Kütübü Sitte

İKİNCİ FASIL

 

TİLÂVET ÂDÂBI

 

ـ1ـ عن البراء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسول اللّه #: زَيِّنُوا الْقُرآنَ بِأصْوَاتِكُمْ[. أخرجه أبو داود والنسائ.قلت: وأخرجه البخارى في آخر صحيحه ترجمة. والمراد بقوله: زَيِّنُوا الْقُرآنَ بِأصْوَاتِكُمْ رفع الصوت بالقراءة، واللّه أعلم .

 

1. (906)- Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:

"Kur'ân-ı Kerim'i sesinizle  güzelleştirin." [Ebu Davud, Salât 355, (1468); Nesâî,Salât 83, (2, 179, 180); İbnu Mâce, İkâmet 176, (1342).]

Derim ki: Buharî, bu rivayeti Sahih'inin sonunda bab başlığında (tercümede)  kaydetmiştir (Tevhid 52). "Kur'an'ın sesle  tezyininden maksad, kıraat sırasında sesin  yükseltilmesidir (Doğruyu Allah bilir).[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Kur'ân-ı Kerim'in güzel sesle tezyin edilmesi meselesi, âlimler arasında farklı anlayışlara sebep olmuştur. "Kur'ân'ın sesle tezyine ihtiyacı yoktur" kanaatinde olanlar, rivâyetin Berâ (radıyallahu anh) tarafından yapılmış olan    زَيَّنُوا اَصْوَاتَكُم بالقران   "seslerinizi Kur'ân'la güzelleştirin" şeklindeki rivayetine  dayanarak hadisin maklub (rivayet sırasında kelimelerin yerleri değişmiş) olduğunu söylemiştir. Bu kanaatte olanlara göre, Kur'ân-ı Kerim'in kimsenin sesinden güzellik kazanma ihtiyacı yoktur. Cenab-ı Hakk'ın kelâmıdır, üstelik Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ebedî bir mucizesidir. Her yönüyle güzeldir. Bizler onun kıraatiyle  sesimizi güzelleştirmeye muhtacız. Öyle ise hadis: "Kur'ân'ı kıraat edin, sesinizi onunla meşgul edin, onun kıraatı şiârınız, zinetiniz olsun" demektedir. Ancak, çoğunluk, hadiste kalb aramaya gerek duymazlar. İbnu Deybe'nin kaydettiği gibi, hadiste geçen Kur'ân kelimesinden maksad, Kur'ân'ın tilâvetidir, binâenaleyh kuvvetli bir hıfz ve güzel bir sesle, Kur'ân-ı Kerim'in okunuşunun güzelleştirilmesi gereğini anlamak lâzımdır. Zira güzel söz, güzel sesle daha da güzelleşir. Kur'ân' ın güzel bir eda ve hoş bir sesle okunması, onu dinlemeye ve kulak vermeye insanların meylini artıracaktır. Öyle ise hadisten Kur'ân okurken, imkân nisbetinde sesin güzelleştirilmesi, güzel tilâvete ulaşmak için de sesin hususî terbiyeden geçirilmesi gerektiği anlaşılmalıdır.

Bu noktada hemen kaydedelim ki, Kur'ân-ı Kerim'in tilâvetini güzel kılmak için, tegannî denen şarkıvâri tarza yer vermemek gerekir. Âlimler tilâvette tecvid kaidelerinin dışına çıkarak tegannîye kaçılmasının mekruh olduğunu belirtirler. Böyle bir tilâvet karşısında dinleyenlere de aksülamel göstermesi gerekmektedir. Kelâmullah her yönüyle farklıdır. Tilâvet yönüyle de hususiyeti korunacak, şarkı, türkü, gazel gibi lâdinî musikiye benzetilmeyecektir. Aliyyu'l-Kârî, Mirkat'ta bu tarzda okumanın haram olacağına, böyle bir tilâveti dinleyenin de günahkâr olacağına  dair fetva kaydeder; bunun, müdâhale edilmesi vâcib olan en kötü bid'alardan biri olduğunu belirtir.

Kârî, sadedinde olduğumuz hadisi açıklama zımnında, bu mânada varid olan başka rivayetler de kaydeder.

"Kur'ân'ı sesinizle güzelleştirin. Zira güzel ses Kur'ân'ın güzelliğini artırır" (Nesâî, İbnu Hibbân, Hâkim).

"Güzel ses Kur'ân'ın zinetidir" (Taberânî).

"Her şeyin bir süsü vardır, Kur'ân'ın süsü güzel sestir" (Abdurrezzak).

Aliyyu'l-Kârî, bu rivayetleri kaydettikten sonra şu değerlendirmeyi yapar: "Burada Kur'ân'ın sesle güzelleştirilmesine bir emir vardır. Kur'ân'ın sesle güzelleşmesi müşâhede ile sâbit bir gerçektir. Öyle ise bu durum, hadisin maklub olduğu iddiasını reddeder, kalb bunda değil, muhalif rivayettedir."

Bu iki görüşün cem'edilmesine bir mâni olmadığını belirten Kârî, kanaatini te'yid eden bir vak'ayı  yüce sahâbî Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan -Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nden naklen- kaydeder. Büyüklerin çok yönlü derslerle dolu olan  davranışlarından biri olan hâdiseyi sunmada faydalar umuyoruz:

"Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anhümâ) bir gün Kûfe mahallelerinden birinde giderken bir yere gelir. Orada bir grup fâsık bir evde toplanmış, eğlenmekteler: Zâzân isminde birisi ud çalmakta ve çok güzel sesiyle şarkılar okumakta, diğerleri de içki içip naralar atmaktalar. İbnu Mes'ud Zâzân'ın sesini işitince: "Ne güzel ses! Eğer bu, Kitabullah'ın kıraatinde kullanılsaydı, o zaman daha güzel olacaktı!" der. Ridâsıyla başını örtüp yoluna devam eder.

Onun sesi Zâzân'ın kulağına gelir ve:

"- Kimdir bu?"

diye sorar. Kendisine: Onun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından Abdullah İbnu Mes'ûd olduğu söylenir.

"- Peki ne demişti?"

diye sorar. Kendisine:

"- Ne güzel ses! Eğer bu, Kitabullah'ın kıraatinde kullanılsaydı, o zaman daha güzel olacaktı!"

dediği haber verilir.

Derhâl Zâzân'ın kalbine bir heybet (ürperti) girer. Kalkıp udunu yere çalarak parçalar. İbnu Mes'ud'a yetişir, mendilini boynuna takarak yüce sahâbinin önünde ağlamaya başlar. (Onun ağlayışından duygulanan) Hz. Abdullah (radıyallahu anhümâ) boynuna sarılır ve bir müddet beraber ağlaşırlar.

