Kütübü Sitte

ŞEMS SÛRESİ

 

ـ1ـ عن عبداللّه بن زَمْعَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ النَّبِىَّ # يَخْطُبُ وَذَكَرَ

النَّاقَةَ وَالَّذِى عَقَرَهَا. فقَالَ #: انْبَعَثَ أشْقَاهَا. انْبَعَثَ لَهَا رَجُلٌ عَزِيزٌ عَارِمٌ مَنِيعٌ في رَهْطِهِ مِثْلُ أبِى زَمْعَةَ. وَذَكَرَ النِّسَاءَ فَوَعَظَ فِيهِنَّ فَقَالَ: يَعْمِدُ أَحدُكُمْ فَيَجْلِدُ امْرَأَتَهُ جَلْدَ الْعَبْدِ فَلَعَلَّهُ يُضَاجِعُهَا مِنْ آخِرِ يَوْمِهِ، ثُمَّ وَعَظَهُمْ في ضَحِكِهِمْ مِنَ الضَّرْطَةِ. فقَالَ: لِمَ يَضْحَكُ أحَدُكُمْ مِمَّا يَفْعَلُ؟[. أخرجه الشيخان والترمذى.»الْعَارمُ« الشديد الممتنع .

 

1. (864)- Abdullah İbnu Zem'a (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben birgün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir hutbe sırasında dinledim. (Şems suresinde zikri geçen) deveden ve onu boğazlayandan bahsediyordu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz şöyle demişlerdir: "(Âyette geçen) "En azgını ileri atıldı" yâni: "Deveyi öldürmek üzere kaba, güçlü ve kavmi içinde Ebu Zem'a gibi desteği olan bir adam fırlayıp (deveyi öldürdü)."

Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in (bu meseleyi bırakarak) kadınlarla ilgili şeylerden bahsetmeye başladığını işitim. Buyurdular ki: "Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta berâber yatmayacaklar mı?"

Râvî devamla der ki: "Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cemaate yönelerek seslice yellenen kimseye gülenlere nasihatte bulundu ve: "Onun bu yaptığına  niye gülüyorsunuz!" diyerek  (gülmeyi yasakladı). [Buhârî, Tefsir, Şems 1, Enbiyâ 17, Nikâh 93, Edeb 43; Müslim, Cennet, (2855); Tirmizî, Tefsir, (3340).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1. Hz. Sâlih'in peygamber olduğu Semud kavmi deve ile imtihan edilmişti. Şöyle ki: Sâlih (aleyhisselam) peygamber olduğunu söyleyince kavmi mucize istemiş, isteklerine uygun olarak, söyledikleri evsafta bir dişi deveyi Cenâb-ı Hakk mucizevî şekilde kayadan çıkarmış ve: "Allah'ın bu dişi devesi size (istediğiniz) âyettir. Onu Allah'ın arzında serbest bırakın, dilediği gibi  yesin, sakın bir fenalık yapmayın, aksi takdirde elim bir azab sizi yakalar" (A'raf 73) demişti. Şems suresinde belirtildiği üzere, bu devenin suvarılması için de bir gün belirlenmişti. Deve gün aşırı kuyuya geliyor, içtiği zaman suyu tüketiyordu. Halk ertesi günkü ihtiyaçlarını bir gün önceden görüyordu.  Bu iş zor gelmeye başlayınca, dokuz kişi ileri atıldı. Bunlardan Kudar İbnu Silâf adında bir azgın baş çekti, devenin bacaklarını keserek yıktı. Hep beraber deveyi öldürdüler. Semud kavminden kimse Kudar ve arkadaşlarını bu tuğyanından engellememiş, böylece onun isyanına ortak olmuş ve toptan cezayı haketmiştir. Hakettikleri ceza üç  gün sonra gelecekti. Bu arada Semud kavmi: "Ey Sâlih, eğer sen peygambersen bizi tehdid ettiğin azaba uğrat bakalım" diye alay da ederler (A'raf 77). Âyet-i kerime sonlarını şöyle tasvir eder: "Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde dizüstü çöküverdiler (A'raf 78).

Şems suresinde cezanın umumî geldiği, yani, inanmayanların bütününü, çolukçocuk, kadın-erkek, deveyi öldürmeye katılankatılmayan hepsini çarpıp yerle bir ettiği belirtilir.

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) deveyi öldüren Kudar İbnu Silâf'ı tasvir ederken, "Ebu Zem'a gibi"  diyerek bir benzetmede bulunmuştur.

İbnu Hacer bu konuda şu açıklamayı yapar: Ebu Zem'a: el-Esved İbnu'l-Muttalib İbni Esed İbni Abdi'l-Uzzâ'dır.

Buhârî'nin bir başka rivayetinde: "(Kudar), Zübeyr İbnu'l-Avvâm'ın amcası Ebu Zem'a gibidir" denmiştir. "Ebû Zem'a'nın Zübeyr'in amcası olması hakiki değil, mecazidir. Çünkü, el-Esved İbnu'l-Muttalib İbni Esed'dir. "el-Evvâm" da İbnu Huveylid İbni Esed'dir. Amcaoğlu kardeş yerine konmuş, bu itibarla amca ıtlak olunmuştur."

