Kütübü Sitte

TAHRİM SÛRESİ

 

ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رسولُ اللّه # يُحِبُّ الْعَسَلَ وَالْحُلْوَ، وَكانَ إذَا انْصَرَفَ مِنْ صََةِ الْعَصْرِ دَخَلَ عَلَى نِسَائِِهِ فَيَدْنُو مِنْ إحْدَاهُنَّ فَدَخلَ على حَفْصَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فَاحْتَبَسَ  أكْثَرَ مِمَّا كانَ يَحْتَبِسُ. فَغِرْتُ فَسَألْتُ عَنْ ذَلِكَ، فقِيلَ لِى أهْدَتْ لَهَا امْرَأةٌ مِنْ قَوْمِهَا عُكَّةً مِنْ عَسَلٍ، فَسَقَتِ النَّبىَّ # مِنْهُ شَرْبَةً. فقُلْتُ: أمَا وَاللّهِ لَنَحْتَالَنَّ لَهُ. فقُلتُ لِسَوْدَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها إنَّهُ سَيَدْنُو مِنْكِ فإذَا دَنَا مِنْك فقُولِى لَهُ يَا رسُولَ اللّهِ؟ أكَلْتَ مَغَافِيرَ! فَإنَّهُ سَيَقُولُ لَكِ َ. فقُولِى لَهُ مَا هذِهِ الرِّيحُ الَّتِى أجِدُ مِنْكَ؟ وكَانَ يَشْتَدُّ عَلَيْهِ أنْ يُوجَدَ مِنْهُ الرِّيحُ. فإنَّهُ سَيَقُولُ سَقْتِنى حَفْصَةُ شَرْبَةَ عَسَلٍ: فقُولِى لَهُ جَرَسَتْ نَحْلُهُ الْعُرْفُطَ، وَسَأقُولُ ذلِكَ. وَقولِى أنْتِ يَا صَفيَّةُ ذلِكِ. قالت: تقُولُ سوْدَةُ. فَواللّهِ الَّذِى َ إلهَ إَّ هُوَ مَا هُوَ إَّ أنْ قَامَ عَلى البَابِ، فَأرَدْتُ أنْ أبَادِيَهُ بِمَا أمَرْتِنِى فَرَقاً مِنْكِ، فَلَمَّا دَنَا مِنْهَا قَالَتْ لَهُ سَوْدَةُ: يَارَسُولَ اللّهِ أكَلْتَ مَغَافِيرَ؟ قَالَ َ. قَالَتْ: فَمَا هذِهِ الرِّيحُ الَّتِى أجِدُ مِنْكَ؟ قَالَ سَقَتْنِى حَفْصَةُ شَرْبَةَ عَسَلٍ. قَالَتْ: لَعَلَّ نَحْلَهُ جرَسَتِ الْعُرْفُطَ. قَالَتْ عائشةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا: فَلَمَّا دَارَ إلىَّ قُلْتُ لَهُ مِثْلَ ذلِكَ. فَلَمَّا دَارَ إلى صَفِيَّةَ قَالَتْ لَهُ مثْلَ ذلِكَ. فَلَمَّا دَارَ إلى حَفْصَةَ قَالَتْ يَارَسُولَ اللّهِ: أَ أسْقِيكََ مِنْهُ؟ قَالَ َ حَاجَةَ لِى فِيهِ، قَالَتْ سَوْدَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: وَاللّهِ لَقَدْ حَرَّمْنَاهُ. فَقُلْتُ لَهَا: اسْكُتِى[. أخرجه الخسمة إّ الترمذى .

 

1. (838)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) balı ve tatlı şeyleri  severdi. Ayrıca, ikindi namazlarını kıldıktan sonra (hergün) kadınlarını teker teker ziyaret eder, herbirine yaklaşır (sohbette bulunurdu.) Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)'nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki kaldığı mutad müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini (Resûlullah'ın diğer hanımlarından) sordum. Bana: "Yakınlarından bir kadın Hafsa'ya bir okka (Tâif) balı hediye etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ondan şerbet yapıp ikram etmiş olmalı, (o da  şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır)" dediler. Ben:

"- Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir hile kurmalıyız!" dedim. Sevde (radıyallahu anhâ)'ye:

"- (Hafsa'dan sonra sıra senin) O girince sana yaklaşacak. Sana yaklaşınca O'na: "Ey Allah'ın Resûlü! Sen megâfih[1] mi yedin?" diyeceksin. (Ben biliyorum ki, o sana:) "Hayır!"diyecek. O zaman sen de: "Öyleyse senden  burnuma gelen bu koku da ne?" diyeceksin." Bir rivayette Hz. Aişe  şu açıklamayı yapar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok üzülürdü (Bu sebeple gerçeği itiraf ederek) muhakkak "Hafsa bana bal şerbeti ikram  etti" diyecek. O zaman sen kendisine "Demek ki arı, balını urfut ağacından almış" diyeceksin. (Senden sonra bana uğradığı zaman) ben de böyle hareket edip aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safiyye, sana uğradığı zaman sen de aynı şeyleri söyle! dedim."

Hz. Aişe anlatmaya devam etti:

"Sevde (bilâhere bana) dedi ki: "Kendinden başka ilâh bulunmayan Allah'a kasem olsun, bana tenbih ettiğin şeyleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kapıdan görünür görünmez, senden korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim." Ne ise, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine yaklaşınca Sevde: "Ey Allah'ın Resûlü meğâfir mi yediniz?" der: "Hayır!" cevabını alır. Bunun üzerine aralarında şu konuşma geçer:

"- Öyleyse bu koku da ne?"

"- Hafsa bana bal şerbeti ikram etti."

"- Demek ki arı urfut yemiş."

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatmaya devam ediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana uğrayınca ben de aynı şeyleri söyledim. Keza,  Safiyye (radıyallahu anhâ)'ye uğrayınca o da aynı şeyleri söyledi.

Müteâkiben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hafsa (radıyallahu anhâ)'nın yanına girince:

"- Ey Allah'ın Resûlü sana  o şerbetten  ikram edeyim mi?" diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Hayır, ihtiyacım yok!"  cevabını verir. (Bu durumu işittiği zaman) Sevde (radıyallahu anhâ):

"- Allah'a kasem olsun balı ona haram ettik!" dedi. Ben kendisine:

"- Sus, (sesini çıkarma)" dedim." [Buhârî, Talâk 8, Nikâh 103,  Et'ime 32, Eşribe 10, 15, Tıb 4, Hiyel 5; Müslim, Talâk 20, (1474); Ebû Davud, Eşribe 11, (3715); Nesâî, Talâk 16, (6, 151, 152).][2]

 

ـ2ـ وفي رواية: ]شَرِبْتُ عَسًَ عِنْدَ زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ وَلَنْ أعُودَ إلَيْهِ. فَنَزلَتْ: لِمَ تُحَرِّمُ مَا أحَلَّ اللّهُ لَكَ. إنْ تتُوبَا إلى اللّهِ. لِحَفْصَةَ وَعَائِشَةَ؛ وَإذ أسَرَّ النَّبىُّ إلى بَعْضِ أزْوَاجِهِ حَدِيثاً. هُوَ قَوْلُهُ: بَلْ شَرِبْتُ عَسًَ وَلَنْ أعُودَ لَهُ، وقَدْ حَلَفْتُ فََ تُخْبِرِى بِذَلِك أحَداً[.»المَغَافيرُ« بغين معجمة وفاء وياء مثناة من تحت: شئ يَنْضُحُهُ العُرْفط حُلْوٌ كالنَّاطِف له ريح كريهة. ومعنى »جَرَسَتْ« أكلت. »والْعُرْفُطُ« شجر من العضاه زهرته مدَحْرَجَةٌ. »وَالْعِضَاهُ« كل شجرة تعظم ولها شوك كالطَّلحِ وَالسَّمُرِ والسلم ونحو ذلك. »وَالْفَرَقُ« بفتح الراء: الخوف والفزع.

 

2. (839)- Bir başka rivayette (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Zeyneb Bintu Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim, artık bir daha onu içmeyeceğim" der ve şu âyet nâzil olur:

"Ey Peygamber , sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir. Allah, yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır. Ve O, hakkiyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sâhibidir.

Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o (zevce) bunu haber verip de Allah da ona bunu açıklayınca (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine söyleyince o (zevce) "Bunu sana kim haber verdi?"dedi. (Peygamber de), "Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi" dedi.

Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne âlâ, çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır, (yok) onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz, hiç şüphesiz Allah bizzat onun yardımcısıdır, Cebrail de mü'minlerin sâlih olanları da. Bunların ardından bütün melekler de (ona) yardımcıdır..." (Tahrim 1-4).

