Bu bölüm, aslında Kitâbu's-Sena ve'ş-Şükr
adını taşır. Senâ, medih gibi övmek mânasına gelir. Şükr, gelmiş olan bir
nimete kavlen veya fiilen veya kalben mukabele edip o nimeti verene tâzim
etmektir. Bir bakıma, yapılan iyiliğin idraki içinde olduğumuzu iyilik
yapana izhar etmek, memnuniyetimizi ifâde etmektir. Dilimizde, insanlardan
gelen iyiliğe karşı izhâr edilen şükrü, teşekkür kelimesiyle ifade ederiz. "Şükr"
kelimesini ise, aynen "hamd" gibi Allah için kullanırız.
Şu halde kitabımızın aslına uyarak, şükür
bölümü dememiz gerekirken, bunun dilimizdeki karşılığı olan teşekkür
kelimesini kullandık. Zira kaydedilen hadislerden anlaşılacağı üzere, bu
bölüm Allah'a karşı olan hamd ve şükrümüzü ele almıyor, insanlara karşı olan
teşekkür borcumuzu ele alıyor.
Dinimiz, sâdece Allah'tan gelen nimetlerin
şükrünün edasına kıymet vermez, insanların yaptığı iyiliklere karşı teşekkür
etmeyi de bir borç kılar, buna da öbürü kadar kıymet verir. Hamd, kulluk
borcu ise, teşekkür de insanlık borcudur. İslâm dini, mensuplarına, Allah'a
hamd etmeyi emrettiği gibi, iyilik yapan insanlara da teşekkür etmeyi
emretmektedir.
Şu halde bu bölümde teşekkürün lüzum ve
âdâbıyla ilgili hadislerden bazılarını göreceğiz.
ـ1ـ عن أسامة بن زيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال:]قال رسولُ اللّه #: مَنْ
صُنِعَ إلَيْهِ مَعْرُوفٌ فقَالَ لِفَاعِلِهِ جََزَاكَ اللّهُ خَيْراً فَقَدْ
أبْلَغَ في الثّنَاءِ[. أخرجه الترمذى .
1. (981)-
Üsâme İbnu Zeyd (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Kim, kendisine yapılan bir iyliğe karşı, bunu
yapana: "Cezâkellâhu hayran (Allah sana hayırlı mükâfaat versin!)" derse
teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur." [Tirmizî, Birr 86, (2036).]
AÇIKLAMA:
Senâ övme demektir. Ancak, yapılan iyiliğe
karşı izhâr edilecek minnet duygumuzu teşekkür olarak ifâde ediyoruz.
Aslında iyiliğe iyilikle, aynı cinsten amelle mukabele esastır. Fakat her
iyiliğe anında aynı cinsten amelle mukabele etmek mümkün olmaz, bu noktada
insanoğlu acizdir. Öyle ise teşekkürümüzü sözle ifâde etmemiz gerekir.
Bazıları: "Mükâfaat vermekten elin kısa kalırsa, dua ve teşekkürde dilini
uzun tut" demiştir.
Sadedinde olduğumuz hadiste Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), yapılan iyiliğe karşı, anında yapılacak en
mükemmel sözlü mukâbelenin, iyilik yapana: "Senin bu iyiliğin, benim
nazarımda o kadar kıymetlidir ki, karşılığını bizzat vermekten acizim, onu
ancak Allah verebilir, dünyada veya âhirette, bana bedel O, sizi
mükâfaatlandırsın" mânasında olmak üzere "Cezâkellahu hayran" demek olduğunu
belirtiyor.
ـ2ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ أُعْطِىَ
عَطَاءً فَلْيَجْزِ بِهِ إنْ وَجَدَ، فَإنْ لَمْ يَجِدْ فَلْيُثْنِ بِهِ،
فَإنَّ مَنْ أثْنى بِهِ فَقَدْ شَكَرَهُ، وَمَنْ كَتَمَهُ فَقَدْ كَفَرَهُ[.
أخرجه أبو داود والترمذى.َـ وفي رواية الترمذى: ]وَمَنْ تَحَلَّى بِمَا لَمْ
يُعْطَهْ كانَ كََبِس ثَوْبَى زُورٍ[ .
2.(-3) (982-983)
Hz.Câbir (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim bir ihsana mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin,
bulamazsa, verene senâda bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine
getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur" dedi.
Tirmizî'nin rivayetinde şu ziyâde var: "...
Kim de kendisine verilmeyenle süslenirse iki yalan elbisesi giyen gibi
olur." [Tirmizî, Birr 86, (2035); Ebu Dâvud, Edeb 12, (4813, 4814).]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yapılan iyiliğe, aynı cins bir iyilikle mukabelenin esas olduğunu
belirtiyor. Zira "ihsan" diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı atâ'dır,
maddî bağış demektir. Dilimizde atiyye de denir. İyiliğe iyilikle ânında
mukabele edilemiyorsa, senâ edilmelidir, yani sözle, memnuniyetimizi ifade
edici, iyilik yapanı memnun edici bir ifadede bulunulmalıdır. Bu ona
teşekkür etmek veya dua etmek suretiyle gerçekleşir. Hadis: "Senâ eden
teşekkürünü yerine getirmiş olur" buyurmaktadır.
