ـ1ـ عن سَمُرَةَ بن جُنْدب رَضِىَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]كانَ رسولُ اللّه #
يُكْثِرُ أنْ يَقُولَ ‘صْحَابِهِ هَلْ رَأى أَحَدٌ مِنْكُمْ رُؤْيَا؟ فَيَقُصُّ
عَلَيْهِ مَا شَاءَ اللّهُ أنْ يُقَصَّ، وَأَنَّهُ قَالَ لَنَا ذَاتَ غَدَاةٍ:
هَلْ رَأى أحَدٌ مِنْكُمْ رُؤْيَا؟ فقَالُوا: مَا مِنَّا أحَدٌ رَأى شَيْئاً.
فقَالَ لَكِنِّى أتَانِى اللَّيْلَةَ آتِيَانِ وَإنَّهُمَا ابْتَعَثَانِى فقَاَ
لِى: انْطَلِقْ. فَانْطَلَقْتُ: فَأتَيْنَا عَلى رَجُلٍ مُضْطَجِعٍ، َفَإذَا
آخَرُ قَائِمٌ عَلَىْهِ بِصَخْرَةٍ فَإذَا هُوَ يَهْوِى بِالصَّخْرَةِ
لِرَأسِهِ فَيْثْلَغُ رَأسَهُ فَيَتَدَهْدَهُ الحَجَرُ هَا هُنَا فَيَتْبَعُ
الحَجَرَ فَيَأخُذُهُ فََ يَرْجِعُ إلَيْهِ حَتَّى يَصِحَّ رَأسُهُ كَمَا كانَ،
ثُمَّ يَعُودُ عَلَيْهِ فَيَفعَلَ بِهِ مَثْلَ مَا فَعَلَ بِهِ المَرَّةَ
ا‘ولى. قَالَ: قُلْتُ لَهُمَا سُبْحَانَ اللّهِ، مَا هذَا؟ قاَ لِى: انْطَلِقِ
انْطَلِقْ. فَانْطَلَقْنَا فَأتَيْنَا عَلى رَجُلٍ مُسْتَلْقٍ لِقَفَاهُ وإذَا
آخَرُ قَائمٌ عَليْهِ بِكَلُّوبٍ مِنْ حَدِيدٍ فَإذَا هُوَ يَأتِى أحَدَ شِقّىْ
وَجْهِهِ فَيُشَرْشَرُ شِدْقَهُ إلى قَفَاهُ وَمِنْخَرَهُ إلى قَفَاهُ
وَعَيْنَهُ إلى قَفَاهُ؛ ثُمَّ يَتَحَوَّلُ إلى الجَانِبِ اŒخَرِ فَيَفْعَلُ
بِهِ مِثْلَ مَا فَعَلَ بِالجَانِبِ ا‘وَّلِ، فَمَا يَفْرُغُ مِنْ ذلِكَ
الجَانِبِ حَتَّى يَصِحَّ ذلِكَ الجَانِبُ كَمَا كانَ. ثُمَّ يَعُودُ عَلَيْهِ
فَيَفْعَلُ مَثْلَ مَا فَعَلَ في المَرَّةِ ا‘ولى.قُلْتُ: سُبْحَانَ اللّهِ مَا
هذَا؟ قَاَ انْطَلِقِ انْطَلِقْ. فَانْطَلَقْنَا فَأتَيْنَا عَلى مِثْلِ
التَّنُّورِ فَإذَا فِيهِ لَغطٌ وَأصْوَاتٌ. فَاطَّلَعْنَا فِيهِ فَإذَا فِيهِ
رِجَالٌ ونِسَاءٌ عُرَاةٌ وَإذَا هُمْ يَأتِيهِمْ لَهَبٌ مِنْ أسْفَلَ
مِنْهُمْ. فَإذَا أتَاهُمْ ذلِكَ اللَّهبُ
ضَوْضَؤُوا. قُلْتُ: مَا هؤَءِ؟ قَاَ: انْطَلِقِ انْطَلِقْ. فَانْطَلَقْنَا
فَأتَيْنَا عَلى نَهْرٍ أحْمَرَ مِثْلَ الدَّمِ، وَإذَا في النَّهْرِ رَجلٌ
سَابِحٌ، وَإذَا على شَطّ النَّهْرِ رَجُلٌ عِنْدَهُ حِجَارَةٌ كَثِيرَةٌ،
وَإذَا ذلِكَ السَّابِحُ يَسْبَحُ مَا سَبَحَ، ثُمَّ يَأتِى ذلِكَ الرَّجُلُ
الَّذِى عِنْدَهُ الحِجَارَةُ فَيَفْغَرُ فَاهُ فَيُلْقِمَهُ حَجَراً
فَيَنْطَلِقُ فَيَسْبَحُ ثُمَّ يَرْجَعُ إلَيْهِ، كُلَّمَا رَجَعَ فَغَرفَاهُ
فَألْقَمَهُ حَجَراً. قُلْتُ: مَا هذَا؟ قَاَ: انْطَلِقِ انْطَلِقْ.
فَانطَلَقْنَا فَأتَيْنَا عَلى رَجُلٍ كَرِيهِ المَرْآةِ كَأكْرَهِ مَا أنْتَ
رَاءٍ فَإذَا عِنْدَهُ نَارٌ يَحشُّهَا وَيَسْعَى حَوْلَهَا. قُلْتُ: مَا هذَا؟
قَاَ انطَلِقِ انْطَلِقْ. فَانْطَلَقْنَا فَأتَيْنَا عَلى رَوْضَةٍ مُعْتَمَّةٍ
فِيهَا مِنْ كُلِّ نَوْرِ الرَّبِيعِ، وَإذَا بَيْنَ ظَهْرى تِلْكَ الرَّوْضَةِ
رَجُلٌ طَوِيلٌ َ أكَادُ أرَى رَأسَهُ طُوً في السَّمَاءِ، وَإذَا حَوْلَهُ
مِنْ أكْثََرِ وِلْدَانٍ رَأيْتُهُمْ. قُلْتُ: مَا هؤَُءِ؟ قَاَ انْطَلقِ
انْطَلَقْ. فَانْطَلَقْنَا فَأتَيْنَا عَلى دَوْحَةٍ عَظِيمَةٍ لَمْ أرَ
دَوْحَةً قَطُّ أعْظَمَ مِنْهَا وََ أحْسَنَ. فَقَاَ: ارْقَ فِيهَا،
فَارْتَقَيْنَا فِيهَا إلى مَدِينَةٍ مَبْنِيَّةٍ بِلَبِن ذَهَبٍ وَفِضَّةٍ
فَأتَيْنَا بَابَ الْمَدِينَةِ. فَاسْتَفْتَحْنَا فَفُتِحَ لَنَا
فَدَخَلْنَاهَا فَتَلَقَّانَا رِجَالٌ شَطْرٌ مِنْ خَلْقِهِمْ كَأحْسَنِ مَا
أنْتَ رَاءٍ، وَشَطْرٌ كَأقْبَحِ مَا أنْتَ رَاءٍ. فَقَاَ لَهُمْ: اذْهَبُوا
فَقَعُوا في ذلِكَ النَّهْرِ، وَإذَا نَهْرٌ مُعْتَرِضٌ كَأنَّ مَاءَهُ
المَحْضُ في البَيَاضِ. فَذَهَبُوا فَوَقَعُوا فِيهِ ثُمَّ رَجَعُوا وَقَدْ
ذَهَبَ ذلِكَ السُّوءُ عَنْهُمْ فَصَارُوا في أحْسَنِ صُورَةٍ. فقَاَ: هذِهِ
جَنَّة عَدْنٍ، وَهَذَاكَ مَنْزِلُكَ. فَسَمَى بَصرى صُعُداً فَإذَا قَصْرٌ
مَثْلُ
الرَّبَابَةِ الْبَيْضَاءِ. فَقُلْتُ: فَذَرَانِى فَأدْخُلَهُ. قَاَ: امَّا
اŒنَ فَ، وَأنْتَ دَاخِلُهُ. فقُلْتُ: فَإنِّى رَأيْتُ مُنْذُ اللَّيْلَةِ
عَجَباً فَمَا هذَا الَّذِى رَأيْتُ؟ قَاَ: إنَّا سَنُخْبِرُكَ. أمَّا
الرَّجُلُ ا‘وَّلُ الَّذِى رَأيْتَهُ يُثْلَغُ رَأسُهُ بِالْحَجَرِ فإنّهُ
الرَّجُلُ يَأخُذُ الْقُرآنَ فَيَرْفُضُهُ، وَيَنَامُ عَنِ الصََّةِ
المَكْتُوبَةِ. وَأمَّا الرَّجُلُ الذِى يُشَرْشَرُ شِدْقُهُ إلى قَفَاهُ،
وَمِنْخَرُهُ إلى قَفَاهُ، وَعَيْنُهُ إلى قَفَاهُ، فَإنَّهُ الرَّجُلُ يَبْدُو
مِنْ بَيْتِهِ فَيكذِبُ الْكَذْبَةَ تَبْلغُ اŒفاَقَ، وَأمَّا الرِّجَالُ
وَالنِّسَاءُ الْعُرَاةُ الَّذِينَ هُمْ في مِثْلِ بِنَاءِ التَّنُّورِ
فَإنَّهُمْ الزُّنَاةُ وَالزَّوَانِى، وَأمَّا الرَّجُلُ الَّذِى يَسْبَحُ في
النَّهْرِ وَيُلْقَمُ الْحِجَارَةَ فإنَّهُ آكَلُ الرِّبَا. وَأمَّا الرَّجُلُ
الْكَرِيهُ المَرْآةِ الَّذِى عِنْدَ النَّارِ يَحُثُّهَا وَيَسْعَى حَوْلَهَا
فَإنَّهُ مَالِكٌ خَازِنُ النَّارِ وَأمَّا الرَّجُلُ الطَّوِيلُ الَّذِى في
الرَّوْضَةِ فإنَّهُ إبْرَاهِيمُ عَلَيْهِ الصََّةُ وَالسََّمُ. وَأمَّا
الْوِلْدَانُ الَّذِينَ حَوْلَهُ فَكُلُّ مَوْلُودٍ مَاتَ عَلى الفِطْرَةِ.
