ـ1ـ عن أنس رضى اللّه عنه. قال: ]قال رسول اللّه #: مَا أحَدٌ يَدْخُلُ
الجَنَّةَ يُحِبُّ أنْ يَرْجِعَ إلى الدُّنْيَا، وَلَهُ مَا عَلى ا‘رْضِ مِنْ
شَئٍ إَّ الشَّهِيدُ، وَيَتَمَنَّى أنْ يَرْجِعَ إلى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ
عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الْكَرامَةِ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود.وفي
رواية: إّ الشّهِيدَ لما يَرَى مِنْ فَضْلِ الشَّهَادَةِ .
1. (1010)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek
istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O,
mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı
temenni eder."
Bir rivayette şu ziyade mevcut: "... Şehid
hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler
sebebiyle... (dönmek ister)." [Buharî, Cihâd 5, 21; Müslim,İmâret 108, 109,
(1877); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 13, (1643); Nesâî, Cihâd 30, 6, 32).]
AÇIKLAMA:
Şehidin, mazhar olduğu üstünlükler,
imtiyazlar sebebiyle yeryüzüne geri gelme temennisini belirten çok sayıda
rivayet mevcuttur. Bazı rivayetlerde Cenâb-ı Hakk, şehidlere "Bir arzunuz
var mı?" diye sorar, şehidler hiçbir arzularının olmadığını, sadece
yeryüzüne dönerek Allah yolunda tekrar şehid olmayı temenni ettiklerini
belirtirler. Bazı rivayetlerde şu muhâverenin Cenab-ı Hakk'la Hz. Hamza ve
Mus'ab İbnu Umeyr (radıyallahu anhümâ) arasında geçtiği belirtilir:
"- Bir arzunuz var mı?"
"- Ruhlarımızı cesedlerimize geri koymanızı
ve senin yolunda ikinci kere öldürülmemizi diliyoruz!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), babası
Uhud'da şehid olan Hz. Cabir (radıyallahu anh)'e bir gün şunu söyler:
"- Allah, babana ne söyledi haber vereyim mi?
Dedi ki: "Ey Abdullah! dile benden, istediğini vereyim." Baban şunu söyledi:
"Ey Rabbim, bana yeniden hayat ver, senin yolunda ikinci kere öleyim." Allah
ona: "Benden daha evvel kesin karar çıkmış bulunuyor: "Ölenler dünyaya artık
dönmeyecekler!"
İbnu Battâl, sadedinde olduğumuz hadis
hakkında şu değerlendirmede bulunur: "Bu hadis, şehid olmanın faziletini
beyan zımnında gelen rivayeterin en güzelidir. Cihad hâriç, başka hiçbir
hayırlı amelde nefs bezledilmez. Bu sebeple bunun sevabı büyüktür."
Hadis, ölenlerin tekrar çeşitli şekillerde
cesetlere girerek yeryüzüne döneceğini iddia eden her çeşit tenâsuhcu
görüşlerin bâtıl olduğunu da kesin bir dille ifade etmektedir. Müslüman
olarak ölen insanların ruhlarının şu veya bu maksadla tekrar cesed giyip
yeryüzüne döneceğine inanmak, böylesi iddialara "olabilir" demek mümkün
değildir. Hadis bu hususta nasstır ve pek zâhirdir.
ـ2ـ وعن ابن أبى عميرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسول اللّه #: ‘نْ
أقْتَلَ في سََبِيلِ اللّهِ تَعالى أحَبُّ إلىَّ منْ أنْ يَكُونَ لِى أهْلُ
المدَرِ وَالْوَبَرِ[. أخرجه النسائى .
2. (1011)-
İbnu Ebî Umeyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde
ve çadırda yaşayanların benim olmasından daha sevgilidir." [Nesâî, Cihâd 30,
(6, 33).]
ـ3ـ وعن المغيرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال:] أخْبَرَنَا نَبِيُّنَا # عَنْ
رِسَالَةِ رَبِّنَا أنَّهُ مَنْ قُتِلَ مِنَّا صَارَ إلى الجَنَّةِ فَنَحْنُ
أحَبُّ في الْمَوْتِ مِنْكُمْ في الحَيَاةِ[.
أخرجه البخارى تعليقا إلى قوله إلى الجنة. وأخرجه بطوله رزين .
3. (1012)-
Hz. Muğîre (radıyallahu anh) dedi ki: "Peygamberimiz (aleyhissalâtu
vesselâm), Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de bize bildirdi ki,
bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple biz, ölümü, sizin
hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz." [Buharî, Cizye 1, Tevhid 46,
(Buharî, Kitabu't-Tevhid'de muallak olarak kaydetmiştir. Rezîn tam olarak
kaydeder).]
AÇIKLAMA:
Muğîre bu sözlerini Nehâvend şehrinde İran
Valisi'ne karşı söyler. Buharî'de uzunca hikâye edildiği üzere Hz. Ömer
(radıyallahu anh) Nu'mân İbnu Mukarrin komutasında bir orduyu -Müslüman
olan Hürmüzân'ın tavsiyesi üzerine- İran'ın fethine yollar. Ordu, İran
içlerinde ilerledikleri zaman Nehâvend civarında 40 bin kişilik İran
ordusuyla karşılaşırlar. Orduya komutanlık eden bölge valisi Müslümanlardan
elçi taleb eder. Muğîre ibnu Şûbe (radıyallahu anh) uygun görülür.