Ketmetmek, susmak'tır. Burada, nimete mazhar
olduğunu ilan etmeyen demektir. Yani "Maddî karşılık vermediği gibi, senâda
da bulunmayan, ne fiille ne de sözle mukabele etmeyen nankörlük etmiş
olur." Hadisin aslında nankör kelimesinin yerine "küfretmiş olur" diye
tercüme edilebilecek "kefere" tâbirini kullanır. Dilimizde, yapılan iyiliğin
görülmemesine nankörlük veya küfrân-ı nimet diyoruz.
Tirmizî'nin rivayetindeki ziyadeye gelince, bu
verilmeyenlerle süsleneni iki yalan elbisesi giyene benzetmektedir. Bu ne
demektir?
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, bir
kadına söylemiştir. Zikri geçen kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelerek sorar:
"Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir ortağım (kuma)
var. Kocamın bana vermediği bir şeyi sanki vermiş gibi davransam bundan bana
bir günah gelir mi?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
yukarıdaki cevapla bu davranışı, "çifte yalan" olarak tavsif buyurur. Burada
birinci yalan: "Kocam bana verdi" demesidir. İkinci yalan da: "Kocam beni
kumamdan daha çok seviyor" görünümünü ortaya koymasıdır.
Hattâbî şu açıklamayı kaydeder: "Vaktiyle
Araplar arasında bir adam, kendisini halka iyi ve muhterem bir adam olarak
gösterebilmek için eşraf tarafından giyilen bir takım giyermiş. Böylece
halkın güvenini kazanmak istermiş, çünkü eşraftan olan yalan söylemezmiş.
Halk da onu bu kıyafetle görünce sözlerine itimad eder, yalan şehadetlerine
inanırmış. Adam bu takımı ile kendisini sâdıklara (doğru söyleyenler)
benzetebildiği ve dolayısıyla yalanının sebebi giydiği takımı olduğu için,
halk, bu takıma "sevbeyu zûr" (iki yalan elbisesi, yalan takımı) adını
vermiştir."
Şu halde, Resûlullah, gösteriş için yalana
dayanan sahte davranışları, halk arasında darb-ı mesel olarak yaygınca
kullanılan bir tâbirden istifade ederek "yalan takımı giyme"ye
benzetivermiştir.
ـ4ـ وفي أخرى للترمذى عن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ النَّبىَّ # قال:
مَنْ َيَشْكُرُ النَّاسَ َ يَشْكُرُ اللّهَ تَعَالى[ .
4. (984)
Ebu Saîd (radıyalahu anh)'den gelen bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Halka teşekkürde bulunmayan Allah'a da
şükretmez." [Tirmizî, Birr 35, 1955); Ebu Dâvud, Edeb 12, (4811).]
AÇIKLAMA:
İslâm'ın insanlara olan teşekkür borcunun
ödenmesine verdiği ehemmiyeti gösterecek bundan daha veciz ifâde olamaz.
Zira burada, insana teşekkür etmek, Allah'a hamdetmeye denk tutulmaktadır.
Kadı İyaz, hadise iki vecihten açıklama
getirir:
1- Resûlullah'ın böyle hükmetmesinin sebebi
şudur: Kul, Allah'a olan şükrünü, Allah'a itaat ve emirlerini ifa ile
eksiksiz olarak yerine getirebilir. Allah'ın emirlerinden biri de, Allah'ın
nimetlerinin kendine ulaşmasında vasıtalar durumunda olan insanlara teşekkür
etmek olunca, bu emre uymayan, Allah'ın kendisine olan nimetlerinin şükrünü
ödememiş olur.
2- Tabiatında, insanlardan gelen iyiliklere
karşı nankörlük ve teşekkür etmeye kıymet vermemek bulunan bir kimse,
nimetleri sebebiyle Allah'a küfran-ı nimette bulunup şükrü terketmeyi de
âdet edinir.
Öyleyse teşekkürle yakından bağlı bulunan
şükrü, Cenab-ı Hakk, tek başına kabul etmeyecektir.
ـ5ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمَّا قَدِمَ الْمُهَاجِرُونَ
الْمَدِينَةَ قَالُوا يَا رسُولَ اللّهِ مَا رَأيْنَا قَوْماً أبْذَلَ مِنْ
كَثِير وََ أحْسَنَ مُوَاسَاةً مِنْ قَلِيلٍ مِن قَوْمٍ نَزَلْنَا بَيْنَ
أظْهُرِهِمْ لَقَدْ
كَفَوْنَا الْمُؤنَةَ وَأشْرَكُونَا في الْمَهْنَاءِ، لَقَدْ خِفْنَا أنْ
يَذْهَبُوا بِا‘جْرِ كُلِّهِ. قال: َ، مَا دَعَوْتُمْ لَهُمْ وَأثْنَيْتُمْ
عَلَيْهِمْ[. أخرجه أبو داود. والترمذى. وصححه .