فَقَالَ رَجُلٌ: يَارسُول اللّهِ وَأوَْدُ المُشْرِكِينَ؟ قَالَ #: وَأوَْدُ
المُشْرِكِينَ. وَأمَّا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَانُوا شَطْرٌ مِنْهُمْ حَسَنٌ
وَشَطْرٌ مِنْهُمْ قَبِيحٌ فَإنَّهُمْ قَوْمٌ خََلَطُوا عَمًَ صَالِحاً وَآخَرَ
سَيْئاً تَجَاوَزَ اللّهُ عَنْهُمْ[. أخرجه الشيخان والترمذى.»الضَّوْضَاءُ«
أصوات الناس وجلبتهم. »وحَشَّ النَّارَ« إذَا أوقدها »وَالمُعْتَمَّةُ« طويلة
النبات. »والنَّوْرُ« بفتح النون: الزهر. »والدَّوْحَةُ« الشجرة. »وَالمَحْضُ«
من كل شئ الخالص منه، والمراد به هنا اللبن الخالص. »والرَّبَابَة« السحابة .
1. (964)-
Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler
de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu:
"- Sizden bir rüya gören yok mu?"
Kendisine:
"- Bizden kimse bir şey görmedi!" dediler.
Bunun üzerine:
"- Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece
bana iki kişi geldi. Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir
adamın yanına geldik. Yanında biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda
duruyordu. Bazan bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da
sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu.
Ama, başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra
tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere:
- Sübhânallah! nedir bu? dedim. Dinlemeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin
yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri
duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine
kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına
geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu
da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor,
sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da:
- Sübhanallah, nedir bu? dedim. Cevap
vermeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir
yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki,
içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir
alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık
koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp:
- Bunlar kimdir?
diye sordum. Bana cevap vermeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı
bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da
yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya
doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını
açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra
geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor,
kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp:
- Bu nedir?
diye sordum. Cevap vermeyip yine:
- Yürü! Yürü!
dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin
görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir.
Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben
yine:
- Bu nedir?
diye sordum. Cevap vermeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları
olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu
bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını
neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine:
- Bunlar kimdir?
dedim. Cevap vermeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın
yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağaç hiç görmedim.
Arkadaşlarım:
- Ağaca çık!
dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altun ve
gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin
kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce
girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok
güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik,
böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara:
- Gidin şu nehire banın!
dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir
varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyaz... Gidip içine banıp çıktılar.
Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel
şekli almıştı.
Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar:
- Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da senin
makamındır.
Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı
beyaz bir bulut gibi.
- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.
- Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin.
dediler. Ben:
- Geceden beri acaip şeyler gördüm, neydi
bunlar?
diye sordum.
- Sana anlatacağız.
dediler ve anlattılar:
- Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam,
Kur'ân'ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine
kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar
uydurup, etrafa yalan saçan kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün
kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan
nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında
durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin
bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (aleyhissalâtu
vesselâm)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (büluğa ermeden)
ölen çocuklardır."
Cemaatten biri hemen atılarak:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Müşrik çocukları da
mı?" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Evet, dedi, müşrik çocukları da." ve
anlatmaya devam etti:
"- Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan
adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp
her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir." [Buharî, Ta'bir
48, Ezân (Sıfatu's-Salât) 156, Teheccüt 12, Cenâiz 93, Büyü 2. Cihâd 4,
Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 8, Tefsir, Berâet 15, Edeb 69; Müslim 23, (2275);
Tirmizî, Rü'ya 10, (2295).]
AÇIKLAMA:
1- Tabirin Mekruh Vakti:Buharî, bu hadisi,
Tabir'le ilgili bölümde, "Sabah namazından sonra rüya tâbiri" babında
kaydeder. Buharî'nin bab başlıklarında fıkıh yaptığını nazarı dikkate alan
şârihler, Buharî'nin böyle bir başlığı koymakla, Abdurrezzak'ın Musannaf'ta
kaydettiği
َ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلى إمْرَأةٍ وََ تُخْبِرْ بِهَا حَتّى تَطْلُع
الشَّمْس "Rüyanı kadına anlatma, güneş
doğuncaya kadar da kimseye söyleme" şeklindeki hadisin za'fına işaret
ettiğini ve ayrıca, tâbircilerin şu sözlerini reddettiğini belirtirler.
"Rüya tâbirinde müstehab olanı, tâbirin, "güneşin doğmasından saat dörde,
ikindi vaktinden akşam öncesine kadar" yapılmasıdır."
Buharî, bu kanaati reddediyor. Zîra kaydedilen
hadis, tâbirin, güneş doğmazdan önce yapılmasının müstehab olduğuna delalet
etmektedir. Bu hüküm, tâbircilerin: "Namazın mekruh olduğu vakitlerde tâbir
yapmak mekruhtur" şeklineki sözlerine de muhalif değildir.
2- Tâbirin Müstehab Vakti: Mühellib, bu
hususta şunu söyler: "Rüyayı sabah namazı vaktinde tâbir etmek, diğer
vakitlerin hepsinden daha iyidir. Zîra, rüyayı gören, onu gördüğü zamana
yakınlığı sebebiyle, zihninde daha sağlam tutmaktadır ve henüz unutma ârız
olmamıştır. Üstelik tâbir edecek kimse de, zihnî huzura sahiptir ve fikri
günlük maişet meşgalelerinden henüz uzaktır. Ve hem de rüyayı gören
kimsenin, rüyadan alacağı iyi haberle sevinmesi, şerden de sakınıp tedbir
alması mevzubahistir. Keza, ola ki rüya ma'siyetten ta'zir edicidir, rüya
sahibi böylece sakınmış olur, veya bir iş hususunda uyarıcıdır, böylece
rüya, sahibini murakabeye, kontrole sevkeder. Öyle ise bunlar gibi daha pek
çok maslahat, rüyayı, günün başında tâbir etmeyi gerektirmektedir."
3- Hz. Peygamberin Anlattığı Rüyanın
Mahiyeti: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), İslâm'ın vaz'ettiği farz,
haram ve itikadlarla ilgili hakikatlerin insanlar tarafından kavranabilmesi
için, bazan teşbihli hikayeler -ki isrâiliyat nev'inden anlatılanların bu
gayeye matuf olduğunu belirtmiştik (bak. 954 numaralı hadis)- bazan uykuda
görülen rüyalar, bazan da Mi'rac esnasında görülen müşâhedeler şeklinde
anlatmıştır. Biz, bu müşahhas tasvirlerde, gaybî olan kıyametten sonra
görülebilecek olan hakikatlerin en âmi bir mü'min tarafından bile
anlaşılabilecek maddî teşbihlere döküldüğünü görmekteyiz. Bu anlatımlarla
ilahî, gaybî -ve behemahal imânî- olan hakikatlar âlem-i şehadette görülen
ve idrak edilen maddî ve beşerî kahramanlarla bir nevi sahnelemekte, böylece
sırf imanilikten ve kavranmaz mücerredlikten kurtarılarak ma'kulat ve hatta
mahsusât seviyesine indirilmektedir. İslâm dinini anlaşılır, İslâmî
ta'limatı âmî-âlim, gabî- zekî her seviyedeki insan tarafından kavranır ve
de akıllar, ruhlar, hisler üzerinde müessir kılan bu metoda Kur'ân-ı
Kerim'in de genişçe yer verdiğini görmekteyiz. cennet ve cehennemle ilgili
tasvirler hep dünyevî ve günlük olarak gördüğümüz ve yaşadığımız müşahhas
unsur ve motiflerle yapılmıştır.
Diğer tarafta, -İbnu Abbas (radıyallahu
anhümâ)'ın açıklamasıyla- âhiret âleminin hakikatını bilmekteki naksımızı
kabul etmek, dünyada olanların, orada sadece ismen varlığını kabul edip,
mahiyetce ayrılığına ve idrakimizin onlara yetişemiyeceğine inanmak
esastır:
َ يُشْبِهُ شَىْءٌ مِمَّا فِي الْجَنَّة ِمَا فِي الدُّنْيَا اَِّ فِي
اَسْمَاءِ
Söz buradan açılmışken, cennet ve cehennemle
ilgili olarak pekçok hadis ve hattâ âyetlerde ifade edilmiş bulunan bir
kısım hakikatlerin şu hadiste nasıl maddî, müşahhas ve mahsus unsurlarla
sahnelendiğini görelim:
"Cennetle cehennem münakaşa ettiler. Cehennem:
- Bana kibirliler, zâlimler gelecektir! dedi.
Cennet de:
- Bana da insanların sadece zayıfları,
sakatları ve (aldatılan) gâfilleri gelecektir, acaba sebebi nedir? dedi.
Allah cennete:
- Sen benim rahmetimsin, kullarımdan
dilediğime seninle rahmet ederim. Cehenneme de:
- Sen benim azabımsın, kullarımdan dilediğime
de seninle azab eylerim, dedi. Sonra her ikisine birden şu hitapta bulundu:
- (Sabırsızlanmayın), her ikinizi de
dolduracak kullarım var!