Vali, tercüman vasıtasıyla, istiskal edici
bazı sözler sarfederek ne istediklerini sorar. Kaynakların kaydettiğine
göre, debdebeli şekilde hazırlanmış tahta, altın ve ipeklilerle tezyin
edilmiş mutantan ve muhteşem kıyafetlere bürünmüş, başında taç olduğu halde
oturup Muğîre (radıyallahu anh)'yi karşılayan valinin söyledikleri arasında
şu cümleler de var, ibretle okunmağa değer:
"Siz nesiniz? Siz Araplar, yine açlık ve
yokluğa uğradı da onun için geldi iseniz, gıda yardımı yapalım da dönün!"
Bir başka rivayette:
"Siz Araplar, en çok açlık çeken, her çeşit
hayırdan en uzak olan kimselersiniz. Ben şu esirlere emrederek sizi oklarla
düzene sokmalarını da isteyebilirdim, ancak cifelerinizden iğrendiğim için
bunu yapmadım."
Muğîre (radıyallahu anh) hamd ve senadan
sonra, -İbnu Ebî Şeybe' nin rivayetine göre- şu cevabı verir:
"- Bizim sıfatlarımızla ilgili olarak
söylediklerinizde hiçbir hata yapmadınız. Gerçekten biz öyleydik. Ama Allah
bize Resûlünü gönderince iş değişti.."
Buharî'nin rivayetinde cevabı şöyledir:"- Biz
Arap kavminden kimseleriz. Daha önceki şiddetli sefaletler, dehşetli
derbederlikler içindeydik. Açlıktan derileri ve hurma çekirdeklerini
emerdik, giydiklerimiz deri ve kıl, taptıklarımız taş ve ağaçlardı. Ancak
biz bu halde yaşayıp giderken sema ve arzların Rabbi -zikri ulu, şâni
yücedir- aramızdan, atasını ve annesini tanıdığımız birisini peygamber
olarak yolladı. Rabbimizin elçisi olan Peygamberimiz (aleyhissalâtu
vesselâm) bir olan Allah'a ibadet etmenize veya cizye ödemenize kadar
sizinle harbetmemizi emretti. Keza Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm),
bize, Rabbimizin risâletini bildirdi. Buna göre, bizden kim öldürülürse
cennete gidecek, benzeri görülmemiş nimetlere kavuşacaktır. Sağ kalanlarımız
da sizleri esir edecektir."
ـ4ـ وعن أبى قتادة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَجُلٌ يَارَسُول اللّهِ
أرَأيْتَ إنْ قُتِلْتُ في سَبِيلِ اللّهِ أتُكَفرُ عَنِّى خَطَايَاىَ؟ فقَالَ
رسولُ اللّه #: نَعَمْ إنْ قُتِلْتَ وَأنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ
غَيْرُ مُدْبِرٍ، ثُمَّ قَالَ كَيْفَ قُلْتَ؟ فَأعَادَ عَلَيْهِ. فقَالَ نَعَمْ
إَّ الدَّيْنَ فَإنَّ جِبْرِيلَ أخْبَرَنِى بِذلِكَ[. أخرجه مسلم ومالك
والترمذى والنسائى .
4. (1013)-
Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam sordu:
"- Ey Allah'ın Resûlü, Allah yolunda
öldürüldüğüm takdirde, bütün hatalarım örtülecek mi?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Evet, sen sabreder, mükâfaat bekler, geri
kaçmadan ileri atılır vaziyette olduğun halde öldürülürsen!"diye cevap
verdi. Ve adama sordu:
"- Nasıl sormuştun?"
Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine
aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı:
"- Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların
affedilecek. Zira Cebrâil bu hususu bana haber verdi!" [Müslim, İmâret 117,
(1885); Muvatta, Cihad 31, (2, 461); Nesâî, Cihâd 32, (2, 33).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin, aslında açıklayıcı bazı ziyadeler
var. Bu ziyade sayesinde kul hakkının ehemmiyetinin daha da tebârüz
ettirilmiş olduğunu görüyoruz. Buna göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) adamın sorusuna ilk cevabı verdikten sonra sükût buyururlar. Adam
da oradan ayrılır. Bir müddet sonra Resûlullah:
"- Az önce sual soran kimse nerede?" diye
aratır. Adam:
"- İşte benim", diye yanına gelince:
"- Ne demiştin?" diye soruyu tekrar ettirir.
İşte bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söyler:
"- Evet, ancak borç hariç. Bu hususu az önce
Cibrîl (aleyhisselam), bana gizlice söyledi."
