ـ1ـ عن البراء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسول اللّه #: زَيِّنُوا
الْقُرآنَ بِأصْوَاتِكُمْ[. أخرجه أبو داود والنسائ.قلت: وأخرجه البخارى في آخر
صحيحه ترجمة. والمراد بقوله: زَيِّنُوا الْقُرآنَ بِأصْوَاتِكُمْ رفع الصوت
بالقراءة، واللّه أعلم .
1. (906)-
Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu:
"Kur'ân-ı Kerim'i sesinizle güzelleştirin."
[Ebu Davud, Salât 355, (1468); Nesâî,Salât 83, (2, 179, 180); İbnu Mâce,
İkâmet 176, (1342).]
Derim ki: Buharî, bu rivayeti Sahih'inin
sonunda bab başlığında (tercümede) kaydetmiştir (Tevhid 52). "Kur'an'ın
sesle tezyininden maksad, kıraat sırasında sesin yükseltilmesidir (Doğruyu
Allah bilir).
AÇIKLAMA:
Kur'ân-ı Kerim'in güzel sesle tezyin edilmesi
meselesi, âlimler arasında farklı anlayışlara sebep olmuştur. "Kur'ân'ın
sesle tezyine ihtiyacı yoktur" kanaatinde olanlar, rivâyetin Berâ
(radıyallahu anh) tarafından yapılmış olan
زَيَّنُوا اَصْوَاتَكُم بالقران
"seslerinizi Kur'ân'la güzelleştirin" şeklindeki rivayetine dayanarak
hadisin maklub (rivayet sırasında kelimelerin yerleri değişmiş) olduğunu
söylemiştir. Bu kanaatte olanlara göre, Kur'ân-ı Kerim'in kimsenin sesinden
güzellik kazanma ihtiyacı yoktur. Cenab-ı Hakk'ın kelâmıdır, üstelik
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ebedî bir mucizesidir. Her yönüyle
güzeldir. Bizler onun kıraatiyle sesimizi güzelleştirmeye muhtacız. Öyle
ise hadis: "Kur'ân'ı kıraat edin, sesinizi onunla meşgul edin, onun kıraatı
şiârınız, zinetiniz olsun" demektedir. Ancak, çoğunluk, hadiste kalb aramaya
gerek duymazlar. İbnu Deybe'nin kaydettiği gibi, hadiste geçen Kur'ân
kelimesinden maksad, Kur'ân'ın tilâvetidir, binâenaleyh kuvvetli bir hıfz ve
güzel bir sesle, Kur'ân-ı Kerim'in okunuşunun güzelleştirilmesi gereğini
anlamak lâzımdır. Zira güzel söz, güzel sesle daha da güzelleşir. Kur'ân' ın
güzel bir eda ve hoş bir sesle okunması, onu dinlemeye ve kulak vermeye
insanların meylini artıracaktır. Öyle ise hadisten Kur'ân okurken, imkân
nisbetinde sesin güzelleştirilmesi, güzel tilâvete ulaşmak için de sesin
hususî terbiyeden geçirilmesi gerektiği anlaşılmalıdır.
Bu noktada hemen kaydedelim ki, Kur'ân-ı
Kerim'in tilâvetini güzel kılmak için, tegannî denen şarkıvâri tarza yer
vermemek gerekir. Âlimler tilâvette tecvid kaidelerinin dışına çıkarak
tegannîye kaçılmasının mekruh olduğunu belirtirler. Böyle bir tilâvet
karşısında dinleyenlere de aksülamel göstermesi gerekmektedir. Kelâmullah
her yönüyle farklıdır. Tilâvet yönüyle de hususiyeti korunacak, şarkı,
türkü, gazel gibi lâdinî musikiye benzetilmeyecektir. Aliyyu'l-Kârî,
Mirkat'ta bu tarzda okumanın haram olacağına, böyle bir tilâveti dinleyenin
de günahkâr olacağına dair fetva kaydeder; bunun, müdâhale edilmesi vâcib
olan en kötü bid'alardan biri olduğunu belirtir.
Kârî, sadedinde olduğumuz hadisi açıklama
zımnında, bu mânada varid olan başka rivayetler de kaydeder.
"Kur'ân'ı sesinizle güzelleştirin. Zira güzel
ses Kur'ân'ın güzelliğini artırır" (Nesâî, İbnu Hibbân, Hâkim).
"Güzel ses Kur'ân'ın zinetidir" (Taberânî).
"Her şeyin bir süsü vardır, Kur'ân'ın süsü
güzel sestir" (Abdurrezzak).
Aliyyu'l-Kârî, bu rivayetleri kaydettikten
sonra şu değerlendirmeyi yapar: "Burada Kur'ân'ın sesle güzelleştirilmesine
bir emir vardır. Kur'ân'ın sesle güzelleşmesi müşâhede ile sâbit bir
gerçektir. Öyle ise bu durum, hadisin maklub olduğu iddiasını reddeder, kalb
bunda değil, muhalif rivayettedir."
Bu iki görüşün cem'edilmesine bir mâni
olmadığını belirten Kârî, kanaatini te'yid eden bir vak'ayı yüce sahâbî
Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan -Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylânî
Hazretleri'nden naklen- kaydeder. Büyüklerin çok yönlü derslerle dolu olan
davranışlarından biri olan hâdiseyi sunmada faydalar umuyoruz:
"Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anhümâ) bir
gün Kûfe mahallelerinden birinde giderken bir yere gelir. Orada bir grup
fâsık bir evde toplanmış, eğlenmekteler: Zâzân isminde birisi ud çalmakta ve
çok güzel sesiyle şarkılar okumakta, diğerleri de içki içip naralar
atmaktalar. İbnu Mes'ud Zâzân'ın sesini işitince: "Ne güzel ses! Eğer bu,
Kitabullah'ın kıraatinde kullanılsaydı, o zaman daha güzel olacaktı!" der.
Ridâsıyla başını örtüp yoluna devam eder.
Onun sesi Zâzân'ın kulağına gelir ve:
"- Kimdir bu?"
diye sorar. Kendisine: Onun, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından Abdullah İbnu Mes'ûd olduğu söylenir.
"- Peki ne demişti?"
diye sorar. Kendisine:
"- Ne güzel ses! Eğer bu, Kitabullah'ın
kıraatinde kullanılsaydı, o zaman daha güzel olacaktı!"
dediği haber verilir.
