Kütübü Sitte

NECM SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]في قَوْلِهِ تعالى: فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أوْ أدْنَى؛

 وفي قَوْلِهِ: مَاكَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأى؛ وفي قَوْلِهِ: لَقَدْ رَأى مِنْ آياَتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى قَالَ فِيهَا كُلّهَا: رَأى جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السََّمُ لَهُ سِتُّمائَةِ جَنَاحٍ[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

1. (799)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), Necm suresinde geçen, "İki yay kadar, yahud daha yakın oldu"; keza, "Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı"; keza, "Andolsun ki, O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür" (Necm, 9, 11, 18) âyetlerinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Cibril (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla gördüğüne işaret bulunduğunu söylemiştir. [Buharî, Tefsir, Necm 1, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, İman 280-282 (174); Tirmizî, Tefsir, Necm (3279).][1]

 

ـ2ـ وفي رواية مسلم رحمه اللّه: ]رَأى جِبْريلَ في صُورَتِهِ[ .

 

2. (800)- Müslim merhum bir rivayetinde: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),  Cebrâil'i aslî sûretinde gördü" demiştir.[2]

 

AÇIKLAMA:

 

Necm suresi, Fahr-i Kâinat efendimizin, ruh maal cesed (yani cesed ve ruhuyla birlikte) semâvata uruçla akrebiyet-i İlâhiye'ye mazhar oluşu demek olan, mirac vak'asını tasvir eder.

Mirac, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın değil, insanlığın mazhar olduğu en büyük mucizedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan önceki peygamberler de (aleyhimüsselam) mucizelere ve hatta mirac nevinden mucizelere mazhar olmuşlardır. Ancak 5568 numaralı hadiste görüleceği üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in mazhar olduğu mahiyet ve muhtevada bir miraca hiçbirisi mazhar olmamış. Resûlullah'ın erdiği kurbiyyete hiçbiri erememiştir.

Mirac hadisesinin, safahat ve mahiyetini yukarıda numarasını verdiğimiz hadise bırakarak burada, sadedinde olduğumuz hadisin anlaşılmasını sağlayacak açıklama ile yetineceğiz.

Hadis, Necm suresinin baş kısmında, Mi'rac hadisesiyle ilgili bâzı tabirleri açıklamaktadır. Tâbirler, şehâdet âleminin haricinde, gayb âleminde cereyan ettiği ve o âlemin hakikatleri, bilmecburiye şehadet âlemine ait tâbirler ve maddî vasıtalarla iade edildiği için anlaşılması oldukça zor bir tasvir ortaya çıkmaktadır. Bilhassa zamirlerin mercii farklı tevcihlere müsaittir ve bidayetten beri âlimler ihtilâf etmişlerdir. Sözkonusu bahis, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le ilgili ayetlerden Cebrail'e, ondan sonra Mirac'a müteallik bazı tavsiflere geçer, ifade, dediğimiz gibi:

1- Gaybe müteallik,

2- Son derece veciz,

3- Âyetlerin mâkabli ve kelimelerin ifade ettiği mânâlar, zamirleri farklı tevcihlere müsaid olduğu için, bazı zamirler Allah'a mı, Cebrail'e mi veya yerine göre Zât-ı Risâletpenâhî'ye mi ait, ihtilâf edilmiştir. Sûre ile alâkalı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den meseleler üzerine çok kesin açıklamalar vârid olmayınca, ulemâ, Ashab'dan intikal eden bazı farklı rivayetlere müsteniden, ihtilâflı manalar üzerinde durmuşlardır. Necm suresinin baş kısmındaki Mirac tasviri şöyledir:

"Battığı dem yıldıza andolsun ki, sâhibiniz (Muhammed doğru yoldan) sapmadı. Bâtıla da inanmadı. O, kendi (fikir ve) hevâsına göre konuşmaz. O(nun söyleyip getirdikleri) kendisine (Allah tarafından yapılan) vahiyden başka bir şey değildir. O'nu müthiş  kuvvetlere mâlik olan (Cebrail) öğretti. (Ki o), akıl ve re'yinde kâmil (bir melek)dir. Hemen (kendi suretine girip doğruldu. O (Cebrail) en yüksek ufukta idi. Sonra (Cebrail, Muhammed'e) yaklaştı. Derken sarktı. (Bu suretle o, Muhammed'e) iki yay kadar, yahud daha yakın oldu da, (Allah'ın) kuluna vahyettiğini etti. O'nun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Şimdi siz onun (peygamberin) bu görüşüne karşı da kendisiyle mücadele mi edeceksiniz? Andolsun ki onu (Cebrai'i aslî  suretinde) diğer bir defa da Sidretü'l-Münteha'nın yanında gördü ki, Cennetü'l-Me'vâ onun yanındadır. O (gördüğü) zaman Sidre'yi bürüyordu onu bürümekte olan (Peygamberin) göz(ü, gördüğünden) ne şaştı, ne aştı. Andolsun ki O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür." (Necm, 1-18).