Sonra Abdullah:

"- Allah'ı seveni ben nasıl sevmiyeyim?"

der. Adamcağız, ud çalmış olduğu için tevbe eder ve İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un bir daha peşini bırakmaz. Kur'ân öğrenir, Abdullah'ın ilminden büyük bir pay tahsil eder. Öyle ki, ilimde hatırı sayılır bir imam olur."

Kârî, bu hadiseyi naklettikten sonra, Kur'ân tilâvetinin güzel sesle tezyin edilmesi gerektiğine dair kanaatini te'yiden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ebu Mûsa el-Eş'arî hazretlerine (radıyallahu anh) söylediği şu sözlerini kaydeder:

"Sana Âl-i Dâvud'a verilen mizmarlardan[2] bir mizmar verilmiştir. Dün gece seni dinlerken beni bir görmeliydin. Gerçekten sana Âl-i Dâvud'a verilen mizmârlardan biri verilmiş." Bir başka misal: "Güzel sesle Kur'ân okuyan bir kimseye Allah'ın gösterdiği alâka ve yakınlık, güzel sesli câriyeye efendisinin duyduğu alâka ve yakınlıktan çok daha fazladır."

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Esas olan Kur'ân'ın okunmasıdır. Tertil ile okuyarak kıraatı süslemenin müstehab olduğunda bütün ulema müttefiktir. Tegannî ve lahn ile okuma hususunda zâhirî bir ihtilâf var. Cevaz veren olduğu gibi, cevaz vermeyenler de var. Cumhur cevaz vermez, çünkü bunda huşû kaybolmaktadır. İmam-ı Şâfiî'nin bir kavline göre "caiz", bir kavline göre "değil" dediği rivayet edilmişse de, Nevevî'nin açıklaması iki görüşün bir olduğunu, farklılığın zâhirde kaldığını gösterir. Şöyle der:  "Ulemâmız, bu meselede Şâfiî'nin ihtilaf etmediğini söylerler. Çünkü, derler, farklı görüşleri, farklı durumlar hakkındadır. Caiz değil dediği durum, gereksiz yerlerde uzatmak, gerekli yerde uzatmamak, gerekli yerde idgamı terkedip gereksiz yerde idgam yapmak gibi, kelimelerin tabiî hallerini değiştirerek mânasının bozulma durumuyla ilgilidir. "Caiz" dediği durum da bu menfi yola tevessül edilmeden (tecvid kaidelerine uygun şekilde) yapılan kıraatle ilgilidir."

Şu halde ihtilâf denen husus, büyük ölçüde kavram  kargaşası dediğimiz şeyden ileri gelmektedir.[3]

 

ـ2ـ وعن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: اقْرَءُوا الْقُرْآنَ بِلُحُونِ الْعَرَبِ وَأصْوَاتِهَا، وَاِيَّاكُمْ وَلُحُونَ أهْلِ الْعِشْقِ وَلُحُونَ أهْلِ الْكِتَابَيْنِ، وَسَيَجِئُ بَعْدِى قَوْمٌ يُرَجِّعُونَ بِالْقُرآنِ تَرْجِيعَ الْغِنَاءِ وَالنَّوْحِ َ يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ مَفْتُونَةٌ قُلُوبُهُمْ وَقُلُوبُ الَّذِينَ يُعْجِبُهُمْ شَأنُهُمْ[. أخرجه رزين .

 

2.(906)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kur'ân'ı Arap lahn'ı ve Arap sesleri üzere okuyun. Sakın ha ehl-i aşk ve ehl-i kitabeyn'in lahn'ı üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavm gelecek ki, onlar Kur'ân'ı okurken, şarkı ve mâtem tercîi gibi terci' ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır) gırtlaklarından öte geçmez. Kalbleri fitne ve fesada uğramıştır.  Böylelerinden  hoşlanan kimselerin kalpleri de fitne ve fesad içindedir." [Rezîn rivayet etmiştir. (Suyutî, Câmiu's-Sağîr'de kaydeder (Feyzu'l-Kadir 2, 65).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Lahn, ezdâd denen birbirine zıt mânalar taşıyan kelimelerden  biridir. Dilin yanlış kullanılması mânasına geldiği gibi, dili kaidesine (i'rabına) uygun olarak kullanma mânasına da gelir. Kelime her iki mânada hadislerde geçer. Anlamak, kavramak manasına da gelir. Keza lügat olarak asıl mânâsı: "Doğru istikametten meyletmek, sapmak" mânasına gelir. "Lahn"ın lügat (kelime) mânası da mevcuttur.

Yukarıdaki hadiste, "Arap dil kaidelerine (i'râba) uygunluk" mânasındadır. Arkadan gelen "Arap sesleri üzere okuyun" ifadesi de bu mânayı te'yid eder. Hadis, sonra da Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarını okudukları şekilde Kur'ân'ı okumaktan men etmektedir. Buradan da anlıyoruz ki, Ehl-i  Kitap da dinî metinleri, ibadet maksadıyla, kendilerine has bir üslubla okumakta imişler. Bu hal halen devam etmektedir. Ehl-i Kitab'ı taklidin yaygınlaştığı bir zamanda bu ikâz-ı Nebevînin de hatırda tutulması gerekir.

Hadisin Câmi'u's-Sağir'deki aslında ehl-i fısk tabiri de yer alır. Yani "Fâsıklar gibi de okumayın"  denmektedir.

Câmi'u's-Sağir'de hadisin devamında da biraz farklılık gözükmektedir.  فَإِنَّهُ سَيَجِىءُ بَعْدِى قَوْم يُرجِِّعُونَ بالقرآن تَرْجِيعَ الغناء وَالرَّ هْبَانِيَّةِ والنَّوْح

"....Benden sonra bir  kavm gelecek Kur'ân'ı şarkı gibi, ruhbanların ve mâtemcilerin okuyuşları gibi terci'li okuyacaklar..."

Kıraatte terci', sesi boğazda geri çevirerek oynatmak, yani dalgalamak, titretmek sûretiyle nağme yapmaktır. Şarkı ve türkülerde, ağıtlarda sıkca ve yaygın şekilde yer verilen bu nağme tarzını Resûlullah  (aleyhissalâtu vesselâm)  Kur'ân tilâvetinde yasaklıyor. Sesler boğazdan tabii bir çıkışla çıkacaktır, dalgalandırmak, titretmek yasaktır.

Kur'ân'da bu tarza cevaz verilmemesi, harflerin tabii hallerinin bozulmasındandır.

Münâvî'nin kaydına göre Ahmed İbnu Hanbel'e bu yasağın sebebi sorulunca, soruyu sorana: "Adın ne?" der. Adam: Muhammed, deyince İmam sorar:

"- Sana Ey Muhaammed   يَا مُحَامَّد  denmesinden hoşlanır mısın?"