Derhâl Zâzân'ın kalbine bir heybet (ürperti)
girer. Kalkıp udunu yere çalarak parçalar. İbnu Mes'ud'a yetişir, mendilini
boynuna takarak yüce sahâbinin önünde ağlamaya başlar. (Onun ağlayışından
duygulanan) Hz. Abdullah (radıyallahu anhümâ) boynuna sarılır ve bir müddet
beraber ağlaşırlar.
Sonra Abdullah:
"- Allah'ı seveni ben nasıl sevmiyeyim?"
der. Adamcağız, ud çalmış olduğu için tevbe
eder ve İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un bir daha peşini bırakmaz. Kur'ân
öğrenir, Abdullah'ın ilminden büyük bir pay tahsil eder. Öyle ki, ilimde
hatırı sayılır bir imam olur."
Kârî, bu hadiseyi naklettikten sonra, Kur'ân
tilâvetinin güzel sesle tezyin edilmesi gerektiğine dair kanaatini te'yiden
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ebu Mûsa el-Eş'arî hazretlerine
(radıyallahu anh) söylediği şu sözlerini kaydeder:
"Sana Âl-i Dâvud'a verilen mizmarlardan
bir mizmar verilmiştir. Dün gece seni dinlerken beni bir görmeliydin.
Gerçekten sana Âl-i Dâvud'a verilen mizmârlardan biri verilmiş." Bir başka
misal: "Güzel sesle Kur'ân okuyan bir kimseye Allah'ın gösterdiği alâka ve
yakınlık, güzel sesli câriyeye efendisinin duyduğu alâka ve yakınlıktan çok
daha fazladır."
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Esas olan
Kur'ân'ın okunmasıdır. Tertil ile okuyarak kıraatı süslemenin müstehab
olduğunda bütün ulema müttefiktir. Tegannî ve lahn ile okuma hususunda
zâhirî bir ihtilâf var. Cevaz veren olduğu gibi, cevaz vermeyenler de var.
Cumhur cevaz vermez, çünkü bunda huşû kaybolmaktadır. İmam-ı Şâfiî'nin bir
kavline göre "caiz", bir kavline göre "değil" dediği rivayet edilmişse de,
Nevevî'nin açıklaması iki görüşün bir olduğunu, farklılığın zâhirde
kaldığını gösterir. Şöyle der: "Ulemâmız, bu meselede Şâfiî'nin ihtilaf
etmediğini söylerler. Çünkü, derler, farklı görüşleri, farklı durumlar
hakkındadır. Caiz değil dediği durum, gereksiz yerlerde uzatmak, gerekli
yerde uzatmamak, gerekli yerde idgamı terkedip gereksiz yerde idgam yapmak
gibi, kelimelerin tabiî hallerini değiştirerek mânasının bozulma durumuyla
ilgilidir. "Caiz" dediği durum da bu menfi yola tevessül edilmeden (tecvid
kaidelerine uygun şekilde) yapılan kıraatle ilgilidir."
Şu halde ihtilâf denen husus, büyük ölçüde
kavram kargaşası dediğimiz şeyden ileri gelmektedir.
ـ2ـ وعن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: اقْرَءُوا
الْقُرْآنَ بِلُحُونِ الْعَرَبِ وَأصْوَاتِهَا، وَاِيَّاكُمْ وَلُحُونَ أهْلِ
الْعِشْقِ وَلُحُونَ أهْلِ الْكِتَابَيْنِ، وَسَيَجِئُ بَعْدِى قَوْمٌ
يُرَجِّعُونَ بِالْقُرآنِ تَرْجِيعَ الْغِنَاءِ وَالنَّوْحِ َ يُجَاوِزُ
حَنَاجِرَهُمْ مَفْتُونَةٌ قُلُوبُهُمْ وَقُلُوبُ الَّذِينَ يُعْجِبُهُمْ
شَأنُهُمْ[. أخرجه رزين .
2.(906)-
Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kur'ân'ı Arap lahn'ı ve Arap sesleri üzere
okuyun. Sakın ha ehl-i aşk ve ehl-i kitabeyn'in lahn'ı üzere okumayın.
Bilesiniz, benden sonra bir kavm gelecek ki, onlar Kur'ân'ı okurken, şarkı
ve mâtem tercîi gibi terci' ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır)
gırtlaklarından öte geçmez. Kalbleri fitne ve fesada uğramıştır.
Böylelerinden hoşlanan kimselerin kalpleri de fitne ve fesad içindedir."
[Rezîn rivayet etmiştir. (Suyutî, Câmiu's-Sağîr'de kaydeder (Feyzu'l-Kadir
2, 65).]
AÇIKLAMA:
Lahn, ezdâd denen birbirine zıt mânalar
taşıyan kelimelerden biridir. Dilin yanlış kullanılması mânasına geldiği
gibi, dili kaidesine (i'rabına) uygun olarak kullanma mânasına da gelir.
Kelime her iki mânada hadislerde geçer. Anlamak, kavramak manasına da gelir.
Keza lügat olarak asıl mânâsı: "Doğru istikametten meyletmek, sapmak"
mânasına gelir. "Lahn"ın lügat (kelime) mânası da mevcuttur.
Yukarıdaki hadiste, "Arap dil kaidelerine
(i'râba) uygunluk" mânasındadır. Arkadan gelen "Arap sesleri üzere okuyun"
ifadesi de bu mânayı te'yid eder. Hadis, sonra da Yahudi ve Hıristiyanların
kitaplarını okudukları şekilde Kur'ân'ı okumaktan men etmektedir. Buradan da
anlıyoruz ki, Ehl-i Kitap da dinî metinleri, ibadet maksadıyla, kendilerine
has bir üslubla okumakta imişler. Bu hal halen devam etmektedir. Ehl-i
Kitab'ı taklidin yaygınlaştığı bir zamanda bu ikâz-ı Nebevînin de hatırda
tutulması gerekir.
Hadisin Câmi'u's-Sağir'deki aslında ehl-i fısk
tabiri de yer alır. Yani "Fâsıklar gibi de okumayın" denmektedir.
Câmi'u's-Sağir'de hadisin devamında da biraz
farklılık gözükmektedir.