Hadiste, İbnu Mes'ud (radıyallahu anhümâ)'un açıklamasına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın iki yay miktarı ulaştığı yakınlık Hz. Cibril'e olan yakınlıktır.

Halbuki, başta bir kısım âlimlere göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın teşrif edildiği bu yakınlık Rabbü'l-âlemin'e olan yakınlıktır. Yani Resûl-i Ekrem Mirac sırasında iki arşına tekabül eden Kâb-ı Kavseyn'den daha  da ileri bir yakınlıkla Cenab-ı Hakk'ın mekândan münezzeh  zâtına takarrüb etmiş bulunuyor.

Diğer bazı izahlara göre, Kâb-ı Kavseyn'den murad üst üste konan iki yaydır. Değerli müfessirimiz Elmalılı'nın "daha güzel" bulduğu bu yoruma göre, âyet, üst üste konan iki yay mesâfesinden daha  da ileri bir yakınlığa işaret etmektedir ki müfessirler bu teşbihe, meleke-i ittisali temsil ve bu'd-ı mülebbisi nefyile Peygamberin vahyi istimâını tahkik maksadıyla yer verildiğini belirtmişlerdir. Bu mânaya göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisinden önce hiç kimseye nasib olmamış, kendisinden sonra da hiç kimseye nasib olmayacak âzamî bir İlahî yakınlığa ererek Cenab-ı Hakk'tan vasıtasız vahye mazhar olmuştur. Yakınlıktan sonra vahye temas eden âyet bunu ifade etmektedir.

"Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı."

"Andolsun ki O, Rabbinin ayetlerinden bir kısmını görmüştür" meâlindeki âyetlerde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gördüğü şey ne idi? Allah'ı mı görmüştü, Cebrail'i mi, başka bir şeyi mi? Bu hususlar, âlimler arasında münakaşalıdır.

Sadedinde olduğumuz rivayette İbnu Mes'ud hazretleri (radıyallahu anh): "Bu ayetlerde, diyor, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hz. Cebrâil (aleyhissalâtu vesselâm)'i hüviyet-i aslîsi, şekl-i fıtrîsi ile gördüğünü haber verilmektedir."

Âyette geçen muhtelif meseleler var, çoğunlukla âlimler ihtilâflı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunların hepsine burada yer vermek mevzuyu uzatır. Ancak rü'yet meselesinde İbnu Abbâs (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Miraç'ta Cenab-ı Hakk'ı gözleriyle gördüğünü kesin bir dille ifade ederken, Hz. Aişe bunu reddeder ve "Her kim, "Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini gördü" diye zu'mederse Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur" der. Hz. Aişe ve onun görüşünü benimseyenler, Necm suresinde geçen rü'yetin, Cebrail (aleyhisselam)'i hey'et-i aslîsi ile görmek diye te'vil eder ve Allah'ı hiçbir beşerin göremiyeceği hususunda şu âyetleri delil gösterirler:

  تُدْرِكُهُ اَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ اَبْصَار     (meâlen): "Gözler O'nu idrak edemez, O gözleri idrak eder" (Enâm 103) âyeti ile  وَمَا كَانَ لبشر ان يكلّمَهُ اللّه ا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَآئى حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُوً     (meâlen): "Yâ bir vahiy ile, ya bir  perde arkasından, yahud bir elçi gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça Allah'ın hiçbir beşere kelam söylemesi vâki olmamıştır" (Şurâ, 51).