2- Borçlu olmak aslında günah değildir. Günah
olan borcu ödeme işini terketmektir. Hadisin zahirinden anlaşılıyor ki, kişi
ödemeye gücü yettiği halde borcunu ödemezse günahkar olmaktadır. Suyutî,
bazı âlimlerden naklen şunu kaydeder: "Bu hadiste, kul hakkının
affedilmeyeceğine dikkat çekilmektedir. Çünkü kul hakkı, sıkıntı ve
meşakkate dayanmaktadır. Hatta, affedilmeyecek borcun, kişinin kabahatinden
ileri gelen borç olduğu da söylenebilir. Yani, kişi bu borcu, câiz olmayan
bir tarzda yapmıştır: Hile ile veya gasb yoluyla almak gibi, sonra da
bedeli zimmetinde borç olarak kalmıştır. Yahut da, ödememeye azmederek
borçlanmıştır. Böylesi davranışlar, hatalar arasında sayılmaktan istisna
edilmiştir. İstisnada esas, aynı cinsten olmaktır. Böylece câiz olan borç,
bu istisnada meskût geçilmiştir. Öyle ise bu borç sebebiyle, sâhibi muâheze
olunamaz, çünkü Cenab-ı Hakk'ın borç sahibi adına fazlından vermesi caizdir.
"
ـ5ـ وفي أخرى لمسلم عن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ #
قالَ: يُغْفَرُ لِلشَّهِيدِ كُلُّ ذَنْبٍ إَّ الدَّيْنَ[ .
5. (1014)-
Müslim, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ)'dan şunu kaydeder:
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Şehidin -borç hariç- bütün günahları
affedilir." [Müslim, İmâret 118.]
ـ6ـ وعن فَضَالَة بن عبيد قال: ]سَمِعْتُ عُمَرَ بنَ الخَطَّابِ يَقُولُ:
سَمِعْتُ النَّبىَّ # يَقُولُ: الشُّهَدَاءُ أرْبَعَةٌ: رَجُلٌ مُؤمِنٌ جَيِّدُ
ا“يماَنِ لَقِىَ الْعَدُوَّ فَصَدَقَ اللّهَ
تَعالى حَتَّى قُتِلَ فَذلِكَ الَّذِى يَرْفَعُ النَّاسُ أعْيُنَهُمْ إلَيْهِ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ هكَذَا وَرَفَعَ رَأسَهُ حَتَّى سَقَطَتْ قَلَنْسُوَتُهُ،
فََ أدْرِى قَلَنْسُوَةَ عُمَرَ أرَادَ أمْ قَلَنْسُوَةَ النَّبىِّ #. وَرَجُلٌ
مُؤْمِنٌ جَيِّدُ ا“يمانِ لَقِىَ الْعَدُوَّ فَكَأنَّمَا ضُرِبَ جِلْدُهُ
بِشَوْكِ طَلْحٍ مِنَ الجُبْنِ أتَاهُ سَهْمُ غَرْبٍ فَقَتَلَهُ فَهُوَ في
الدَّرَجَةِ الثَّانِيَةِ. وَرَجُلٌ مُؤْمِنٌ خَلَطَ عَمًَ صَالِحاً وَآخَرَ
سَيِّئاً لَقِىَ الْعَدُوَّ فَصَدَقَ اللّهَ تعالى حَتَّى قتِلَ فذلِكَ في
الدَّرَجةِ الثَّالِثَةِ. وَرَجُلٌ مُؤْمِنٌ أسْرَفَ عَلى نَفْسِهِ لَقِىَ
الْعَدُوَّ فَصَدَقَ اللّهَ تَعالى حتّى قتِلَ فذلِكَ في الدَّرَجَةِ
الرَّابِعَةِ[. أخرجه الترمذى.يقال »سهْمُ غَرْبٍ« با“ضافة وغيرها إذا لم يعرف
من رمى به .
6. (1015)-
Fadale İbnu Ubeyd anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i dinledim, "Hz.
Peygamber'den işittim" diyerek şu hadisi rivayet etti:
"Dört çeşit şehid vardır:
1- İmanı kavî mü'min kişi düşmanla
karşılaşır, öldürülünceye kadar Allah'a sadık kalır. İşte bu kıyamet günü,
insanların gıbta ile gözlerini kaldırıp bakacakları gerçek şehiddir. -Bunu
yaparken başını kaldırır ve kalansuvesi
yere düşer- (Fadâle der ki:) "Bu, Hz. Ömer'in kalansuvesi mi idi, yoksa
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kalansuvesi mi idi anlıyamadım."
2) İmanı sağlam (ancak önceki kadar şecaat
sahibi olmayan) bir mü'min düşmanla karşılaşır. Korkudan vücudu -talh
ağacının dikeni batmış gibi-
titrer. Bu sırada gelen serseri bir ok darbesiyle hayatını kaybeder. Bu,
ikinci derecede bir şehiddir.
3- İyi amelle kötü ameli karıştırmış mü'min
kişi, düşmanla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında (sabır ve şecâatte,
şehidliğin mükâfaatını beklemekte) Allah'a sâdık kalır. Öldürülünce bu
üçüncü mertebede bir şehid olur.
4. Günahkâr bir mü'min düşmanla karşılaşır,
ölünceye kadar Allah'a sâdık kalır. Bu da dördüncü derecede bir şehid olur."