Terci'de, görüldüğü gibi harfin tabii hâli bozulduğu gibi, mahrec yerleri de değişmektedir. Mahrec yerlerinin değişmesi ise, mânaya tesir edecektir. Hülâsa bunun getireceği muhtelif mahzurlar sebebiyle, hoş karşılanmamıştır.[5]

 

ـ3ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]اعْتَكَفَ رسولُ اللّه # في الْمَسْجِدِ فَسَمِعَهُمْ يَجْهَرُونَ بِالْقُرآنِ فَكَشَفَ السِّتْرَ فقَالَ: أَ إنَّ كُلَّكُمْ يُنَاجِى رَبَّهُ فََ يُؤْذِيَنَّ بَعْضُكُمْ بَعْضاً، وََ يَرْفَعْ بَعْضُكُمْ عَلى بَعْضٍ في الْقِرَاءَةِ. أوْ قالَ: في الصََّةِ[. أخرجه أبو داود .

 

3. (907)- Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde i'tikâf'a girmişti. Cemaatin Kur'ân'ı cehrî olarak okuduklarını işitti. Perdeyi aralayıp şöyle seslendi:

"- Bilin ki, herkes Rabbine hususî şekilde münâcaatta bulunuyor, bir birinizi (seslerinizle) rahatsız etmeyin. Biriniz okurken (veya namazda iken) diğerinin kıraatini bastırmasın." [Ebu Dâvud, Salât 315, (1332).][6]

 

ـ4ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]قَامَ رَجُلٌ مِنَ اللَّيْلِ فَقَرأ وَرفَعَ صَوْتَهُ . فَلَمَّا أصْبحَ قالَ رسولُ اللّه #: كَأىٍّ مِنْ آيَةٍ أذْكَرَنِيهَا اللَّيْلَةَ كُنْتُ أسْقَطْتُهَا[. أخرجه الشيخان وأبو داود، وهذا لفظه .

 

4. (908)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir gece bir adam kalkıp yüksek sesle Kur'ân okudu. Sabah olunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "(Şu kimseye Allah rahmet buyursun) iskat etmiş olduğum bir âyeti bana hatırlatmış oldu" dedi." [Buharî,  Şehâdât  11, Fedâilu'l-Kur'ân 26; Müslim, Müsâfirin 225, (788); Ebu Dâvud, Salât 315, (1331).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Parantez içerisindeki ziyâdeyi, rivayetin Ebu Davud'daki aslından koyduk. Müslim'in rivayetinde "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kimsenin mescitte okumakta olduğu Kur'ân-ı Kerim'e kulak vermiş dinliyordu. "Allah rahmet buyursun, bana unutturulmuş olan bir âyeti bana hatırlattı" dedi" şeklindedir. Yine Müslim'in bir diğer rivâyetinde  ise "...bana falan ve falan âyetleri hatırlattı, onları falan ve falan sûrelerden iskât etmiştim" şeklinde gelmiştir.

Buharî'nin rivayetinde de bazı  farklılıklar var. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın dinlediği kimsenin ismi de belli. Bu zat bir rivayete göre Abbâd İbnu Bişr'dir. Odasında iken mescidden kulağına gelen Kur'ân sesinin Ahbâd (radıyallahu anh)'a ait olduğunu da bilmiştir. Diğer bir rivayette ise kulağına gelen sesin kime ait olduğunu sormuştur ve "Abdullah İbnu Bişr" diye söylemişlerdir.

Bu duruma bakarak iki ayrı hâdisenin mevzubahis olduğu da söylenmiştir.

Rivayetlerde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın -unutturulduktan sonra- hatırlamış olduğu âyetler hangi âyetlerdi, bunlar hangi sûrelerdeydi? tasrihat yok.

Rivayette mevzubahis edilen iskât yani bazı ayetlerin çıkarılması,  kasda mukârin bir çıkarma değil, unutma sebebiyle olan bir çıkarmadır.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "unuttum" demeyip "bana unutturuldu" demesi de dikkat çekici bir ifâdedir. Bazı âlimler buna dayanarak: "O âyetler, bâzı hikmetlerle, maslahatlara binâen Hz. Peygamber'e unutturulmuş olabilir" dediği gibi, bazıları da: "Kur'ân'ı unuttum" demenin edebe aykırı olduğunu, bu çeşit durumlarda, "Bana unutturuldu" demenin muvafık olacağını söylemişlerdir. Ancak rivâyetin bir vechinde "unutmuştum" ifadesi de gelmiştir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'ân'ı unutmasının iki şekilde olduğu belirtilmiştir:

1- Fazla zaman geçmeden derhatır edilen unutma: Bu beşerî fıtratın gereği olan bir unutmadır. Nitekim bu çeşit unutmaları Resûlullah:

  اِنَّمَا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ اَنْسَى كَمَا تَنْسَوْنَ

"Ben de sizin gibi bir insanım, sizler gibi ben de unuturum" hadisleriyle ifade etmişlerdir.

2- Cenab-ı Hakk'ın, tilâvetini neshetmek maksadıyla kalbinden çıkarmasıdır. Bu çeşit unutturmaya şu âyetteki istisnâ ile işâret edilmiştir:

  سَنُقْرءُكَ فََ تَنْسَى اَِّ مَاشَاءَ اللّه

"(Ey Muhammed) Kur'ân'ı sana biz okutacağız. Allah'ın dilediği müstesna, hiç unutmayacaksın" (A'la, 6-7).

Birinci çeşit unutma ârizîdir, çabuk geçer. Nitekim:

  اِنَّا نَحْنُ نَزَّ لْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

"Kur'ân'ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz" (Hicr, 9) âyetinin zâhiri bu hususu te'yid eder.

İkinci çeşit unutma neshe giren bir husustur. Bu meselede,

  مَانَنْسَحْ مِنْ آيَة اَوْ نُنْسِهَا نَأْ تِى بخيرٍ مِنْهَا او مِثْلِهَا

"Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır ve unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz" (Bakara 106) âyetinde dâhildir.

Ulemâ, sadedinde olduğumuz rivâyetten şu hükmü çıkarmıştır: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tebliğe müteallik olmayan şeyleri unutması caizdir. Tebliğe giren  şeyleri ise iki şartla unutabilir:

1- Tebliğ işini yaptıktan sonra.

2- Bu unutma ilânihâye devam etmez. Bunları ya kendiliğinden ya da hâricî bir sebeple hatırlar. Hadis böyle bir hatırlamaya örnektir."

Bazı usulcüler ve bir kısım sûfiler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında unutmayı kabul etmezler: "O'ndan asla unutma vâki olmaz, Ondan vaki olan, unutmanın sûretidir, bu da unutma hususunda bir sünnet vermiş olmak içindir" derler. Ancak Kadı İyâz bu görüşe usulcü olarak sadece Ebu'l-Muzaffer el-İsferâyinî'nin katıldığını ve bunun zayıf bir kavl olduğunu kaydeder.

