ŞEHADET: Dinimizde fevkalâde yüce bir
mertebedir. Allah yolunda hayatını feda eden kimseye şehid denir.
Böylelerine şehid denmesi ya cennete gideceklerine şehâdet edildiği, yahut
vefat anında bir kısım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu, yahut da
kendisi, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda olduğu halde rızıklandırılacağı içindir.
Bu hususlarda rivayetler mevcuttur. Söylenenlerdende anlaşılacağı üzre şehid,
lügat olarak şâhid yani hazır bulunan mânasına gelir. Kur'ân-ı Kerim,
şehidlerin makamının yüceliğini, mükerrer âyetlerde belirtir, "onların diğer
ölüler gibi olmayıp diri olduklarını" haber verir ve onlara "ölü!"
demememizi emreder (Bakara 154). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da,
cennette, sâdece şehidlerin tekrar yeryüzüne geri dönüp, bir kere daha şehid
olmayı temenni edeceklerini söyler, kendisi de, peygamberlik gibi yüce bir
mertebeye sahip olmasına rağmen tekrar tekrar yeryüzüne gelip şehid olmayı
temenni eder.
Fakihler, şehidi üç çeşide ayırır:
1- Hem dünya hem de âhiret itibâriyle şehid
olanlar.
2- Sadece dünya ahkâmı itibâriyle şehid
olanlar.
3- Sadece âhiret ahkâmı itibâriyle şehid
olanlar.
1- Birinci grup şehid, mükellef ve tâhir
olduğu halde kendisine vâki bir tecâvüzle haksız olarak zulmen öldürülen ve
bundan dolayı vârislerine bir mal verilmesi lâzım gelmeyen herhangi bir
Müslümandır. Gayr-ı müslimlerle veya yol kesicilerle harp neticesinde
öldürülen ve ölüm sırasında cünüp olmayan âkil, bâliğ bir Müslüman böyle bir
şehiddir. Harp sahâsında gözünden kan gelmiş olmak gibi, üzerinde, öldürülme
alâmeti olduğu halde ölü bulunan bir Müslüman askeri de böyle bir şehiddir.
Keza, malını, ırzını, nefsini, sair Müslümanlar'ı veya Müslümanların
himayesindeki gayr-i müslimleri (zımmîleri) müdâfaa ederken, yaralayıcı bir
âletle haksız yere derhal öldürülmüş bulunan mükellef, tâhir bir Müslüman da
böyle bir şehiddir.
Bu kısım şehidler, şehâdetin zâhirî ve bâtınî
şartlarını hâiz hakikî şehiddirler. Bunlardan herbirine şehid-i hükmî denir.
İmam-ı Âzam'a göre bunlar, yıkanılmaksızın, sâdece namazları kılınarak
defnedilirler. Elbiseleri de çıkarılmaz ve kefenlenmezler. Üzerindeki
silahları, kefen için gerekli miktardan ziyade olan kaput, palto gibi fazla
elbiseleri alınır, eksikse bir şeyler ilâvesiyle tamamlanır. Diğer üç imama
göre, böyle bir şehide namaz da kılınmaz.
2- Kalbinde nifak bulunduğu halde zâhiren
Müslüman görünüp, cephede Müslümanların safında savaşırken düşman
tarafından öldürülen herhangi bir şahıs dünya ahkâmı itibâriyle hükmen şehid
addedilir. Birincide olduğu üzere kendisine aynı şehid muamelesi yapılır.
Ancak âhiret ahkâmıyla şehid sayılmaz.
3- Üçüncü gruba, şehid-i kâmilde aranan
dünyevî şartlardan bâzıları eksik olup, vefatı âhiret ahkâmı itibâriyle
şehâdet sayılan herhangi bir Müslümandır. Meselâ hata yoluyla öldürülüp
vârislerine diyet ödenen Müslüman, âhiret itibariyle şehid sayılsa da,
dünya ahkâmıyla şehid sayılmaz. Binaenaleyh yıkanır, kefenlenir ve namazı
kılınır. Keza meşru şekilde savaşırken, aldığı yaranın te'siriyle hemen
ölmeyip ilaç aldıktan, yiyip içip, konuştuktan veya üzerinden bir namaz
vakti geçtikten sonra ölen kimse de bu gruba girer. Keza suda boğulan,
ateşte yanan, bina altında kalan, veba, tâun, ishal, sıtma zatülcenp
hastalıklarından biri ile veya akrep sokması ile, nifas halinde veya gurbet
ilinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde vefat eden bir Müslüman
şehiddir. Keza sevabını Allah'tan bekleyen bir müezzinin doğru muameleli bir
Müslüman tâcirin, âilesinin nafakasını meşru yoldan kazanma neticesinde ölen
herhangi bir Müslümanın vefatı da hep bu gruba girer. Bütün bunlara âhiret
ahkâmı itibâriyle şehid denir. Bunlar diyanetleri tam idiyseler ahiret
itibâriyle hakikî şehid olurlar, ancak kendilerine dünya ahkamı itibâriyle
şehid muâmelesi yapılmaz. Diğer Müslümanlara yapılan mutad muâmele yapılır.