فَإِنَّهُ سَيَجِىءُ بَعْدِى قَوْم يُرجِِّعُونَ بالقرآن تَرْجِيعَ الغناء
وَالرَّ هْبَانِيَّةِ والنَّوْح
"....Benden sonra bir kavm gelecek Kur'ân'ı
şarkı gibi, ruhbanların ve mâtemcilerin okuyuşları gibi terci'li
okuyacaklar..."
Kıraatte terci', sesi boğazda geri çevirerek
oynatmak, yani dalgalamak, titretmek sûretiyle nağme yapmaktır. Şarkı ve
türkülerde, ağıtlarda sıkca ve yaygın şekilde yer verilen bu nağme tarzını
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân tilâvetinde yasaklıyor. Sesler
boğazdan tabii bir çıkışla çıkacaktır, dalgalandırmak, titretmek yasaktır.
Kur'ân'da bu tarza cevaz verilmemesi,
harflerin tabii hallerinin bozulmasındandır.
Münâvî'nin kaydına göre Ahmed İbnu Hanbel'e bu
yasağın sebebi sorulunca, soruyu sorana: "Adın ne?" der. Adam: Muhammed,
deyince İmam sorar:
"- Sana Ey Muhaammed
يَا مُحَامَّد denmesinden hoşlanır
mısın?"
Terci'de, görüldüğü gibi harfin tabii hâli
bozulduğu gibi, mahrec yerleri de değişmektedir. Mahrec yerlerinin değişmesi
ise, mânaya tesir edecektir. Hülâsa bunun getireceği muhtelif mahzurlar
sebebiyle, hoş karşılanmamıştır.
ـ3ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]اعْتَكَفَ رسولُ اللّه # في
الْمَسْجِدِ فَسَمِعَهُمْ يَجْهَرُونَ بِالْقُرآنِ فَكَشَفَ السِّتْرَ فقَالَ:
أَ إنَّ كُلَّكُمْ يُنَاجِى رَبَّهُ فََ يُؤْذِيَنَّ بَعْضُكُمْ بَعْضاً، وََ
يَرْفَعْ بَعْضُكُمْ عَلى بَعْضٍ في الْقِرَاءَةِ. أوْ قالَ: في الصََّةِ[.
أخرجه أبو داود .
3. (907)-
Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
mescidde i'tikâf'a girmişti. Cemaatin Kur'ân'ı cehrî olarak okuduklarını
işitti. Perdeyi aralayıp şöyle seslendi:
"- Bilin ki, herkes Rabbine hususî şekilde
münâcaatta bulunuyor, bir birinizi (seslerinizle) rahatsız etmeyin. Biriniz
okurken (veya namazda iken) diğerinin kıraatini bastırmasın." [Ebu Dâvud,
Salât 315, (1332).]
ـ4ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]قَامَ رَجُلٌ مِنَ اللَّيْلِ
فَقَرأ وَرفَعَ صَوْتَهُ . فَلَمَّا أصْبحَ قالَ رسولُ اللّه #: كَأىٍّ مِنْ
آيَةٍ أذْكَرَنِيهَا اللَّيْلَةَ كُنْتُ أسْقَطْتُهَا[. أخرجه الشيخان وأبو
داود، وهذا لفظه .
4. (908)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir gece bir adam kalkıp yüksek
sesle Kur'ân okudu. Sabah olunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "(Şu
kimseye Allah rahmet buyursun) iskat etmiş olduğum bir âyeti bana
hatırlatmış oldu" dedi." [Buharî, Şehâdât 11, Fedâilu'l-Kur'ân 26; Müslim,
Müsâfirin 225, (788); Ebu Dâvud, Salât 315, (1331).]
AÇIKLAMA:
Parantez içerisindeki ziyâdeyi, rivayetin Ebu
Davud'daki aslından koyduk. Müslim'in rivayetinde "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir kimsenin mescitte okumakta olduğu Kur'ân-ı Kerim'e kulak
vermiş dinliyordu. "Allah rahmet buyursun, bana unutturulmuş olan bir âyeti
bana hatırlattı" dedi" şeklindedir. Yine Müslim'in bir diğer rivâyetinde
ise "...bana falan ve falan âyetleri hatırlattı, onları falan ve falan
sûrelerden iskât etmiştim" şeklinde gelmiştir.
Buharî'nin rivayetinde de bazı farklılıklar
var. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın dinlediği kimsenin ismi
de belli. Bu zat bir rivayete göre Abbâd İbnu Bişr'dir. Odasında iken
mescidden kulağına gelen Kur'ân sesinin Ahbâd (radıyallahu anh)'a ait
olduğunu da bilmiştir. Diğer bir rivayette ise kulağına gelen sesin kime ait
olduğunu sormuştur ve "Abdullah İbnu Bişr" diye söylemişlerdir.
Bu duruma bakarak iki ayrı hâdisenin
mevzubahis olduğu da söylenmiştir.
Rivayetlerde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın -unutturulduktan sonra- hatırlamış olduğu âyetler hangi
âyetlerdi, bunlar hangi sûrelerdeydi? tasrihat yok.
Rivayette mevzubahis edilen iskât yani bazı
ayetlerin çıkarılması, kasda mukârin bir çıkarma değil, unutma sebebiyle
olan bir çıkarmadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
"unuttum" demeyip "bana unutturuldu" demesi de dikkat çekici bir ifâdedir.
Bazı âlimler buna dayanarak: "O âyetler, bâzı hikmetlerle, maslahatlara
binâen Hz. Peygamber'e unutturulmuş olabilir" dediği gibi, bazıları da:
"Kur'ân'ı unuttum" demenin edebe aykırı olduğunu, bu çeşit durumlarda, "Bana
unutturuldu" demenin muvafık olacağını söylemişlerdir. Ancak rivâyetin bir
vechinde "unutmuştum" ifadesi de gelmiştir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
Kur'ân'ı unutmasının iki şekilde olduğu belirtilmiştir:
1- Fazla zaman geçmeden derhatır edilen
unutma: Bu beşerî fıtratın gereği olan bir unutmadır. Nitekim bu çeşit
unutmaları Resûlullah:
اِنَّمَا
اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ اَنْسَى كَمَا تَنْسَوْنَ
"Ben de sizin gibi bir insanım, sizler gibi
ben de unuturum" hadisleriyle ifade etmişlerdir.
