ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]في قَوْلِهِ تعالى: فَكَانَ قَابَ
قَوْسَيْنِ أوْ أدْنَى؛
وفي
قَوْلِهِ: مَاكَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأى؛ وفي قَوْلِهِ: لَقَدْ رَأى مِنْ
آياَتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى قَالَ فِيهَا كُلّهَا: رَأى جِبْرِيلَ عَلَيْهِ
السََّمُ لَهُ سِتُّمائَةِ جَنَاحٍ[. أخرجه الشيخان والترمذى .
1. (799)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), Necm suresinde geçen, "İki yay kadar, yahud
daha yakın oldu"; keza, "Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı"; keza, "Andolsun
ki, O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür" (Necm, 9, 11,
18) âyetlerinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Cibril (aleyhisselam)'i
altı yüz kanadıyla gördüğüne işaret bulunduğunu söylemiştir. [Buharî,
Tefsir, Necm 1, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, İman 280-282 (174); Tirmizî, Tefsir,
Necm (3279).]
ـ2ـ وفي رواية مسلم رحمه اللّه: ]رَأى جِبْريلَ في صُورَتِهِ[ .
2. (800)-
Müslim merhum bir rivayetinde: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Cebrâil'i aslî sûretinde gördü" demiştir.
AÇIKLAMA:
Necm suresi, Fahr-i Kâinat efendimizin, ruh
maal cesed (yani cesed ve ruhuyla birlikte) semâvata uruçla akrebiyet-i
İlâhiye'ye mazhar oluşu demek olan, mirac vak'asını tasvir eder.
Mirac, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın değil, insanlığın mazhar olduğu en büyük mucizedir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan önceki peygamberler de (aleyhimüsselam)
mucizelere ve hatta mirac nevinden mucizelere mazhar olmuşlardır. Ancak 5568
numaralı hadiste görüleceği üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
mazhar olduğu mahiyet ve muhtevada bir miraca hiçbirisi mazhar olmamış.
Resûlullah'ın erdiği kurbiyyete hiçbiri erememiştir.
Mirac hadisesinin, safahat ve mahiyetini
yukarıda numarasını verdiğimiz hadise bırakarak burada, sadedinde olduğumuz
hadisin anlaşılmasını sağlayacak açıklama ile yetineceğiz.
Hadis, Necm suresinin baş kısmında, Mi'rac
hadisesiyle ilgili bâzı tabirleri açıklamaktadır. Tâbirler, şehâdet âleminin
haricinde, gayb âleminde cereyan ettiği ve o âlemin hakikatleri,
bilmecburiye şehadet âlemine ait tâbirler ve maddî vasıtalarla iade edildiği
için anlaşılması oldukça zor bir tasvir ortaya çıkmaktadır. Bilhassa
zamirlerin mercii farklı tevcihlere müsaittir ve bidayetten beri âlimler
ihtilâf etmişlerdir. Sözkonusu bahis, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'le ilgili ayetlerden Cebrail'e, ondan sonra Mirac'a müteallik bazı
tavsiflere geçer, ifade, dediğimiz gibi:
1- Gaybe müteallik,
2- Son derece veciz,
3- Âyetlerin mâkabli ve kelimelerin ifade
ettiği mânâlar, zamirleri farklı tevcihlere müsaid olduğu için, bazı
zamirler Allah'a mı, Cebrail'e mi veya yerine göre Zât-ı Risâletpenâhî'ye mi
ait, ihtilâf edilmiştir. Sûre ile alâkalı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'den meseleler üzerine çok kesin açıklamalar vârid olmayınca,
ulemâ, Ashab'dan intikal eden bazı farklı rivayetlere müsteniden, ihtilâflı
manalar üzerinde durmuşlardır. Necm suresinin baş kısmındaki Mirac tasviri
şöyledir:
"Battığı dem yıldıza andolsun ki, sâhibiniz
(Muhammed doğru yoldan) sapmadı. Bâtıla da inanmadı. O, kendi (fikir ve)
hevâsına göre konuşmaz. O(nun söyleyip getirdikleri) kendisine (Allah
tarafından yapılan) vahiyden başka bir şey değildir. O'nu müthiş kuvvetlere
mâlik olan (Cebrail) öğretti. (Ki o), akıl ve re'yinde kâmil (bir melek)dir.
