ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رسولُ اللّه # يُحِبُّ
الْعَسَلَ وَالْحُلْوَ، وَكانَ إذَا انْصَرَفَ مِنْ صََةِ الْعَصْرِ دَخَلَ
عَلَى نِسَائِِهِ فَيَدْنُو مِنْ إحْدَاهُنَّ فَدَخلَ على حَفْصَةَ رَضِىَ
اللّهُ عَنْها فَاحْتَبَسَ أكْثَرَ مِمَّا كانَ يَحْتَبِسُ. فَغِرْتُ
فَسَألْتُ عَنْ ذَلِكَ، فقِيلَ لِى أهْدَتْ لَهَا امْرَأةٌ مِنْ قَوْمِهَا
عُكَّةً مِنْ عَسَلٍ، فَسَقَتِ النَّبىَّ # مِنْهُ شَرْبَةً. فقُلْتُ: أمَا
وَاللّهِ لَنَحْتَالَنَّ لَهُ. فقُلتُ لِسَوْدَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها إنَّهُ
سَيَدْنُو مِنْكِ فإذَا دَنَا مِنْك فقُولِى لَهُ يَا رسُولَ اللّهِ؟ أكَلْتَ
مَغَافِيرَ! فَإنَّهُ سَيَقُولُ لَكِ َ. فقُولِى لَهُ مَا هذِهِ الرِّيحُ
الَّتِى أجِدُ مِنْكَ؟ وكَانَ يَشْتَدُّ عَلَيْهِ أنْ يُوجَدَ مِنْهُ الرِّيحُ.
فإنَّهُ سَيَقُولُ سَقْتِنى حَفْصَةُ شَرْبَةَ عَسَلٍ: فقُولِى لَهُ جَرَسَتْ
نَحْلُهُ الْعُرْفُطَ، وَسَأقُولُ ذلِكَ. وَقولِى أنْتِ يَا صَفيَّةُ ذلِكِ.
قالت: تقُولُ سوْدَةُ. فَواللّهِ الَّذِى َ إلهَ إَّ هُوَ مَا هُوَ إَّ أنْ
قَامَ عَلى البَابِ، فَأرَدْتُ أنْ أبَادِيَهُ بِمَا أمَرْتِنِى فَرَقاً
مِنْكِ، فَلَمَّا دَنَا مِنْهَا قَالَتْ لَهُ سَوْدَةُ: يَارَسُولَ اللّهِ
أكَلْتَ مَغَافِيرَ؟ قَالَ َ. قَالَتْ: فَمَا هذِهِ الرِّيحُ الَّتِى أجِدُ
مِنْكَ؟ قَالَ سَقَتْنِى حَفْصَةُ شَرْبَةَ عَسَلٍ. قَالَتْ: لَعَلَّ نَحْلَهُ
جرَسَتِ الْعُرْفُطَ. قَالَتْ عائشةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهَا: فَلَمَّا دَارَ
إلىَّ قُلْتُ لَهُ مِثْلَ ذلِكَ. فَلَمَّا دَارَ إلى صَفِيَّةَ قَالَتْ لَهُ
مثْلَ ذلِكَ. فَلَمَّا دَارَ إلى حَفْصَةَ قَالَتْ يَارَسُولَ اللّهِ: أَ
أسْقِيكََ مِنْهُ؟ قَالَ َ حَاجَةَ لِى فِيهِ، قَالَتْ سَوْدَةُ رَضِىَ اللّهُ
عَنْها: وَاللّهِ لَقَدْ حَرَّمْنَاهُ. فَقُلْتُ لَهَا: اسْكُتِى[. أخرجه
الخسمة إّ الترمذى .
1. (838)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) balı ve tatlı şeyleri severdi. Ayrıca, ikindi namazlarını
kıldıktan sonra (hergün) kadınlarını teker teker ziyaret eder, herbirine
yaklaşır (sohbette bulunurdu.) Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa (radıyallahu
anhâ)'nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki kaldığı mutad
müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini (Resûlullah'ın diğer
hanımlarından) sordum. Bana: "Yakınlarından bir kadın Hafsa'ya bir okka (Tâif)
balı hediye etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ondan şerbet yapıp
ikram etmiş olmalı, (o da şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır)"
dediler. Ben:
"- Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir
hile kurmalıyız!" dedim. Sevde (radıyallahu anhâ)'ye:
"- (Hafsa'dan sonra sıra senin) O girince sana
yaklaşacak. Sana yaklaşınca O'na: "Ey Allah'ın Resûlü! Sen megâfih
mi yedin?" diyeceksin. (Ben biliyorum ki, o sana:) "Hayır!"diyecek. O zaman
sen de: "Öyleyse senden burnuma gelen bu koku da ne?" diyeceksin." Bir
rivayette Hz. Aişe şu açıklamayı yapar: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok
üzülürdü (Bu sebeple gerçeği itiraf ederek) muhakkak "Hafsa bana bal şerbeti
ikram etti" diyecek. O zaman sen kendisine "Demek ki arı, balını urfut
ağacından almış" diyeceksin. (Senden sonra bana uğradığı zaman) ben de böyle
hareket edip aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safiyye, sana uğradığı zaman sen
de aynı şeyleri söyle! dedim."