2- Cenab-ı Hakk'ın, tilâvetini neshetmek
maksadıyla kalbinden çıkarmasıdır. Bu çeşit unutturmaya şu âyetteki istisnâ
ile işâret edilmiştir:
سَنُقْرءُكَ
فََ تَنْسَى اَِّ مَاشَاءَ اللّه
"(Ey Muhammed) Kur'ân'ı sana biz okutacağız.
Allah'ın dilediği müstesna, hiç unutmayacaksın" (A'la, 6-7).
Birinci çeşit unutma ârizîdir, çabuk geçer.
Nitekim:
اِنَّا
نَحْنُ نَزَّ لْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
"Kur'ân'ı biz indirdik, onu koruyacak olan da
biziz" (Hicr, 9) âyetinin zâhiri bu hususu te'yid eder.
İkinci çeşit unutma neshe giren bir husustur.
Bu meselede,
مَانَنْسَحْ
مِنْ آيَة اَوْ نُنْسِهَا نَأْ تِى بخيرٍ مِنْهَا او مِثْلِهَا
"Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten
kaldırır ve unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini
getiririz" (Bakara 106) âyetinde dâhildir.
Ulemâ, sadedinde olduğumuz rivâyetten şu hükmü
çıkarmıştır: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tebliğe müteallik
olmayan şeyleri unutması caizdir. Tebliğe giren şeyleri ise iki şartla
unutabilir:
1- Tebliğ işini yaptıktan sonra.
2- Bu unutma ilânihâye devam etmez. Bunları ya
kendiliğinden ya da hâricî bir sebeple hatırlar. Hadis böyle bir hatırlamaya
örnektir."
Bazı usulcüler ve bir kısım sûfiler Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hakkında unutmayı kabul etmezler: "O'ndan asla
unutma vâki olmaz, Ondan vaki olan, unutmanın sûretidir, bu da unutma
hususunda bir sünnet vermiş olmak içindir" derler. Ancak Kadı İyâz bu görüşe
usulcü olarak sadece Ebu'l-Muzaffer el-İsferâyinî'nin katıldığını ve bunun
zayıf bir kavl olduğunu kaydeder.
Hadis, ayrıca, geceleyin mescidde Kur'ân-ı
Kerim'i yüksek sesle okumanın câiz olduğunu, kendisine hayır gelmesine sebep
olan kimseye -bu hayrın ulaşmasını kastedmemiş olsa bile- dua etmenin
gerekli olduğunu ifade etmektedir.
"Kur'an'ı unuttum" demek mekruhtur, çünkü
saygısızlık ifade etmektedir, "...unutturuldu" demelidir.
Ezberlenen Kur'ân'ın unutulması meselesine
gelince, bu hususta selef ihtilâf eder: Bazıları ezberledikten sonra
Kur'ân'ı unutmayı "büyük günah"tan saymıştır. Bunların delillerinden biri
Ebu Dâvud ve Tirmizî'de tahric edilmiş olan şu hadistir:
عُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ اُمَّتِى فَلَمْ اَرَ ذَنْبًا اَعْظَمَ مِن سُورَةٍ
مِنَ الْقُرْآنِ اوتِيهَا رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا
"Bana ümmetimin günahları arzedildi. Kur'ân'ı
Kerim'den bir sûreyi, önce öğrendiği halde, bilâhere unutan kimsenin
günahından daha büyüğünü görmedim."
Bu mevzu üzerine başka rivayetler de var.
Ashab'ın Kur'ân'ı öğrendikten sonra unutmayı Hz. Peygamber zamanında büyük
günah saydıklarına dair bazı rivayetler de mevcuttur. Ulemâ unutmanın
tilâveti terkden ileri geleceğini, terkin de Kur'ân'a kıymet vermeme, küçük,
ehemmiyetsiz addetme gibi düşüncelerden neşet edeceğini belirterek,
unutmanın müeyyidesinin ağır olacağını söylemişlerdir.
ـ5ـ وعن أم هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]كُنْتُ أسْمَعُ قِرَاءَةَ رسولِ
اللّه # وَأنَا عَلى عَرْشِى[. أخرجه النسائى .
5. (909)-
Ümmü Hânî (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben evimin damında otururken
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıraatini işitirdim." Nesâî, İftihah
81, (2, 179); İbnu Mâce, İkamet 179, (1349).]
AÇIKLAMA:
Rivayette geçen arş veya arîş Arapça'da
kralların oturduğu taht, karyola, gölgelenmek için yapılan çardak gibi
mânalara gelir. Ayet ve hadislerde sıkca geçer. Medine evlerinin hepsine
arîş denmiştir, çünkü serinlemek için üzerine çıkılırdı.
Rivâyet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in, Kur'ân'ı okurken sesini yükselttiğini ifade etmektedir.
ـ6ـ وعن عبداللّه بن أبى قيس. قال: ]سأَلْتُ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها
كَيْفَ كَانَتْ قِرَاءَةُ رسولِ اللّه # بِاللَّيْلِ، أكانَ يُسِرُّ
بِالْقِرَاءَةِ أمْ يَجْهَرُ، قَالَتْ: كُلُّ ذلِكَ قَدْ كَانَ يَفْعَلُ.
رُبَّمَا أسَرَّ، وَرُبَّمَا جَهَرَ. فَقُلْتُ: الْحَمْدُللّهِ الَّذِى جَعَلَ
في ا‘مْرِ سَعَةً[. أخرجه أصحاب السنن، وصححه الترمذى .
6. (910)-
Abdullah İbnu Ebî Kays anlatıyor: "Hz. Aişe'ye, "Resûlullah'ın geceleyin
kıraati nasıldı? gizli mi okurdu, sesli mi okurdu?" diye sordum. Bana:
"- Her iki şekilde de okurdu: Bazan gizli,
bazan sesli!" diye cevap verdi. Ben: "Bu işte genişlik yapan Allah'a
hamdolsun" dedim.. [Tirmizî, Salât 330, (449), Sevâbu'l-Kur'ân 23, (2925);
Ebu Davud, Salât, 343, (1437); Nesâî, Salâtu'l-Leyl 23, (3, 224); Tirmizî
hadise: "Hasensahih" demiştir.]
AÇIKLAMA:
Yukarıdaki hadis, müstakil bir rivayet gibi
gözükmekte ve sorunun da gece vakti Kur'ân okumakla ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Halbuki, aslında Tirmizî'deki uzunca bir hadisin bir
parçasıdır.