Hemen (kendi suretine girip doğruldu. O (Cebrail) en yüksek ufukta idi.
Sonra (Cebrail, Muhammed'e) yaklaştı. Derken sarktı. (Bu suretle o,
Muhammed'e) iki yay kadar, yahud daha yakın oldu da, (Allah'ın) kuluna
vahyettiğini etti. O'nun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Şimdi siz onun
(peygamberin) bu görüşüne karşı da kendisiyle mücadele mi edeceksiniz?
Andolsun ki onu (Cebrai'i aslî suretinde) diğer bir defa da
Sidretü'l-Münteha'nın yanında gördü ki, Cennetü'l-Me'vâ onun yanındadır. O
(gördüğü) zaman Sidre'yi bürüyordu onu bürümekte olan (Peygamberin) göz(ü,
gördüğünden) ne şaştı, ne aştı. Andolsun ki O, Rabbinin en büyük
âyetlerinden bir kısmını görmüştür." (Necm, 1-18).
Hadiste, İbnu Mes'ud (radıyallahu anhümâ)'un
açıklamasına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın iki yay miktarı
ulaştığı yakınlık Hz. Cibril'e olan yakınlıktır.
Halbuki, başta bir kısım âlimlere göre
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın teşrif edildiği bu yakınlık
Rabbü'l-âlemin'e olan yakınlıktır. Yani Resûl-i Ekrem Mirac sırasında iki
arşına tekabül eden Kâb-ı Kavseyn'den daha da ileri bir yakınlıkla Cenab-ı
Hakk'ın mekândan münezzeh zâtına takarrüb etmiş bulunuyor.
Diğer bazı izahlara göre, Kâb-ı Kavseyn'den
murad üst üste konan iki yaydır. Değerli müfessirimiz Elmalılı'nın "daha
güzel" bulduğu bu yoruma göre, âyet, üst üste konan iki yay mesâfesinden
daha da ileri bir yakınlığa işaret etmektedir ki müfessirler bu teşbihe,
meleke-i ittisali temsil ve bu'd-ı mülebbisi nefyile Peygamberin vahyi
istimâını tahkik maksadıyla yer verildiğini belirtmişlerdir. Bu mânaya göre
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisinden önce hiç kimseye nasib
olmamış, kendisinden sonra da hiç kimseye nasib olmayacak âzamî bir İlahî
yakınlığa ererek Cenab-ı Hakk'tan vasıtasız vahye mazhar olmuştur.
Yakınlıktan sonra vahye temas eden âyet bunu ifade etmektedir.
"Onun gördüğünü kalb yalan çıkarmadı."
"Andolsun ki O, Rabbinin ayetlerinden bir
kısmını görmüştür" meâlindeki âyetlerde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in gördüğü şey ne idi? Allah'ı mı görmüştü, Cebrail'i mi, başka
bir şeyi mi? Bu hususlar, âlimler arasında münakaşalıdır.
Sadedinde olduğumuz rivayette İbnu Mes'ud
hazretleri (radıyallahu anh): "Bu ayetlerde, diyor, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hz. Cebrâil (aleyhissalâtu vesselâm)'i hüviyet-i
aslîsi, şekl-i fıtrîsi ile gördüğünü haber verilmektedir."