Hadis, ayrıca, geceleyin mescidde Kur'ân-ı Kerim'i yüksek sesle okumanın câiz olduğunu, kendisine hayır gelmesine sebep olan kimseye -bu hayrın ulaşmasını kastedmemiş olsa bile- dua etmenin gerekli olduğunu ifade etmektedir.

"Kur'an'ı unuttum" demek mekruhtur, çünkü saygısızlık ifade etmektedir, "...unutturuldu" demelidir.

Ezberlenen Kur'ân'ın unutulması meselesine gelince, bu hususta selef ihtilâf eder: Bazıları ezberledikten sonra Kur'ân'ı unutmayı "büyük günah"tan saymıştır. Bunların delillerinden biri Ebu Dâvud ve Tirmizî'de tahric edilmiş olan şu hadistir:  عُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ اُمَّتِى فَلَمْ اَرَ ذَنْبًا اَعْظَمَ مِن سُورَةٍ مِنَ الْقُرْآنِ اوتِيهَا رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا

"Bana ümmetimin günahları arzedildi. Kur'ân'ı  Kerim'den bir sûreyi, önce öğrendiği halde, bilâhere unutan kimsenin günahından daha büyüğünü görmedim."

Bu mevzu üzerine başka rivayetler de var. Ashab'ın Kur'ân'ı öğrendikten sonra unutmayı Hz. Peygamber zamanında büyük günah saydıklarına dair bazı rivayetler de mevcuttur. Ulemâ unutmanın  tilâveti terkden ileri geleceğini, terkin de Kur'ân'a kıymet vermeme, küçük, ehemmiyetsiz addetme gibi düşüncelerden neşet edeceğini belirterek, unutmanın müeyyidesinin ağır olacağını söylemişlerdir.[8]

 

ـ5ـ وعن أم هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]كُنْتُ أسْمَعُ قِرَاءَةَ رسولِ اللّه # وَأنَا عَلى عَرْشِى[. أخرجه النسائى .

 

5. (909)- Ümmü Hânî (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben evimin damında otururken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıraatini işitirdim." Nesâî, İftihah 81, (2, 179); İbnu Mâce, İkamet 179, (1349).][9]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivayette geçen arş veya arîş Arapça'da kralların oturduğu taht, karyola, gölgelenmek için yapılan çardak gibi mânalara gelir. Ayet ve hadislerde sıkca geçer. Medine evlerinin hepsine arîş denmiştir, çünkü serinlemek için üzerine çıkılırdı.

Rivâyet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in, Kur'ân'ı okurken sesini yükselttiğini ifade etmektedir.[10]

 

ـ6ـ وعن عبداللّه بن أبى قيس. قال: ]سأَلْتُ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها كَيْفَ كَانَتْ قِرَاءَةُ رسولِ اللّه # بِاللَّيْلِ، أكانَ يُسِرُّ بِالْقِرَاءَةِ أمْ يَجْهَرُ، قَالَتْ: كُلُّ ذلِكَ قَدْ كَانَ يَفْعَلُ. رُبَّمَا أسَرَّ، وَرُبَّمَا جَهَرَ. فَقُلْتُ: الْحَمْدُللّهِ الَّذِى جَعَلَ في ا‘مْرِ سَعَةً[. أخرجه أصحاب السنن، وصححه الترمذى .

 

6. (910)- Abdullah İbnu Ebî Kays anlatıyor: "Hz. Aişe'ye, "Resûlullah'ın geceleyin kıraati nasıldı? gizli mi okurdu, sesli mi okurdu?" diye sordum. Bana:

"- Her iki şekilde de okurdu: Bazan gizli, bazan sesli!" diye cevap verdi. Ben: "Bu işte genişlik yapan Allah'a hamdolsun" dedim.. [Tirmizî, Salât 330, (449), Sevâbu'l-Kur'ân 23, (2925); Ebu Davud, Salât, 343, (1437); Nesâî, Salâtu'l-Leyl 23, (3, 224); Tirmizî  hadise: "Hasensahih" demiştir.][11]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki hadis, müstakil bir rivayet gibi gözükmekte ve sorunun da gece vakti Kur'ân okumakla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki, aslında Tirmizî'deki uzunca bir hadisin bir parçasıdır.

İçerisinde birçok fıkıh (mesele) bulunan bir hadisin burada görüldüğü şekilde bölünerek bir parçasının rivayetine hadisciler takti' derler. Bunun caiz olduğunu usul kısmında açıklamıştık.

Hadisin tamamı gözönüne alınınca sualin, geceleyin kılınan namazlardaki kıraatle ilgili olduğu görülmektedir ki, fukaha bu rivayete dayanarak "Geceleyin kılınan namazda kişinin muhayyer olduğu, kıraatini dilerse cehrî (sesli) dilerse sırrî (sessiz) yapabileceği" hükmünü beyân etmişlerdir.

Tîbî, ayrıca, dinî tekliflerdeki genişliğin, Allah tarafından tanınan bir nimet olduğu,  diğerleri gibi bu nimete de hamdetmek gerektiği hükmünü çıkarmıştır.[12]

 

ـ7ـ وعن قتادة. قال: ]سَأَلْتُ أنَساً رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَنْ قِرَاءةِ رسُول اللّه # فقَالَ: كَانَ يَمُدُّ مَدّاً، ثُمَّ قَرَأ: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ يَمُدُّ بِبِسْمِ اللّهِ ، وَيَمُدُّ بِالرَّحْمنِ، وَيَمُدُّ بِالرَّحِيمِ[. أخرجه البخارى وأبو داود والنسائى .

 

7. (911)- Katâde (merhum) anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'e Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kıraatından sordum. Şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) medleri (uzun heceleri) uzatırdı." Sonra örnek olarak Bismillâhirrahmânirrahim'i okudu ve uzatılacak yerleri  belirgin şekilde uzattı: Bismillaahi'yi uzattı, errahmaan'ı uzattı, er rahiim'i uzattı." [Buharî, Fedaili'l-Kur'ân 42, 29; Ebu Dâvud, Salât 355, (1465).][13]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Arapça'da bazı heceler uzun, bâzı heceler kısadır. Bu ve benzeri rivayetler, Kur'ân okurken uzun hecelerin hakkının verilmesi, biraz  uzatılarak okunması gereğine dikkat çekiyor. Med (uzatma) bahsi tecvid ilminde müstakil bir konudur. Meddin çeşitler vardır. Rabbinin kitabı olan Kur'ân-ı Kerim'i okuyanların tecvidi bilip, kaidesine uygun olarak okuması gerekir. Böylece alacağı feyz ve kazanacağı sevap da artacaktır.