İçerisinde birçok fıkıh (mesele) bulunan bir
hadisin burada görüldüğü şekilde bölünerek bir parçasının rivayetine
hadisciler takti' derler. Bunun caiz olduğunu usul kısmında açıklamıştık.
Hadisin tamamı gözönüne alınınca sualin,
geceleyin kılınan namazlardaki kıraatle ilgili olduğu görülmektedir ki,
fukaha bu rivayete dayanarak "Geceleyin kılınan namazda kişinin muhayyer
olduğu, kıraatini dilerse cehrî (sesli) dilerse sırrî (sessiz) yapabileceği"
hükmünü beyân etmişlerdir.
Tîbî, ayrıca, dinî tekliflerdeki genişliğin,
Allah tarafından tanınan bir nimet olduğu, diğerleri gibi bu nimete de
hamdetmek gerektiği hükmünü çıkarmıştır.
ـ7ـ وعن قتادة. قال: ]سَأَلْتُ أنَساً رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَنْ قِرَاءةِ
رسُول اللّه # فقَالَ: كَانَ يَمُدُّ مَدّاً، ثُمَّ قَرَأ: بِسْمِ اللّهِ
الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ يَمُدُّ بِبِسْمِ اللّهِ ، وَيَمُدُّ بِالرَّحْمنِ،
وَيَمُدُّ بِالرَّحِيمِ[. أخرجه البخارى وأبو داود والنسائى .
7. (911)-
Katâde (merhum) anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'e Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in kıraatından sordum. Şu cevabı verdi: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) medleri (uzun heceleri) uzatırdı." Sonra örnek
olarak Bismillâhirrahmânirrahim'i okudu ve uzatılacak yerleri belirgin
şekilde uzattı: Bismillaahi'yi uzattı, errahmaan'ı uzattı, er rahiim'i
uzattı." [Buharî, Fedaili'l-Kur'ân 42, 29; Ebu Dâvud, Salât 355, (1465).]
AÇIKLAMA:
1- Arapça'da bazı heceler uzun, bâzı heceler
kısadır. Bu ve benzeri rivayetler, Kur'ân okurken uzun hecelerin hakkının
verilmesi, biraz uzatılarak okunması gereğine dikkat çekiyor. Med (uzatma)
bahsi tecvid ilminde müstakil bir konudur. Meddin çeşitler vardır. Rabbinin
kitabı olan Kur'ân-ı Kerim'i okuyanların tecvidi bilip, kaidesine uygun
olarak okuması gerekir. Böylece alacağı feyz ve kazanacağı sevap da
artacaktır.
2- Hadiste, Enes hazretleri (radıyallahu anh)
medd'e riâyet etmek gerektiğini belirttikten sonra, örnek olarak Besmele'yi
veriyor. (Bu örnek, -Ebu Dâvud'un Sünen'de olduğu üzere- bâzı rivayetlerde
kaydedilmez. Buhârî'nin rivâyetinde mevcuttur.) Dikkat çekmek istediğimiz
bir husus şudur: "Normalde med yapılacak yerler Arap imlâsında bellidir.
"Elif", "vav" ve "ye" harfleri med harfleridir. Ancak Kur'ân-ı Kerim'in
imlasında her zaman bu harfler medd yapılacak yerde yazılmaz. Besmele
misâlinde olduğu üzere. Besmelenin, kaideye göre şöyle yazılması icab
ederdi:
باسم اله الر حمان الرَّحيم Belki de
estetik mülâhazası ile imlâ böyle tutulmamış ve hatta, bâzı rivayetlere göre
besmeledeki Sin harfinin -yazılırken- uzatılma emrini de bizzat Resûl-i
Ekrem vermiştir. Bilindiği üzere besmele her seferinde Sin harfi uzatılmış
olarak şöyle yazılır:
باسم اللّه الر حمان الرَّحيم Bu
imlâ, gerçekten besmeleye müstesna bir estetik değer kazandırmaktadır.
3- Hadisle ilgili olarak şunu da belirtelim:
İbnu Hacer'in belirttiğine göre, bazı fukahâ bu hadise dayanarak namazda
Fatiha'nın evvelinde her seferinde besmele okunması gerektiği hükmünü
çıkarmıştır. Yani, Resûlullah, her rek'atte Fatiha'nın evvelinde besmeleyi
okumuş olmalıdır. Halbuki, Müslim'in Hz. Enes'ten kaydettiği bir rivayette
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazda besmeleyi okumadığı
belirtilmiştir.
İbnu Hacer, besmelenin Fatiha'dan önce
okunması meselesine, sadedinde olduğumuz hadisten delil çıkarmanın uygun
olmayacağını belirterek, ihtilâfı çözer. Der ki: "Besmeleyi okuduğu zaman,
Resûlullah'ın, medlere riâyet ederek okuduğunu belirtmek, her rek'atte
Fatiha'nın evvelinde besmeleyi okuduğunu ihbâr mânasına gelmez. Çünkü, Hz.
Enes (radıyallahu anh) besmeleyi burada medde misal olsun diye
zikredivermiştir."
ـ8ـ وعن أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّهَا نَعَتَتْ قِرَاءَةَ رسول اللّه
# قِرَاءَةً مُفَسَّرَةً حَرْفاً حَرْفاً[. أخرجه أصحاب السنن، واللفظ للنسائى
.
8. (912),
Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den, "Onun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in kıraatını açık bir şekilde harf harf tavsif ettiği rivâyet
edilmiştir." [Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 23, (2924); Ebu Dâvud, Salât 335,
(1456); Nesâî, Salât 83, (2, 181).]
AÇIKLAMA:
Rivayet, Tirmizî'de daha açık olarak
kaydedilmiştir. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'ye Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in kıraatından sorulunca şu meâlde cevap verir:
"Onun kıraatından size ne? (Onu taklid etmeniz takatınızı aşan bir şey!). O,
namaz kılar, namaz kadar uyur, sonra tekrar uyuduğu kadar namaz kılar, sonra
tekrar namazı kadar uyurdu, sabah oluncaya kadar." Ümmü Seleme (radıyallahu
anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıraatını harf harf açık bir
şekilde târif eder. Şârihlerin belirttiği üzere tertil üzere ve tecvid
kaidelerine uygun olarak yapılan bir okuyuş idi.