Âyette geçen muhtelif meseleler var,
çoğunlukla âlimler ihtilâflı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunların hepsine
burada yer vermek mevzuyu uzatır. Ancak rü'yet meselesinde İbnu Abbâs
(radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Miraç'ta Cenab-ı
Hakk'ı gözleriyle gördüğünü kesin bir dille ifade ederken, Hz. Aişe bunu
reddeder ve "Her kim, "Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini gördü"
diye zu'mederse Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur" der. Hz. Aişe ve onun
görüşünü benimseyenler, Necm suresinde geçen rü'yetin, Cebrail
(aleyhisselam)'i hey'et-i aslîsi ile görmek diye te'vil eder ve Allah'ı
hiçbir beşerin göremiyeceği hususunda şu âyetleri delil gösterirler:
تُدْرِكُهُ اَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ اَبْصَار
(meâlen): "Gözler O'nu idrak edemez, O
gözleri idrak eder" (Enâm 103) âyeti ile
وَمَا كَانَ لبشر ان يكلّمَهُ اللّه ا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَآئى حِجَابٍ اَوْ
يُرْسِلَ رَسُوً (meâlen): "Yâ bir
vahiy ile, ya bir perde arkasından, yahud bir elçi gönderip de kendi
izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça Allah'ın hiçbir beşere kelam
söylemesi vâki olmamıştır" (Şurâ, 51).
Müteakip rivayet de bu mevzuyu açıklayacaktır.
ـ3ـ وفي رواية الترمذى عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]رَأى مُحمّدٌ
# رَبَّهُ، قَالَ عِكْرِمَةُ: قُلْتُ ألَيْسَ يَقُولُ اللّهُ تَعَالى َ
تُدْرِكُهُ ا‘بْصَارُ. قَالَ: وَيْحَكَ، ذلِكَ إذَا تَجَلَّى بِنُورِهِ الَّذِي
هُوَ نُورُهُ، وَقَدْ رَأى رَبَّهُ تَعَالى مَرَّتَيْنِ[ .
3. (801)
Tirmizî'nin İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan kaydettiği bir rivayette,
İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini gördü" der. İkrime (kendisine): "Allah,
Kur'ân-ı Kerim'de (mealen): "Gözler onu idrak edemez" (En'am, 103) demiyor
mu?" diye sorunca: "Amma da yaptın, bu görme işi, Cenâb-ı Hakk kendi nuru
ile tecelli ettiği zaman bunu göremez demektir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ise Rabbini iki sefer görmüştür" açıklamasını yapar." [Müslim,
İman 284, (176); Tirmizî, Tefsir, Necm (3275, 3276, 3277).]
AÇIKLAMA:
İbnu Abbas, "Gözler onu idrak edemez" (En'am
103) mealindeki âyette, Cenab-ı Hakk'ı göz ihata edemez, künhüne vakıf
olamaz diye anlamıştır. O'na göre, âyette, gözün Allah'ı görmesi
nefyedilmemiştir. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın bu kanaate bir başka
âyetle ulaştığı söylenmiştir. O ayet, Hz. Musa (aleyhisselam) ile
alâkalıdır: Mûsa'nın görme talebi üzerine Cenab-ı Hakk dağa tecelli edince
dağ parça parça olup dağılır ve Hz. Musa baygın düşer.
فَلَمَّا تَجَلّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَله دَكّاً وَخَرَّ مُوسى صَعِقاً
فَلَمّا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا اَوَّلُ
المْؤمِنِينَ
"...Rabbı dağa tecelli edince onu yerle bir
etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: "Ya Rabbi, münezzehsin. Sana tevbe
ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi." (A'raf, 143).
Bu ayette Hz. Musa'nın, dağa tecelli eden
İlahî nuru müşâhedeye tahammül edemeyerek düşüp bayıldığı ifade
edilmektedir.
Sadedinde olduğumuz hadisin Müslim'deki
vechinde İbnu Abbas: "Muhammed Rabbini kalbiyle iki sefer gördü" demiştir.
Ancak, ondan meşhur olan görüş Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Rabbini "gözle" görmüş olmasıdır. Hatta bazı rivayetlerde şöyle dediği de
kaydedilir: "Allahu Teala Hz.Musa (aleyhisselam)'yı kelâm, Hz. İbrahim
(aleyhisselam)'i hıllet, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i de rü'yet ile
mümtaz kılmıştır."