(Ancak cehennem dolmak, tatmin olmak
bilmeyip,) daha var mı, daha var mı? demeye devam edecek.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk ayağını cehennemin üzerine koyup bastıracak.
Cehennem (mâruz kaldığı sıkletten) inleyerek yeter! yeter! yeter! diyecek.
Cehennem böylece dolar ve içindekiler (tıkabasa) karışırlar. (Böyle yapmış
olmakla) Aziz ve Celil olan Allah hiçbir kuluna zulmetmez. Cennet de boş
kalmaz. Allah onun için de münâsib kullar yaratmıştır."
Buharî ve Müslim'in müştereken rivayet
ettikleri bu hadisi, belirtmeye çalıştığımız ta'limî (didaktik) nokta-i
nazardan değil, kelamî nokta-i nazardan tahlile kalksak sonu zor alınacak
münakaşalara girebiliriz. Halbuki bu nev'e giren müteşâbih rivayetler ve
âyetler çoktur. Ölümün kıyamet günü bir koç suretinde getirilerek mahşer
meydanında kesilmesi gibi.
Hülâsa, bu ve benzeri bütün ifadelerin,
mücerred olan imânî hakikatleri müşahhaslaştırarak anlaşılır hale getirme ve
hissiyat üzerinde canlı ve müessir kılma gayesini güttüğünü nazardan uzak
tutmayacağız. Muallim-i ekber olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bu
gaybî hakikatler, terbiye-i İlâhiyenin en mühim safhası olan Miraç'ta da
gösterilmiştir. Ayet-i kerime, "Orada gözüyle gördüklerini kalbi inkâr
etmedi" (Necm 11) diyerek, önceden iman yoluyla öğrendikleri ile gözüyle
gördükleri arasında tam bir mutâbakatın husûle geldiğini haber verir.
Böylece aynelyakin ve hatta hakkalyakin derecesine çıkan imân-ı Nebevî,
آمن الرَّسُولُ "Peygamber ve
mü'minler, Rabbinden kendisine indirilene inandı" (Bakara 285) âyetiyle
tebcil edilir. Hatta Süheylî'nin Ravdu'l-Unf'da kaydettiği üzere, bâzı
alimlerimiz "Peygamber inandı" diye başlayan bu âyetin, bir bakıma, imânî
hakikatlerin gözle müşahedesi demek olan Miraç hâdisesiyle ilgili olarak
vahyedilmiş olmasını mânidâr bulmuşlardır.
4- HADİSİN BAŞKA VECİHLERİNDE ZİYADELER
Bu hadis çeşitli tarîklerden gelmiştir. Bazı
rivayetlerde yer alan ziyadeler, hadiste beyan edilen meselelere zenginlik
kazandırdığı gibi, bazı noktalara da açıklık kazandırmaktadır.
Fethu'l-Barî'den iktibâsen bazılarını kaydediyoruz:
Taberânî'nin, bir rivayetinde şöyle denmiştir:
a) "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir
gün) sabah namazından sonra bize gelerek şöyle buyurdu: "Bu gece ben bir
rüya gördüm, bu hak bir rüyadır, bunu iyi belleyin..."
b) Bir rivayette: "...Bana gelen iki melek
gördüm" demiştir ve rivayetin sonunda iki meleğin Cibrîl ve Mikâil olduğu
belirtilmiştir.
c) Bir rivayette fırın şöyle tasvir edilir:
"Aşağısı geniş, yukarısı dar, altında da ateş yanmakta idi."
d) Adn cennetiyle ilgili safhada şu ziyade
var: "(Arkadaşlarım) beni bir eve götürdüler, öylesi güzel bir ev
görmemiştim. İçinde yaşlı, genç, erkek ve kadınlar vardı. Sonra beni oradan
çıkarıp bundan daha güzel bir eve götürdüler."
e) Kur'ân'ı terkedenlerle ilgili olarak şu
ziyade vardır: "...Allah kendisine Kur'ân'ı öğretmiştir de o, gece okumayıp
uyumuş, gündüz de onunla amel etmemiştir."
f) Ebû Umâme'nin rivayetinde şöyle bir
farklılık var: "Sonra beraberce gittik manzaraca en korkunç, kokuca en
kerih, tıpkı helâ gibi kokan bir kısım kadın ve erkeklerle karşılaştık.
"Bunlar kim" dedim. "Bunlar zâni ve zâniyelerdir" dedi. Sonra tekrar
yürüdük, bir kısım ölülere rastladık, çok fazla şişmişti ve çok berbat
şekilde koku neşrediyorlardı. "Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, kâfirlerin
ölüleridir." Sonra yine yürüdük, ağaçların gölgesinde uyuyan kimselere
rastladık. "Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, Müslümanların ölüleridir."
Sonra yine yürüdük yüzce en güzel, kokuca en tatlı insanlarla karşılaştık.
"Bunlar kim?" dedim. "Bunlar, dedi, sıddîkler ve sâlihlerdir."
5- BAZI HÜKÜMLER
Ulemâ, bu hadisten birçok hükümler
çıkarmıştır. Mühim olan birkaçı:
1- İsrâ (Mi'raç) hadisesi bazan uyanık, bazan
da uykuda olmak üzere birçok kereler vukua gelmiştir.
2- Âsilerden bir kısmı berzahta (kabir)
hayatında azab çekmektedirler.
3- İlmi önce mücmel olarak verip, sonra tefsir
etmek evlâdır, böylece zihin, derli toplu olarak yakalama imkânına kavuşur.
4- Farz namazlarda uyumaya ve ezberledikten
sonra Kur'ân'ı terke karşı tahzir (sakındırma) var.
5- Zina, riba, yalan gibi belli başlı
günahlara karşı tahzir ve uyarı var.
6- Şehidlerin fazileti, cennette en yüce
makamı tuttukları belirtilmiştir.
7- Hz. İbrahim'in makamı, şehidlerinkinden de
yüksektir.
8- Günah ve sevapları eşit olanları Allah
affedecektir. Ya Rab! Bizi de bu affedilenler arasına kat!
9- Sormak, (anlatmak) tâbir ettirmek gibi
davranışlarla rüya meselesine ihtimam göstermek gerekir.
10- Rüyanın sabah namazından sonra tâbir
edilmesi efdaldir.
11- Farzdan sonra, namaza bağlı nafile
(ratibe) yoksa selam verince imamın cemaate dönmesi müstehabtır. Hitap,
vaaz, ifta gibi maksadlar hâsıl olunca kıbleye dönmeyi terkedip, cemaate
yönelmek mekruh değildir.
ـ2ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: قال رسولُ اللّه #: نَحْنُ اŒخِرُونَ
السَّابِقُونَ وَبَيْنَا أنَا نَائمٌ إذْ أوتِيتُ خَزَائنَ ا‘رْضِ فَوُضِعَ في
يَدِى سِوَارَانِ مِنْ ذَهَبٍ فَكَبُرَا عَلىَّ وَأهمَّانِى. فَأُوحِىَ إلىَّ
أنِ انْفُخْهُمَا فَنَفَخْتُهُمَا فَطَارَا فَأوَّلْتُهُمَا الْكَذَّابَيْنِ
اللَّذَيْنِ أنَا بَيْنَهُمَا: صَاحِبُ صَنْعَاءَ، وَصَاحِبُ اليَمَامَةِ[.
أخرجه الشيخان والترمذى .
2. (965)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Biz öne geçen sonuncularız. Ben uyurken bana arzın
hazineleri getirildi. Elime altından iki bilezik kondu. Bunlar benim
nazarımda büyüdüler ve beni kederlendirdiler. Bana: "Bunlara üfle" diye
vahyedildi. Ben de üfledim, derken uçup gittiler. Ben bunları, çıkacak olan
ve aralarında bulunduğum iki yalancı olarak te'vil ettim: Birisi San'a'nın
lideri , diğeri de Yemâme'nin lideridir." [Buharî, Ta'bir 40, 70; Müslim,
Rüya,22, (2274), Tirmizî, 10, (2293).]
AÇIKLAMA:
Hadiste Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu
vesselâm), Müslümanların, dünyada iken en son kitap verilen ümmet de
olsalar, âhirette hesabı ilk defa verecek ve ilk defa cennete girecek ümmet
olacaklarını ifade buyurmaktadır. Resûlullah'a getirilmiş olan hazinelerden
muradın İslamî fetihlerle İran, Bizans gibi fethedilen yerlerden elde
edilen ganimetler olduğu belirtilmiştir.
Bileziklerin Hz. Peygamber'in "nazarında
büyülmesi"ni, hayret etmesi, şaşırması, ağrına gitmesi, dikkatini çekmesi
gibi mânalarda anlamak gerekmektedir; maddî ağırlık veya hacimlerinin
artması şeklinde bir büyüme değil. Kurtubî'nin açıklamasına göre, altından
mâmul zinet eşyası Müslüman erkeklere haram olması sebebiyle Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) eline konan altın bilezikleri (rüyasında)
taaccüble, hayretle karşılayıp kederleniyor, üzülüyor.
Hadiste geçen vahiyden murad ilhamdır,
irşaddır. Üflemek, kolay bir amel olması sebebiyle, rüyada üfleme
görmenin, kolaylığa, önüne çıkan herhangi bir engelin kolaylıkla izale
edileceğine delil olduğu belirtilmiştir. "Üfleme kelâmdır" diyen de
olmuştur.
Üflemekle uçup gitmeleri, ortaya çıkacak
yalancıların çok fazla zahmet çekilmeden bertaraf edileceklerine, mânen
hakâret, değersizlik içinde bulunduklarına delâlet ettiği, "aralarında
bulunduğum" tâbiriyle, rü'yanın anlatıldığı sıra onların hayatta olduğuna
delâlet ettiği ifade edilmiştir.