Müteakip rivayet de bu mevzuyu açıklayacaktır.[3]

 

ـ3ـ وفي رواية الترمذى عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]رَأى مُحمّدٌ # رَبَّهُ، قَالَ عِكْرِمَةُ: قُلْتُ ألَيْسَ يَقُولُ اللّهُ تَعَالى َ تُدْرِكُهُ ا‘بْصَارُ. قَالَ: وَيْحَكَ، ذلِكَ إذَا تَجَلَّى بِنُورِهِ الَّذِي هُوَ نُورُهُ، وَقَدْ رَأى رَبَّهُ تَعَالى مَرَّتَيْنِ[ .

 

3. (801) Tirmizî'nin İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan kaydettiği bir rivayette, İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini gördü" der. İkrime (kendisine): "Allah, Kur'ân-ı Kerim'de (mealen): "Gözler onu idrak edemez" (En'am, 103) demiyor mu?" diye sorunca: "Amma da yaptın, bu görme işi, Cenâb-ı Hakk kendi nuru ile tecelli ettiği zaman bunu göremez demektir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ise  Rabbini iki sefer görmüştür" açıklamasını yapar." [Müslim, İman 284, (176); Tirmizî, Tefsir, Necm (3275, 3276, 3277).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Abbas, "Gözler onu idrak edemez" (En'am 103) mealindeki âyette, Cenab-ı Hakk'ı göz  ihata edemez, künhüne vakıf olamaz diye anlamıştır. O'na göre, âyette, gözün Allah'ı görmesi nefyedilmemiştir. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın bu kanaate bir başka âyetle ulaştığı söylenmiştir. O ayet, Hz. Musa (aleyhisselam) ile alâkalıdır: Mûsa'nın görme talebi üzerine Cenab-ı Hakk dağa tecelli edince dağ parça parça olup dağılır ve Hz. Musa baygın düşer.

 فَلَمَّا تَجَلّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَله دَكّاً وَخَرَّ مُوسى صَعِقاً فَلَمّا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا اَوَّلُ المْؤمِنِينَ 

 "...Rabbı dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa  da baygın düştü; ayılınca: "Ya Rabbi, münezzehsin. Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi." (A'raf, 143).

Bu ayette Hz. Musa'nın, dağa tecelli eden İlahî nuru müşâhedeye tahammül edemeyerek düşüp bayıldığı ifade edilmektedir.

Sadedinde olduğumuz hadisin Müslim'deki vechinde İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini kalbiyle iki sefer gördü" demiştir. Ancak, ondan meşhur olan görüş Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Rabbini "gözle" görmüş olmasıdır. Hatta bazı rivayetlerde şöyle dediği de kaydedilir: "Allahu Teala Hz.Musa (aleyhisselam)'yı kelâm, Hz. İbrahim (aleyhisselam)'i hıllet, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i de rü'yet ile mümtaz kılmıştır."[5]

 

ـ4ـ وعن الشعبي قال: ]لقِىَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما كَعْباً رَضِىَ اللّهُ عَنْه بِعَرَفَةَ فَسألَهُ عَنْ شئٍ فَكَبَّرَ حَتَّى جَاوَبَتْهُ الْجِبَالُ. قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهما: إنَّا بَنُو هَاشِمٍ. فقَالَ كَعْبٌ: إنَّ اللّهَ قَسَمَ رؤْيَتَهُ وَكََمَهُ بَيْنَ مَحمدٍ وَمُوسى صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِمَا وَسَلَّمَ، فَكَلَّمَ مُوسى مَرَّتَيْنِ، وََرآهُ مُحَمَّدٌ # مَرَّتَيْنِ. قالَ مسروق رحمه اللّهُ: فَدَخَلْتُ عَلَى عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فقُلْتُ: هَلْ رأى مُحمّدٌ رَبَّهُ؟ فقَالَتْ: لَقَدْ تَكَلَّمْتَ بِشَئٍ قَفَّ لَهُ شَعْرِى. قُلْتُ رُويْداً، ثُمَّ قَرَأتُ: لَقَدْ رأى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرى. فقَالَتْ: أيْنَ يُذْهَبُ بِكَ؟ إنَّمَا هُوَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ. مَنْ أخْبَرَكَ أنَّ مُحمداً رَأى ربَّهُ، أوْ كَتَمَ شَيْئاً مِمَّا أُمِرَ بِهِ، أوْ يَعْلَمُ الخَمْسَ الَّتِى قَالَ اللّهُ تَعَالى: إنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ. فقَدْ أعْظَمَ عَلَى اللّهِ تَعالى الْفِرْيََةَ. وَلكِنَّهُ رَأى جِبْرِيلَ لَمْ يَرَهُ في صُورَتِهِ إَّ مَرَّتَيْنِ: مَرَّةً عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهى، وَمَرَّةً في جِيََادٍ لَهُ سِتُّمِائَةِ جَنَاحٍ قَدْ سَدَّ ا‘ُفُقَ[. أخرجه الترمذى.)قفّ شعرى(: أى قام شعر رأسى وبدنى فزَعاً. )والفرية( الكذب .