2- Hadiste, Enes hazretleri (radıyallahu anh) medd'e riâyet etmek gerektiğini belirttikten sonra, örnek olarak Besmele'yi veriyor. (Bu örnek, -Ebu Dâvud'un Sünen'de olduğu üzere- bâzı rivayetlerde kaydedilmez. Buhârî'nin rivâyetinde mevcuttur.) Dikkat çekmek istediğimiz bir husus  şudur: "Normalde med yapılacak yerler Arap imlâsında bellidir. "Elif", "vav" ve "ye" harfleri med harfleridir. Ancak Kur'ân-ı Kerim'in  imlasında her zaman bu harfler medd yapılacak yerde yazılmaz.  Besmele misâlinde olduğu üzere. Besmelenin, kaideye göre  şöyle yazılması icab ederdi:    باسم اله الر حمان الرَّحيم   Belki de estetik mülâhazası ile imlâ böyle tutulmamış ve hatta, bâzı rivayetlere göre besmeledeki Sin harfinin -yazılırken- uzatılma emrini de bizzat Resûl-i Ekrem vermiştir. Bilindiği üzere besmele her seferinde Sin harfi  uzatılmış olarak şöyle yazılır:   باسم اللّه الر حمان الرَّحيم   Bu imlâ, gerçekten  besmeleye müstesna bir estetik değer kazandırmaktadır.

3- Hadisle ilgili olarak şunu da belirtelim: İbnu Hacer'in belirttiğine göre, bazı fukahâ bu hadise dayanarak namazda Fatiha'nın evvelinde her seferinde besmele okunması gerektiği hükmünü çıkarmıştır. Yani, Resûlullah, her rek'atte Fatiha'nın evvelinde besmeleyi okumuş olmalıdır. Halbuki, Müslim'in Hz. Enes'ten kaydettiği bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazda besmeleyi okumadığı belirtilmiştir.

İbnu Hacer, besmelenin Fatiha'dan önce okunması meselesine, sadedinde olduğumuz hadisten delil çıkarmanın uygun olmayacağını belirterek, ihtilâfı çözer. Der ki: "Besmeleyi okuduğu zaman, Resûlullah'ın, medlere riâyet ederek okuduğunu belirtmek, her rek'atte Fatiha'nın evvelinde besmeleyi okuduğunu ihbâr mânasına gelmez. Çünkü, Hz. Enes (radıyallahu anh) besmeleyi burada medde misal olsun diye zikredivermiştir."[14]

 

ـ8ـ وعن أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّهَا نَعَتَتْ قِرَاءَةَ رسول اللّه # قِرَاءَةً مُفَسَّرَةً حَرْفاً حَرْفاً[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ للنسائى .

 

8. (912), Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den, "Onun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kıraatını açık bir şekilde harf  harf tavsif ettiği rivâyet edilmiştir." [Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 23, (2924); Ebu Dâvud, Salât 335, (1456); Nesâî, Salât 83, (2, 181).] [15]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivayet, Tirmizî'de daha açık olarak kaydedilmiştir. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kıraatından sorulunca şu meâlde cevap verir: "Onun kıraatından size ne? (Onu taklid etmeniz takatınızı aşan bir şey!). O, namaz kılar, namaz kadar uyur, sonra tekrar uyuduğu kadar namaz kılar, sonra tekrar namazı kadar uyurdu, sabah oluncaya kadar." Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıraatını harf harf açık bir şekilde târif eder. Şârihlerin belirttiği üzere tertil üzere ve tecvid kaidelerine  uygun olarak yapılan bir okuyuş idi.

Tertil, Kur'ân'ı okurken teenni ve tedebbür ile ağır ağır okumaktır. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'an'ı tertil üzere okuduğunu belirtmektedir. Bu hususta başka rivayetler de var. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) bunun ehemiyetini belirtmek maksadıyla şöyle buyurmuştur: "Tertil üzere tek  sûre okumayı, tertilsiz olarak Kur'ân'ın tamamını okumaya tercih ederim."  ‘نْ اُقْرَأَ سُورَةَ اُرَتِّلُهَا اَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ اَنْ اَقْرَ أَ الْقُرْ اَنَ كُلَّهُ بِغَيْرِ تَرْتِيلٍÜmmü Seleme validemiz (radıyallahu anhâ), hadisin bir başka vechinde şu açıklamayı yapmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kurân-ı Kerim'i okurken âyet âyet keserdi (yani her âyeti okuyunca bir duruş yapardı) ve Fatiha sûresini misal vermiş, sûreyi besmele ile başlayıp, âyet âyet keserek okumuştur:

  بسم اللّه الرحمن الرحيم، الحمدللّه رب العالمين ، الرحمن الرحيم ، مالك يوم الدين. ..

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i pâkleri olan Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den yapılan bu rivayet birçok tarikden gelmiştir. Hadisciler sıhhati hususunda ittifak ederler. Nitekim Tirmizî hazretleri de hadis için: "Hasensahih" demiştir.

Bazı âlimler, bu rivayetlere dayanarak, her âyetin başında durmayı sünnet addederler. Ebû Amr ed-Dânî: "Bu, bana daha hoş geliyor" demiştir. Beyhakî ve diğer bâzıları da aynı kanaati paylaşırlar ve: "Efdal olanı, müteâkip âyetle irtibatı olsa bile, her âyetin başında durmaktır" derler. Onlara göre: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tarzına ve sünnetine uymak evlâdır."[16]

 

ـ9ـ وفي أخرى عن ابن مُغَفَّلٍ قالَ: ]رَأيْتُ رسول اللّه # عَلى نَاقَتِهِ يَقْرَأُ سُورَة الْفَتْحِ وَيُرَجِّعُ في قِرَاءَتِهِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.

 

9. (913)- Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı devesinin üstünde Feth sûresini okurken gördüm. Sûreyi terci' üzere okuyordu." [Buharî, Fedailu'l-Kur'ân 24, 30, Meğâzi 48, Tefsir, Feth 1, Tevhid 50; Müslim, Müsâfirin 237, (794); Ebû Dâvud, Salât 355, (1467).][17]

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Muğaffel'in bu rivayeti, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in terci' üzere Kur'ân tilâvet ettiğini ifade etmektedir. Tercî'in, sesi boğazda oynatarak nağme yapmak olduğunu, Kur'ân-ı Kerim'in bu şekilde okunmasının yasaklandığını (906 numaralı hadisi açıklarken) yukarıda belirtmiştik. Arada gözüken bu mütenâkız durum, şârihlerin, sadedinde olduğumuz hadis hususunda farklı yorumlar yapmalarına sebep olmuştur. Zira, tercî'in yasak olması esastır. Ancak bu rivayet de, sahih rivayetlerdendir ve üstelik hadisin, Buharî'nin Kitabu't-Tevhid bölümündeki vechinde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tercî'i nasıl yaptığı târif bile edilmekte, bir elifi yüksek sesle üç ayrı elifmiş gibi,   آ آ آ diye okuduğu belirtilmektedir. Hattâ, hadisi İbnu Muğaffel'den hikâye eden Muaviye İbnu Kurre  der ki: "(Sesime) halkın toplanacağından korkmasam, Hz. Peygamber'in nasıl terci'de bulunduğunu İbnu Muğaffel'in bana gösterdiği şekilde ben de size gösterirdim."