[Tirmizî, Fedailu'l-Cihad 14, (1644).]
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
hadislerinde, her zaman akla gelebilecek bazı sualleri açıklığa
kavuşturmaktadır:
a) Şehidler sahip oldukları yüce mertebede
eşit midirler?
Bu hadisten anlıyoruz ki, daha önceki amel
durumuna, savaştaki ihlâs ve şecaat durumuna göre herkes farklı
derecelere sahip olacaktır. Ancak, başlıca dört mertebede mütâlaa
edilmelidirler. Buharî, şehadet meselesinde önceki amelin ehemmiyetine delil
olarak Ebu'd-Derdâ'nın "Sizler amellerinizle mukâtele edersiniz" sözünü
kaydeder. İbnu Hacer, bu sözün aslında,
اَيُّهَا النَّاسُ عَمَلٌ صَالِحٌ قَبْلَ الْغَزْوِ فَإنَّمَا تُقَاتِلُونَ
بِأعْمَالِكُمْ "Ey insanlar, gazveden
önce sâlih amel işleyin, zîra, sizler amellerinizle mukâtele etmektesiniz"
şeklinde olduğunu, başka kaynaklarda böyle geldiğini belirtir.
b) Fasık da şehid olabilir mi? Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "İmanı olan kimsenin, fâsık bile olsa, şehidlik
ücretini alacağını" müjdeliyor.
c) Savaş esnasında geri hizmette olan,
istirahat halinde iken veya tesâdüfi bir sebeple ölen de şehid midir?
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle bir soruya da "evet" cevabını
vermektedir.
2- Hadis şecâat ve korkaklık gibi hasletler
insanda fıtrî de olsa, kuvvetli ve cesur mü'minlerin Allah nazarında daha
sevgili olduklarını, onların derece yönüyle başka yönden emsal olanlara
tefevvuk (üstünlük) sağlayacaklarını belirtir.
3- Hadiste geçen
صَدَقَ اللّهَ حَتّى قُتِلَ
"öldürülünceye kadar Allah'a sadık kaldı" tâbiri dikkat çekicidir. Bu, her
mertebe şehâdette şart koşulan bir husustur. Yâni şehidlik mertebesini
almanın vazgeçilmez şartı. Allah'a hangi hususta sâdık kalınacağını
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hadiste açmamıştır. Şârihler bunu:
"Allah'ın üzerine borç kıldığı şecaate sâdık kalarak" veya
صَدَقَ diye şeddeli okuyup: "Şehâdet
hususundaki va'dinde Allah'ı tasdik ederek" şeklinde açarlar.
ـ7ـ وعن يحيى بْنِ سعيد ]أنَّ رسولَ اللّه # رَغَّبَ في الجِهَادِ وَذَكَرَ
الجَنَّةَ، وَرَجُلٌ مِن ا‘نْصَارِ يَأكُلُ تمَرَاتٍ في يَدِهِ. فقَالَ: إنِّى
لَحَرِيصٌ عَلى الدُّنْيَا إنْ جَلَسْتُ حَتَّى أفْرُغَ مِنْهُنَّ فَرَمى مَا
في يَدِهِ وَحَمَلَ بَسَيْفِهِ فقَاتَلَ حَتَّى قتِلَ[. أخرجه مالك .
7. (1016)-
Yahya İbnu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (Bedir'de bizleri) cihâda teşvik etti, cenneti hatırlattı. Bu
sırada Ensâr'dan biri, elindeki hurmalardan yemekte idi. Birden: "Ben
şunları bitirinceye kadar oturacak olursam dünyaya fazla hırs göstermiş
olacağım" dedi ve ellerindeki hurmaları fırlatarak kılıncını çekip
öldürülünceye kadar savaştı." [Muvatta, Cihâd 42, (2, 466); Buharî, Megâzî,
17; Müslim, İmâret 145, (1901).]
AÇIKLAMA:
Hâdise, Bedir Savaşı sırasında cereyan eder.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) savaşa başlamadan önce, askerleri
teşcî edici, cesaret ve metanet verici bir konuşma yapmıştı. İbnu İshak'ın
kaydettiği üzere şöyle hitab etmiş idi:
وَالَّذِى
نَفْسِى بَيَدِهِ َ يُقَاتِلُهُمُ الْيَوْمَ رَجُلٌ فَيُقْتَلُ صَابِراً
مُحْتَسِباً مُقْبًِ غَيْرَ مُدْبِرٍ إَّ اَدْخَلَهُ اللّهُ الجَنَّةَ
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e
yemin ederim, bugün her kim, şu müşriklerle sabrederek, Allah'ın sevabını
umarak ve geri dönmeden hep ilerleyerek savaşır ve öldürülürse Allah onu
mutlaka cennetine koyacaktır."
Müslim'in rivayetinde Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini de öğreniyoruz: "Haydi
kalkın, genişliği semâvât ve arz olan cennete buyurun!"