Bunlardan maksad San'a'da çıkıp peygamberlik
iddia eden Esved el-Ansî ile, Yemâme'de çıkıp yine aynı bâtıl iddialara
girişen Müseylimetü'l-Kezzâb'tır. Bunlardan her ikisi de daha Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında ortaya çıkıp, etrafında adam toplamış
kimselerdir. Esved, Resûlullah henüz hayatta iken tepelenebilmiş ve
öldürülmüş, Müseylime ile Resûlullah'ın vefatından sonra savaşılmış ve Hz.
Ebu Bekir zamanında tepelenmiştir.
Hz. Peygamber'in altın bilezikleri
yalancılarla te'vil etmesi, erkeğe zinet verilmiş olmasına dayanır. Çünkü
erkeğe, haram olan bir şeyin verilmesi, yerinde olmayan bir iş
yapılmasıdır. Yalancılar da böyledir, yerini bulmayan, sahte iddialarda
bulunurlar.
Bu rüyada geçen "iki el" iki memleketle te'vil
edilmiştir. San'a ve Yemâme ahalileri aslında Müslüman olarak İslâm'a "iki
el", iki yardımcı durumuna gelmişlerdi. Buralarda çıkan iki sahtekâr,
yalancı ve aldatıcı sözlerle halkı etrafında toplayıp iğfal etmiştir. Şu
halde altın bilezikler iki yalancıya delâlet etmiş, o iki "el"de (beldede)
çıkmışlardır.
ـ3ـ وعن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: رَأيْتُ في
المَنَامِ أنِّى أُهَاجِرُ مِنْ مَكَّةَ إلى أرْضٍ بِهَا نَخْلٌ، فَذَهَبَ
وَهَلِى إلى أنَّهَا اليَمَامَةُ. أوْ هَجَرُ، فَإذَا هِىَ الْمَدِينَةُ
يَثْرِبُ، وَرَأيْتُ في رُؤْيَاىَ هذِهِ أنِّى هََزَزْتُ سَيْفاً فَانْقَطَعَ
صَدْرُهُ فَإذَا هُوَ مَاأصِيبَ بِهِ الْمُؤمِنُونَ يَوْمَ أحُدٍ، ثُمَّ
هَزَزْتُهُ أخْرى فَعَادَ أحْسَنَ مِمَّا كانَ، فَإذَا هُوَ مَا جَاءَ اللّهُ
بِهِ مِنَ الْفَتْحِ وَاجْتِمَاعِ الْمُؤْمِنِينَ، وَرَأيْتُ فِيهَا أيْضاً
بَقَراً وَاللّهِ خَيْرٌ. فَإذَا هُمُ النَّفَرُ مِن الْمُؤمِنِينَ يَوْمَ
أحُدٍ، وَإذَا الخَيْرُ مَا جَاءَ اللّهُ تَعالى بِهِ مِنَ الْخَيْرِ وَثَوَابِ
الصِّدْقِ الَّذِى آتَانَا اللّهُ تَعالى بَعْدُ يَوْمَ بَدْرٍ[. أخرجه
الشيخان.»وَالْوَهَلُ« بالتحريك الوهم.
3.(966)-
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Rüyamda kendimi Mekke'den, hurma ağaçları bulunan bir
beldeye hicret ediyorum gördüm. Ben bunu, hicretimin Yemâme'ye veya Hacer'e
olacağı şeklinde tahmin etmiştim, meğer Yesrib şehrine imiş. Bu rüyamda
kendimi bir kılıncı sallıyor gördüm, kılıncın başı kopmuştu. Bu, Uhud
Savaşı'nda mü'minlerin maruz kaldıkları musibete delâlet ediyormuş. Sonra
kılıncımı tekrar salladım. Bu sefer, eskisinden daha iyi bir hal aldı. Bu
da, Cenab-ı Hakk'ın fetih ve Müslümanların biraraya gelmeleri nev'inden
lutfettiği nimetlerine delâlet etti. O aynı rüyamda sığırlar ve Allah'ın
(verdiği başka) hayrını gördüm. Sığırlar Uhud gününde mü'minlerden bir
cemaate çıktı, (gördüğüm başka) hayır da Allah'ın Bedir'den sonra (nasib
ettiği fetihlerin) hayrı ve bize Rabbimizin lutfettiği (Bedru'l-Mev'id)
sıdkının sevabı olarak çıktı." [Buhari, Ta'bir 39, 44, Menakıb 25, Meğazî 9,
26, Menâkıbu'l-Ensâr 45; Müslim, Rü'ya 20, (2272).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, rüya mübhemiyetine uygun bir
mübhemlik ve anlaşılmasında zorluk hasıl olmuş bir rüya'yı Nebevîdir.
Şârihler rivayetin muhtelif tâbirlerini açıklamada farklı yorumlara
gitmişlerdir.
Biz mealdeki mânayı tesbit ederken İbnu
Hacer'in izahını esas aldık. Buna göre:
1- Hecer, Bahreyn'de Abdulkays kabilesinin
ikamet ettiği bir diyarın ismidir. Medine yakınlarında aynı ismi taşıyan
küçük bir köyün kastedildiği de söylenmiş, hatta başka ihtimaller üzerinde
de durulmuştur, ancak sahih olan önceki söylediğimizdir.
2- Yesrib, Medine'nin eski adıdır, kaliteli
hurmalarıyla meşhur idi.
3- Resûlullah ashabını kılıçla ifade etmiştir.
Kılıç sallaması, düşmanla cihadıdır. Başının kopması Uhud'da Müslümanların
maruz kaldığı musibete yorulmuştur. Bazı rivayetlerde kılıçta gedik açılmış
olduğu ifade edilmiş ve bu da ailesinden birinin (Hz. Hamza'nın) şehid
düşeceği şeklinde, tarafından, yorumlanmıştır. Bazı rivayetler bu kılıncın
Zülfikâr olduğunu tasrih eder.
4- Kılıncın tekrar sallanması, mücâdelenin
devamı, kılıçtaki kopukluğun düzelmesi, müteakip savaşlarda Müslümanların
zafere ereceklerinin alâmeti bilinmiştir. Tâbirciler kılıcı değişik
yorumlara tâbi tutmuşlardır: Meselâ rüyada kılıç elde eden "kuvvet elde
eder", "valilik elde eder", "emanet (vedia) elde eder", "zevce elde eder",
"çocuk elde eder", keza "kılıncı kınına koyan evlenir", "birisiyle onun
kılıncından daha uzun kılıçla vuruşan ona galebe çalar", "kılıç kuşanan bir
işe girer" vs. gibi.
5- Görülen sığırlar, Uhud'da şehid düşen
Müslümanlara yorulmuştur. Hadisin farklı rivayet ve okunuşları, "Allah'ın bu
ölümde hayır kılacağı" veya "bu ölümden sonra Allah'ın hayırlar (zaferler)
vereceği" gibi değişik yorumlara imkân tanımıştır. Bir yoruma göre, Hz.
Peygamber: "Allah'a kasem olsun Allah'ın yaptığında (Uhud'daki musibette)
hayır gördüm, hayır var" demiştir.
6- Bedir'den sonraki fetihlerden maksad,
Hayber'in fethi ve Mekke'nin fethidir. Hadiste geçen,
اتانَا اللّهُ تَعالى بَعْدَ يَوْم بَدْرٍ
ibaresinde
بعد kelimesi bâzı rivayetlerde
بعْدُ bazı rivayetlerde
بَعْدَ şeklinde gelmiştir. Buna göre
te'vil de farklı olmuştur.
بَعْدُ Okununca mânâ Uhud'dan sonra
demektir ve bu durumda
يوم kelimesi de nasb yapılarak
يَوْمَ بَدْرٍ okunması icabeder. Mâna
şu olur: "(Gördüğüm başka) hayır da, Allah'ın (Uhud' dan) sonra
Bedr(u'l-Mev'id) günü sıdkımıza sevab olarak verdikleri ile sonradan
verdiği (ganimet, başarı nev'inden) hayra çıktı." Bunun mânası şudur: "Bedir
günü verilen" deyince, müşkil bir durum çıkmaktadır. Çünkü, Bedir Savaşı
Uhud Savaşı'ndan öncedir. Halbuki anlatılan tarihî ve mantıkî sıraya göre
Uhud'dan sonrası sözkonusu. Alimler bunu şöyle çözerler: Hadiste geçen
Bedir'den maksad Bedrü'l-Mev'id denen ikinci Bedir Gazvesi'dir. Bu ikinci
Bedir, Uhud'dan sonradır. Uhud Savaşı bitip, Mekkeliler muzafferâne
çekilirken Müslümanlarla aralarında söz düellosu olur. İşte bu düello
esnasında, müteâkip sene Bedir'de ikinci kere buluşmak üzere anlaşırlar.
Resûlullah, ertesi yıl hacc mevsiminde Bedr'e gider, fakat Mekkeli müşrikler
gelmezler. Böylece Müslümanlar savaş yapmadan bol ticaret yaparak dönerler.
Bu ikinci Bedir Gazvesi, önceden anlaşılarak tesbit edildiği için buna
Bedrü'l-Mev'id denmiştir.