 

4. (802)- Şa'bî anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), Arafat'ta Ka'b'la karşılaştı. Ka'b'a birşeyle sordu. Bunun üzerine Ka'b  öyle bir tekbir getirdi ki, dağlarda yankılar yaptı. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki:

"- Biz Benî Haşim'deniz!"

Ka'b da:

"- Allah rü'yeti ile kelâmını Muhammed ile Musa (aleyhimasselat vesselam) arasında taksim etti. Musa'ya Allah iki kere konuştu. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de Mirac'ta Allah'ı iki kere gördü."

Mesrûk der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin yanına girdim ve "Muhammed Rabbini gördü mü?" diye sordum. Bana:

"- Öyle bir şey söyledin ki, (korkudan) tüylerim diken diken oldu" dedi.

"- Ağır olun, (hemen reddetmeyin) deyip şu meâldeki âyeti okudum: "Andolsun ki O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür" (Necm, 18).

Buna şu cevabı verdi:

"-Bu âyet seni nereye götürmüş? (Âyeti anlamakta hata etmişsin, âyette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gördüğü belirtilen şey) Cibril (aleyhisselam)'dir. Sana kim: "Muhammed Rabbini görmüştür" derse veya "Emredildiği tebligattan bir şey gizlemiştir" derse veya "Allah'ın gayb ilan ettiği şu beş şeyi bildiğini söylerse: "Kıyametin ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez..." (Lokman, 34) bilki en büyük iftira ve yalanda bulunmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, âyette bahsedilen rü'yeti Cebrail'le ilgilidir. Efendimiz'in gördüğü şey, Cebrail'dir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cebrâil (aleyhisselam)'i altı yüz kanadıyla fıtrî suretinde ancak iki defa görmüştür: Bir defasında Sidretü'l-Müntehâ'da, bir defesında da (Mekke'nin aşağısında) Ciyâd denilen yerde,  ufku (her  cihetiyle semayı) kaplamış vaziyette." [Tirmizî, Tefsir, Necm (3274); Buharî, Tefsir, Mâide 7, Bed'ül-Halk 6, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın sual sorduğu  kimse, Muhadramun'dan Ka'bu'l-Ahbâr diye meşhur Ka'b İbnu Mâti' el-Hımyerî'dir. Yemen asıllı bir Yahudidir. Hz. Ömer devrinde Müslüman  olmuştur. Daha önce Hz. Ebu Bekir ve Hatta Hz. Peygamber zamanında Müslüman olduğu da söylenmiştir. Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in evsafını duyuncu Müslüman olanlardandır. Ka'b, âlim bir kişidir. Müslüman olduktan sonra Suriye'ye gitmiş, Humus'ta yerleşmiştir.  Rivayette, İbnu Abbas'ın suâlini cevaplanamıyacak kadar büyütmüş olduğu için yüksek sesle tekbir getirmiş olmalıdır. Hatta sualin Allah'ın görülmesiyle ilgili olduğu tahmin edilmiştir. Nitekim Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye de aynı şey sorulunca, sualin tüylerini kabarttığını söylemiştir. Tîbî, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın: "Biz Benî Hâşim'deniz" demesini, Ka'b'ı öfkesinden teskin maksadıyla bir uyarı, cevabı düşünerek vermesi için bir ikaz olarak değerlendirir. Yani, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Biz, demek istemiştir, ilim ve marifet ehli kimseleriz, sizin cevap verilmez bulduğunuz kadar cevaptan uzak şey sormayız." İşte bu ikaz üzerine Ka'bu'l-Ahbar düşünüp: "Allah rü'yeti ile kelâmını Muhammed ile Mûsa (aleyhissalâtu vesselâm) arasında taksim etti." şeklinde başlayan cevabını vermiştir.