Kurtubî hazretleri "Bundan maksadın, medd mahallinde elifin işbâı (yani yeterince uzatılması, meddin tam olarak yapılıp hakkının verilmesi) olduğunu" söyleyerek, yasaklanan terci' olmadığına dikkat çekmiştir. Bazıları İbnu Muğaffel'in kulağına gelen tercîin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) deve üzerinde olması haysiyetiyle, devenin hasıl ettiği sallantıdan  ileri gelmiş olabileceğini söylemiştir. Bu kanaatte olan İbnu Esir, ilâveten terci'  ile okumayı, Resûlullah'ın sadece Mekke fethi sırasında yapmış olabileceğini söyler, zîra terci' ile okuduğunu ihbâr eden rivayet Fetih  günüyle ilgili... Başka yok. Nevevî, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân'ı terci' ile de okumuştur" der.

Hadisi açıklayan şârihler, tercîe açık şekilde "caiz" demese bile kesin olarak "haram" da demiyorlar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' tan gelen sahih rivayet karşısında ihtiyatlı olmayı tercih ediyorlar.

Muhtelif hadislerde elhan (ezgili okuyuş), terci' ve tegannîyi (tecvidli okuyuş) emredici ifadelerden Kur'ân-ı Kerim'in hoş ve cazib bir üslübla okunmasının gereğini anlayan İbnu Hacer şöyle der:

"Şurası  muhakkak ki insan nefsinin terennümle okunan kıraatı, dinleme hususunda duyduğu meyil, terennümsüz kıraate duyduğu meyilden fazladır. Çünkü hoşa giden şey, kalbi rikkate getirmede olsun, ağlatmada olsun daha müessirdir.

Kur'ân'ın elhânlı (ezgili) okunmasının caiz olup olmadığı hususunda selef ihtilaf etmiştir. Ancak, sesin güzelleştirilmesi  ve güzel sesin güzel olmayana takdim ve tercih edilmesi hususunda ihtilaf mevzubahis değildir.

Abdulvehhâb el-Mâlikî'nin rivayetine göre, İmam Mâlik, elhânlı kıraatın haram olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Ebu't-Tayyib et-Taberî, el-Mâverdî, İbnu Hamdân el-Hanbelî  de bir çok ehl-i ilmin bu görüşte olduğunu rivâyet etmişlerdir. İbnu Battâl, İyâz, Kurtubî gibi bazı Mâlikîler, Mâverdî, el-Bendenîcî ve Gazâlî gibi Şafiîler, Sâhibu'z-Zahîre gibi Hanefîler mekruh olduğunu rivayet etmişlerdir. Ebu Ya'lâ ve İbni Akîl gibi bazı Hanbelîler de bu görüşü benimsemişlerdir. Diğer taraftan, İbnu Battâl, Sahâbe ve Tabiin'e mensup bir cemaatten de câiz olduğunu rivayet etmiştir. Şâfiî hazretlerinin de hükmü böyle. Ebû Hanife'nin de buna hükmettiğini Tahâvî rivâyet etmektedir. Şâfiî ulemâsından El-Fûrânî: "Câiz ve hatta müstehabtır. Görülen zâhirî ihtilâf ise, harflerin telaffuzunda mahreçlerine riâyet endişesinden kaynaklanır" der. Mahrecin bozulması halinde elhânın haram olduğunda icmâ bulunduğunu Nevevî et-Tibyân'da şöyle nakleder: "Ulema, Kur'ân-ı Kerim'in okunuşunda sesin güzelleştirilmesinin müstehab olduğunda icmâ etmiştir, yeter ki medd yapılırken normal hudud aşılmamış  olsun. Şayet haddi aşarak bir harf ziyade etse veya bir harf gizlese bu haramdır... İmam Şafiî: "Eğer elhân, elfazdan  herhangi birinin mahrecinden dışarı çıkmasına sebep olursa haramdır" demiştir."[18]

 

ـ10ـ وفي أخرى عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]كانَ رسولُ اللّهِ # يَقْرأ: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرحَيمِ الحَمْدُللّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ يُرَتِّلُ آيَةً آيَةً[. أخرجه رزين .

 

10. (914)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Bismillahirrahmanirrahim, elhamdu lillâhi rabbilâlemin diye Fâtiha sûresini âyet âyet tertil üzere okurdu." [Rezîn ilavesidir.] [19]

 

AÇIKLAMA:

 

Tertil kelime olarak, bir şeyin tertib ve tanzimini güzel kılmak, açık seçik beyan etmek demektir. Kur'ân'ın tertili, her harfinin, edasının, nazmının, mânâsının hakkını doyura doyura vererek okunmasıdır. Bu okuyuş ağır ağır ve teennî ile yapılır. Müzzemmil sûresinde Kur'ân'ın tertil üzere okunması emredilmektedir (4. âyet).[20]

 

ـ11ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللّه #: اقْرَأ علَىّ الْقُرآنَ فقُلْتُ: أقْرَأُ عَلَيْكَ وَعَلَيْكَ أُنْزِلَ؟ فقَالَ: إنِّى أُحِبُّ أنْ أسْمَعَهُ مِنْ غَيْرِى فَقَرَأتُ عَلَيْهِ سُورَةَ النِّسَاءِ حَتَّى بَلَغْتُ هذِهِ اŒيةَ: فَكَيْفَ إذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلى هؤَءِ شَهِيداً. فقَالَ: حَسْبُكَ. فَالْتَفَتُّ فَإذَا عَيْنَاهُ تَذْرِفَانِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .

 

11. (915)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:

"- Kur'ân'ı bana oku!" dedi. Ben (hayretle):

"- Sana indirilmiş bulunan Kur'ân'ı mı sana okuyayım?" diye sordum. Bana:

"- Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!" dedi. Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki, "Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları  nasıl olacak?" mealindeki âyete (41. âyet) geldim.

"- Dur!" dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 32, 33, 35; Müslim, Musâfirin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).][21]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste geçen Kur'ân kelimesiyle, Kur'ân-ı Kerim'in tamamı değil, bir kısmı kastedilmiştir. Yani Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bana Kur'ân'dan bir parça oku" demek istemiştir.