Şu halde bu bahis, şehidler hakkında
fukahayı, özetle kaydettiğimiz bu hükümleri vermeye sevkeden rivayetlerden
bazılarını tesbit etmektedir.
ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه # مَا تَعُدُّونَ
الشَّهِيدَ فِيكُمْ؟ قالُوا يَارسُولَ اللّهِ مَنْ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ
فَهُوَ شَهِيدٌ. قَالَ: إنَّ شُهَدَاءَ أمَّتِى اِذاً لقَلِيلٌ. قَالُوا:
فَمَنْ هُمْ يَارسوُلَ اللّهِ؟ قاَلَ
مَنْ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ مَاتَ في سَبِيلِ اللّهِ
فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ ماتَ في الطَّاعُونِ فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ مَاتَ في
البَطْنِ)ـ1( فَهُوَ شَهِيدٌ. والغَرِيقُ شَهِيدُ[. أخرجه مسلم ومالك والترمذى
.
1. (1149)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sordular:
"İçinizden kime şehid dersiniz?"
"Ey Allah'ın Resûlü, dediler, Allah yolunda
öldürülen şehiddir."
"Öyleyse, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), ümmetimin şehidleri azdır."
"Peki, dediler, daha kimler şehiddir, Ey
Allah'ın Resûlü?"
"Allah yolunda öldürülen şehiddir. Allah
yolunda ölen şehiddir. Tâunda ölen şehiddir. Karnı sebebiyle ölen şehiddir,
boğularak ölen şehiddir." [Müslim, İmâret 165, (1915); Muvatta,
Salâtu'l-Cemâ'a 6, (1, 131); Tirmizî, Cenâiz 65, (1063).]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
soru sorması, muhataplarının dikkatini ele alıp, tebliğatta bulunacağı
konuya çekmek içindir. Bu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sıkça
başvurduğu, ta'limî (didaktik) bir metoddur.
2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şehidleri sayarken "Allah yolunda öldürülenler" ile "Allah yolunda
ölenler"i ayrı ayrı gruplar olarak saymıştır. Zîra "öldürülenler"in içine
cephede şehid olanlar girse de, kendisini dine hizmete adamış bu maksatla
çalışırken şu veya bu şekilde, şurada veya burada ölenler girmez. Bunları
insanlar bilmese de Allah bilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böylece
"Allah yolunda ölenler"i şehid ilân etmekle, şehâdetin çerçevesini fevkalâde
genişletmiş, düşmanla savaş hali olmadan bile şehadet gibi fevkalâde
genişletmiş, düşmanla savaş hali olmadan bile şehadet gibi fevkalâde yüce
bir mertebenin her hal ve şartlarda, her vakitte kazanılma imkânını her
Müslümanın önüne koymuş olmaktadır
3- Karnı sebebiyle tâbiri umumiyetle "işkâl"
olarak anlaşılmıştır. Ancak karnından zuhûr eden başka çeşit hastalıkların
kastedilmiş olması ve hatta nifas halinde, hâmilelik halinde ölen kadınların
kastedilmiş olması da mümkündür. Bu sebeple tercümeyi asla uygun olarak
"karnı sebebiyle" diye mutlak bir mânada yapmayı uygun gördük.
4- Bu hadiste, âhiret ahkâmı itibâriyle şehid
sayılması gerekenlerden birçoğu zikredilmiştir:
a) Allah yolunda ölen,
b) Tâundan ölen,
c) Karnı sebebiyle (ishal, zatülcenb,
hamilelik, nifas vs.),
d) Boğularak ölen.Böylece, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), İslâm'ın şehâdet anlayışını "Allah yolunda
öldürülme"nin dışına çıkarmış olmaktadır.