Hz. Aişe anlatmaya devam etti:
"Sevde (bilâhere bana) dedi ki: "Kendinden
başka ilâh bulunmayan Allah'a kasem olsun, bana tenbih ettiğin şeyleri,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kapıdan görünür görünmez, senden
korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim." Ne ise, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kendisine yaklaşınca Sevde: "Ey Allah'ın Resûlü
meğâfir mi yediniz?" der: "Hayır!" cevabını alır. Bunun üzerine aralarında
şu konuşma geçer:
"- Öyleyse bu koku da ne?"
"- Hafsa bana bal şerbeti ikram etti."
"- Demek ki arı urfut yemiş."
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatmaya devam
ediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana uğrayınca ben de aynı
şeyleri söyledim. Keza, Safiyye (radıyallahu anhâ)'ye uğrayınca o da aynı
şeyleri söyledi.
Müteâkiben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hafsa (radıyallahu anhâ)'nın yanına girince:
"- Ey Allah'ın Resûlü sana o şerbetten ikram
edeyim mi?" diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Hayır, ihtiyacım yok!" cevabını verir. (Bu
durumu işittiği zaman) Sevde (radıyallahu anhâ):
"- Allah'a kasem olsun balı ona haram ettik!"
dedi. Ben kendisine:
"- Sus, (sesini çıkarma)" dedim." [Buhârî,
Talâk 8, Nikâh 103, Et'ime 32, Eşribe 10, 15, Tıb 4, Hiyel 5; Müslim, Talâk
20, (1474); Ebû Davud, Eşribe 11, (3715); Nesâî, Talâk 16, (6, 151, 152).]
ـ2ـ وفي رواية: ]شَرِبْتُ عَسًَ عِنْدَ زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ وَلَنْ أعُودَ
إلَيْهِ. فَنَزلَتْ: لِمَ تُحَرِّمُ مَا أحَلَّ اللّهُ لَكَ. إنْ تتُوبَا إلى
اللّهِ. لِحَفْصَةَ وَعَائِشَةَ؛ وَإذ أسَرَّ النَّبىُّ إلى بَعْضِ أزْوَاجِهِ
حَدِيثاً. هُوَ قَوْلُهُ: بَلْ شَرِبْتُ عَسًَ وَلَنْ أعُودَ لَهُ، وقَدْ
حَلَفْتُ فََ تُخْبِرِى بِذَلِك أحَداً[.»المَغَافيرُ« بغين معجمة وفاء وياء
مثناة من تحت: شئ يَنْضُحُهُ العُرْفط حُلْوٌ كالنَّاطِف له ريح كريهة. ومعنى
»جَرَسَتْ« أكلت. »والْعُرْفُطُ« شجر من العضاه زهرته مدَحْرَجَةٌ.
»وَالْعِضَاهُ« كل شجرة تعظم ولها شوك كالطَّلحِ وَالسَّمُرِ والسلم ونحو ذلك.
»وَالْفَرَقُ« بفتح الراء: الخوف والفزع.
2. (839)-
Bir başka rivayette (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Zeyneb Bintu
Cahş'ın yanında bal şerbeti içtim, artık bir daha onu içmeyeceğim" der ve şu
âyet nâzil olur:
"Ey Peygamber , sen zevcelerinin hoşnudluğunu
arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?
(Bununla beraber üzülme) Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir. Allah,
yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin
yardımcınızdır. Ve O, hakkiyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sâhibidir.
Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir
söz söylemişti. Bunun üzerine o (zevce) bunu haber verip de Allah da ona
bunu açıklayınca (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir
kısmından da vazgeçmişti. Artık bunu kendisine söyleyince o (zevce) "Bunu
sana kim haber verdi?"dedi. (Peygamber de), "Bana her şeyi bilen, her şeyden
haberdar olan (Allah) haber verdi" dedi.