ـ4ـ وعن الشعبي قال: ]لقِىَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما كَعْباً
رَضِىَ اللّهُ عَنْه بِعَرَفَةَ فَسألَهُ عَنْ شئٍ فَكَبَّرَ حَتَّى
جَاوَبَتْهُ الْجِبَالُ. قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهما: إنَّا
بَنُو هَاشِمٍ. فقَالَ كَعْبٌ: إنَّ اللّهَ قَسَمَ رؤْيَتَهُ وَكََمَهُ بَيْنَ
مَحمدٍ وَمُوسى صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِمَا وَسَلَّمَ، فَكَلَّمَ مُوسى
مَرَّتَيْنِ، وََرآهُ مُحَمَّدٌ # مَرَّتَيْنِ. قالَ مسروق رحمه اللّهُ:
فَدَخَلْتُ عَلَى عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فقُلْتُ: هَلْ رأى مُحمّدٌ
رَبَّهُ؟ فقَالَتْ: لَقَدْ تَكَلَّمْتَ بِشَئٍ قَفَّ لَهُ شَعْرِى. قُلْتُ
رُويْداً، ثُمَّ قَرَأتُ: لَقَدْ رأى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرى. فقَالَتْ:
أيْنَ يُذْهَبُ بِكَ؟ إنَّمَا هُوَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ. مَنْ
أخْبَرَكَ أنَّ مُحمداً رَأى ربَّهُ، أوْ كَتَمَ شَيْئاً مِمَّا أُمِرَ بِهِ،
أوْ يَعْلَمُ الخَمْسَ الَّتِى قَالَ اللّهُ تَعَالى: إنَّ اللّهَ عِنْدَهُ
عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ. فقَدْ أعْظَمَ عَلَى اللّهِ تَعالى
الْفِرْيََةَ. وَلكِنَّهُ رَأى جِبْرِيلَ لَمْ يَرَهُ في صُورَتِهِ إَّ
مَرَّتَيْنِ: مَرَّةً عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهى، وَمَرَّةً في جِيََادٍ لَهُ
سِتُّمِائَةِ جَنَاحٍ قَدْ سَدَّ ا‘ُفُقَ[. أخرجه الترمذى.)قفّ شعرى(: أى قام
شعر رأسى وبدنى فزَعاً. )والفرية( الكذب .
4. (802)-
Şa'bî anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), Arafat'ta Ka'b'la
karşılaştı. Ka'b'a birşeyle sordu. Bunun üzerine Ka'b öyle bir tekbir
getirdi ki, dağlarda yankılar yaptı. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi
ki:
"- Biz Benî Haşim'deniz!"
Ka'b da:
"- Allah rü'yeti ile kelâmını Muhammed ile
Musa (aleyhimasselat vesselam) arasında taksim etti. Musa'ya Allah iki kere
konuştu. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de Mirac'ta Allah'ı iki kere
gördü."
Mesrûk der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin
yanına girdim ve "Muhammed Rabbini gördü mü?" diye sordum. Bana:
"- Öyle bir şey söyledin ki, (korkudan)
tüylerim diken diken oldu" dedi.
"- Ağır olun, (hemen reddetmeyin) deyip şu
meâldeki âyeti okudum: "Andolsun ki O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir
kısmını görmüştür" (Necm, 18).
Buna şu cevabı verdi:
"-Bu âyet seni nereye götürmüş? (Âyeti
anlamakta hata etmişsin, âyette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
gördüğü belirtilen şey) Cibril (aleyhisselam)'dir. Sana kim: "Muhammed
Rabbini görmüştür" derse veya "Emredildiği tebligattan bir şey gizlemiştir"
derse veya "Allah'ın gayb ilan ettiği şu beş şeyi bildiğini söylerse:
"Kıyametin ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir. Yağmuru O indirir.
Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir
kimse hangi yerde öleceğini bilmez..." (Lokman, 34) bilki en büyük iftira ve
yalanda bulunmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, âyette
bahsedilen rü'yeti Cebrail'le ilgilidir. Efendimiz'in gördüğü şey,
Cebrail'dir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cebrâil (aleyhisselam)'i
altı yüz kanadıyla fıtrî suretinde ancak iki defa görmüştür: Bir defasında
Sidretü'l-Müntehâ'da, bir defesında da (Mekke'nin aşağısında) Ciyâd denilen
yerde, ufku (her cihetiyle semayı) kaplamış vaziyette." [Tirmizî, Tefsir,
Necm (3274); Buharî, Tefsir, Mâide 7, Bed'ül-Halk 6, Tevhid 4; Müslim, İman
287, (177).]
AÇIKLAMA:
Rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın
sual sorduğu kimse, Muhadramun'dan Ka'bu'l-Ahbâr diye meşhur Ka'b İbnu
Mâti' el-Hımyerî'dir. Yemen asıllı bir Yahudidir. Hz. Ömer devrinde
Müslüman olmuştur. Daha önce Hz. Ebu Bekir ve Hatta Hz. Peygamber zamanında
Müslüman olduğu da söylenmiştir. Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
evsafını duyuncu Müslüman olanlardandır. Ka'b, âlim bir kişidir. Müslüman
olduktan sonra Suriye'ye gitmiş, Humus'ta yerleşmiştir. Rivayette, İbnu
Abbas'ın suâlini cevaplanamıyacak kadar büyütmüş olduğu için yüksek sesle
tekbir getirmiş olmalıdır. Hatta sualin Allah'ın görülmesiyle ilgili olduğu
tahmin edilmiştir. Nitekim Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye de aynı şey
sorulunca, sualin tüylerini kabarttığını söylemiştir. Tîbî, İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ)'ın: "Biz Benî Hâşim'deniz" demesini, Ka'b'ı öfkesinden
teskin maksadıyla bir uyarı, cevabı düşünerek vermesi için bir ikaz olarak
değerlendirir. Yani, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Biz, demek
istemiştir, ilim ve marifet ehli kimseleriz, sizin cevap verilmez bulduğunuz
kadar cevaptan uzak şey sormayız." İşte bu ikaz üzerine Ka'bu'l-Ahbar
düşünüp: "Allah rü'yeti ile kelâmını Muhammed ile Mûsa (aleyhissalâtu
vesselâm) arasında taksim etti." şeklinde başlayan cevabını vermiştir.
Ka'b'ın bu cevabından anlıyoruz ki, Ka'b, Necm
suresinde geçen rü'yet meselesinde Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) gibi
düşünmüyor. Hz. Aişe, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Cebrâil'i
suret-i asliyesi ile iki kere gördüğü kanaatinde olmasına rağmen Ka'b,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Cenab-ı Hakk'ı iki kere gördüğü
kanaatindedir.
Hz. Aişe'nin tüylerinin kabarması, onun
Allah'ın büyüklüğü karşısında duyduğu heybet hissinden, O'nu görülebilir
olmaktan münezzeh tutmasındandır. Allah'ın görüldüğüne inanmak ona göre
teşbihtir, tenkistir, tenzihe aykırıdır, böyle demek muhaldir. Böyle bir
inanca düşmekten korkmuştur ve tüyleri diken diken olmuştur.
Tirmizî'nin yer verdiği bir başka rivayette
İbnu Abbas, Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ)'ye şöyle mukabele etmiştir:
يا اُمُّ المؤمِنِينَ اُنْظُِرينِى وََ تُعْجِلِينِى اَلَيْسَ اللّه تَعالى
يَقُولُ وَلَقَدْ رَآه نَزْلةً اُخرَى وَلَقَدْ رَآهُ بِا‘ُفُقِ الْمُبِينَ
Yani: "Ey mü'minlerin annesi, hele beni bir
dinleyin, reddetmede acele etmeyin. Cenâb-ı Hakk âyet-i kerime'de
وَلَقَدْ رَآهُ نزْلَةً اُخْرى
"Andolsun ki O'nu diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü"
(Necm, 13-14);
وَلَقَدْ رَآهُ بِاُفُقِ الْمُبِينَ
"Andolsun ki O (sahibiniz) onu apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir, 23)
buyurmuyor mu?"