Hadiste geçen sevâbu'ssıdk tâbiri gerçekten bu
seferin vasfını ifade eder. Zira Müslümanlar, müşriklere verdikleri sözü
tutmakla sıdk üzere hareket etmiş oldular. Bunun Allah indinde uhrevî sevâbı
olduğu gibi, Müslümanlara moral, müşriklere gözdağı ve korku olması
haysiyetiyle siyasî, dünyevî sevab da elde edilmiştir. Hadisin son kısmında
geçen ve Allah'ın verdiklerinden olarak zikredilen "hayır" ile bu
Bedri'l-Mev'îd Seferi sırasında yapılan kârlı ticaret dahi kastedilmiş
olabilir.
İbnu Hacer, hadisin bu veçhinden şu sonucu
çıkarır: "Hz. Peygamber rüyasında sığır ve hayır görmüştür. Sığır, Uhud'da
öldürülenlerle te'vil edilmiştir. Hayır da Mekke fethine kadar yapılan
Bedir ve diğer savaşlarda cihad için Müslümanların izhar ettikleri sıdk ve
sabırdan dolayı kazandıkları sevabla te'vil edilmiştir. Cenab-ı Hakk da
onlara mükâfeten, Uhud'dan sonraki Kureyza, Hayber ve diğer zaferleri
müyesser kılmıştır."
ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ:
رَأيْتُ اللَّيْلَةَ فِيمَا يََرَى النَّائمُ كَأنِّى في دَارِ عُقْبَةَ بْنِ
رَافِعٍ، وَأُتِيتُ بِرُطَبٍ مِنْ رُطَبِ ابْنِ طَابَ فَأوَّلْتُهُ أن
الرِّفْعَةَ لَنَا في الدُّنْيَا، وَالْعَاقِبةَ في اŒخِرَةِ، وَأنَّ دِينَنَا
قَدْ طَابَ[. أخرجه مسلم وأبو داود .
4. (967)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim:
"Ben bu gece, rü'yamda, kendimi Ukbe İbnu
Râfi'in evinde imişim gördüm. Orada bana İbnu Tâb denen cinsten taze hurma
getirildi. Ben bu rüyayı şöyle te'vil ettim: "Yükselme dünyada bizimdir,
âhirette de hayırlı âkibet bizimdir, dinimiz de tamamlanmıştır." [Müslim,
Rü'ya 18, (2270); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5026).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in güzel isimlerle tefe'ülü rüyaya da tatbik ettiğini görmekteyiz.
Tefe'ül, uğur çıkarmak, hayra yormaktır. Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm)
teşâümü, yani şundan bundan uğursuzluk çıkarmayı reddederken, uğur
çıkarmayı reddetmemiştir.
Bu rivayete göre, Hz. Peygamber rüyada
kendisini Ukbe İbnu Râfi'in evinde görmüş. Ukbe'yi aynı kökten gelen ukbâ,
âkibet kelimeleriyle te'vil etmiştir.
Râfi, yüksek, yükselen gibi mânâlar ifade
eder. Bundan rif'at (yükseliş)'e geçerek bu isimleri: "Dünyada yükseliş
bize, ahirette hayırlı âkibet bize" şeklinde te'vil etmiştir. Esasen bu
mânalarda ayetler mevcuttur:
والْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ "Akibet
muttakilere aittir" (A'raf 128), keza:
وَاَنْتُم ا‘عْلَوْنَ إنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
"İnanıyorsanız mutlaka galipsiniz" (Âl-i İmran
139) gibi..
Keza, ikram edilen hurmanın ismi İbnu Tâb'dır.
Burada tâb, tayyib yani güzel, mükemmel mânâsına gelir. Medineli bir şahsın
adı ise de bir hurma çeşidi de o adla şöhret bulmuştur. Resûlullah, bu ismi
de dinin kemâle ermesiyle te'vil buyurmuştur. Dinin kemâli, kâide ve
hükümlerinin kesinleşip istikrarını bulması, medenî hayatta ihtiyaç
duyulmakta olan hususta gerekli prensiplerin, kaidelerin konmasıdır. Nitekim
en son nâzil olan âyetlerin birinde meâlen: "Bugün size dininizi tamamladık"
(Mâide 3) buyurulmuştur.
Bu rivayetlerden hareket eden Müslüman
tâbirciler, rüyada iyi isim görmeyi hep iyiye yorma prensibini vaz'
etmişlerdir. Hadiste ifâde edilen hükümlerin, Kur'ân ayetleriyle tesbit
edildiği nazar-ı dikkate alınınca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
hadisi irad etmede asıl gayelerinden birinin, rüya tâbirinde bu prensibi
vaz'etmek olduğu söyenebilir. Ayrıca, çocuklara ve diğer eşyaya verilecek
isimlerin güzel olması hususundaki tavsiyelerine bir takviye gâyesi de
gözükmektedir.
ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّه #: رَأيْتُ
امْرَأةً سَوْدَاءَ ثَائِرَةَ الرَّأسِ خََرَجَتْ مِنَ الْمَدِينَةِ حَتَّى
نَزَلَتْ بِمَهْيَعَةٍ وَهِىَ الجُحْفَةُ؛ فَأوَّلْتُ أنَّ وَبَاءَ
الْمَدِينَةِ نُقِلَ إلَيْهَا[. أخرجه البخارى والترمذى .
5. (968)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle demişti:
"Ben (rüyamda), saçları karma karışık siyah
bir kadının Medine'den çıkıp Mehyea'ya indiğini gördüm. Burası Cuhfe'dir.
Ben bunu, Medine'deki vebanın oraya nakledilmesine yordum." [Buharî, Ta'bir
41, 42, 43; Tirmizî, Rü'ya 10, (2291).]
AÇIKLAMA:
1. Hadiste Mehyea ile ilgili bir açıklama var:
"Burası Cuhfe" diye. Bu açıklamanın, birçok rivayette bulunmamasından
hareket eden şârihler, bunun bir derc olduğunu ve bu açıklayıcı derci
hadisin râvilerinden Musa İbnu Ukbe'nin ilâve ettiğini söylemişlerdir.
2- Cuhfe, Mu'cemu'l-Büldan'ın verdiği bilgiye
göre, Mekke-Medine yolu üzerinde, Mekke'den dört merhale mesafede bir yerin
adıdır. Mekke' ye gelen Mısır ve Şamlıların, Medine'den geçmedikleri
takdirde, mîkat (ihram giyme) mahalleridir. Medine'den geçerlerse
Zü'l-Huleyfe olur.
3- Müslümanlar Medine'ye hicret ettikleri
zaman buranın havası Mekkelilere yaramamış, hep hummaya (ateşli hastalık,
sıtma) yakalanmışlar, Mekke'ye karşı özlem duymaya başlamışlardır. Bunun
üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
اَللّهُمَّ حَبِّبْ اِلَيْنَا الْمَدِينَةَ... وَانْقُلْ حُمَّاهَا إلى
الْجُحْفَةِ "Ya Rabb, bize Medine'yi
sevdir... hummâsını da Cuhfe'ye naklet" diye dua buyurmuştu. Şu halde
Resûlullah bu duasının Allah tarafından kabul edildiğini, hummanın
Medine'den çıktığını bu rüya ile ashabına (radıyallahu ahnüm ecmain)
müjdelemiş olmalıdır.
4- Yorumcular siyah (sevdâ) kelimesi ile
kötülük
السوء ve hastalığın
الداء ifâde edildiğini kabul
etmişlerdir. Saçların karışıklığını da kötülük ve şer yaymakla
yorumlamışlardır.
ـ6ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ الرَّجُلُ في حَيَاةِ رسولِ
اللّهِ # إذَا رآى رُؤْيَا قَصَّهَا عَلَيْهِ، وَكُنْتُ غَُماً شَابّاً عَزَباً
أنَامُ في الْمَسْجِدِ، فَرَأيْتُ في الْمَنامِ كَأنَّ مَلَكَيْنِ أخَذَانِى
فَأتَيَا بِى إلى النَّارِ، فَإذَا هِىَ مَطْوِيَّةٌ كَطَىِّ الْبِئْرِ، وَإذَا
لَها قَرْنَانِ كَقَرْنَى البِئْرِ، فَإذَا فِيهَا أنَاسٌ قَدْ عَرَفْتُهُمْ
فَجَعَلْتُ أقُولُ أعُوذُ بِاللّهِ مِنَ النَّارِ ثََثاً. فَلَقِيَهُمَا مَلَكٌ
آخَرُ فَقالَ لِى: لِمَ تُرَعْ؟ فَقَصَصْتُهَا عَلى حَفْصَةَ فَقَصَّتْهَا
حَفْصَةُ عَلى رسولِ اللّه # فقَالَ: نِعْمَ الرَّجُلُ عَبْدُاللّهِ لَوْ كانَ
يُصَلِّى مِنَ اللَّيْلِ. قَالَ سَالم: فَكَانَ عَبْدُاللّهِ بَعْدَ ذلِكَ َ
يَنَامُ مِنَ اللّيْلِ إَّ قَلِيً[. أخرجه الشيخان
6. (969)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) zamanında kişi, bir rüya görecek olsa onu aleyhissalâtu vesselâm
efendimize anlatırdı. O sıralarda ben genç, bekâr bir delikanlıydım,
mescidde yatıp kalkıyordum. Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp
cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennem kuyu çemberi gibi
çemberlenmişti. Keza (kova takılan) kuyu direği gibi iki de direği vardı.
Cehennemde bazı insanlar vardı ki onları tanıdım. Hemen istiâzeye başlayıp
üç kere: "Ateşten Allah'a sığınırım" dedim. Derken beni getiren iki meleği
üçüncü bir melek karşılayıp, bana: "Niye korkuyorsun? (korkma)" dedi.
Ben bu rüyayı kızkardeşim Hafsa (radıyallahu
anhâ)'ya anlattım. Hafsa da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlatmış.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Abdullah ne iyi insan, keşke bir de gece
namazı kılsa!" demiş.
