini söyler
ve bu herkese tatminkâr gelir. Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivayetinde, İbnu
Abbas'ın herkesi hayran bırakan cevabı üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh)
cemaate: "Gördüğünüz (bu kabiliyeti) sevdiğim için beni nasıl
ayıplıyorsunuz?" der. İbnu Sa'd'ın rivayetinde aynı mecliste Hz. Ömer'in
Kadir gecesi hakkında da soru sorduğunu, en tatminkâr cevabı bu meselede de
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan aldığını görmekteyiz.
İbnu Hacer'in kaydettiği bir başka rivayete
göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) bir seferinde bir mesele hakkında soru
sorar, kimse cevap veremez, İbnu Abbas cevaplar. Bunun üzerine: "Sizler bu
çocuk kadar olamıyor musunuz, acze mi düştünüz?" der. Sonra İbnu Abbâs'a
yönelir ve: "Ben seni konuşmaktan menetmiştim, şimdi artık bunlarla sen de
konuş" der.
Yeri gelmişken Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in
kabiliyet sahibi gençlere verdiği kıymeti -ki son derece örnek davranıştır-
tebarüz ettirmek için, gençlere olan şu hitabını da kaydetmekte gerek var:
"Sizden hiçbirinizi, yaşının gençliği, re'yini söylemeye mani olmasın. Zira
ilim, ne yaşın gençliğinde, ne de ihtiyarlığındadır. Aksine Allah onu (genç
ve ihtiyarlardan) dilediğine koyar."
Büyük muhaddislerimizden Zührî de Hz.Ömer'in
bu davranışından mülhem olarak gençlere şöyle nasihat edermiş: "Yaşlarınızın
küçüklüğü sebebiyle kendinizi hakir görmeyin, zira (koca halife) Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallahu anh) müşkil bir işle karşılaşınca, gençleri çağırır, onlarla
istişâre eder, keskin zekâlarına tâbi olurdu."
Son olarak şunu kaydedelim: Âlimler, sadedinde
olduğumuz hadisten şu hükümleri çıkarmışlardır:
1- Kişinin, burada olduğu gibi, Allah'ın
kendisine verdiği nimetleri izhâr etmek ve nimetin kadrini bilmeyenlere
göstermek gibi sâlih maksadlarla kendinden bahsetmesi câizdir. Bu bahis,
bir bakıma kendini değil, nimeti izhâr olduğu için tahdis-i nimet (nimetin
anlatılması) denmiştir. Nitekim, Duhâ suresinde
فَاّمَا بِنعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
"Rabbinin nimetlerini anlat" (11. âyet) denmiştir. Aksi takdirde övünmek,
gururlanmak için kendinden bahsetmek câiz değildir.
2- Kur'ân'ın bazı işâretlerinden anlamış
olduğu mânadan hareketle, te'vil yapmak caizdir. Ancak bu işte, ilimde rüsuh
sahiplerinin muvaffak olabilecekleri, cevazın onlara ait olduğu da
belirtilmiştir.