Tertil, Kur'ân'ı okurken teenni ve tedebbür
ile ağır ağır okumaktır. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in Kur'an'ı tertil üzere okuduğunu belirtmektedir.
Bu hususta başka rivayetler de var. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) bunun
ehemiyetini belirtmek maksadıyla şöyle buyurmuştur: "Tertil üzere tek sûre
okumayı, tertilsiz olarak Kur'ân'ın tamamını okumaya tercih ederim."
‘نْ اُقْرَأَ سُورَةَ اُرَتِّلُهَا اَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ اَنْ اَقْرَ أَ
الْقُرْ اَنَ كُلَّهُ بِغَيْرِ تَرْتِيلٍÜmmü
Seleme validemiz (radıyallahu anhâ), hadisin bir başka vechinde şu
açıklamayı yapmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kurân-ı Kerim'i
okurken âyet âyet keserdi (yani her âyeti okuyunca bir duruş yapardı) ve
Fatiha sûresini misal vermiş, sûreyi besmele ile başlayıp, âyet âyet keserek
okumuştur:
بسم
اللّه الرحمن الرحيم، الحمدللّه رب العالمين ، الرحمن الرحيم ، مالك يوم الدين.
..
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i
pâkleri olan Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den yapılan bu rivayet birçok
tarikden gelmiştir. Hadisciler sıhhati hususunda ittifak ederler. Nitekim
Tirmizî hazretleri de hadis için: "Hasensahih" demiştir.
Bazı âlimler, bu rivayetlere dayanarak, her
âyetin başında durmayı sünnet addederler. Ebû Amr ed-Dânî: "Bu, bana daha
hoş geliyor" demiştir. Beyhakî ve diğer bâzıları da aynı kanaati paylaşırlar
ve: "Efdal olanı, müteâkip âyetle irtibatı olsa bile, her âyetin başında
durmaktır" derler. Onlara göre: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
tarzına ve sünnetine uymak evlâdır."
ـ9ـ وفي أخرى عن ابن مُغَفَّلٍ قالَ: ]رَأيْتُ رسول اللّه # عَلى نَاقَتِهِ
يَقْرَأُ سُورَة الْفَتْحِ وَيُرَجِّعُ في قِرَاءَتِهِ[. أخرجه الشيخان وأبو
داود.
9. (913)-
Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı devesinin üstünde Feth sûresini okurken gördüm.
Sûreyi terci' üzere okuyordu." [Buharî, Fedailu'l-Kur'ân 24, 30, Meğâzi 48,
Tefsir, Feth 1, Tevhid 50; Müslim, Müsâfirin 237, (794); Ebû Dâvud, Salât
355, (1467).]
AÇIKLAMA:
İbnu Muğaffel'in bu rivayeti, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in terci' üzere Kur'ân tilâvet ettiğini ifade
etmektedir. Tercî'in, sesi boğazda oynatarak nağme yapmak olduğunu, Kur'ân-ı
Kerim'in bu şekilde okunmasının yasaklandığını (906 numaralı hadisi
açıklarken) yukarıda belirtmiştik. Arada gözüken bu mütenâkız durum,
şârihlerin, sadedinde olduğumuz hadis hususunda farklı yorumlar yapmalarına
sebep olmuştur. Zira, tercî'in yasak olması esastır. Ancak bu rivayet de,
sahih rivayetlerdendir ve üstelik hadisin, Buharî'nin Kitabu't-Tevhid
bölümündeki vechinde, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tercî'i
nasıl yaptığı târif bile edilmekte, bir elifi yüksek sesle üç ayrı elifmiş
gibi,
آ آ آ diye okuduğu belirtilmektedir.
Hattâ, hadisi İbnu Muğaffel'den hikâye eden Muaviye İbnu Kurre der ki:
"(Sesime) halkın toplanacağından korkmasam, Hz. Peygamber'in nasıl terci'de
bulunduğunu İbnu Muğaffel'in bana gösterdiği şekilde ben de size
gösterirdim."
Kurtubî hazretleri "Bundan maksadın, medd
mahallinde elifin işbâı (yani yeterince uzatılması, meddin tam olarak
yapılıp hakkının verilmesi) olduğunu" söyleyerek, yasaklanan terci'
olmadığına dikkat çekmiştir. Bazıları İbnu Muğaffel'in kulağına gelen
tercîin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) deve üzerinde olması
haysiyetiyle, devenin hasıl ettiği sallantıdan ileri gelmiş olabileceğini
söylemiştir. Bu kanaatte olan İbnu Esir, ilâveten terci' ile okumayı,
Resûlullah'ın sadece Mekke fethi sırasında yapmış olabileceğini söyler, zîra
terci' ile okuduğunu ihbâr eden rivayet Fetih günüyle ilgili... Başka yok.
Nevevî, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân'ı terci' ile de
okumuştur" der.
Hadisi açıklayan şârihler, tercîe açık şekilde
"caiz" demese bile kesin olarak "haram" da demiyorlar. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' tan gelen sahih rivayet karşısında ihtiyatlı
olmayı tercih ediyorlar.
Muhtelif hadislerde elhan (ezgili okuyuş),
terci' ve tegannîyi (tecvidli okuyuş) emredici ifadelerden Kur'ân-ı Kerim'in
hoş ve cazib bir üslübla okunmasının gereğini anlayan İbnu Hacer şöyle der:
"Şurası muhakkak ki insan nefsinin terennümle
okunan kıraatı, dinleme hususunda duyduğu meyil, terennümsüz kıraate duyduğu
meyilden fazladır. Çünkü hoşa giden şey, kalbi rikkate getirmede olsun,
ağlatmada olsun daha müessirdir.
Kur'ân'ın elhânlı (ezgili) okunmasının caiz
olup olmadığı hususunda selef ihtilaf etmiştir. Ancak, sesin
güzelleştirilmesi ve güzel sesin güzel olmayana takdim ve tercih edilmesi
hususunda ihtilaf mevzubahis değildir.