Bunun üzerine Umeyr İbnu'l-Humâm atılarak:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Genişliği semâvât ve
arz olan cennet mi?" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Evet"i
üzerine: "Vay! Vay!" çeker. Resûllulah: "Niye vay! vay! dedin?" diye
sorunca:
"- Cennetlik olmayı arzu ettim de onun için
böyle söyledim, Ey Allah'ın Resûlü!" der.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen
cennetliksin!" müjdesini verir.
Umeyr, hurmasını çıkararak yemeye başlar.
Sonra: "Ben bu hurmaları tüketinceye kadar yaşayacak olursam bu uzun bir
hayat olacak, cennete girmekte gecikeceğim!" der. Yanındaki bütün hurmaları
yere atar, sonra ölünceye kadar savaşmak üzere müşriklere saldırır ve şehid
düşer. Bir rivayete göre Bedir Savaşı'nda ilk şehid düşen bu zattır
(radıyallahu anh).
ـ8ـ وعن البراء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قالَ: ]جَاءَ رَجُلٌ مُقَنَّعٌ
بِالحَدِيدِ فقَالَ يَا رسُولَ اللّهِ أُقَاتِلُ أوْ أُسْلِمُ. فقَالَ: أسْلِمْ
ثُمَّ قَاتِلْ فَأسْلَمَ ثُمَّ قَاتَلَ فَقُتِلَ. فقَالَ النَّبىُّ #: عَمِلَ
قَلِيً وَأجِرَ كَثيراً[. أخرجه الشخان، وهذا لفظ البخارى.»المُقَنَّعُ« هو
المتغطِّى بالسح، وقيل المغطى رأسه به فقط .
8. (1017)-
Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zırh giyinmiş bir adam gelerek: "Ya
Resûlullah! Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı olayım?" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Müslüman ol, sonra savaşa katıl!" dedi.
Adam Müslüman oldu, savaşa katıldı ve öldürüldü. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onun hakkında:
"- Az bir amelde bulundu fakat çok şey
kazandı!" buyurdu. [Buharî, Cihâd 13; Müslim, İmâret 144, (1900).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste zikri geçen kimsenin şahsiyeti
belli değildir. Başka rivayetlerde de kesin bir şekilde belirtilmemiştir.
Ancak, İbnu Hacer, bunun Amr İbnu Sâbit olduğu kanaatini izhâr eder. Zira bu
zat hakkında sarîh olarak gelen bilgiler, bu hadiste geçen manaya muvafık
düşmektedir:
İbnu İshak'ta gelen rivayete göre Amr İbnu
Sâbit, "namaz kılmadan cennete giden kimse" olarak şöhret kazanmıştır. Ebu
Dâvud ve el-Hâkim'in rivâyetlerine göre, Amr, câhiliye devrinden kalma
faizleri sebebiyle İslâm'a girmemekte direnmekte idi. Uhud Savaşı sırasında:
"Kavmim nerede?" der. Uhud'a çıktıklarını öğrenince, kılıncını kuşanıp
onlara yetişir. Kavmi: "Bizim sana ihtiyacımız yok!" demişse de O: "Ben
Müslüman oldum" der ve savaşa katılıp yaralı düşünceye kadar çarpışır. Sa'd
İbnu Muâz (radıyallahu anh) yanına gelince: "Allah ve Resûlü lehine
(Mekkelilere) kızarak savaştım" der. Sonra ölür ve namaz kılmadan cennete
gider."
Ebu Hüreyre'den gelen sahih bir rivayette:
اَخْبَرُونِى
عَنْ رَجُلٍ دَخَلَ الجَنَّةَ لَمْ يُصَلِّ صََةً
"Bana, bir kerecik olsun namaz kılmadan
cennete giden bir zattan bahsettiler. Bu kimse Amr İbnu Sâbit imiş"
demiştir.
İbnu Hacer, bu mevzu üzerine gelen ve bazı
ihtilaflı noktaları bulunan rivâyetleri telif ederek sadedinde olduğumuz
hadiste zikri geçen mübhem zâtın Amr İbnu Sâbit olduğunu, bunun -diğer
rivayetlerde doğrudan savaşa katılmış gibi gösterilmiş olmasına rağmen- önce
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i görerek, -belki de savaş
meydanında- İslâm'a girdiğini, sonra da hemen savaşa katılıp, hiç namaz
kılma fırsatı bulmadan yaralanarak şehid düştüğünü belirtir. Şârihimiz
Nesâî'nin tahric ettiği bir rivayette gelen şu ibârenin de bu açıklamayı
te'yid ettiğine dikkat çeker:
اَنَّهُ قَالَ لِرَسُولِ اللّهِ # لَوْ اَنَّى حَمَلْتُ عَلى الْقَوْمِ
فَقَاتَلْتُ حَتَّّى اُقَتِّلَ اَكَانَ خَيْراً لِى وَلَمْ اَصَلِّ صََةً؟
قَالَ. نَعَمْ
"Amr İbn Sâbit (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a sordu: "Ben müşriklere saldırıp mukâtele etsem ve
bu esnâda öldürülsem namaz kılmamış olduğum halde bana bir faydası olacak
mı?" Resûlullah: "Evet olacak!" buyurdu."