Sâlim der ki: "Abdullah bundan sonra geceleri
pek az uyur oldu!" [Buhârî, Ta'bir, 35, 36, Salât 58, Teheccüt 2,
Fedâilu'l-Ashâb 19; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 140, (2479).]
AÇIKLAMA:
1- Kurtubî diyor ki: "Şâri (Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) Abdullah (radıyallahu anh)'ın rüyasını iyiye
yormuştur, çünkü Abdullah önce ateşe getirildiği halde kendisine "niye
korkuyorsun, korkma!" tesellisiyle ateşe atılmaktan affedilmiştir, bu onun
salih oluşuna delildir. Kusuru, gece namazı kılmaması idi. Böylece bu rüya
onun salâbetine mükâfaten bir tembih ve uyarı oldu. Bu sayede anladı ki,
gece namazı, ateşten, ateşe yakınlaşmaktan koruyan belli başlı tedbirlerden
biridir. Bunun için Abdullah (radıyallahu anh) ölünceye kadar gece namazını
terketmemiştir."
2- Şârih Mühellib: "Bundaki sır Abdullah'ın
mescidde yatmasıdır. Zira mescidin şe'ni ve hakkı, içinde ibadet
edilmesidir. Ateşle korkutulmak suretiyle bu eksikliği uyarılmış oldu" der.
3- Hadis, gece namazının ehemmiyetini, bu
namazın cehennemden korunmaya müessir bir çare olduğunu göstermektedir.
4- Hadiste, "Kadına rüya anlatılmamalı" diyen
yorumculara da cevap var. Bunun câiz olduğu görülmektedir. Ayrıca mescidde
yatıp kalkmanın câiz oluğu da anlaşılmaktadır.
ـ7ـ وفي روايةٍ قال: ]رَأيْتُ في المَنَامِ كَأنَّ في كَفِّى سَرَقَةً مِنْ
حَرِيرٍ َ أرِيدُ بِهَا مَكَاناً في الجَنَّةِ إَّ طَارَتْ بِى إلَيْهِ
فَقَصَصْتُهَا عَلى حَفْصَةَ فَقَصَّتْهَا عَلى رسولِ اللّهِ # فقَالَ: إنَّ
أخَاكِ رَجُلٌ صَالِحٌ[»السَّرَقَةُ« بتحريك الراء: قطعة من جَيِِّد الحرير .
7. (970)-
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) bir başka rivayette şöyle
demektedir: "Rüyamda, avucumda seraka denen iyi cins ipekten bir parça
gördüm, cennette, her nereyi arzu etsem beni oraya uçuruyordu. Bu rüyamı
Hafsa (radıyallahu anhâ)'ya anlattım. O da Resûlullah'a anlatmış. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Kardeşin sâlih bir kimse" diye yormuş." [Buhârî,
Ta'bir 25; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 139, (2478).]
AÇIKLAMA:
1- Abdullah İbnu Ömer'in cehenneme götürülmesi
gibi cennete götürülmesiyle de ilgili rüyası var. Bunlar ayrı ayrı
rüyalardır. Yukarıda cennete girişiyle ilgili rüyayı görüyoruz. Muhtemelen
bunu muahharan, gece ibadetlerine başladıktan sonra görmüş olmalı. Hadisin
bir başka vechinde Resûlullah önceki hadiste olduğu gibi, "Abdullah sâlih
bir kimsedir, bir de gece namazı kılsa" buyurmuştur.
2- Bazı şârihler, bu hadisin kaydedildiği
babtan bir önce yer alan,
عَمُودُ الْفُسْطَاطِ تَحْتَ وِسَادَتِهِ
"Rüyada yastığının altında çadır direği gören"
adındaki bab başlığı ile bunu birleştirip, İbnu Ömer'in rüyada, yastığının
altında çadır direği de gördüğünü ifade edip, yorumlarının vüs'atini geniş
tutmuşlardır. Kaydedilecek "şârih yorumları" yorum olarak muteber kabul
edilse de İbnu Hacer'in açıklamasına göre, Abdullah İbnu Ömer'in rüyada
yastığının altında çadır direği görmesini rivayetler doğrulamamıştır.
3- Rüyada görülen direk İslâm'la
yorumlanmıştır. Keza ipek de din ve ilimle, dinle kazanılan şerefle
yorumlanmıştır. "Onu elde eden, ahirette, cennette istediği yere, onun
sayesinde gidebilir" denmiştir.
4- Rüyada cennete girmek, uyanık halde girmeye
delil kabul edilmiştir. Çünkü hadisin bir vechinde rüyası cennete girenin
yakaza halinde gireceğine dair nassî ifade vardır. Rüyada, cennete girmek,
İslâm'a girmekle de yorumlanmıştır, çünkü cennete girmenin yegâne vasıtası
İslâm'a girmektir.
5- İpeğin uçması kuvvete delildir. Yâni
cennette istediği yere gidebilecek güce, mânevî yüceliğe sahip demektir.
ـ8ـ وعن أبى بكرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه # ذَاتَ يَوْمٍ:
مَنْ رآى مِنْكُمْ رُؤْيَا؟ فقَالَ رَجُلٌ: أنَا رَأيْتُ كأنَّ مِيزاناً نَزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ فَوُزِنْتَ أنْتَ وَأبُو بَكْرٍ فَرَجَحْتَ أنْتَ بِأبِى
بَكْرٍ، وَوُزِنَ أبُو بَكْرٍ وُعَمَرُ فَرَجَحَ أبُو بَكْرٍ وَوُزِنَ عُمَرُ
وَعُثْمَانُ فَرَجَحَ عُمَرُ. ثُمَّ رُفِعَ الْميزَانُ فَرَأيْنَا الْكَراهَةَ
في وَجْهِ رسولِ اللّهِ #[. أخرجه أبو داود والترمذى .
8. (971)-
Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir gün:
"- Sizden bir rüya gören var mı?" diye sual
buyurdular. Cemaatten bir adam:
"- Evet ben (şöyle bir rüya gördüm): Sanki
gökten inmiş bir terazi vardı. Siz ve Ebu Bekir tartıldınız. Sen, Ebu
Bekir'den ağır geldin. Ebu Bekir'le Ömer de tartıldılar. Ebu Bekir ağır
geldi. Sonra Ömer'le Osman tartıldılar. Ömer ağır bastı. Sonra terazi
kaldırıldı" dedi.
(Adam sözünü bitirince) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın mübarek yüzlerinde memnuniyetsizlik gördük."
[Ebu Dâvud, Sünnet 9, (4634), Tirmizî, Rüya 10, (2288).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette Hz. Ali ile Hz. Osman
(radıyallahu anhümâ) arasında efdaliyet hususunda bazılarınca ileri sürülen
ihtilafın bir sebebi görülmüştür.
2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
memnuniyetsizlik izhar etmesini, şârihler terâzinin kaldırılmış olma
haberinden, işlerin Hz. Ömer'in hilâfetinden sonra kötüleşerek fitne
çıkacağı yorumuna ulaşması ile izah ederler. Mamafih: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)' in, Ashab'tan sadece cüz'î bir kısmının hayırlı
kılınmalarına ve efdaliyetin üç kişiye inhisar ettirilmiş olmasına vâkıf
olmaktan üzüldüğünü" söyleyenler de olmuştur. Üzüntünün sebebini bunda
görenlere göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabından birçoğunun bu
şekilde müstesna bir fazilete erdiklerini ümid etmiş idi. Bu rüya ile
Cenab-ı Hakk, tafdilin bunlarda son bulduğunu bildirmiş oldu, bu da
Resûlullah'ı üzdü.
3- Mizan'dan muradın, Hz. Osman zamanına kadar
devam eden ictimâî hayattaki intizam ve İslâm'ın parlaması olabileceği de
söylenmiştir. Bir de muvâzene herhangi bir münâsebetle birbirine yakın olan
farklı şeyler arasında mevzubahis olur. Fark büyürse, muvâzene bozulur,
intizam kalmaz ve terazilemeye gerek kalmaz, terazi de kaldırılır. Öyle ise
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) terazinin kaldırılmasını bu şekilde
te'vil ettiği için üzülmüş olmalıdır.