Resûlullah'ın bir başkasından Kur'ân dinlemeyi sevmesi, arz ve mukâbele müessesesini sünnet kılma gayesine râci olduğu gibi, başkasından dinlemek, daha iyi anlamaya, âyetler üzerinde daha iyi düşünmeye, imkân sağladığı için de olabilir. Zîra okuyan, kıraat ve kıraat kâideleriyle meşgul olduğu halde, dinleyen boştur, düşünmeye, tefekküre, daha iyi anlamak için zihnî gayrete imkân ayırabilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada dinlemeyi müesseseleştirdiği gibi, Übey İbnu Ka'b'a da okuyarak, hem tilâvetin âdâbını, kaidelerini tâlim buyurmuş, hem de kıraatı müesseseleştirmiş, sünnet kılmıştır (bak 4458. Hadis).

Nevevî: "Kıraat sırasında ağlamak âriflerin ve sâlihlerin şiârıdır"  der. Gazâli de kıraat sırasında ağlamanın müstehab olduğunu söyler. Âyet-i kerime de tilâvet karşısında ağlayanları över: "Ağlayarak çeneleri üstüne (yüzü koyun) kapanıyorlar ve bu onların derin saygısını artıyor" (İsra 109).

İbnu Hacer,  ağlayabilmenin yolunu şöyle açıklar: "Kişi, Kur'ân'da zikri geçen şiddetli tehditleri ve cehennem azabıyla ilgili vaidleri (korkutmaları) Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki kesin kararlarını düşünerek kalbini korku ve hüzünle doldurur. Sonra bu hususlara giren taksiratına, eksikliklerine nazar eder. Buna rağmen hüzün hissedip gözleri yaşla dolmazsa, bu husustaki eksikliğine ağlasın, zira böylesi bir tefekküre rağmen  hüzün duymamak en büyük musibetlerdendir."

Şârihlere göre, rivâyette belirtilen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ağlaması, ümmetine karşı duyduğu merhametten ileri gelen bir ağlamadır. Zira tilâvet edilmiş olan âyet ümmetinin âhiretteki ahvâliyle ilgilidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir an  için, ümmetinin her zaman iyi olmayan ameline şehadet edeceğini ve bunun da onların cezalanmalarına müncer olacağını, sonra onlar lehine şefaat taleb edeceğini, vs. gözü önünde canlandırarak acıyıp ağlamıştır.[22]

 

ـ12ـ وعن أسماء رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَا كاَنَ أحَدٌ مِنَ السَّلَفِ يُغْشَى عَلَيْهِ وََ يُصْعَقُ عِنْدَ تَِوَةِ الْقُرآنِ، وَإنَّمَا كانُوا يَبْكُونَ وَيَقْشَعِرُّونَ، ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إلى ذِكْرِ اللّهِ[. أخرجه رزين .

 

12. (916)- Esma (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Seleften hiç kimse Kur'ân-ı Kerim'in tilâveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı." [Rezîn ilavesidir. (Bağavî Tefsiri'nden alınmıştır 7, 238).] [23]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivâyetin Bağavî'deki aslı şöyle:

"Urve İbnu Zübeyr der ki: "Büyükannem Esmâ Bintu Ebî Bekr'e sordum:

"- Kendilerine Kur'ân okunduğu zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı ne yaparlardı?"

Bana şöyle cevap verdi:

"- Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Allah'ın tarif ettiği şekilde hareket ederlerdi: Gözleri yaşla dolar, bedenleri ürperirdi."

Ben kendisine:

"- Ama, bugün insanlar, kendilerine Kur'ân okununca düşüp bayılıyorlar"  dedim. Şu karşılıkta bulundu:

"- Eûzu billâhi mine'şşeytâni'rracîm!"

Rivayete göre, İbnu Ömer (radıyallahu anh), yere düşmüş bir Iraklıya rastlar ve "Buna ne olmuş?" diye sorar.

"- O, Kur'ân'ın tilâvetini veya Allah'ın zikrini işitti mi bayılır düşer" derler. İbnu Ömer şu karşılıkta bulunur:

- "Biz de Allah'tan korkarız ama bayılıp düşmeyiz!"

İbnu Ömer (devamla): "Böyle düşenin içine şeytan girmiş olmalı. Bu davranış Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabında görülen bir şey değildir" der.

Şu halde, Kur'ân tilâveti sırasında ağlamak âdâbtandır, ama düşüp bayılmak, yırtınıp dövünmek gibi gayr-ı tabî tezâhürat edebe uymaz, sünnete de aykırıdır. Bu çeşit zoraki yapmacıklardan kaçınmak gerekir.[24]

 

ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسول اللّه #: مَنْ قَرَأ مِنْكُمْ بِالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ فَانْتَى إلى ألَيْسَ اللّهُ بِأَحْكَمِ الحَاكِمِينَ؟ فَلْيَقُلْ: بَلى وَأنَا عَلى ذلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ. وَمَنْ قَرَأ َ أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَانْتَى إلى: ألَيْسَ ذلِكَ بِقَادِرٍ عَلى أنْ يُحْيِىَ الْمَوْتَى؟

فَلْيَقُلْ: بَلى، وَعِزَّةِ رَبّنَا. وَمَنْ قَرَأوَالْمُرْسََتِ فَبَلَغَ: فَبِأىِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ؟ فَلْيَقُلْ آمَنَّا بِاللّهِ تَعَالى[. أخرجه أبو داود بطوله، والترمذى إلى الشاهدين .

 

13. (917)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden kim Vettîni ve'zzeytûni sûresini okuyup son âyeti olan: "Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?" (8. âyet) ayetine gelince: "Evet, ben buna şehâdet edenlerdenim" desin. Kim de Lâ uksimu biyevmi'lkıyâme'yi okuyup son âyeti olan "(Bütün  bunları yapan Allah) ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil midir?" (Kıyamet 40) âyetini de okudu mu: "Rabbimizin izzetine andolsun evet!" desin. Kim de Mürselât sûresini okuyup en sondaki, "Artık bundan sonra hangi söze inanacak onlar?" (50. âyet) âyetini de tamamladı mı: "Allahu Teâla'ya inandık" desin." (Ebu Dâvud, Salât 154, (887); Tirmizî, Tefsir, Tin, (3344), Hadis; Ebu Dâvud'da tam olarak, Tirmizî'de, "Ben buna şehâdet edenlerdenim"e kadar olan kısmı rivâyet edilmiştir.][25]

 

AÇIKLAMA:

 