Ebu Zem'a, Abdullah İbnu Zem'a'nın dedesidir. Ebi Zem'a yani el-Esved İbnu'l-Muttalib, Müslümanlarla alay eden kâfirlerden biri idi. Mekke'de küfür üzerine ölmüştür. Oğlu Zem'a da Bedir Savaşı'nda kâfir olarak öldürülmüştür.

3- Rivâyetin bir bölümünde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınları dövmemeyi tavsiye etmektedir. Köleleri dövercesine dövmekten yasaklamak söz konusudur. Çünkü, Kur'an-ı Kerim, nüşûz (itaatsizlik, dik başlılık hâlinde) dövülmelerine izin vermektedir.[2] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın meseleyle ilgili muhtelif hadisleri gözönüne alınınca mutlak bir dövme yasağından söz edilemez. Kur'ân-ı Kerim'in tecviz ettiği meşru sebep halinde, başa vurmamak, yaralayıcı olmamak kaydıyla  dövme izni vardır. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in, Allah yolunda olmaksızın, ne kadınlarına, ne terbiyesindeki çocuk ve köle hiç kimseye eliyle vurmadığını, dövmediğini rivâyetler kesin bir dille ifade ederler.

Sadedinde olduğumuz rivayet "köleyi dövercesine" dövmeyi yasaklamaktadır. Buharî yukarıdaki hadisin kadınları dövmekle ilgili kısmını kaydettiği Kitabu'n-Nikâh'ın bir babına şu meâlde bir başlık  koymuştur: "Kadını Dövmede Mekruh Olanı..." İbnu Hacer hadisi bu babta şerhederken, hadisin muhtelif vecihlerini kaydeder. Hadis bazılarında nehy sigasıyla, bâzılarında haber sigasıyla gelir. Bir kısmında "köle... gibi",  "cariye... gibi" denirken bazısında "deve ve köle döver gibi"  denmektedir. Rivâyetler de, dövmemenin gerekçesi olarak da: "Günün sonunda berâber yatacaksınız, kucaklaşacaksınız, cima edeceksiniz" gibi farklı tabirler gelmiştir.

İbnu Hacer, hadisin çeşitli vecihlerini böylece belirttikten sonra şu neticeyi çıkarır: "Bu hadis, kölelerin te'dibinde şiddetli darba cevaz  ifade ettiği gibi, kadınların tedibinde şiddete başvurmadan dövmenin cevâzına imâ var. Ayrıca hadis, akıllı kişiden iki fiilin  sâdır olmayacağını belirtmektedir: Hanımını darbta mübâlağa ve akşam olunca da berâber yatma (veya kucaklaşma veya mücâmaa da bulunma)". İbnu Hacer, devamla, "fıtraten dövülen dövenden  nefret edeceği için, akşam olunca beraber yatacağı hanımını, illâ da te'dib gerekiyorsa mübâlağaya kaçmadan ve nefret uyandıracak şiddete yer vermeden hafifçe te'dib etmesi gerektiğini, hadis-i şerifin buna işâret  etmekte olduğunu" belirtir.

İbnu Hacer, kadınları dövmeyi mutlak şekilde yasaklayan  hadisleri de kaydeder. Ancak bu hadislerdeki nehiy hakkında ulemanın: "Darba izin veren âyetin nüzûlünden önceye ait olabileceği" veya "-isteyen dövmesin manasında- ihtiyarî olabileceği" şeklinde yorum getirdiğini kaydeder, izinle ilgili rivâyetlerin de "emr"e değil "ibâhe"ye delâlet ettiğini belirtir.

4- Sadedinde olduğumuz rivayetin son kısmında yellenene karşı gülme yasağı mevcuttur. Şarihler, cahiliye devrinde, birinden böyle bir hal vaki olsa  yanında bulunanların hep berâber güldüğünü, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunu yasakladığını belirtirler. Şüphesiz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu yasaklamadan maksadı, cemaat içerisinde farkında olmadan böyle bir kazaya dûçar olan kimsenin mahçup edilmesini önlemektir.

Bu hadiste, kasden yapılması mümkün olmayan bu gibi hallerde mü'mine terettüp eden edebin teşrîi görülmektedir: Hiç duymamış, veya görmemiş veya sanki hiç farkında olmamış gibi bir tavır izhâr ederek mü'min kardeşini mahçup etmemek.

Bu gibi durumlarda gülmenin Lût kavminin âdeti olduğu da ayrıca belirtilmiştir.[3]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/384.

[2]Ayet şöyle buyurur. (Meâlen): "Şerlerinden, serkeşliklerinden (nüşûz) yıldığınız kadınlara gelince, onlara önce nasihat edin, vazgeçmezlerse kendilerini yatakta yalnız bırakın. (Yine kâr etmezse) dövün"(Nisa 34).

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/384-387.