ـ9ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أتى رَجُلٌ النَّبىَّ # فقَالَ:
رَأيْتُ اللَّيْلَةَ كَأنَّ ظُلَّةً تَنْطفُ السَّمْنَ وَالْعَسَلَ، وََأرى
نَاساً يَتَكَفَّفُونَ مِنْهَا بِأيْدِيِهِمْ فَالْمُسْتَكْثِرُ
وَالْمُسْتَقِلُّ، وَإذَا سَبَبٌ وَاصِلٌ مِنَ ا‘رضِ إلى السَّمَاءِ وُارَاكَ
أخَذْتَ بِهِ فَعَلَوْتَ، ثُمَّ أخَذَ بِهِ رَجُلٌ بَعْدَكَ فَعََ، ثُمَّ أخَذَ
بِهِ أخَرُ فَعََ، ثُمَّ أخَرُ فَانْقَطَعَ بِهِ، ثُمَّ وُصِلَ لَهُ فَعَ،
فقالَ أبُو بَكْرٍ: يَا رسُولَ اللّهِ بِأبِى أنْتَ وَأمِّى؛ لَتَدَعَنِّى
فَأعَبِّرُهَا. فقَالَ: اعْبُرْهَا. فقَالَ: أمَّا الظُّلَّةُ فَظُلّةُ
ا“سَْمِ. وَأمَّا الَّذِى يَنطُفُ مِنَ السَّمْنِ وَالْعَسَلِ فَالْقُرآنُ
حََوَتُهُ وَلِينُهُ. وَأمَّا مَا يتَكَفُّفُ النَّاسُ مِنْ ذلِكَ:
فَالْمُسْتَكْثِرُ مِنَ الْقُرآنِ والمُسْتقلُّ. وَأمَّا السَّبَبُ الوَاصِلُ
مِنَ السَّمَاءِ إلى ا‘رْضِ فَالحَقُّ الَّذِى أنْتَ عَلَيْهِ، تَأخُذُ بِهِ
فَيُعْلِيكَ اللّهُ، ثُمَّ يَأخُذُ بِهِ رَجُلٌ بَعْدَكَ فَيَعْلُو بِهِ، ثُمَّ
يَأخُذُ بِهِ رَجُلٌ آخَرُ فَيَعْلُو بِهِ ثُمَّ يَأخُذُ بِهِ رَجُلٌ
فَيَنْقَطِعُ بِهِ، ثُمَّ يُوصَلُ لَهُ فَيَعْلُو بِهِ. فَأخْبِرْنِى يَا رسَول
اللّهِ بِأبِى أنْتَ وَأمِّى؛ أصَبْتُ أمْ أخْطَأتُ؟ فقَالَ رسولُ اللّه #:
أصَبْتَ بَعْضاً وَأخْطَأتَ بَعْضاً. فقَالَ: وَاللّهِ لَتُحَدِّثَنِّى
بِالَّذِى أخْطَأْتُ. فقَالَ # َ تُقْسِمْ[. أخرجه الخمسة إ
النسائى.»الظُلَّةُ« شبه السحابة. »واَلسَّبَبُ« الحبل .
9. (972)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek şu rüyayı anlattı:
"Bu gece rüyamda buluta benzer bir şey gördüm,
ondan yağ ve bal yağıyordu. İnsanlar da ellerini açıp bu yağmurdan almaya
çalışıyorlardı. Azıcık alan da vardı, çokça alabilen de. Derken arzdan
semaya kadar uzanan bir ip gördüm. Siz o ipe yapışıp çıktınız. Sizden sonra
birisi ona tutunup o da çıktı. Sonra bir diğeri yükseldi, sonra bir diğeri
daha ipe tutundu, ama ip koptu. Ancak onun için ipi eklediler, o da
yükseldi."
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) atılarak:
"- Ey Allah'ın Resûlü, Annem babam sana kurban
olsun, müsâade buyursanız ben yorayım!"
dedi. Resûlullah da:
"- Pekala, yor!" dedi. Hz. Ebu Bekir şunları
söyledi:
"- O bulutumsu gölgelik, İslâm bulutudur.
Ondan yağan bal ve yağ Kur'ândır. Kur'ân'ın (bal gibi) halâveti ve (yağ
gibi) yumuşaklığıdır. İnsanların bundan avuç avuç almaları Kur'ân'dan
kiminin çok, kiminin az miktarda istifadeleridir. Arzdan semaya inen ip ise,
senin getirdiğin hakikattir. Sen buna yapışmışsın, Allah o sebeple seni
yüceltecektir. Senden sonra bir adam daha ona yapışacak ve onunla yücelecek,
ondan sonra biri daha ona yapışıp o da yücelecek. Ondan sonra biri daha
yapışır, fakat ip kopar, ancak onun için ip ulanır o da yapışıp yükselir. Ey
Allah'ın Rasûlü, annem babam sana fedâ olsun, doğru te'vil edip etmediğimi
haber ver!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı
verdi:
"- Bazı te'vilinde isabet ettin, bazı
te'vilinde de hata ettin."
"- Öyleyse, Allah'a kasem olsun, hatalarımı
söyleyeceksin!"
"- Hayır, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yemin verme!" [Buharî, Ta'bir 11, 47; Müslim, Rü'ya 17, (2269);
Tirmizî, Rü'ya 10, (2294); Ebu Dâvud, Sünnet 9, (4632); İbnu Mâce, Rü'ya 10,
(3918).]
AÇIKLAMA:
1- Rivayet, Hz. Ebu Bekir'in te'vili ile
yeterli açıklığa kavuşturulmuştur. Fazla izaha gerek yoktur. Ancak Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Yemin etme!" deyip kesmesi
merakımızı celbetmektedir.
Dâvudî bunu şöyle anlamıştır: "Yemini tekrar
verme, hata ettiğin noktaları söylemiyeceğim." Ancak bunu, "İpin kopmasını,
Hz. Osman'ın şehadeti ve onu takip eden harpleri ve fitneleri bildiği için
bunların zikrini, duyulup şuyû bulmasını istememiş, bu sebeple sükût
etmiştir" diye te'vil eden de olmuştur.
2- Hz. Ebu Bekir'in hata ettiği te'vil ne
idi? Bu husus farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazıları şöyle:
a) Rüyayı te'vil hakkı Hz.Peygamer'e ait idi.
Hz. Ebu Bekir, te'vil için acele edip izin istemekle hata etmiştir. Buna
itiraz edilmiş, hatanın bizzat yapılan te'vilde aranması gerektiği
belirtilmiştir. Hatta "yemin etme" sözünün "Düşünürsen hatanı anlarsın"
mânâsına geldiği belirtilmiştir.
b) Hatanın yağla balı ayrı ayrı şeylerle
te'vil etmeyip sadece Kur'ân'la te'vil etmesinden, "Kur'ân'ın halâveti ve
yumuşaklığıdır" denmesinden ileri geldiği belirtilmiştir. Bu, çoğunluka
mâkul karşılanmış bir açıklamadır. "Yağ ve bal iki ayrı şeye te'vil
edilebilirdi:
1) Kur'ân ve sünnet.
2) İlim ve amel.
3) Fehm (anlayış) ve hıfz (ezberleme)"
demişlerdir.
c) Hz. Ebu Bekir'in hatası, mezkur kimseleri
belirleme ve ismen söyleme işini terketmesinde olabilir, denmiştir.
d) "Hem isabet hem de, hata ettin" demesinden
maksat şu da olabilir: Tâbir esas itibariyle zanna dayanır, kesin ilim
ifade etmez. Öyle ise isabet etmek de, hata etmek de her zaman ihtimal
dâhilindedir." denmiştir.
e) Bazıları: "Hz. Ebu Bekir'in Resûlullah'tan
tâbir için izin taleb etmesi hata ise Hz. Ebu Bekir'in te'vilindeki hatayı
aramak daha büyük hatadır. Dinin iktizası bu konuda ileri gitmemektir"
denmiştir.
3- Rivayetten anlaşılacağı üzere, ipten
tutunup çıkanlar, Hz. Peygamber'den sonra, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz.
Osman'dır. Hz. Osman zamanında ip kopmuştur. Hz. Osman (radıyallahu anh)'da
ipin kopup tekrar bağlanması, onun öldürülmesi, hilâfetin başkasının eline
geçmesidir.
ـ10ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]رَأيْتُ ثََثَةَ أقْمَار سَقَطْنَ
في حُجْرَتِى فَقَصَصْتُ رُؤْيَاى عَلى أبِى بَكْرٍ فَسَكَتَ. فَلَمَّا
تُوفِّىَ رسول اللّه # وَدُفِنَ في بَيْتِى قال أبُو بكْرٍ: هذَا أحَدُ
أقْمَارِكِ وَهُوَ خَيْرُهَا[. أخرجه مالك .
10. (973)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Rüyamda hücreme üç ayın düştüğünü
gördüm. Rüyamı babam Ebu Bekir (radıyallahu anh)'e anlattım. Sükût etti,
cevap vermedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edip de odama
defnedilince Ebu Bekir:
"- İşte (rüyanda gördüğün) üç aydan biri ve en
hayırlısı!"dedi." [Muvatta, Cenâiz 10, (1, 232).]
AÇIKLAMA:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den
sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) de Hz. Aişe'nin
hücresine defnedilmişlerdir.
ـ11ـ وعنها رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]سُئِلَ رسولُ اللّه # عَنْ وَرَقَةَ
ابْنِ نَوْفَل. فقَالَتْ خَدِيجَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: إنَّهُ قَدْ
صَدَّقَكَ وَإنَّهُ مَاتَ قَبْلَ أنْ تَظْهَرَ. فقَالَ # أُرِيتُهُ في المَنامِ
وَعَلَيْهِ ثِيَابُ بَيَاضٍ، وَلَوْ كانَ مِنْ أهْلِ النَّارِ لَكانَ عَلَيْهِ
لِبَاسٌ غَيْرُ ذلِكَ[. أخرجه الترمذى .
11. (974)-
Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Varaka
İbnu Nevfel hakkında soruldu. Hz. Hatice (radıyallahu anhâ):
"- O seni tasdik etti ve sen peygamberliğini
izhar etmeden önce vefat etti" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu
cevabı verdi:
"- O bana rüyada gösterildi. Üzerinde beyaz
bir elbise vardı. Şayet cehennemlik olsaydı, beyaz renkli olmayan bir elbise
içerisinde olması gerekirdi." [Tirmizî, Rü'ya 10, (2289).]
AÇIKLAMA:
1- Varaka İbnu Nevfel (radıyallahu anh) Hz.
Hatice (radıyallahu anhâ)'nin amcasının oğludur. Cahiliye devrinde
Hıristiyan olmuş, İncil ve Tevrat'ı okumuş, ilim sahibi bir zattı. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e nübüvvet geldiği zaman yaşlanmış,
gözleri kör olmuş vaziyette idi. İlk vahyin şoku ile Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) gördüklerinden korkmuş idi. Hz. Hatice (radıyallahu
anhâ) Resûlullah'ı ona götürmüş, durumu anlatıp, fikrini sormuştu. Varaka,
Resûlullah'ı dinledikten sonra, kendisinin geleceği Hz. Musa ve Hz. İsa
tarafından müjdelendiğini, beklenen peygamber olduğunu, kendisine gelen
meleğin de önceki peygamberlere de gelen Cebrâil olduğunu söylemiş: "Kavmin
seni Mekke'den çıkaracakları zaman keşke sağ olsam da sana yardım etsem!"
temennisinde bulunmuştu. Ama bir müddet sonra vefat etti.