ـ9ـ وعن راشد بن سعد عن رجل من الصحابة ]أنَّ رَجًُ قالَ يَا رَسُولَ اللّهِ:
مَا بَالُ المُؤْمِنينَ يُفْتَنُونَ في قُبُورِهِمْ إَ الشَّهِيدَ؟ فقالَ:
كَفَاهُ ببَارِقَةِ السُّيُوفِ عَلى رَأسِهِ فِتْنَةٌ[. أخرجه النسائى .
9. (1018)- Râşid İbnu Sa'd, ashaba mensup
birinden naklen anlatıyor: "Bir zât Resûlullah'a gelip: "Ey Alah'ın Resûlü,
niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?" diye sordu.
Resûlullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç
parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir." [Nesâî, Cenâiz 112.]
AÇIKLAMA:
Kabir fitnesi, kabirde, Münker-Nekir adındaki
meleklere verilecek hesaptır. Her mü'min orada imanı hususunda bir
imtihandan geçecektir. İmtihan sonunda da, amel durumuna göre sıkıntılı veya
sürurlu bir halde kıyameti, asıl büyük hesabı bekleyecektir. Hadislerde,
gerek Münker-Nekir'in imtihanı ve gerekse kabir azabı "fitne" kelimesiyle
ifade edilir.
Sadedinde olduğumuz hadisten öğreniyoruz ki,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Şehidlerin kabir fitnesine maruz
kalmayacakları"na dâir beyanlarından sonra, bazıları bunun sebebini merak
ederek sormuşlardır: "Her mü'min bu imtihandan geçerken, şehidler niye muaf
tutulmuştur?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölüm ihtimali içinde
yapılan mücâdelenin zorluğunu ifâde için: "Tepede kılıç parıltısı olduğu
halde cesaretle Allah için çarpışmak ve hayatını feda etmek, imânı isbat
eden yeterli bir imtihandır" manasında: "Başın üzerindeki kılıç parıltısı
imtihan olarak yeterlidir" diye cevap vermiştir:
ـ10ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أنَّ رسولَ اللّه # قال: ]مَا يَجِدُ
الشّهِيدُ مِنْ مَسِّ القَتْلِ إَّ كَمَا يَجِدُ أحَدُكُمْ مِنْ مَسِّ
الْقَرْصَةِ[. أخرجه الترمذِى .
10. (1019)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Şehidin ölüm (darbesinden) duyduğu ızdırab
sizden birinin çimdikten duyduğu ızdırap kadardır." [Tirmizî,
Fedâilu'l-Cihâd 26, (1668).]
ـ11ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: عَجِبَ
رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعالى مِنْ رَجُلٍ غَرَا في سَبِيلِ اللّهِ تَعالى
فَانْهَزَمَ أصْحَابُهُ فَعَلِمَ مَا عَلَيْهِ فَرَجَعَ حَتَّى أرِيقَ دَمُهُ
فَيَقُولُ اللّهُ تَعالى لِلْمَئِكَةِ انْظُرُوا إلى عَبْدِى رَجَعَ رَغْبَةً
فِيمَا عِنْدِى وَشَفَقاً مِمَّا عِنْدِى حَتَّى أرِيقَ دَمُهُ أشْهدُكُمْ
أنِّى قَدْ غَفَرْتُ لَهُ[.
11. (1020)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Rabbimiz, Allah yolunda savaşan şu kimseye
taaccüb etmiştir: Arkadaşları hezimete uğra(yıp kaçmış)tır. Ancak O,
(kaçmanın haram olduğunu düşünerek) kendisine düşen sorumluluğun idrakiyle
geri dönerek, öldürülünceye kadar düşmanla çarpışmıştır. Bunun üzerine Aziz
ve Celil olan Allah, meleklere (iftiharla) şöyle der: "Şu kuluma bakın,
benim nezdimde olan mükâfaatı) düşünüp katımda olan (cezâdan) korkarak geri
döndü, öldürülünceye kadar savaştı." [Ebu Dâvud, Cihâd 38, (2536).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, savaş sırasında, tek başına bile
kalsa kaçmayıp sebat etmenin fazileti ifade ediliyor. Böyle bir askerden
Cenâb-ı Hakk'ın memnuniyeti taaccüble ifade edilmiştir. "Taaccüb", sebebi
bilinmeyen bir durum karşısında duyulan hayrete ve hayranlığa ıtlak olunur.
Her şeyi bilen Allah'ın tacccüb etmesi, hayrete düşmesi kelâmî açıdan yanlış
olur, Zat-ı Akdes'i, insanlara benzetmek olur. Şu halde bu bir mecazdır,
hakikatı ise, Allah'ın razı ve memnun olmasıdır.
Savaş şartlarında bir askerin davranışı
neticeye müessir olabilir. Bir korkağın paniğe düşüp kaçması, öbürlerine de
sirayet edebileceği gibi bir cengâverin sebatı da başkalarının sebatına
sebep olabilir. Savaşı kazanmanın asıl sırrı, âyet-i kerime ile sabittir ki
düşmandan daha sabırlı olmaya bağlıdır. (Âl-i İmrân 200).