Hadiste geçen Ciyâd bir yer adıdır. "Mekke'nin
aşağısından bir mevki" diye târif edilir. Bazı rivayetlerde
اَجْيَاد ecyâd şeklinde gelir.
Buradaki görüşünde, Cibril gökyüzünü tamâmen bürümüş vaziyette idi. Her
nereye baksa onu görüyor başka bir şey görmüyordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın,
Cebrail'i iki sefer görüşünden maksat, yaratıldığı aslî suretiyle
görülüşüdür. Altı yüz kanatlı, ufuğu tamamen kaplamış olarak görülüşler
kastedilir. İşte bu tarzda görülüş iki defa olmuştur. Cebrail
(aleyhisselam)'in, insan suretinde Resûlullah'a görünmesi pek çok defa vukua
gelmiş ve hatta bu şekilde, onu ashabtan bazıları da zaman zaman
görmüştür.Sadedinde olduğumuz hadis bir kısım ziyade ve noksanlarla farklı
şekillerde rivayet edilmiştir. Sahiheyn'de gelen bir vechi şöyledir:
"Aişe'ye dedim ki: Pekâla Cenab-ı Hakk'ın,
دَنَا فَتَدَلَّى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أوْ اَدْنى
sözü nerde? Aişe: "Bu Cibril
(aleyhisselam)'dir, normalde bir insan suretinde gelirdi. Ayette temas
edilen gelişte yaratıldığı surette geldi" dedi."
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. في قولهِ تعالى: ]أفَرَأيتُمُ الَّتَ
وَالْعُزَّى. قالَ كانَ الَّتُ رَجًُ يَلُتُّ سَوِيقَ الحَاجِّ[. أخرجه البخارى
.
5. (803)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Allah'ı bırakıp taptığınız Lât'ın,
Uzza'nın ve (bunların) üçüncüsü olan diğer Menât'ın (herhangi bir şey
hakkında zerrece kudretleri var mı? Bize haber verin" (Necm, 19-20)
meâlindeki âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Lât (Ka'be'yi ziyarete gelen)
hacılara (yağ ile) sevik
(denen yiyeceği) karıp hazırlayan bir adamdı." [Buharî, Tefsir, Necm 2.]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, âyette zikredilen bir kaç put
isminden Lât hakkında bilgi vermektedir. Lât putunun menşei hakkında
kaynaklarda farklı izahlar rivayet edilmiştir. Rivayette, İbnu Abbas'ın
yaptığı açıklama mezkur izahlardan birini aksettirir: Buna göre, Lât ismi,
döğüp ezmek ve bulayıp karmak manalarına gelen,
لَتَّ (Lette) kökünden ismi
fâildir. Rivayete göre, vaktiyle bir adam yağ ile sevik karıp hacılara
yiyecek hazırladı. Sonradan onun hâtırasına bir put yapılarak ma'bud ittihaz
edildi ve kavud karan manasına Lât denildi. Bu İbnu Abbas'ın açıklaması.
Bir başka açıklamaya (Taberî'ye) göre, Ellât
Allah lâfzındandır. A-raplar tanrıları dişi telakki ettikleri için, Allah
lâfzının sonuna dişilik te'si (tâ-i te'nis) ilâve edilmiştir, erkeğe Amr,
kadına Amre; erkeğe Abbas, kadına Abbâse dendiği gibi, müşrikler, putlarına
Allah'ın isimlerinden isimler vermişler, böylece Allah isminden el-Lat;
el-Aziz isminden el'Uzzâ isimlerini elde etmişlerdir.
ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَا رَأيْتُ شَيْئاً أشْبَهَ
بِاللَّمَمِ مِمَّا قَالَ أبُو هريرة: إنَّ النَّبىّ # قالَ: إنَّ اللّهَ
كَتَبَ عَلَى ابْنِ آدَمَ حَظَّهُ مِنَ الزِّنَا أدْرَكَ ذلِكَ َ مَحَالَةَ.