Eğer her ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne
âlâ, çünkü) hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır, (yok) onun aleyhinde
birbirinize arka verirseniz, hiç şüphesiz Allah bizzat onun yardımcısıdır,
Cebrail de mü'minlerin sâlih olanları da. Bunların ardından bütün melekler
de (ona) yardımcıdır..." (Tahrim 1-4).
(Âyet-i kerimede geçen:) "Eğer her ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz" ibaresinde kastedilen iki şahıs Hz. Hafsa ve Hz.
Aişe (radıyallahu anhümâ)'dir. (Yine âyet-i kerimede geçen:) "Hani
Peygamber, zevcelerinen birine gizli bir söz söylemişti..." ibaresinde zikri
geçen gizli söz, Resûlullah'ın: "Bal şerbeti içitim, artık bir daha
içmeyeceğim, bu hususta yemin de ettim, ancak bunu bir başkasına açma"
şeklindeki sözleridir."
ـ3ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسولَ اللّه # كَانَ لَهُ أمَةٌ
يَطُؤَهَا فَلَمْ تَزَلْ بِهِ عَائِشَةُ وَحَفْصَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا
حَتَّى حَرَّمَهَا عَلى نَفْسِهِ، فَنَزلَ: لِمَ تُحَرِّمُ مَا أحلَّ اللّهُ
لَكَ[. أخرجه النسائى .
3. (840)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zaman zaman birleştiği bir câriyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz.
Hafsa (radıyallahu anhümâ) (cariyeye temasını önlemek için) peşini
bırakmadılar. Sonunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu cariyeyi
nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin
hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram
ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim sûresi nazil oldu." [Nesâî,
Işretu'n-Nisâ, 4, (7, 71).]
AÇIKLAMA:
Tahrim suresinin sebeb-i nüzûlü üzerine üç
rivayet gördük. İlk ikisi aynı hâdise ile alakalı ise de üçüncü rivayet bir
başka hâdiseye temas etmektedir. Tefsir kitaplarında başka hâdiselere de yer
verilir. Meseleyi tahkik eden âlimler, bu surenin nüzûlüne bir değil birkaç
sebebin inzimâm etmiş olduğuna hükmederler. Binâenaleyh, birçok âyet ve
sûreler hakkında olduğu üzere, burada da sebeb-i nüzûlden değil, esbâb-ı
nüzûlden bahsetmek daha doğru olacaktır. Teferruata girmeden meseleyi biraz
açmak istiyoruz.
1- Bal Şerbeti Meselesi: İlk iki rivayet bu
hâdise ile alâkalıdır. Hâdiseye sathi bir nazarla bakıldığı zaman ilerigeri
söz edilip, muhterem validelerimiz olan Zevcât-ı Tâhirât hakkında mü'minlik
edebine hiç uygun düşmeyecek değerlendirmelere bile düşülmesi mümkün olduğu
halde, hâdise yakından tahlil edilince, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın örnek hayatını aydınlattığı, mü'minlerin ders alması gereken
pekçok incelikleri ihtiva ettiği görülür. Ayrıca bize birçok bilgi ve
prensiplerin sunulmasına vesile olan bu hâdiseye zemin hazırlamış bulunan
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in çok evliliğinin sırrı, hikmeti ve
gerekliliği bir kere daha anlaşılmış olur. Hatta biz diyeceğiz ki, başka
hiçbir faidesi ve gayesi olmasa bile, sırf Tahrim suresinin inmesine vesile
olan hadiselerin vukuunu hazırlamış bulunması, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın çok evliliği için yeterli bir gerekçedir. Muhammed ümmeti ve
bilhassa kadınlar taifesi bu vesile ile büyük rahmetlere mazhar olmuştur.
Bu sözde mübâlağa yoktur. Îlâ hâdisesinin sebepleri ile, Tahrîm sûresinin
nüzul sebeplerini belirten rivayetleri tahlil edenler aynı kanaate
varacaklardır.
Îlâ'nın sebepleri ile Tahrim suresinin nüzul
sebepleri bazı rivayetlerde aynıdır. Bu rivayetler, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın günlük hayatını, hanımlarına karşı tavrını,
ailevî sohbetlerini, bu sohbetlerin muhteva ve mâhiyetini, kadınlarda fıtrî
olan kıskançlık ve bu kıskançlığın sebep olduğu tezâhürat ve eylemler
karşısında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gösterdiği aksülameli,
takip ettiği siyaseti aydınlatır.