ـ2ـ وفي رواية مالك والترمذى. ]قالَ النَّبى #: الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ، وراد
وصَاحِبُ الهَدْمِ)ـ2( شَهِيدٌ.وفي رواية عن جابر: والمَرأةُ تَمُوتُ
بِجُمْعٍ.وفي رواية أخرى صحيحة عن ابن عمرو بن العاص: وَمَنْ قُتِلَ دُونَ
مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ.يُقالُ »مَاتَتِ المَرأةُ بِجُمْعٍ«. إذَا ماتت وولدها
في بطنها .
2. (1150)-
İmam Mâlik ve Tirmizî'nin kaydettikleri bir rivayette Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır:"
Şu beş kişi şehiddir, (deyip önceki hadiste
geçenleri saydıktan sonra): Yıkıntı altında kalan da şehiddir" diye ilâve
etti.
Hz. Câbir (radıyallahu anh)'den gelen bir
rivayette: "Karnında çocuğu olduğu halde ölen kadın da şehiddir"
buyrulmuştur.
Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu
anhümâ) tarafından rivayet edilen bir diğer sahih hadiste: "Malını müdâfaa
ederken öldürülen şehiddir" buyurulmuştur. [Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 6, (1,
131); Tirmizî, Cenâiz 65, (1063).]
AÇIKLAMA:
Müellif, burada: "İmam Mâlik ve Tirmizî'nin
kaydettikleri bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurmaktadır: "Bu beş kişi şehiddir" diye kaydettikten sonra önceki
rivayete atıf yaparak rivayetin aslını vermez, tek madde kaydeder. Biz
metni ve tercümeyi kaydetmeyi uygun buluyoruz:
الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ: الْمَطْعُونُ وَالْمَبْطُونُ وَالْغَرِيقُ وَصَاحِبُ
الْهَدْمِ وَشَهِيدٌ في سَبِيلِ اللّهِ
"Şu beş kişi şehiddir: "Tâundan ölen, karın
hastalığından ölen, boğularak ölen, yıkıntı altında ölen, Allah yolunda
şehid olan."
ـ3ـ وعن أم حزام رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]قال رسولُ اللّه #:
المَائِدُ)ـ3( في البَحْرِ الَّذِى يُصِيبُهُ القَئُ لَهُ أجْرُ شَهِيدٍ،
وَالْغَرِيقُ لَهُ أجْرُ شَهِيدَيْنِ[. أخرجه أبو داود .
3. (1151)-
Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye
şehid sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehid sevabı vardır." [Ebu
Dâvud, Cihâd 10, (2493).]
AÇIKLAMA:
Hadisi rivayet eden Ümmü Haram Binti Milhân
(radıyallahu anhâ), Hz. Enes'in muhterem annesi Ümmü Süleym'in
kızkardeşidir. Ashâb'ın büyüklerinden olan Ubâde tu'bnu's-Sâmit (radıyallahu
anh)'in zevcesidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hususî iltifatına
mazhar olmuş bahtiyarlardandır. Zîra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
evine girip ziyaretleriyle şereflendirmişler, hanesinde kaylûle denen öğle
uykusu kestirmişlerdir. Uykusundan gülerek uyanan Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) rüyasında Müslümanların gemilere binip deniz seferlerine
çıkacaklarını gördüğünü anlatır. Ümmü Harâm: "Ya Resûlallah (aleyhissalâtu
vesselâm), Allah'a dua edin, beni de onlar arasında kılsın" der. Fahr-i Âlem
efendimiz:
"Sen onlardansın" tebşir buyururlar.
Ümmü Harâm, bu duayı nebevî bereketiyle Hz.
Osman'ın hilâfeti zamanında, Hz. Muâviye (radıyallahu anh)'nin komutasında
tertiplenen Kıbrıs Seferi'ne zevcesi Ubâde ile birlikte katılır. Denizi
aşıp, adaya çıkarlar. Orada bindiği katır yere atarak ölümüne sebep olur
(Sene: Hicrî 27). Bugün kabr-i şerifleri halen Kıbrıs'ta ziyâretgâhtır, Hala
Sultan diye meşhurdur.