Bazı âlimler, mezkur sûreler okunduğu zaman belirtilen kelimeleri söylemenin müstehab olduğunu, böyle yapmanın, okuyan kişi namazda veya namaz dışında da olsa farketmeyeceğini söylerler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın istiğfar taleb etmeyi  emreden âyetlerde istiğfarda bulunduğu, istiâze taleb etmeyi emreden âyetlerde de istiâzede bulunduğuna dâir rivayetler gözönüne alınınca, Kur'ân'ı düz okuyup geçmektense, mânasına nüfuz ederek, sindire sindire ve beyan ettiği hakikatleriyle hallenerek, derpiş ettiği mânevî atmosferi ruhen ve şuurlu olarak yaşayarak okumamızı irşâd ettiği kanaatine varabiliriz. Kur'ân-ı Kerim'i ayda bir sefer hatmetmeyi tavsiye etmesi, hele beş günden daha az zamanda hatmetmeye izin vermemesi de bu hususu te'yid eden bir keyfiyettir. Zîra Kur'ân süratli okundukça tefekkür azalır, ruhen nüfûz etme, aklen idrâk etme  nisbetleri düşer. Müteakip rivayetler de bu açıdan mânidardır.[26]

 

ـ14ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: إذَا قامَ أحَدُكُمْ مِنَ اللَّيْلِ فَاسْتَعْجَمَ الْقُرآنُ عَلى لِسَانِهِ فَلَمْ يَدْرِ مَا يَقُولُ فَلْيَضْطَجِعْ[ أخرجه مسلم وأبو داود.

 

14. (918)- Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri geceleyin kalkınca Kur'ân diline dolaşıp ne dediğini anlamamaya başlayınca hemen yatsın." [Müslim, Müsâfirin 223, (787); Ebû Davud, Salât 308, (1311).][27]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet gece ibâdetlerinin uykulu uykulu yapılmamasını irşâd eder. Gerek namazda ve gerek namaz dışında Kur'ân-ı Kerim tilâveti uyku hâli galebe çalınca, dile ağır gelmeye başlar. Yanlış veya eksik telâffuzlar, atlatmalar, kekelemeler, gereksiz yerlerde duraklamalar gibi haller, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisinde "dile dolanma" diye ifâde buyurulmuştur. Şu halde bu haller başlar başlamaz, nefsi zorlamayıp uykuyu tamamlamak Nebevî tavsiye olmaktadır. Ebû Davud'un bir başka rivayetinde: "Sizden biri namazda uyuklamaya  başlayınca uykusu gidinceye kadar yatsın. Zira uykulu uykulu namaz kılan kimse istiğfar etmek isterken kendi kendine küfreder" buyurularak maksad daha açık ifade edilmiştir.[28]

 

ـ15ـ وعن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]يَا مَعْشَرَ الْقُرَّاءِ اسْتَقِمُوا فقَدْ سَبَقْتُمْ سَبْقاً بَعِيداً، وَإنْ أخَذْتُمْ يَمِيناً وَشِمَاً لَقَدْ ضَلَلْتُمْ ضًََ بَعِيداً[. أخرجه البخارى .

 

15. (919)- Huzeyfe (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Ey Kurrâ cemâati, doğru yolda gidin. Siz çok öne geçmiş kimselersiniz. Eğer (doğru yoldan ayrılarak, ifrat ve tefritle), sağa sola meyledecek olursanız (kötülükte çok öne geçmiş bulunarak) büyük bir dalâlete düşmüş olacaksınız." [Buharî, İ'tisam 2.][29]

 

AÇIKLAMA:

 

Huzeyfe tubnu'l-Yemân (radıyallahu anh)'ın hitab ettiği kurrâ, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in istişâre meclisini teşkil eden Kur'ân ve sünnet ulemasıdır. Esasen kurrâ, lügat olarak "kâri"nin cemidir. Kâri, bilindiği gibi okuyan demektir ve İslâm'ın başında, Kur'an talebesi, Kur'ân  hafızı, âlim  gibi değişik mânalarda kullanılmıştır. Ancak bu rivayetle ilgili, Buhârî'de gelen açıklamadan, Hz. Huzeyfe'nin hitab ettiği cemaatin, Hz. Ömer'in çevresindeki ulemâ grubu olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) onlara: "Allah'ın emirlerini yapmak, nehiylerindenkaçmak sûretiyle doğru yolda gidin, sizler Resûlullah'a ilk inanıp biat edenler olarak sonradan Müslüman olanlara nazaran mevkice, manevî mertebece hepsinden öndesiniz, mümtaz bir makama sahipsiniz. Hâl böyle iken doğru yoldan bir ayrıldınız mı pek açık bir sapıklığa düşer ve dalâlette öncülüğü almış olursunuz" demek istemiştir. Buradan da anlaşılıyor ki muhatapları ilk Müslümanlardan müteşekkil bir cemaattir. Bunların Kur'ân ve sünnete yapışmaları, her çeşit hayırda öncülüğü almaları demektir. Zira, arkadan gelenler, bunların amelleriyle amel etse de İslâm'da öncülüğü almış olanlara yetişmesi mümkün değildir.    اَلسَّبَبُ كالْفَاعِلِ  "Sebep olan, yapanın da sevâbına iştirak eder" sırrınca,  arkadan gelenler ne kadar fazla kazansalar da, bunların sevabı, sebep olmuş bulunan öncekilere aynen ilâve edileceğinden öncekilerin önüne geçmeleri mümkün değildir. Bu sebeple İslâm'ın bânileri durumunda olan Ashab'ı, fazilette, arkadan gelenlerin hiçbiri geçemez.

Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin, bu sözünü, şu meâldeki âyetten iktibas ederek söylediği  kabûl edilir: "Bu dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek  yollara uymayın. Allah bunları size sakınasınız diye buyurmaktadır" (En'âm 53).

Bu hadisin, hükmen merfu olduğu da kabul edilmiştir. Bu hadisten, Sırat-ı Müstakim üzere gitmiş bulunan ilk Muacir ve Ensarîlerin -Resûlullah'ın sağlığında  şehid olmuş veya Resûlullah'tan sonra yaşayıp şehid olmuş veya yatağında vefat etmiş olsun hepsinin- faziletlerine ve üstünlüklerine dâir hüküm de çıkarılmıştır. Allah hepsinden razı olsun. [30]

 


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/433.

[2] Mîzmar, üflenerek çalınan kaval nev'inden bir fülüt, bir çalgı âleti. Ancak burada, istiâre yoluyla güzel ses kastedilmiştir.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/433-436.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/436-437.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/437/438.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/438.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/438.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/438-441.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/441.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/441.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/441-442.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/442.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/442.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/442-443.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/443.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/444.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/445.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/445-446.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/446.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/447.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/447.

[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/447-448.

[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/448.

[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/449.

[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/450.

[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/450.

[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/451.

[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/451.

[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/451.

[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/451-452.