Mü'min savaşın en zor, hezimet anında bile
canının derdine düşmemek, Allah'ın mükâfaat ve cezasını düşünerek, O'nun
rızasına uygun olanı yapmakla mükelleftir. Böylesi bir hâl, zafer şansını
artıracaktır.
ـ12ـ وعن عبد الخبير بن قيس ثابت بن قيس بن شمّاس عن أبيه عن جده رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قال: ]جَاءَتِ امْرَأةٌ إلى رَسولِ اللّهِ # يُقَالُ لَهَا أمُّ
خََّدٍ وَهِىَ مُتَنَقِّبَة تَسْألُ عَنِ ابْنٍ لَهَا قُتِلَ في سَبِيلِ
اللّهِ. فقَالَ لَها بَعْضُ أصْحَابِهِ: جِئْتِ تَسْألِينَ عِنِ ابْنِكِ
وَأنْتِ مُتَنَقِّبَةٌ؟ فقَالَتْ إنْ أُرْزَا ابْنِى فلَنْ أرْزَأ حَيَائِى.
فقَالَ لَهَا النَّبيُّ #: ابْنُكِ لهُ اَجْرُ شَهِيدَيْنِ. قالتْ: وَلِمَ؟
قالَ: ‘نَّهُ قَتَلَهُ أهْلُ الْكِتَابِ[. أخرجهما أبو داود.
12. (1021)-
Abdü'l-Habîr İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays İbni Şemmâs an ebîhi an ceddihi
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Ümmü
Hallâd adında bir kadın yüzü örtülü olduğu halde gelerek Allah yolunda
öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi. Ashab'tan biri kadına: "Sen,
yüzü örtülü olduğun halde gelip oğlundan mı soracaksın?" dedi. Kadın: Oğlumu
kaybetti isem de hayamı kaybetmedim" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına:
"- Oğlun iki şehid mükâfatı elde etmiştir!"
dedi. kadın:
"- Bunun sebebi nedir, ey Allah'ın
Resûlü?"diye sorunca şu cevabı verdi:
"- Çünkü onu Ehl-i Kitap öldürdü!" [Ebu Dâvud,
Cihâd 8, (2488).]
ـ13ـ وعن سَهْل بن حُنَيف رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أن رسولَ اللّه # قال: ]مََنْ
سَألَ اللّهَ الشَّهَادَةَ بِصِدْقٍ بَلّغَهُ اللّه مَنَازِلَ للشُّهَدَاءِ،
وَإنْ مَاتَ عَلى فِراشِهِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .
13. (1022)-
Sehl İbnu Huneyf (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Kim sıdk ile Allah'tan şehid olmayı taleb
ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile
olsa" buyurdu." [Müslim, Cihâd 156, 157, (1908, 1909); Ebu Dâvud,Salât 361,
(1520); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 19, (1653); Nesâî-Cihâd 36, (6, 36); İbnu
Mâce, Cihâd 15, (2797).]
ـ14ـ وعن أبى مالك ا‘شعرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ رسولَ اللّه # قال: مَنْ
فَصَلَ في سَبِيلِ اللّه فَمَاتَ أوْ قُتِلَ أوْ وَقَصَهُ فَرَسُهُ أوْ
بَعِيرُهُ أوْ لَدَغَتْهُ هَا İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/مَّةٌ
أوْ مَاتَ عَلى فِرَاشِهِ بأىِّ حَتْفٍ شَاءَ اللّه تَعالى مَاتَ فَهُوَ
شَهِيدٌ[. أخرجه أبو داود.
14. (1023)-
Ebu Mâlik el-Eş'ârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki:
"Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da
öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya bir zehirli
sokar veya yatağında ölür ise, Allah'ın dilediği hangi musibetle ölmüş
olursa olsun şehit olarak ölür." [Ebu Davud, Cihâd 15, (2499).]
ـ15ـ وفي أخرى له: ]قِيلَ ىَا نَبىَّ اللّهَ مَنْ في الجنَّةِ؟ فقَالَ:
النَّبيُّ في الجنَّةِ وَالشَّهِيدُ في الجنَّةِ، وَالموْلُودُ في الجنَّةِ،
وَالْوَئِيدُ في الجنَّةِ[. ومعنى »فصل« أى خرج .
15. (1024)-
Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resûlü, kim cennete gidecek?" diye
sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Peygamber cennetliktir, şehid
cennetliktir, çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk
cennetliktir." [Ebu Dâvud, Cihâd 27, (2521).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste suale maruz kalmadan cennete
gidecekler belirtilmektedir. Peygamberler, şehidler, küçükken ölenler ve
diri diri toprağa gömülen çocuklar.
Çocuk tâbirinin içine, büluğa ermeyen
kız-erkek, düşük bütün çocuklar dahildir. Gayr-ı müslim çocuklarının durumu
-çeşitli rivayetler muvâcehesinde- münâkaşa edilmiş ise de esas olan onların
da cennetlik olmalarıdır.
