Kütübü Sitte

SÂD SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]مَرِضَ أبُوا طَالِبٍ فَجَاءَتْهُ قُرَيْشٌ وَجَاءَهُ النَّبىُّ #، وَعِنْدَ أبى طَالِبٍ مَجْلِسُ رَجُلٍ. فقَامَ أبُو جَهْلٍ كَىْ يَمْنَعَهُ مِنَ الجُلوسِ فيهِ. قالَ: وَشَكَوْهُ إلى أبى طَالِبٍ فقَالَ: يَا ابْنَ أخِى مَا تُرِيدُ مِنْ قَوْمِكَ؟ قَالَ: أرِيدُ مِنْهُمْ كَلِمَةً تَدِينُ لَهُمْ بِهَا الْعَرَبُ، وتُؤَدِّى إلَيْهِمْ الْْعَجَمُ بِهَا الْجِزْيَةَ. قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ؟ قَالَ: كَلِمَةٌ وَاحِدَةٌ يَا عَمِّ؛ قُولُوا: َ إلهَ إَّ اللّهُ. فقَالُوا إلهاً واحداً: مَا سَمِعْنَا بِهذَا في الْمِلَّةِ اŒخِرَةِ. إنْ هذَا إَّ اخْتَِقٌ. قالَ فَنَزَلَتْ: ص وَالْقُرآنِ ذِى الذِّكْرِ. إلى قَوْلِهِ: إنْ هَذَا إَّ اخْتَِقٌ)ـ1([. أخرجه الترمذى وصححه .

 

1. (767)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ebû Tâlib hastalanınca Kureyş de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yanına geldiler. Ebu Tâlib'in yanında bir kişilik yer vardı. Ebu Cehil oraya Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın oturmasını önlemek  için hemen kalktı. Kureyşliler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Ebû Tâlib'e şikayet ettiler. Ebu  Talib:

"- Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)

"- Kendilerinden bir kelime istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak bütün Acem  o kelime sâyesinde cizye ödeyecek" dedi. Ebu Tâlib atılarak:

"- Yani tek bir kelime mi?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Evet amcacığım tek bir kelime! Lâilâhe İllallah (Allah'tan başka ilâh yoktur!) diyecekler."

"- Tek Allah mı? Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi:

"Sâd. O şanlı, şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki, (gerçek), inkâr edenler(in iddia ettikleri gibi değildir). Bilâkis (onların dışı boş) bir onur, (içi ise tam) bir tefrika içindedir. Biz kendilerinden evvel nice ümmetleri helâk ettik. O zaman ne çığlıklar kopardılar. Halbuki (o vakit, azabtan kaçıp) kurtulma vakti değildi. O kâfirler içlerinden (kendilerinin başına çökecek) tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğine şaştılar. "Bu, dediler, bir büyücü, bir yalancıdır. O bütün tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış. Bu cidden acayip bir şey!" Onların elebaşlarından bir güruh (birbirine): "Yürüyün, mâbudlarınıza (ibadette) sebât edin. Şüphesiz ki, arzu edilecek olan budur" diyerek kalkıp gitmişti. Biz bunu diğer dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. O Kur'ân aranızdan ona mı indirilmiş? dedi." (Sâd, 1-8). [Tirmizî, Tefsir, Sa'd, (3230).][1]

______________ )ـ1( الذي في نسخ الترمذي طبعة بوق والهند: ص والقرآن ذي الذكر بل الذين كفروا في عزة وشقاق، إلى قوله: ما سمعنا بهذا في الملة آخرة إن هذا اختق.

 

AÇIKLAMA:

 

Bu vak'a bir başka rivayette biraz farklı olarak şöyle anlatılır:

"Ebu Talib hastalandığı zaman aralarında Ebu Cehil'in de bulunduğu bir grub Kureyşli, yanına girerek: "Kardeşinin oğlu ilâhlarımıza dil uzatıp hakaretler ediyor, şunları şunları yapıyor, şöyle şöyle söylüyor. Kendisini çağırıp da bu işten men etsen" dediler. Ebu Talib de birini göndererek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı çağırttı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) gelip, odasına girdi. Ebu Talib'le Kureyşliler arasında bir kişilik yer vardı. Ebu Cehil mel'un, Hz. Peygamber, Ebu Talib'e yakın oturduğu takdirde amcasına daha müessir olur diye korkarak hemen sıçrayıp o boşluğa oturdu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca, kapının yanına oturdu. Amcası ona:

"- Ey kardeşimin oğlu. Bu kavminin derdi ne de seni şikâyet ediyorlar? İddialarına göre, ilâhlarına hakaret ediyor, şöyle şöyle diyormuşsun!" der.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kavminden lâilâhe illallah demekten ibaret olan bir kelimeye gelmelerini teklif etmesi karşısında Kureyşliler, "Bunu evvelki dinde... -bir rivayette- başka dinde görmedik!" diye itiraz ediyorlar. Şârihler umumiyetle evvelki din veya başka din sözüyle Hıristiyanlığı kastettiklerini söylemiştir. Maamafih Kureyş'in kendi dinlerini kastetmiş olabileceklerini söyliyen de olmuştur. Yani: "Bu, atalarımızdan öğrendiğimiz dinde yok" demek istemişlerdir. Rivayet metninde meallerini kaydettiğimiz âyetlerin sonuncusundan da anlaşılacağı üzere, Sâd sûresinin belirtilen ilk sekiz âyeti onların bu sözleri üzerine nazil olur.[2]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/218-219.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/219-220.