(Âyet-i kerimede geçen:) "Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz" ibaresinde kastedilen iki şahıs Hz. Hafsa ve Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ)'dir. (Yine âyet-i kerimede geçen:) "Hani Peygamber, zevcelerinen birine gizli bir söz söylemişti..." ibaresinde zikri geçen gizli  söz, Resûlullah'ın: "Bal şerbeti içitim, artık bir daha içmeyeceğim, bu hususta yemin de ettim, ancak bunu bir başkasına açma" şeklindeki sözleridir."[3]

 

ـ3ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسولَ اللّه # كَانَ لَهُ أمَةٌ يَطُؤَهَا فَلَمْ تَزَلْ بِهِ عَائِشَةُ وَحَفْصَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا حَتَّى حَرَّمَهَا عَلى نَفْسِهِ، فَنَزلَ: لِمَ تُحَرِّمُ مَا أحلَّ اللّهُ لَكَ[. أخرجه النسائى .

 

3. (840)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zaman zaman birleştiği bir câriyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) (cariyeye temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim sûresi nazil oldu." [Nesâî, Işretu'n-Nisâ, 4, (7, 71).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Tahrim suresinin sebeb-i nüzûlü üzerine üç  rivayet gördük. İlk ikisi aynı hâdise ile alakalı ise de üçüncü rivayet bir başka hâdiseye temas etmektedir. Tefsir kitaplarında başka hâdiselere de yer verilir. Meseleyi tahkik eden âlimler, bu surenin nüzûlüne bir değil birkaç sebebin inzimâm etmiş olduğuna hükmederler. Binâenaleyh, birçok âyet ve sûreler hakkında olduğu üzere, burada da sebeb-i nüzûlden değil, esbâb-ı nüzûlden bahsetmek daha doğru olacaktır. Teferruata girmeden meseleyi biraz açmak istiyoruz.

1- Bal Şerbeti Meselesi: İlk iki rivayet bu hâdise ile alâkalıdır. Hâdiseye sathi bir nazarla bakıldığı zaman ilerigeri söz edilip, muhterem validelerimiz olan Zevcât-ı Tâhirât hakkında mü'minlik edebine hiç uygun düşmeyecek değerlendirmelere bile düşülmesi mümkün olduğu halde, hâdise yakından tahlil edilince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın örnek hayatını aydınlattığı, mü'minlerin ders alması gereken pekçok incelikleri ihtiva ettiği görülür. Ayrıca bize birçok bilgi ve prensiplerin sunulmasına vesile olan bu hâdiseye zemin hazırlamış bulunan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in çok evliliğinin sırrı, hikmeti ve gerekliliği bir kere daha anlaşılmış olur. Hatta biz diyeceğiz ki, başka hiçbir faidesi ve gayesi olmasa bile, sırf Tahrim suresinin inmesine vesile olan hadiselerin vukuunu hazırlamış bulunması, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok evliliği için yeterli bir gerekçedir. Muhammed ümmeti ve bilhassa kadınlar taifesi  bu vesile ile büyük rahmetlere mazhar olmuştur. Bu sözde mübâlağa yoktur. Îlâ hâdisesinin sebepleri ile, Tahrîm sûresinin nüzul sebeplerini belirten rivayetleri tahlil edenler aynı kanaate varacaklardır.

Îlâ'nın sebepleri ile Tahrim suresinin nüzul sebepleri bazı rivayetlerde aynıdır. Bu rivayetler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın günlük  hayatını, hanımlarına karşı tavrını, ailevî sohbetlerini, bu sohbetlerin muhteva ve mâhiyetini, kadınlarda fıtrî olan kıskançlık ve bu kıskançlığın sebep olduğu tezâhürat ve eylemler karşısında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gösterdiği aksülameli, takip ettiği siyaseti  aydınlatır.