Veîd, diri diri toprağa gömülen çocuklara
denir. İslâm öncesi devirde Araplar ar duygusuyla kızlarını, açlık
korkusuyla da (bâzı hallerde) erkekleri ve kızları diri diri toprağa
gömerlerdi. Bu geleneğe Kur'ân-ı Kerim bazı âyetlerinde yer verir. Tekvir
sûresindeki bir âyet şöyle buyurur:
وَإذَا
الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ بِاَىِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ
"Diri diri gömülen kız çocuğunun (kıyamet
günü), hangi günahı için öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman..." (Tekvir
8-9).
ـ16ـ وعن أبى النصر )ـ1( قال: ]مَرَّ النبىُّ # بِشُهَدَاءِ أحُدٍ. فقاَلَ
هؤَُءِ أشْهَدُ عَليْهِمْ. فقَالَ أبوُ بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ألَسْنَا
بِإخْوَانِهِمْ يَا رَسُولَ اللّه أسْلَمْنَا كَما أسْلَمُوا وَجَاهَدْنَا
كَمَا جَاهَدُوا. فقَال #: بَلى؛ وَلكِنْ أدْرِى مَا تُحْدِثُونَ بَعْدِى
فَبَكَى أبُو بَكْرٍ ثُمَّ قَالَ: وَإنَّا لَكَائِنُونَ بَعْدَكَ؟[. أخرجه مالك
.
16. (1025)-
Ebu'n-Nasr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Uhud şehidlerine uğradı ve: "İşte bunlar var ya, bunlar için şehadet ederim"
dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü biz onların
kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl Müslüman oldularsa biz de Müslüman
olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad ediyoruz!" dedi. Resûlullah
şu cevabı verdi:
"- Evet (söylediğiniz hususlar doğru), ancak
benden sonra ne gibi bid'alar çıkaracağınızı bilemiyorum."
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ağladı, ağladı
ve sonra:
"- Yani biz senden sonraya mı kalacağız?
(diye eseflendi)." [Muvatta, Cihâd 32, (2, 461-62).]
AÇIKLAMA:
Uhud'da 64'ü Ensar'dan, 6'sı Muhacirun'dan
olmak üzere 70 Müslüman şehid düşmüş idi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onların imanlarına ve İslâm adına gösterdikleri fedâkarlıklara
şehâdet edeceğini belirtmiştir. İçlerinden gelerek bedenen, ruhen, mâlen
fedakârlıklar yapmışlar, hiç tereddüde düşmeden evlâdlarının yetim ve
hamisiz kalmalarını göze almışlardı. Meselâ Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in
babası 9 tane kız çocuğunu yetim bırakmıştı. Uhud şehidlerinin bir kısmından
gelen menkıbeler gösteriyor ki, onlar bu fedakârlıkları yaparken sadece ve
sadece Allah'ın rızasını düşünüyorlar, Rablerinin vaadettiği uhrevî
makamlara bir an önce kavuşmak istiyorlardı. Mesela Enes İbnu'n-Nadr
(radıyallahu anh) gibi bazıları savaşın bidayetinde: "Ben cennetin kokusunu
duyar gibi oluyorum" diyerek savaşa katılmıştı. Bazısı, elindeki hurmaları
atıp ölünceye kadar çarpışmıştı. Amr İbnu Cemûh gibi bazıları savaşa
giderken: "Ya Rabbi, beni artık aileme döndürme (şehadeti nasib et)" diye
dua etmişti. Bazıları yaşlı oldukları için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) tarafından şehirde bırakıldıkları halde, şehid olmak ümidiyle
habersizce katıldılar. Sâbit İbnu Vakş ve Huseyl İbnu Câbir bunlardandı.
Hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Uhud şehidleri lehine ne hususlarda şehadet edeceği sarih olarak
zikredilmemiştir. Bu, o zamanki muhataplarca malum idi. Nitekim yukarıda
bazı hallerini belirttik. Şârihler "İmanlarının sıhhatine, büyük
günahlardan uzak olduklarına, dini tebdil ve tağyir etmediklerine, dünya
menfaatleri için aralarında rekâbet ve kıskançlık yapmadıklarına vs." diye
biraz daha açarlar.
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in sondaki
sorusu cevap bekleyen hakiki bir soru değildir. Resûlullah'tan ayrılmış, onu
kaybetmiş olarak yaşayacağından duyduğu üzüntünün ifadesidir.
İbnu Abdilberr, bu hadise dayanarak Uhud
şehidlerinin ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den önce ölenlerin
öbürlerinden efdal olduklarını söylemiştir.
Kalansuve, serpuş demektir, başa giyilen şey. Sarık olmadığına göre,
gereği hallerde üzerine sarık sarılan fesimsi bir serpuş; takke.
Talh ağacı, Kamus'ta büyükçe bir ağaç nevi diye açıklanır. Muz
ağacına da talh denir. Bu mânâda Kur'an'da zikri geçer.
İsim biraz ihtilaflıdır. Buharî'ye göre: Abdu'l-Habîr an Ebîhi an
ceddihi Sâbit İbni Kays ani'n-Nebiyyi (sallallahu aleyhivesselâm)
şeklinde olmalıdır.