ـ4ـ وعن سعيد بن زيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه #
يَقُولُ: مَنْ قتِلَ دُونَ مِالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ
دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ أهْلِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ[. أخرجه
أصحاب السنن .
4. (1152)-
Said İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı dinledim şöyle buyurdular:"
Kim malını müdafaa sırasında öldürülürse
şehiddir. Kim kanını müdâfaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim dinini
müdâfaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim ailesini müdâfaa sırasında
öldürülürse o da şehiddir." [Tirmizî, Diyât 22, (1418, 1421); Ebu Dâvud,
Sünnet 32, (4772); Nesâî, Tahrim 22, (7, 115, 116); İbnu Mâce, Hudud 21,
(2580).]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
hadisleriyle meşru olan nefis müdâfaasını göstermekte ve teşvik etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim haksız yere cana kıymayı ebedî cehennemi gerektiren bir
cinayet olarak tavsif etmekle (Nisa 93) kalmaz, böyle bir cürmü bütün
insanları öldürmüş gibi şen'î bir cinayet ilan eder (Mâide 32). Elbette bu
gibi âyetler, cana kıyma meselesinde mü'min üzerine korkutucu ve son derece
frenleyici tesirler hâsıl eder, hatta birçok fırsatlarda mü'mini
öldürmektense ölmeyi tercih yoluna sevkedebilir. Böyle bir durum, vicdanı
tefessüh etmiş zâlimleri ehl-i imana karşı daha şirret, daha saldırgan
kılacağı açıktır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) malı, canı, âilesi,
dini için ölenlerin şehid olacağını tebşir etmekle bu sayılan şeylerin,
ucunda ölüm tehlikesi bile olsa müdafaa edilmesine teşvik etmektedir.
Dolayısıyla ölüm ihtimalinin mevzubahis olduğu müdafaa eyleminde öldürme
ihtimali de mevzubahistir. Nitekim Müslim'de gelen bir Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) rivâyeti bu mevzuda daha sarihtir:
"Bir adam gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü, bir yabancı gelip malımı
gasben almak isterse ne yapmamı uygun bulursunuz?" diye sormuştu,
"Malından ona verme!" cevabını aldı. Adam
tekrar:
"Ya beni öldürmeye kalkarsa ne yapayım?" diye
sordu.
"Sen de onu öldürmeye çalış" dedi. Adam:
"Ya beni öldürürse." deyince:
"Sen şehid olursun!" buyurdu. Adam:
"Ya ben onu öldürürsem?" deyince de:
"O cehenneme gider!" cevabını verdi.
"Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivayetinde benzer
bir suâle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
اُنْشُدِ اللّهَ "Allah'ın adını ver"
diye tavsiye eder.
"Söz anlamazlarsa?" deyince tekrar "Allah'ın
adını ver!" der.
"Yine de laf anlamazsa?" deyince:
"O zaman mukâtele et, öldürülürsen
cennettesin, öldürürsen ateştedir!" cevabını verir.
Meşru müdâfaa sırasında öldürene kısas, diyet
gibi herhangi bir cezanın gerekmeyeceği muhtelif rivayetlerde gelmiştir.
Cumhûr-u ulemâ, hadis mutlak geldiği için,
"müdâfaası yapılacak malın azlığına çokluğuna, bakılmaz" diye hükmeder.
İbnu'l-Mübârek "İki dirhemlik mal için bile yapılacak müdâfaa meşrudur"
demiştir, yeter ki haksız olarak alınmış olsun. Bazıları az bile olsa malın
müdâfaa edilmesini "vacib" görürken, Mâlikîlerden bazıları: "Az bir şey için
câiz değil" demiştir.
2- Alimler, nasslar açısından, "az şey
sebebiyle katl câiz değil" diyene hak verememişlerse de mal müdâfaasında,
malı kurtaracak tedbirlerin en hafifinden işe başlayıp, son noktada katle
tevessül etmenin uygun olacağını belirtirler. Yani öldürmeden, saldırganı
defetme yolları, çâreleri varken hemen öldürmeye başvurulmamalıdır. Nitekim
"mukâteleyi tecviz eden rivâyet" de bu mânayı te'yid eder.
Ahmed İbnu Hanbel'den kaydettiğimiz
rivayetteki "Allah'ın adını ver!" demesi ve bunu birkaç kere tekrar etmiş
olması da bu görüş sahiplerinin delillerinden birini teşkil etmiştir.