Mühimlerinden birkaçını kaydedelim:
a)- Îlâ ile ilgili açıklamalar tedkik edilince
(109-112'inci hadislere bakınız) görülür ki, Hz. Peygamber hergün sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar mescidde kalarak ashâbıyla sohbet
etmektedir. Bu, değişmez bir prensiptir. Sadece îla'ya karar verdiği gün
prensibini terketmiş, bu "sohbeti terk vak'ası", Ashab arasında
"Gassânîlerin saldırması"ndan daha mühim sayılacak bir vükuatın meydana
geldiğini zannettirecek kadar şok meydana getirmiştir.
b) Sadedinde olduğumuz 838 numaralı hadis
Resûlullah'ın hergün ikindi namazından sonra hanımlarını ziyaret ettiğini
belirtir. Bazı yorumcular, sabah namazından sonraki ziyareti haber veren
rivayetle bu rivayet arasında bir teâruz aramış ise de, mûteber ve asıl olan
görüşe göre teâruz sözkonusu değildir. Sabahleyin belki de daha kısa, bir
selamlaşma nevinden de olsa birinci ziyaret, ikindiden sonra da sohbete yer
veren daha uzun müddeti içine alan ikinci bir ziyâret cereyan etmektedir.
c) Bu rivayetten şunu da anlıyoruz ki: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ziyaretlerini belli bir müddete tâbi
tutmuştur. Her seferinde o müddete riâyet etmekte, ne azaltmakta ne de
artırmaktadır. Nitekim bir keresinde ikram edilen "bal şerbeti hatırı" için
bir miktar uzayınca, diğer hanımlar arasında "Niçin geç kaldı?" diye merak
ve sipekülasyon sebebi olmuş, teselsül eden hâdislerle Tahrim suresinin
nüzûlüne zemin hazırlamıştır.
Bu iki vak'ayı esas alıp, zaman kullanımını
aydınlatan başka rivayetlerle tamamlayınca şu neticeye ulaşmaktayız: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) günlük hayatını belli bir programa
bağlamıştır: Muayyen vakitlerde muayyen işler yapmaktadır, her işi de belli
bir müddet içerisinde tamamlamakta, önceden bilinen bu müddeti tecâvüz
etmemektedir.
d) Yine bu hâdiselerle ilgili rivayetlerden
anlıyoruz ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hanımları, diğer
hanımların mevcudiyeti sebebiyle duyulan kıskançlık ve tahrik olan başkaca
hislerin sevkiyle pekçok tatsızlıklar çıkarmaktadır; dikkafalılık etmekte,
karşı gelmekte, homurdanıp mırıldanmakta, isyankâr tavırlar takınmakta ve
hatta küsüp, kelâmı kesmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),
kadın mizacının tabii tezâhürü olan bu davranışları, Allah'ın o fıtrata
koyduğu âyetleri seyredercesine tebessümle karşılamakta ve sabırla temâşa
etmektedir. Bu hususun ehemmiyetine binâen, Îlâ hâdisesiyle ilgili olarak
Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in pekçok hikmetler ve faydalarla dolu uzun bir
rivayetinden bazı özetlemeler sunuyoruz:
"Ensardan bir komşum vardı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a nöbetleşe giderdik. Bir gün o gider, vahiy vs.
haberlerini bana getirirdi. Ertesi gün ben gider, günlük haberleri ona ben
getirirdim... Derken birgün o komşum bana gelip, hızlı hızlı kapıyı vurdu.
Hemen çıktım. Telaşla: "Mühim bir hâdise var" dedi. "Gassâniler mi
saldırdı?" dedim. "Daha büyük, Resûlullah kadınlarını boşamış" dedi. Ben
içimden: "Eyvah, Hafsa hüsrâna düştü! Zâten bunu bekliyordum" dedim. Kalkıp
Hafsa'nın yanına gittim. Ağlıyordu."
Hz. Ömer, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın diğer zevcelerinde ve mesciddeki cemâatte umumî bir üzüntü ve
keder havası görür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in hanımlarını
boşamadığını anlayınca, Resûlullah'a yakınmada bulunur: "Ey Allah'ın Resûlü,
bizi bilirsin, biz Kureyşliler, kadınlara hâkim kimselerdik. Sonra Medine'ye
geldiğimizde, burada kadınların erkeklere hâkim olduklarını gördük. Bizim
kadınlar da onlardan huy kaptı. Bir gün hanımıma öfkelenmiştim, bana
mırıldanıp karşılık vermez mi! Bunu doğru bulmayıp azarladım. Bu sefer,
"Beni niye azarlıyorsun? Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevceleri bile O'na karşılık veriyorlar, mırıldanıyorlar. Hem onlar icabında
küsüp gün boyu, geceye kadar Resûlullah'ı terkediyorlar" dedi. Hafsâ' ya:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sen de mi karşılık veriyor,
mırıldanıyorsun?" dedim. "Evet, hiçbirimiz, o gün geceye kadar yanına
uğramayız" dedi. "Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrâna uğrar.