Abdulvehhâb el-Mâlikî'nin rivayetine göre,
İmam Mâlik, elhânlı kıraatın haram olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde
Ebu't-Tayyib et-Taberî, el-Mâverdî, İbnu Hamdân el-Hanbelî de bir çok ehl-i
ilmin bu görüşte olduğunu rivâyet etmişlerdir. İbnu Battâl, İyâz, Kurtubî
gibi bazı Mâlikîler, Mâverdî, el-Bendenîcî ve Gazâlî gibi Şafiîler,
Sâhibu'z-Zahîre gibi Hanefîler mekruh olduğunu rivayet etmişlerdir. Ebu
Ya'lâ ve İbni Akîl gibi bazı Hanbelîler de bu görüşü benimsemişlerdir. Diğer
taraftan, İbnu Battâl, Sahâbe ve Tabiin'e mensup bir cemaatten de câiz
olduğunu rivayet etmiştir. Şâfiî hazretlerinin de hükmü böyle. Ebû
Hanife'nin de buna hükmettiğini Tahâvî rivâyet etmektedir. Şâfiî ulemâsından
El-Fûrânî: "Câiz ve hatta müstehabtır. Görülen zâhirî ihtilâf ise, harflerin
telaffuzunda mahreçlerine riâyet endişesinden kaynaklanır" der. Mahrecin
bozulması halinde elhânın haram olduğunda icmâ bulunduğunu Nevevî
et-Tibyân'da şöyle nakleder: "Ulema, Kur'ân-ı Kerim'in okunuşunda sesin
güzelleştirilmesinin müstehab olduğunda icmâ etmiştir, yeter ki medd
yapılırken normal hudud aşılmamış olsun. Şayet haddi aşarak bir harf ziyade
etse veya bir harf gizlese bu haramdır... İmam Şafiî: "Eğer elhân, elfazdan
herhangi birinin mahrecinden dışarı çıkmasına sebep olursa haramdır"
demiştir."
ـ10ـ وفي أخرى عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]كانَ رسولُ اللّهِ #
يَقْرأ: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرحَيمِ الحَمْدُللّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
يُرَتِّلُ آيَةً آيَةً[. أخرجه رزين .
10. (914)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Bismillahirrahmanirrahim, elhamdu lillâhi rabbilâlemin diye Fâtiha sûresini
âyet âyet tertil üzere okurdu." [Rezîn ilavesidir.]
AÇIKLAMA:
Tertil kelime olarak, bir şeyin tertib ve
tanzimini güzel kılmak, açık seçik beyan etmek demektir. Kur'ân'ın tertili,
her harfinin, edasının, nazmının, mânâsının hakkını doyura doyura vererek
okunmasıdır. Bu okuyuş ağır ağır ve teennî ile yapılır. Müzzemmil sûresinde
Kur'ân'ın tertil üzere okunması emredilmektedir (4. âyet).
ـ11ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال لى رسول اللّه #: اقْرَأ
علَىّ الْقُرآنَ فقُلْتُ: أقْرَأُ عَلَيْكَ وَعَلَيْكَ أُنْزِلَ؟ فقَالَ: إنِّى
أُحِبُّ أنْ أسْمَعَهُ مِنْ غَيْرِى فَقَرَأتُ عَلَيْهِ سُورَةَ النِّسَاءِ
حَتَّى بَلَغْتُ هذِهِ اŒيةَ: فَكَيْفَ إذَا جِئْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ
بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلى هؤَءِ شَهِيداً. فقَالَ: حَسْبُكَ. فَالْتَفَتُّ
فَإذَا عَيْنَاهُ تَذْرِفَانِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .
11. (915)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bana:
"- Kur'ân'ı bana oku!" dedi. Ben (hayretle):
"- Sana indirilmiş bulunan Kur'ân'ı mı sana
okuyayım?" diye sordum. Bana:
"- Evet, ben onu kendimden başkasından
dinlemeyi seviyorum!" dedi. Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne
zaman ki, "Her ümmete her şâhid getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara
şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?" mealindeki âyete (41.
âyet) geldim.
"- Dur!" dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar
akıyordu." [Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 32, 33, 35; Müslim, Musâfirin 247,
(700); Tirmizî, Tefsir, Nisa, (3027, 3028); Ebû Davud, İlm 13, (3668).]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen Kur'ân kelimesiyle, Kur'ân-ı
Kerim'in tamamı değil, bir kısmı kastedilmiştir. Yani Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Bana Kur'ân'dan bir parça oku" demek istemiştir.
Resûlullah'ın bir başkasından Kur'ân dinlemeyi
sevmesi, arz ve mukâbele müessesesini sünnet kılma gayesine râci olduğu
gibi, başkasından dinlemek, daha iyi anlamaya, âyetler üzerinde daha iyi
düşünmeye, imkân sağladığı için de olabilir. Zîra okuyan, kıraat ve kıraat
kâideleriyle meşgul olduğu halde, dinleyen boştur, düşünmeye, tefekküre,
daha iyi anlamak için zihnî gayrete imkân ayırabilir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), burada dinlemeyi müesseseleştirdiği gibi, Übey
İbnu Ka'b'a da okuyarak, hem tilâvetin âdâbını, kaidelerini tâlim buyurmuş,
hem de kıraatı müesseseleştirmiş, sünnet kılmıştır (bak 4458. Hadis).
Nevevî: "Kıraat sırasında ağlamak âriflerin ve
sâlihlerin şiârıdır" der. Gazâli de kıraat sırasında ağlamanın müstehab
olduğunu söyler. Âyet-i kerime de tilâvet karşısında ağlayanları över:
"Ağlayarak çeneleri üstüne (yüzü koyun) kapanıyorlar ve bu onların derin
saygısını artıyor" (İsra 109).
İbnu Hacer, ağlayabilmenin yolunu şöyle
açıklar: "Kişi, Kur'ân'da zikri geçen şiddetli tehditleri ve cehennem
azabıyla ilgili vaidleri (korkutmaları) Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki kesin
kararlarını düşünerek kalbini korku ve hüzünle doldurur. Sonra bu hususlara
giren taksiratına, eksikliklerine nazar eder. Buna rağmen hüzün hissedip
gözleri yaşla dolmazsa, bu husustaki eksikliğine ağlasın, zira böylesi bir
tefekküre rağmen hüzün duymamak en büyük musibetlerdendir."