Şâfiî hazretlerinden yapılan rivayete göre:
"Kim malı veya nefsi veya harimi sebebiyle saldırıya uğrarsa, onun mukâtele
hakkı vardır, öldürdüğü takdirde bedel, diyet, kefaret, vs. herhangi bir
ceza gerekmez."
3- İki istisna:
1) Şunu da belirtelim ki, âlimler Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' tan gelen birçok rivayete dayanarak, bu meselede
"sultan"ı istisna ederler. Yani zulüm sultandan geldiği takdirde, ona
sabredilmesi, isyan edilmemesi hususunda Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın çok sayıda tavsiyelerini nanzar-ı dikkate alan âlimler, sultana
karşı gelmeye fetva vermezler. İbnu'l-Münzir bu husustaki icmâdan bile
bahseder.
2- Fitne zamanında müdâfa-i nefsi terketmek
evlâdır. Yani, dâhilî kargaşa çıktığı zaman Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), ısrarla fitneye bulaşmamayı, imkân nisbetinde ondan kaçmayı
tavsiye eder. Öyle ki, ölmek veya öldürülmekten birini tercih gibi kritik
bir durumda kalındığı takdirde, Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı (Hâbil)
olmayı tavsiye eder. Bilindiği üzere, fitnede alınacak tavrın en güzel
örneğini Kur'an-ı Kerim Hâbil-Kâbil kıssasıyla vermiştir. Kâbil kardeşi
Hâbil'i öldürmek maksadıyla üzerine gelince Habil şöyle der: "Andolsun ki,
beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana
uzatıcı değilim..." (Maide 28-29). Bu âyetin mucibiyle amel eden Hz. Osman
(radıyallahu anh) da fitnecilere mukabele etmemiş, öldürülmeyi tercih
etmiştir.
Fitne ile ilgili geniş açıklamayı 4761.
hadiste bulacaksınız.
ـ5ـ وعن أبى سم عن رجل من الصحابة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم قال: ]أغَرْنَا عَلى
حَىٍّ مِنْ جُهَيْنَةَ فَطَلَبَ رَجُلٌ مِنَ المُسْلِمِينَ رَجًُ مِنْهُمْ
فضَرَبَهُ فَأخْطَأهُ فَأصَابَ
نَفْسَهُ. فقَالَ #: أخَاكُمْ يَا مَعْشَرَ المُسْلِمِينَ فَابْتَدَرَهُ
النَّاسُ فَوَجَدوهُ قَدْ مَاتَ فَكَفَّنَهُ رسولُ اللّه # بِثِيَابِهِ
وَدَمِهِ وَصَلَّى عَلَيْهِ وَدَفَنهُ. فقَالُوا أشَهِيدٌ يَا رسولَ اللّهِ؟
فقَالَ نَعَمْ؛ وَأنَا لَهُ شَهِيدٌ[. أخرجه أبو داود .
5. (1153)-
Ebu Sellâm, sahabeden birinden rivayet etmektedir: "Cüheyne'den bir mahalle
üzerine baskın yaptık. Müslümanlardan biri, (teke tek vuruşmak üzere)
onlardan bir adam taleb etti. (Bir cengâver gelince) hemen kılıncıyla
saldırıya geçti. Ancak hata yaptı ve kılıncı kendisine isabet etti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ey Müslümanlar, kardeşinize (yardım edin)"
diye bağırdı. Halk ona doğru koşuştu. Ama ölmüştü.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu
elbisesi ve kanı ile birlikte sardı, üzerine namaz kıldı ve defnetti.
"Ey Allah'ın Resûlü, bu şehid midir?" diye
sordular.
"Evet o şehiddir ve ben ona bu hususta
şâhidim" cevabını verdi." [Ebu Dâvud, 40, (2539).]
AÇIKLAMA:
Hadis, savaş sırasında şehid olmak için illâ
da düşmanın silâhıyla öldürülmüş olmanın gerekmediğini ifade etmektedir.
Kişi hâlis niyetle, Allah rızası için savaştığı takdirde, ne şekilde ölmüş
olursa olsun şehid olacağını ifade eder. Nitekim sadedinde olduğumuz
rivayet, kişinin, kasden değil hatâen, kendi silahıyla öldüğünü Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın da bu zâtı şehid olarak tavsif ettiğini
göstermektedir.