فَزِنَا العَيْنَيْنِ النَّظَرُ، وَزِنَا اللِّسَانِ النُّطْقُ، وَالنَّفْسُ
تَمَنَّى وَتَشْتَهى. وَالْفَرْجُ يُصَدِّقُ ذلِكَ أوْ يُكَذِّبُهُ[. أخرجه
الشيخان وأبو داود .
6. (804)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Ebû Hüreyre (radıyallahu
anh)'nin şu rivayete temas ettiği şeyden Lemem'e daha ziyade benziyenini
görmedim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Allah âdemoğluna
zinâdan nasibini yazmıştır. Bu mutlaka ona ulaşacaktır: "Gözlerin zinâsı
nazardır, dilin zinâsı konuşmaktır. Nefis de temenni eder ve iştah duyar.
Ferc de bunu tasdik veya tekzib eder." [Buharî, isti'zân 12, Kader 9;
Müslim, Kader 20, (2657); Ebû Davud, Nikâh 44, (2152).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Necm suresinde geçen
الّذين يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ اِثْمِ وَالْفَوَاحِشِ اِّ اللَّمَمَ
"(O güzel hareket edenler), Lemem (ufaktefek
günahlar) hâriç olmak üzere, günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan
kaçınanlardır..." (Necm, 32) meâlindeki âyeti açıklamak sadedinde vârid
olmuştur.
Ayet-i kerimede Cenâb-ı Hakk, Lemem
kelimesiyle ifade ettiği ufak tefek günahlar dışında kalan büyük günahlardan
ve bilhassa fuhşiyattan kaçınanları cennetle mükâfaatlandıracağı güzel
hareket edenler sınıfına dahil etmektedir.
Öyle ise, güzel hareket edenlerden olmaya mani
olmayan küçük günahlar, yani lemem'den maksad nedir? Hangi davranışlar,
günahlar buna girer?
İşte İbnu Abbas (radıyallahu anh) bu soruyu
cevaplandırmakta ve: "Burada zikri geçen Lemem'e en uygun günahlar, Ebu
Hüreyre tarafından rivayet edilmiş bulunan şu hadiste dikkat çekilen
günahlardır" demektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hadiste
kişinin zinâ manasına giren bir kısım günahlardan kaçınamayacağını
belirtmektedir: Zinâya sevkedici müheyyic, haram şeylere bakmak, bu çeşitten
müheyyic, gıcıklayıcı sözler söylemek ve bûse gibi fiilî davranışlar.
Aliyyu'l-Kârî: "Hadiste zikredilen nasibten
murad, zinanın mukaddemâtıdır, (yâni zinaya götüren ön sebepler)" der ve
bunlardan mühimlerini sayar: Temenni etmek, bu maksadla harekete geçmek,
konuşmak, bakmak, elle temas etmek ve başabaş yalnız kalmak...
Ancak hadis-i şerifte zinânın sebebine dikkat
çekildiği de söylenmiştir: Buna göre, asıl sebep, şehvet duygusu ve
kadınlara duyulan meyildir. İki göz, kalb ve ferc bu maksadla yaratılmıştır,
zina lezzetini de bunlar tadarlar.
Keza: "Hadis, zinânın, esâs itibariyle bu
şekilde cereyan edeceğinin ezelde takdir edildiğini bildirmektedir" de
denmiştir.
Âlimlerden bazıları şu hususa da dikkat
çekmiştir: "Zinânın ezelde yazılmış olması" herkes behemahal bu söylenen
zinalardan birine mecburi şekilde düşecek mânasına gelmez. Bilâkis,
fıtratına hubbu'şşehvet (şehvet sevgisi) konmuştur, demektir. Zira Cenab-ı
Hakk, dilediğini rahmetiyle ve fazlıyla korur."
Özetlemek gerekirse hadis gerçek manada
zinânın vukua geliş vetiresini anlatmaktadır:
1- Herkesin fıtratında şehvet duygusu vardır.