Mühimlerinden birkaçını kaydedelim:

a)- Îlâ ile ilgili açıklamalar tedkik edilince (109-112'inci hadislere bakınız) görülür ki, Hz. Peygamber  hergün sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar mescidde kalarak ashâbıyla sohbet etmektedir. Bu, değişmez bir prensiptir. Sadece îla'ya karar verdiği gün prensibini terketmiş, bu "sohbeti terk vak'ası", Ashab arasında "Gassânîlerin saldırması"ndan daha mühim sayılacak bir vükuatın meydana geldiğini zannettirecek kadar şok meydana getirmiştir.

b) Sadedinde olduğumuz 838 numaralı hadis Resûlullah'ın hergün ikindi namazından sonra hanımlarını ziyaret ettiğini belirtir. Bazı yorumcular, sabah namazından sonraki ziyareti haber veren rivayetle bu rivayet arasında bir teâruz aramış ise de, mûteber ve asıl olan görüşe göre teâruz sözkonusu değildir. Sabahleyin belki de daha kısa, bir selamlaşma nevinden de olsa birinci ziyaret, ikindiden sonra da sohbete yer veren daha uzun müddeti içine alan ikinci bir ziyâret cereyan etmektedir.

c) Bu rivayetten şunu da anlıyoruz ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ziyaretlerini belli bir müddete tâbi tutmuştur. Her seferinde o müddete riâyet etmekte, ne azaltmakta ne de artırmaktadır. Nitekim bir keresinde ikram edilen "bal şerbeti hatırı" için bir miktar uzayınca, diğer hanımlar arasında "Niçin geç kaldı?" diye merak ve  sipekülasyon sebebi olmuş, teselsül eden hâdislerle Tahrim suresinin nüzûlüne zemin hazırlamıştır.

Bu iki vak'ayı esas alıp, zaman kullanımını aydınlatan başka rivayetlerle tamamlayınca şu neticeye ulaşmaktayız: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) günlük hayatını belli bir programa bağlamıştır: Muayyen vakitlerde muayyen işler yapmaktadır, her işi de belli bir müddet içerisinde tamamlamakta, önceden bilinen bu müddeti tecâvüz etmemektedir.

d) Yine bu hâdiselerle ilgili rivayetlerden anlıyoruz ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hanımları, diğer hanımların mevcudiyeti sebebiyle duyulan kıskançlık ve tahrik olan başkaca hislerin sevkiyle pekçok tatsızlıklar çıkarmaktadır; dikkafalılık etmekte, karşı gelmekte, homurdanıp mırıldanmakta, isyankâr tavırlar takınmakta ve hatta küsüp, kelâmı kesmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kadın mizacının tabii tezâhürü olan bu davranışları, Allah'ın o fıtrata koyduğu âyetleri seyredercesine tebessümle karşılamakta ve sabırla temâşa etmektedir. Bu hususun ehemmiyetine binâen, Îlâ hâdisesiyle ilgili olarak Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in pekçok hikmetler ve faydalarla dolu uzun bir rivayetinden bazı özetlemeler sunuyoruz:

"Ensardan bir komşum vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a nöbetleşe giderdik. Bir gün o  gider, vahiy vs. haberlerini bana getirirdi. Ertesi gün ben gider, günlük haberleri ona ben getirirdim... Derken birgün o komşum bana gelip, hızlı hızlı kapıyı vurdu. Hemen çıktım. Telaşla: "Mühim bir hâdise var" dedi. "Gassâniler mi saldırdı?" dedim. "Daha büyük, Resûlullah  kadınlarını boşamış" dedi. Ben içimden: "Eyvah, Hafsa  hüsrâna düştü! Zâten bunu bekliyordum" dedim. Kalkıp Hafsa'nın yanına gittim. Ağlıyordu."

Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer zevcelerinde ve mesciddeki cemâatte umumî bir üzüntü ve keder havası görür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in hanımlarını boşamadığını anlayınca, Resûlullah'a yakınmada bulunur: "Ey Allah'ın Resûlü, bizi bilirsin, biz Kureyşliler, kadınlara hâkim kimselerdik. Sonra Medine'ye geldiğimizde, burada kadınların erkeklere hâkim olduklarını gördük. Bizim kadınlar da onlardan huy kaptı. Bir gün hanımıma öfkelenmiştim, bana mırıldanıp karşılık vermez mi! Bunu doğru bulmayıp azarladım. Bu sefer, "Beni niye azarlıyorsun? Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri bile O'na karşılık veriyorlar, mırıldanıyorlar. Hem onlar icabında küsüp gün boyu, geceye kadar Resûlullah'ı terkediyorlar" dedi. Hafsâ' ya: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sen de mi karşılık veriyor, mırıldanıyorsun?" dedim. "Evet, hiçbirimiz,  o gün geceye kadar yanına uğramayız" dedi. "Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrâna uğrar. Hanginiz, Resûlü'nün öfkesi sebebiyle, Allah'ın gazabına uğramayacağından emin bulunuyor? Alimallah bir anda helâk olursunuz" dedim.