ـ6ـ وعن العِرْباض بن سارية رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #:
يَخْتَصِمُ الشُّهَدَاءُ وَالمُتَوَفَّوْنَ عَلى فُرُشِهِمْ إلى رَبِّنَا في
الَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنَ الطَّاعُونِ فَيقُولُ الشُّهدَاءُ إخْوَانُنَا
قُتِلُوا كَمَا قُتِلْنَا، وَيَقُولُ المُتَوَفَّوْنَ عَلى فُرُشِهِمْ
إخْوَانُنَا مَاتُوا كَمَا مُتْنَا. فَيَقُولُ رَبُّنَا: انْظُرُوا إلى
جِرَاحِهِمْ فإنْ أشْبَهَتْ جِرَاحَ المقَتُولِينَ فإنَّهُمْ مِنْهُمْ
وَمَعَهُمْ فإذَا جِرَاحُهُمْ قَدْ أشْبَهَتْ جِرَاحَهُمْ[. أخرجه النسائى.
6. (1154)-
İrbâz İbn Sâriye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Şehidlerle yataklarında ölenler, tâundan
ölenler hakkında Cenâb-ı Hakk'a birbirlerini şikayet ederler. Şehidler:
"Onlar bizim kardeşlerimizdir, onlar da bizim
gibi öldürüldüler!" derler. Yataklarında ölenler de:
"Onlar bizim kardeşlerimizdir, bizim gibi
öldüler!" derler. Rabbimiz onlara şöyle seslenir:
"Yaralarına bakın, öldürülenlerin yaralarına
benziyorlarsa onlardandırlar ve onlarla beraber olurlar!" Bakılır ve
onlardaki yaranın, öbürlerininki gibi olduğu görülür." [Nesâî, Cihâd 36, (6,
37-38).]
AÇIKLAMA:
Sindî, yatakta ölenler, öyle söylemekle, esas
itibariyle tâundan ölenlerin şehid olmalarını kıskanarak mezmum olan hased
duygusuyla onların derecelerinin düşürülmesini taleb etmediklerini,
bilakis: "Bize de şehidlik ver, biz de onlar gibi yatakta öldük, onlar
şehidse biz de şehid olmalıyız" demek istediklerini belirtir. Ayrıca, bu
talebin cennete girmezden önce olacağını, çünkü cennette
وَلَكُمْ فِيهَا مَا تَشْتَهِى اَنْفُسُكُمْ
âyeti (Fussilet 31) mucibince, herkese arzu
ettiği şeyin verileceğini belirtir. "Öyleyse der, Allah Teâla, cennette,
herkesin kalbinden kendi fevkinde olanın makamını arzu etmeyi çıkaracak,
kendi makamından razı kılacaktır."
ـ7ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ عُمَرَ بنَ الخَطّابِ رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ: عُسِّلَ وَكُفِّنَ وَصُلِّىَ عَلَيْهِ وَكانَ شَهِيداً[. أخرجه
مالك .
7. (1155)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:"(Babam) Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallahu anh) şehid olduğu halde yıkandı, kefenlendi, üzerine namaz
kılındı." Muvatta, Cihad 36, (2, 463).]
AÇIKLAMA:
Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ebu Lü'lü' eliyle
suikast sonucu öldürülmüştü. Namazını Süheyb (radıyallahu anh) kıldırdı.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) şehid kabul
edildiği halde, tekfin işleri, normal bir ölüye yapıldığı şekilde icra
edilmiştir. Çünkü, dünyevî ahkâm yönüyle de şehid sayılanlar, cephede
ölenlerdir. Üstelik bunlar da aldıkları yaranın tesiriyle, hemen ölmüş
olmalıdır. İlaç aldıktan, yiyip-içip konuştuktan sonra ölenler uhrevî ahkâm
itibâiriyle şehid sayılsa da dünyevî ahkâm itibâriyle şehid sayılmazlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud şehidlerini yıkamadan,
elbiseleriyle gömmüş ve üzerlerine namaz da kılınmamıştır. Namaz kıldığına
dâir gelen rivayetler "dua" ile te'vil edilmiştir. Nitekim ölüye dua edilir.
Namaz hususunda ihtilâf edilmiş olsa da, yıkamadan elbiseleriyle
gömüldüklerinde ihtilâf yoktur.