Ka'b'ın bu cevabından anlıyoruz ki, Ka'b, Necm suresinde geçen rü'yet meselesinde Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) gibi düşünmüyor. Hz. Aişe, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Cebrâil'i suret-i asliyesi ile iki kere gördüğü kanaatinde olmasına rağmen Ka'b, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Cenab-ı Hakk'ı iki kere gördüğü kanaatindedir.

Hz. Aişe'nin tüylerinin kabarması, onun Allah'ın büyüklüğü karşısında duyduğu heybet hissinden, O'nu görülebilir olmaktan münezzeh  tutmasındandır. Allah'ın görüldüğüne inanmak ona göre teşbihtir,  tenkistir, tenzihe aykırıdır, böyle demek muhaldir. Böyle bir inanca düşmekten korkmuştur ve tüyleri  diken diken olmuştur.

Tirmizî'nin yer verdiği bir başka rivayette İbnu Abbas, Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ)'ye şöyle mukabele etmiştir:

 يا اُمُّ المؤمِنِينَ اُنْظُِرينِى وََ تُعْجِلِينِى اَلَيْسَ اللّه تَعالى يَقُولُ وَلَقَدْ رَآه نَزْلةً اُخرَى وَلَقَدْ رَآهُ بِا‘ُفُقِ الْمُبِينَ

Yani: "Ey mü'minlerin annesi, hele beni bir dinleyin, reddetmede acele etmeyin. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerime'de   وَلَقَدْ رَآهُ نزْلَةً اُخْرى   "Andolsun ki O'nu diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü" (Necm, 13-14);   وَلَقَدْ رَآهُ بِاُفُقِ الْمُبِينَ  "Andolsun ki O (sahibiniz) onu apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir, 23) buyurmuyor mu?"

Hadiste geçen Ciyâd bir yer adıdır. "Mekke'nin aşağısından bir mevki" diye târif edilir. Bazı rivayetlerde   اَجْيَاد  ecyâd şeklinde gelir. Buradaki görüşünde, Cibril gökyüzünü tamâmen bürümüş vaziyette idi. Her nereye baksa onu görüyor başka bir şey görmüyordu.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Cebrail'i iki sefer görüşünden maksat, yaratıldığı aslî suretiyle görülüşüdür. Altı yüz kanatlı, ufuğu tamamen kaplamış olarak görülüşler kastedilir. İşte bu tarzda görülüş iki defa olmuştur. Cebrail (aleyhisselam)'in, insan suretinde Resûlullah'a görünmesi pek çok defa vukua gelmiş ve hatta bu şekilde, onu ashabtan bazıları da zaman zaman görmüştür.Sadedinde olduğumuz hadis bir kısım ziyade ve noksanlarla farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Sahiheyn'de gelen bir vechi şöyledir: "Aişe'ye dedim ki: Pekâla Cenab-ı Hakk'ın,   دَنَا فَتَدَلَّى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أوْ اَدْنى    sözü nerde? Aişe: "Bu Cibril (aleyhisselam)'dir, normalde bir insan suretinde gelirdi. Ayette temas edilen gelişte yaratıldığı surette geldi" dedi."[7]

 

ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. في قولهِ تعالى: ]أفَرَأيتُمُ الَّتَ وَالْعُزَّى. قالَ كانَ الَّتُ رَجًُ يَلُتُّ سَوِيقَ الحَاجِّ[. أخرجه البخارى .

 

5. (803)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Allah'ı bırakıp taptığınız Lât'ın, Uzza'nın ve (bunların) üçüncüsü olan diğer Menât'ın (herhangi bir şey hakkında zerrece kudretleri var mı? Bize haber verin" (Necm, 19-20) meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Lât (Ka'be'yi ziyarete gelen) hacılara (yağ ile) sevik[8] (denen yiyeceği) karıp hazırlayan bir adamdı." [Buharî, Tefsir, Necm 2.][9]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, âyette zikredilen bir kaç put isminden Lât hakkında bilgi vermektedir. Lât putunun menşei hakkında kaynaklarda farklı izahlar rivayet edilmiştir. Rivayette, İbnu Abbas'ın yaptığı  açıklama mezkur izahlardan birini aksettirir: Buna göre, Lât ismi, döğüp ezmek ve bulayıp karmak manalarına gelen,    لَتَّ   (Lette) kökünden ismi fâildir. Rivayete göre, vaktiyle bir adam yağ ile sevik karıp hacılara yiyecek hazırladı. Sonradan onun hâtırasına bir put yapılarak ma'bud ittihaz edildi ve kavud karan manasına Lât denildi. Bu İbnu Abbas'ın açıklaması.