5. (985)-
Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: "Muharcirler hicretle Medine'ye gelip
(Ensar'ın yardımlarını gördükleri) vakit şöyle dediler:
"- Ey Allah'ın Rasûlü! Biz, çok maldan
böylesine cömertce veren, az maldan da yardımı böylesne güzel yapan
aralarına inmiş bulunduğumuz şu Medinelilerden başka bir kavmi hiç görmedik!
Bize bedel işlerimizi yaptılar, hayatımızı düzene koymada yardımcı oldular.
Biz (hicret ve ibadetlerimizle kazandığımız) sevapların hepsini onlar alacak
diye korkuyoruz!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu
cevabı verdi:
"- Hayır! Onlar sizin dua ve
teşekkürlerinizden hâsıl olan sevabı alacaklar." [Tirmizî, Kıyâmet 45,
(2489); Ebu Davud, Edeb 12, (4812).]
AÇIKLAMA:
1- Rivâyetin bir vechinde hadis şöyle başlar:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hicretle Medine'ye gelince (daha
önceden hicret etmiş bulunan) Muhacirler, kendisine gelerek şöyle
dediler..."
2- Burada dikkat çeken mühim bir husus,
Ensâr'ın yardımlarından Muhacirîn'in ne kadar memnun kalmış olduğudur.
Zengin olandan da fakir olandan da imkânlarının âzamî ölçüsünde yardım
gördükleri ifade edilmektedir. Ev, hurmalık, tarla temini gibi hususlarda
Ensar'ın yardımı meşhurdur. Her biri mevcut mallarının yarısını muhacir
kardeşine vermiş idi. Ziraat işleri ortak yapılır, elde edilen meyve ve
diğer mahsulât paylaşılıyordu. Arada teessüs eden kardeşlik, imandan gelen,
Allah'ın rızasına bakan bir kardeşlik olduğu için sözden ibâret değildi,
gerçek bir kardeşlikti. Hatta tatbikata bakılınca kan kardeşliğinden daha
ileri bir kardeşlikti. Verâset hakkı da işin içine girince, bu
dinîhukukîkalbî bir mahiyet kazanmıştı. İkinci hanımını boşayıp muhacir
kardeşine nikahlama derecesine ulaşan bir kardeşliği bugün görüp
bildiğimiz herhangi bir kardeşliğe benzetebilmemiz mümkün değildir.
İşte beşer hafsalasının almıyacağı, hayal
bile edemiyeceği böyle bir yardım karşısında Muhacirler endişeye düşmeye
başlarlar: Bizim Allah yolunda hicret ederek, namaz, oruç, sabır, cihad...
gibi çeşitli ibadetler yaparak kazandığımız ve kazanacağımız sevaplar hep
bunlara gitmesin? sevaplarımızdan mahrum kalmayalım?
Endişelerini Resûlullah'a açarlar.
Bu mürâcaat ve mürâcaatta ifade edilen endişe
Ensâr'dan duydukları memnuniyeti dile getirmede en beliğ bir üslubtur, daha
eblağını düşünmek mümkün değildir.
3- Teşekkür bahsini -ki hadis bu bölümde esas
itibariyle bu maksatla kaydedilmiştir- ilgilendiren ve teşekkürün
ehemmiyetini belirten husus, hadisin son kısmı, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın, endişeye düşen Muhacirleri teselli etmek için beyan ettiği
hakikattır:
"- Size yardım eden Ensar'ın o büyük
yardımlarına, sizin teşekkür ve dualarınızdan hasıl olan sevap yetecektir.
Diğer hayırlı işlerinizin, ibadetlerinizin sevabı size kalacaktır."
Bu cevapla Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), mazhar olunan iyilikler mukabilinde, yapılan dua ve teşekkürlerin
ehemmiyetini de belirtmiş olmaktadır.
Şârih Tîbî merhum, bu müracat ve sevabı bir
başka şekilde yorumlamıştır. Der ki: "Muhacirler, şunu demek istemişlerdir:
"Ensar, kendilerini meşakkat ve yorgunluğa atıp rahat ve imkanlara bizi
ortak etmekle zaten sevab kazanıyorlar, biz onlara nasıl karşılıkta
bulunalım?"
Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bu görüşe katılmayıp şöyle demiştir: "Hayır, mesele zannettiğiniz
gibi değildir. Siz onlara, yaptıklarına karşılık dua ve teşekkürü ifa
ettikçe onların mükâfaatlanmasına sebep olursunuz."