Hanginiz, Resûlü'nün öfkesi sebebiyle, Allah'ın gazabına uğramayacağından
emin bulunuyor? Alimallah bir anda helâk olursunuz" dedim.
Hz. Ömer der ki: "Ben böyle deyince Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) tebessüm ettiler." Hz. Ömer devam ediyor: "Hafsa'ya
dedim ki: Sakın Resûlullah'a karşılık verip, mırıldanma ve ondan bir kısım
taleblerde bulunma. Birşey gerekirse bana söyle. Sakın bâzı arkadaşlarının
Resûlullah'a senden daha sevgili ve daha gönül alıcı olması seni aldatıp,
yanlış davranışa sevketmesin."Hz. Ömer Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın burada da tebessüm ettiğini belirtir.
Îlâ hâdisesini tahkik safhasında Hz. Ömer
sadece kızı Hafsa'yı değil, Hz. Aişe, Ümmü Seleme gibi diğer bazılarını da
görüp, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a karşılık verip üzdükleri için
biraz paylamak ister. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) ile olan şu muhâvere de
mevzumuz açısından ilgi çekicidir:
....Ömer sonra Ümmü Seleme'nin yanına girdi
ve: "Ey Ümmü Seleme, siz Peygambere bir hususta konuşup, arkadan da karşılık
mı veriyorsunuz?" dedi. Ümmü Seleme de: "Bak hele! Hayret doğrusu! Sana ne
oluyor da Resûlullah'la hanımlarının meselesine karışıyorsun?.." karşılığını
verdi.
e-) Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in îlâ hadisesi
vesilesiyle anlattıklarında -bazılarını gördüğümüz üzere- öyle kıymetli
teferruat var ki, onlara başka rivayetlerde rastlayamayız.
Bunlardan biri Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bir ay boyu kaldığı meşrübe denen odanın sadeliğidir: Duvarda
(Zeyneb Bintu Cahş (radıyallahu anhâ) tarafından işlenen) ve pis koku
neşreden birkaç deri, deri işlemede kullanılan selem ağacının karaz denen
meyvesinden bir miktar, vücudunda yol yol iz yapmış olan hasır yaygı ve
içerisine hurma lifi basılmış deriden bir yastık.
Hz. Ömer, bu manzara karşısında kendisini
tutamayıp ağlar ve şöyle hitabeder:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın iki düşmanı
olan Kisra ve Kayser (İran ve Bizans kralları) atlas ve ipekler üzerinde
yatarken, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın, Resûlü ve sevgilisi sen, hasır ve
dolgusu hurma lifi olan yastık üzerinde yat, (bu olacak şey değil!)"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Onların nimeti dünyada peşin verilmiştir,
(öbür dünyada mahrum kalacaklardır, bu ise gıbtaya değmez)" diye cevap
verir.
f-) Meşrübede görülen pis kokulu deriler ve
deri işlemede kullanılan karaz'la [bir nevi meşe olan selem ağacının mazısı
(meyvesi)] ilgili bilgiler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
zevce-i pâklerinden olan Zeyneb Bintu Cahş validemizin (radıyallahu anhâ)
deri işçiliğinde mâhir olduğuna, eliyle işlediklerini satıp kazandığı parayı
Allah yolunda tasadduk ettiğine dâir rivâyetler birleştirilince, meşrübe
denen bu odanın bir nevi iş atelyesi olduğu anlaşılır.
Şu halde Tahrim suresinin inmesine vesile olan
hâdisatın nakli bize, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'in hâne-i
saadetlerinde bir nevi iş atelyesi bulunduğunu da öğrenmemize imkân
tanımaktadır. Böyle bir sünnetin bilinmesi, Müslüman âilelerde bu sünnete
uyulma cihetine gidilmesi, iktisadî hayatımızda inkılâplar hâsıl edecek
vüs'at ve şümulde fevkalâde bir nimettir. Hele günümüzde!
Tahrim suresinin nüzûlüne zemin hazırlayan
müteselsil hâdiselerin ve bu hâdiselere zenberek olan Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok evliliğinin bu ümmete kazandırmış olduğu
birkaç hayrı hatırlatmış olduk. Rivayetler daha yakından incelenince, başka
pekçok hayırlar görülecektir.
هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّنَا الكريم
Meğâfir: Kâmus, urfut denen ve meşeye benzeyen bir ağaçtan sızan pis
kokulu püs'e dendiğini belirtir.