Bir başka açıklamaya (Taberî'ye) göre, Ellât Allah lâfzındandır. A-raplar tanrıları dişi telakki ettikleri için, Allah lâfzının sonuna dişilik te'si (tâ-i te'nis) ilâve edilmiştir, erkeğe Amr, kadına Amre; erkeğe Abbas, kadına Abbâse dendiği gibi, müşrikler, putlarına Allah'ın isimlerinden isimler vermişler, böylece Allah isminden el-Lat; el-Aziz isminden el'Uzzâ isimlerini elde etmişlerdir.[10]

 

ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَا رَأيْتُ شَيْئاً أشْبَهَ بِاللَّمَمِ مِمَّا قَالَ أبُو هريرة: إنَّ النَّبىّ # قالَ: إنَّ اللّهَ كَتَبَ عَلَى ابْنِ آدَمَ حَظَّهُ مِنَ الزِّنَا أدْرَكَ ذلِكَ َ مَحَالَةَ. فَزِنَا العَيْنَيْنِ النَّظَرُ، وَزِنَا اللِّسَانِ النُّطْقُ، وَالنَّفْسُ تَمَنَّى وَتَشْتَهى. وَالْفَرْجُ يُصَدِّقُ ذلِكَ أوْ يُكَذِّبُهُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .

 

6. (804)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)'nin şu rivayete temas ettiği şeyden Lemem'e daha ziyade benziyenini görmedim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Allah âdemoğluna zinâdan  nasibini yazmıştır. Bu mutlaka ona ulaşacaktır: "Gözlerin zinâsı nazardır, dilin  zinâsı konuşmaktır. Nefis de temenni eder ve iştah duyar. Ferc de bunu tasdik veya tekzib eder." [Buharî, isti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20, (2657); Ebû Davud, Nikâh 44, (2152).][11]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, Necm suresinde geçen   الّذين يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ اِثْمِ وَالْفَوَاحِشِ اِّ اللَّمَمَ    "(O güzel hareket edenler), Lemem (ufaktefek günahlar) hâriç olmak üzere, günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır..." (Necm, 32) meâlindeki âyeti açıklamak sadedinde vârid olmuştur.

Ayet-i kerimede Cenâb-ı Hakk, Lemem kelimesiyle ifade ettiği ufak tefek günahlar dışında kalan büyük günahlardan ve bilhassa fuhşiyattan kaçınanları cennetle mükâfaatlandıracağı güzel hareket edenler sınıfına dahil etmektedir.

Öyle ise, güzel hareket edenlerden olmaya mani olmayan küçük günahlar, yani lemem'den maksad nedir? Hangi davranışlar, günahlar buna girer?

İşte İbnu Abbas (radıyallahu anh) bu soruyu cevaplandırmakta ve: "Burada zikri geçen Lemem'e en uygun günahlar, Ebu Hüreyre tarafından rivayet edilmiş bulunan şu hadiste dikkat çekilen günahlardır"  demektedir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hadiste kişinin zinâ manasına giren bir kısım günahlardan kaçınamayacağını belirtmektedir: Zinâya sevkedici müheyyic, haram şeylere bakmak, bu çeşitten müheyyic, gıcıklayıcı sözler söylemek  ve bûse gibi fiilî davranışlar.

Aliyyu'l-Kârî: "Hadiste zikredilen nasibten murad, zinanın mukaddemâtıdır, (yâni zinaya götüren ön sebepler)" der ve bunlardan mühimlerini sayar: Temenni etmek, bu maksadla harekete geçmek, konuşmak, bakmak, elle temas etmek ve başabaş yalnız kalmak...

Ancak hadis-i şerifte zinânın sebebine dikkat çekildiği  de söylenmiştir: Buna göre, asıl sebep, şehvet duygusu ve kadınlara duyulan meyildir. İki göz, kalb ve ferc bu maksadla yaratılmıştır, zina lezzetini de bunlar tadarlar.

Keza: "Hadis, zinânın, esâs itibariyle bu şekilde cereyan edeceğinin ezelde takdir  edildiğini bildirmektedir" de denmiştir.