Hz. Ömer der ki: "Ben böyle deyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tebessüm ettiler." Hz. Ömer devam ediyor: "Hafsa'ya dedim ki: Sakın Resûlullah'a karşılık verip,  mırıldanma ve ondan bir kısım taleblerde bulunma. Birşey gerekirse bana söyle. Sakın bâzı arkadaşlarının Resûlullah'a senden daha sevgili ve daha gönül alıcı olması  seni aldatıp, yanlış davranışa sevketmesin."Hz. Ömer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın burada da  tebessüm  ettiğini belirtir.

Îlâ hâdisesini tahkik safhasında Hz. Ömer sadece kızı Hafsa'yı değil, Hz. Aişe, Ümmü Seleme gibi diğer bazılarını da görüp, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a karşılık verip üzdükleri için biraz paylamak ister. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) ile olan şu muhâvere de mevzumuz açısından ilgi çekicidir:

....Ömer sonra Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve: "Ey Ümmü Seleme, siz Peygambere bir hususta konuşup, arkadan da karşılık mı veriyorsunuz?" dedi. Ümmü Seleme de: "Bak hele! Hayret doğrusu! Sana ne oluyor da Resûlullah'la hanımlarının meselesine karışıyorsun?.." karşılığını verdi.

e-) Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in îlâ hadisesi vesilesiyle anlattıklarında -bazılarını gördüğümüz üzere- öyle kıymetli teferruat var ki, onlara başka rivayetlerde rastlayamayız.

Bunlardan biri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir ay boyu kaldığı meşrübe denen odanın sadeliğidir: Duvarda (Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhâ) tarafından işlenen) ve pis koku neşreden birkaç deri, deri işlemede kullanılan selem ağacının karaz denen meyvesinden bir miktar, vücudunda yol yol iz yapmış olan hasır yaygı ve içerisine hurma lifi basılmış deriden bir yastık.

Hz. Ömer, bu manzara karşısında kendisini tutamayıp ağlar ve şöyle hitabeder:

"- Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın iki düşmanı olan Kisra ve Kayser (İran ve Bizans kralları) atlas ve ipekler üzerinde yatarken, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın, Resûlü ve sevgilisi  sen, hasır ve dolgusu hurma lifi olan yastık üzerinde yat, (bu olacak şey değil!)"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Onların nimeti dünyada peşin verilmiştir, (öbür dünyada mahrum kalacaklardır, bu ise gıbtaya değmez)" diye cevap verir.

f-) Meşrübede görülen pis kokulu deriler ve deri işlemede kullanılan karaz'la [bir nevi meşe olan selem ağacının mazısı (meyvesi)] ilgili bilgiler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevce-i pâklerinden olan Zeyneb Bintu Cahş validemizin (radıyallahu anhâ) deri işçiliğinde mâhir olduğuna, eliyle işlediklerini satıp kazandığı parayı Allah yolunda tasadduk ettiğine dâir rivâyetler birleştirilince, meşrübe denen bu odanın bir nevi iş atelyesi olduğu anlaşılır.

Şu halde Tahrim suresinin inmesine vesile olan hâdisatın nakli bize, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'in hâne-i saadetlerinde bir nevi iş atelyesi bulunduğunu da öğrenmemize imkân tanımaktadır. Böyle bir sünnetin bilinmesi, Müslüman âilelerde bu sünnete uyulma cihetine gidilmesi, iktisadî hayatımızda inkılâplar hâsıl edecek vüs'at ve şümulde fevkalâde bir nimettir. Hele günümüzde!

Tahrim suresinin nüzûlüne zemin hazırlayan müteselsil  hâdiselerin  ve bu hâdiselere zenberek olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok evliliğinin bu ümmete kazandırmış olduğu birkaç hayrı hatırlatmış olduk. Rivayetler daha yakından incelenince, başka pekçok hayırlar görülecektir.    هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّنَا الكريم [5]


 

[1] Meğâfir: Kâmus, urfut denen ve meşeye benzeyen bir ağaçtan sızan pis kokulu püs'e dendiğini belirtir.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/330-331.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/332.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/332-333.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/333-337.