2- Bu duygu icabı nefiste (kalbte) zina arzusu
doğabilir.
3- Göz bakar, dil, el, ayak harekete geçer.
4- Ferc bunu tasdik eder veya reddeder.
İşte ferc reddettiği takdirde, zina
kelimesiyle ifade edilen mukaddemât, ayet-i kerimede lemem denen ve
affedileceği belirtilen ufaktefek günahlar çerçevesinde kalmaktadır. İbnu
Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın yorumu budur.
Büyük günahın tarifi için müteakip açıklamaya
bakın.
ـ7ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه في قولِهِ تعالى: ]الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ
كَبَآئِرَ ا“ثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إَّ اللّمَمَ. قالَ: قَالَ رسولُ اللّه #: إنْ
تَغْفِرِ اللَّهُمَّ تَغْفِرْ جَمَّا. وَأىُّ عَبْدٍ لَكَ َ ألَمّا[. أخرجه
الترمذى وصححه .
7. (805)-
Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anh), "(O güzel hareket edenler), lemem hâric
olmak üzere günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır" (Necm, 32)
meâlindeki aynı âyet hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ey Rabbim, sen affedicisin, hepsini affet,
küçük günah işlemeyen kulun yoktur." [Tirmizî, Tefsir, Necm, (3280).]
AÇIKLAMA:
Hadis, sanki şart cümlesidir: "Eğer
affedersen, ey Allah'ım çok affet..." gibi. Ancak, Gaffar olan Cenâb-ı
Hakk'ın kapısına böyle bir üslubla müracaat kulluk edebine münâsib düşmez.
Bu sebeple âlimler: "Ya Rab, mâdem senin şe'nin affetmektir, öyleyse toptan
affet" şeklinde anlaşılması gereğine dikkat çekerler.
Esâsen, rivayette Hz. Resûl (aleyhissalâtu
vesselâm)'ün sözü olarak gözüken kısım, bir beyttir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) muasırı olan bir Arab şâirinin, Ümeyye İbnu
Ebi's-Salt'ın bir şiirinden inşâd buyurmuştur.
Ümeyye İbnu Ebî's-Salt Sakîfli bir şâirdir.
Şiirleri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna giderdi. Zaman zaman
bazı beytlerini inşâd ettiği ve hatta: "Ümeyye Müslüman olayazdı" dediği
rivayet edilir. Bâzı rivayetler onun Müslüman olmaya azmettiğini bile
kaydeder. İbnu's-Seken, onu es-Sahâbe'de zikreder, İslâm ona ulaşmadı der.
Ancak Müslüman olup hicret etmek üzere yola çıktığı, Bedir'e kadar geldiği,
orada Müslümanların müşrikleri öldürüp Bedir Kuyusu'na attıklarını duyunca
, müşrikler için mersiye yazdığı ve kâfir olarak dokuzuncu hicri senede
Tâif'te öldüğü ittifakla kabul edilir.
Lemem'in ne olduğu hususunda farklı fikirler
ileri sürülmüş ise de Cumhur "küçük günahlar" diye açıklamıştır. "Bu,
zinâdan küçük olan öpme, gamze, nazar" demiş ve hakkında had cezası vârid
olmayan yalana benzetmiştir.
Büyük Günah'ı da: "Allah'ın ateşle korkuttuğu
her günah" veya "Hakkında had cezası konmuş olan suçlar: Katl, zina, kazf,
hırsızlık... gibi" veya "fâilini şiddetle zemmettiği fiiller..." diye târif
etmişlerdir.
Fevâhiş (fahişe'nin cem'idir) de, hakkında
vaid (cehennemle korkutma) gelen her günah" veya "hassaten zinâ" diye
açıklanmıştır.
Sevîk:
Dilimizde kavud denen, kavrulmuş hubûbat veya kurutulmuş meyvelerin
kavrulduktan sonra öğütülmesi ile elde edilen bir yiyecek. Bedevîler
dağarcıklarına basıp yol azığı yaparlardı.