Âlimlerden bazıları şu  hususa da dikkat çekmiştir: "Zinânın ezelde yazılmış olması" herkes behemahal  bu söylenen zinalardan birine mecburi şekilde düşecek mânasına gelmez. Bilâkis, fıtratına hubbu'şşehvet (şehvet sevgisi) konmuştur, demektir. Zira Cenab-ı Hakk, dilediğini rahmetiyle ve fazlıyla korur."

Özetlemek gerekirse hadis gerçek manada zinânın vukua geliş vetiresini anlatmaktadır:

1- Herkesin fıtratında şehvet duygusu vardır.

2- Bu duygu icabı nefiste (kalbte) zina arzusu doğabilir.

3- Göz bakar, dil, el, ayak harekete geçer.

4- Ferc bunu tasdik  eder veya reddeder.

İşte ferc reddettiği takdirde, zina kelimesiyle ifade edilen  mukaddemât, ayet-i kerimede lemem denen ve affedileceği belirtilen ufaktefek günahlar çerçevesinde kalmaktadır. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın yorumu budur.

Büyük günahın tarifi için müteakip açıklamaya bakın. [12]

 

ـ7ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه في قولِهِ تعالى: ]الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ ا“ثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إَّ اللّمَمَ. قالَ: قَالَ رسولُ اللّه #: إنْ تَغْفِرِ اللَّهُمَّ تَغْفِرْ جَمَّا. وَأىُّ عَبْدٍ لَكَ َ ألَمّا[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

7. (805)- Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anh), "(O güzel hareket edenler), lemem hâric olmak üzere günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır" (Necm, 32)  meâlindeki aynı âyet  hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ey Rabbim, sen affedicisin, hepsini affet, küçük günah işlemeyen kulun yoktur." [Tirmizî, Tefsir, Necm, (3280).][13]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadis, sanki şart cümlesidir: "Eğer affedersen, ey Allah'ım çok affet..." gibi. Ancak, Gaffar olan Cenâb-ı Hakk'ın kapısına böyle bir üslubla müracaat kulluk edebine münâsib düşmez. Bu sebeple âlimler: "Ya Rab, mâdem senin şe'nin affetmektir, öyleyse toptan affet" şeklinde anlaşılması gereğine dikkat çekerler.

Esâsen,  rivayette Hz. Resûl (aleyhissalâtu vesselâm)'ün sözü olarak gözüken kısım, bir beyttir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) muasırı olan bir Arab şâirinin, Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın bir şiirinden inşâd buyurmuştur.

Ümeyye İbnu Ebî's-Salt Sakîfli bir şâirdir. Şiirleri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna  giderdi. Zaman zaman bazı beytlerini inşâd ettiği ve hatta: "Ümeyye Müslüman olayazdı" dediği rivayet edilir. Bâzı rivayetler onun Müslüman olmaya  azmettiğini bile kaydeder. İbnu's-Seken, onu es-Sahâbe'de zikreder, İslâm ona ulaşmadı der. Ancak Müslüman olup hicret etmek üzere yola çıktığı, Bedir'e kadar geldiği, orada Müslümanların müşrikleri öldürüp Bedir Kuyusu'na attıklarını  duyunca , müşrikler için mersiye yazdığı ve kâfir olarak dokuzuncu  hicri senede Tâif'te öldüğü ittifakla kabul edilir.

Lemem'in ne olduğu hususunda farklı fikirler ileri sürülmüş ise de  Cumhur "küçük günahlar" diye açıklamıştır. "Bu, zinâdan küçük olan öpme, gamze, nazar" demiş ve hakkında had cezası vârid olmayan yalana benzetmiştir.

Büyük Günah'ı da: "Allah'ın ateşle korkuttuğu her günah" veya "Hakkında had cezası konmuş olan suçlar: Katl, zina, kazf, hırsızlık... gibi" veya "fâilini şiddetle zemmettiği fiiller..." diye târif etmişlerdir.

Fevâhiş (fahişe'nin cem'idir) de, hakkında  vaid (cehennemle korkutma) gelen  her günah" veya "hassaten zinâ" diye açıklanmıştır.[14]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/274.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/274.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/274-277.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/277.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/277-278.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/278-279.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/279-281.

[8]Sevîk: Dilimizde kavud denen, kavrulmuş hubûbat veya kurutulmuş meyvelerin kavrulduktan sonra öğütülmesi ile elde edilen bir yiyecek. Bedevîler dağarcıklarına basıp yol azığı yaparlardı.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/281.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/281-282.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/282.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/282-283.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/284.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/284-285.