Peygamberimize tebliğ emri gelmediği için bu
kadarcık tasdik ve te'yidi iman sayılır mı?
Bu soruya ulemâ, umumiyetle "evet" demiş ve
Varaka'yı sahabi saymıştır. İbnu Hacer, onu (radıyallahu anh) selefleri
gibi sahabi addetmiş ve el-İsâbe'nin ilgili bölümünde el-Kısmu'l-Evvel'de
zikretmiştir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),
Varaka'nın durumunu mevzubahis edip sorunca Hz. Hatice'ye, onu rüyasında
beyaz elbise içerisinde gördüğünü söyleyerek: "Cehennemlik olsa başka bir
elbise içinde görmem gerekirdi" mealinde cevap verir. Cevapta, kesin bir
delille cennetlik olduğunu beyanı yok ise de dolaylı, işârî bir delille
cennetlik olduğu ifade edilmiş olmaktadır.
2- Bu cevaptan yorumcular şu prensibe
ulaşmışlardır: "Mü'min, rüyasında ölmüş kimse üzerinde beyaz elbise görürse
bu onun iyi hal üzere olduğuna, cennet ehlinden bulunduğuna delâlet eder."
ـ12ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]جَاءَ أعْرَابىٌّ إلى رسولِ اللّه #
فقَالَ: إنِّى حَلَمْتُ أنّ رَأْسِى قُطِعَ فَأنَا أتْبَعُهُ. فَزَجَرَهُ
وَقَالَ: َ تُخْبِرْ بِتَلَعُّبِ الشَّيْطَانِ بِكَ
في المَنَامِ[. أخرجه مسلم .
12. (975)-
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevî Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip:
"- Rüyamda başımın kesildiğini, kendimin de
onun peşine düştüğünü gördüm" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
adamı azarlayıp:
"- Sakın ha! Şeytanın, rüyanda seninle
eğlenmesini kimseye anlatma!" dedi. [Müslim, Rü'ya 12, (2268).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetin bir başka vechinde, bu hadiseden
sonra Hz. Peygamber'in halka hitab ederek: "Şeytan herhangi birinizle
uykusunda oynadığı vakit onu kimseye anlatmasın" tenbihinde bulunur.
957 numaralı hadiste açıkladığımız üzere,
Resûlullah hoşa gitmeyen, üzücü rüyaları "şeytanın eğlenmesi (veya
oynaması)" olarak tavsif etmiş ve bu çeşit rüyaların kimseye anlatılmamasını
tavsiye etmiştir. Şu halde sadedinde olduğumuz rivayet, rüyanın "şeytanın
oynaması" çeşidine bir örnek olmaktadır.
Ancak şu da var ki, tâbirciler rüyada baş
kelimesini, kişinin içinde bulunuğu nimet ve makamı kaybetmesine alâmet
saymışlardır. "Şayet böyle bir rüyayı, köle görmüş ise, onun hakkında bu,
azad edileceğine, hasta ise şifa bulacağına, borçlu ise borçtan
kurtulacağına, haccetmemiş ise haccedeceğine, üzüntülü ise sevineceğine,
bir korktuğu varsa emniyete kavuşacağına delalet eder" demişledir.
ـ13ـ وعن أمِّ العء ا‘نصارية رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا قَدِمَ
المُهَاجِرُونَ طَارَ لَنَا عُثْمَانُ بنُ مَظْعُونٍ في السُّكْنَى فَاشْتَكَى
فَمَرَّضْنَاهُ حَتَّى تُوفِّى. قالتْ: فَرَأيْتُ لِعُثْمَانَ في المَنَامِ
عَيْناً تَجْرِى فَأخْبَرْتُ رسول اللّه # فقَالَ: ذلِكَ عَمَلهُ يَجْرِى
لَهَ[. أخرجه البخارى .
13. (976)-
Ümmü'l-Alâ el-Ensâriyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor:"- Muharcirler geldiği
zaman (kur'a çekildi), bize Osman İbnu Maz'un'un ağırlanması çıktı. (Onu
evimize yerleştirdik.) Hemen hastalandı. Tedavisi ile meşgul olduk. (Şifa
bulamadı), vefat etti. Osman (radıyallahu anh)'ı rüyamda gördüm, akan bir
çeşmesi vardı. Düşümü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlattım.
Bana:
"- Bu onun amelidir, onun için akıyor" dedi.
[Buharî, Tabîr 13, 37, Cenâiz 3, Şahâdât 30, Menâkıbu'l-Ensar 46.]
AÇIKLAMA:
1- Ümmü'l-Alâ'nın bu rivayeti, Medine'ye
hicret eden Mekkeli muhacirlerin başlangıçta içtimâî hayata nasıl intibak
ettirildiklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir: Medineli âileler,
kur'a çekmek suretiyle kendi hissesine kim düşüyor ise onu evine götürüp
yerleştirmiş ve misafir etmiştir. Kardeşleştirilen bu insanlar, birbirlerine
vâris olacak derecede akde dayalı mânevî bağlarla bağlanmış idiler.
2- Mekke'nin kurak ve çöl ikliminden
Medine'nin rutubetli iklimine birden intibak edemeyen Mekkeliler, ilk
geldikleri sıralarda hummaya yakalanmışlar, Mekke'ye karşı özlemleri de
artmış idi. Yukarıdaki rivayet Osman İbnu Maz'un (radıyallahu anh)'un bu
hastalıktan kurtulamadığını belirtiyor. Usdü'l-Gâbe'de, Mekke'de ilk veat
eden muhacirin Osman İbnu Maz'un (radıyallahu anh) olduğu belirtilir.
Hicretin 22. ayında vefat etmiştir. Resûlullah, ölümüne ağlamış ve ölüsünü
öpmüştür. Ayrıca kabrine taş dikip belirgin kıldığı, zaman zaman ziyâret
ettiği, oğlu İbrahim öldüğü zaman: "Git, bizim sâlih selefimiz Osman İbnu
Maz'ûn'a kavuş" dediği rivayetlerde gelmiştir. Osman İbnu Maz'ûn
(radıyallahu anh) ibadete çok düşkün, geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç
tutan, yüce bir sahabi idi. Hatta bir ara ebediyyen bekâr kalmaya azmetmiş
ise de bunu işiten Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdahale ederek câiz
olmadığını bildirmiştir.
3- Şârihler, Osman İbnu Maz'ûn (radıyallahu
anh)'un ölümünden sonra, akan çeşme şeklinde sevabını devam ettiren amelin
ne olduğunu araştırmışlardır. Kesin olmamakla birlikte bazı ihtimaller
üzerinde durulmuştur:
a) Osman, Ashab'ın zenginlerinden idi,
sadaka-i câriye bırakmış olabilir. Bu onun amelini çeşme gibi kılar. Ancak
bilinen bir sadaka-i cariyesi olmadığını söyleyerek bu ihtimale itiraz eden
çıkmış ise de İbnu Hacer, Osman (radıyallahu anh)'ın Saib isminde sâlih bir
oğlu olduğunu, Bedr'e iştirak ettiğini, Hz. Ebu Bekir'in hilâfeti sırasında
vefat ettiğini, "evlâd" ın, amel defterini açık bırakan üç sebepten biri
olduğunu söyler. Bilindiği üzere diğer ikisi: İstifade edilen ilim ve
sadaka-i câriye (herkesin istifade ettiği amme hizmeti (yol, köprü, çeşme,
vakıf vs. bırakmak)dir.
b) "Osman'ın ameli, murâbıtlığı olabilir"
denmiştir. Yani kendisini Allah yolunda cihada hasretmiş olması. Çünkü bir
hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
كُلُّ
مَيِّتٍ يُخْتَمُ عَلى عَمَلِهِ إَّ الْمُرَابِطِ فِى سَبِىلِ اللّهِ فَإنَّهُ
يَنْمِى لَهُ عَمَلُهُ إلى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَيَأمَنُ مِنْ فِتْنَةِ
الْقَبْرِ
"Murâbıt olan hariç, her ölenin ameli sona
erer. Allah yolunda murâbıt olanın ameli ise, kıyamete kadar ona sevap
getirmeye devam eder. Murâbıt, kabir azabından da emin olur."
Bu hadisi te'yid eden bir başka hadis de
şöyledir:
رِبَاطُ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ خَيْرٌ مِنْ صِيَامِ شَهْرٍ
وَقِيَامِهِ وَإنْ مَاتَ جَرَى عَلَيْهِ عَمَلُهُ الَّذِى كَانَ يَعْمَلُ
وَامِنَ الفَتَّانَ
"Allah yolunda bir gün ve bir gecelik ribât
bir aylık oruç ve gece ibadetinden daha hayırlıdır. Şâyet ölecek olsa
yapmakta olduğu ameli, kıyamete kadar (yapmakta imiş gibi) sevap getirmeye
devam eder ve fitnelerden de emin olur."
"Osman İbnu Maz'ûn, kendini Allah yoluna
adayanlardan biri olduğu için hâli, bu hadise mâsadak olmaya uygundur"
denmiştir.
Ancak söylenen bütün ihtimallerin Osman
(radıyallahu anh) hakkında muteber olması da vâriddir (radıyallahu anh).