Şârihlere göre, rivâyette belirtilen
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ağlaması, ümmetine karşı duyduğu
merhametten ileri gelen bir ağlamadır. Zira tilâvet edilmiş olan âyet
ümmetinin âhiretteki ahvâliyle ilgilidir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir an için, ümmetinin her zaman iyi olmayan ameline şehadet
edeceğini ve bunun da onların cezalanmalarına müncer olacağını, sonra onlar
lehine şefaat taleb edeceğini, vs. gözü önünde canlandırarak acıyıp
ağlamıştır.
ـ12ـ وعن أسماء رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَا كاَنَ أحَدٌ مِنَ السَّلَفِ
يُغْشَى عَلَيْهِ وََ يُصْعَقُ عِنْدَ تَِوَةِ الْقُرآنِ، وَإنَّمَا كانُوا
يَبْكُونَ وَيَقْشَعِرُّونَ، ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إلى
ذِكْرِ اللّهِ[. أخرجه رزين .
12. (916)-
Esma (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Seleften hiç kimse Kur'ân-ı Kerim'in
tilâveti sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra
bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı." [Rezîn ilavesidir. (Bağavî
Tefsiri'nden alınmıştır 7, 238).]
AÇIKLAMA:
Rivâyetin Bağavî'deki aslı şöyle:
"Urve İbnu Zübeyr der ki: "Büyükannem Esmâ
Bintu Ebî Bekr'e sordum:
"- Kendilerine Kur'ân okunduğu zaman
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı ne yaparlardı?"
Bana şöyle cevap verdi:
"- Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Allah'ın tarif
ettiği şekilde hareket ederlerdi: Gözleri yaşla dolar, bedenleri ürperirdi."
Ben kendisine:
"- Ama, bugün insanlar, kendilerine Kur'ân
okununca düşüp bayılıyorlar" dedim. Şu karşılıkta bulundu:
"- Eûzu billâhi mine'şşeytâni'rracîm!"
Rivayete göre, İbnu Ömer (radıyallahu anh),
yere düşmüş bir Iraklıya rastlar ve "Buna ne olmuş?" diye sorar.
"- O, Kur'ân'ın tilâvetini veya Allah'ın
zikrini işitti mi bayılır düşer" derler. İbnu Ömer şu karşılıkta bulunur:
- "Biz de Allah'tan korkarız ama bayılıp
düşmeyiz!"
İbnu Ömer (devamla): "Böyle düşenin içine
şeytan girmiş olmalı. Bu davranış Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in
ashabında görülen bir şey değildir" der.
Şu halde, Kur'ân tilâveti sırasında ağlamak
âdâbtandır, ama düşüp bayılmak, yırtınıp dövünmek gibi gayr-ı tabî tezâhürat
edebe uymaz, sünnete de aykırıdır. Bu çeşit zoraki yapmacıklardan kaçınmak
gerekir.
ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسول اللّه #: مَنْ قَرَأ
مِنْكُمْ بِالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ فَانْتَى إلى ألَيْسَ اللّهُ بِأَحْكَمِ
الحَاكِمِينَ؟ فَلْيَقُلْ: بَلى وَأنَا عَلى ذلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ. وَمَنْ
قَرَأ َ أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَانْتَى إلى: ألَيْسَ ذلِكَ بِقَادِرٍ
عَلى أنْ يُحْيِىَ الْمَوْتَى؟
فَلْيَقُلْ: بَلى، وَعِزَّةِ رَبّنَا. وَمَنْ قَرَأوَالْمُرْسََتِ فَبَلَغَ:
فَبِأىِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ؟ فَلْيَقُلْ آمَنَّا بِاللّهِ تَعَالى[.
أخرجه أبو داود بطوله، والترمذى إلى الشاهدين .
13. (917)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Sizden kim Vettîni ve'zzeytûni sûresini okuyup son
âyeti olan: "Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?" (8. âyet) ayetine gelince:
"Evet, ben buna şehâdet edenlerdenim" desin. Kim de Lâ uksimu
biyevmi'lkıyâme'yi okuyup son âyeti olan "(Bütün bunları yapan Allah)
ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil midir?" (Kıyamet 40) âyetini de okudu
mu: "Rabbimizin izzetine andolsun evet!" desin. Kim de Mürselât sûresini
okuyup en sondaki, "Artık bundan sonra hangi söze inanacak onlar?" (50.
âyet) âyetini de tamamladı mı: "Allahu Teâla'ya inandık" desin." (Ebu Dâvud,
Salât 154, (887); Tirmizî, Tefsir, Tin, (3344), Hadis; Ebu Dâvud'da tam
olarak, Tirmizî'de, "Ben buna şehâdet edenlerdenim"e kadar olan kısmı
rivâyet edilmiştir.]
AÇIKLAMA:
Bazı âlimler, mezkur sûreler okunduğu zaman
belirtilen kelimeleri söylemenin müstehab olduğunu, böyle yapmanın, okuyan
kişi namazda veya namaz dışında da olsa farketmeyeceğini söylerler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın istiğfar taleb etmeyi emreden
âyetlerde istiğfarda bulunduğu, istiâze taleb etmeyi emreden âyetlerde de
istiâzede bulunduğuna dâir rivayetler gözönüne alınınca, Kur'ân'ı düz okuyup
geçmektense, mânasına nüfuz ederek, sindire sindire ve beyan ettiği
hakikatleriyle hallenerek, derpiş ettiği mânevî atmosferi ruhen ve şuurlu
olarak yaşayarak okumamızı irşâd ettiği kanaatine varabiliriz. Kur'ân-ı
Kerim'i ayda bir sefer hatmetmeyi tavsiye etmesi, hele beş günden daha az
zamanda hatmetmeye izin vermemesi de bu hususu te'yid eden bir keyfiyettir.
Zîra Kur'ân süratli okundukça tefekkür azalır, ruhen nüfûz etme, aklen idrâk
etme nisbetleri düşer. Müteakip rivayetler de bu açıdan mânidardır.
ـ14ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: إذَا قامَ
أحَدُكُمْ مِنَ اللَّيْلِ فَاسْتَعْجَمَ الْقُرآنُ عَلى لِسَانِهِ فَلَمْ
يَدْرِ مَا يَقُولُ فَلْيَضْطَجِعْ[ أخرجه مسلم وأبو داود.
14. (918)-
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri geceleyin kalkınca Kur'ân diline
dolaşıp ne dediğini anlamamaya başlayınca hemen yatsın." [Müslim, Müsâfirin
223, (787); Ebû Davud, Salât 308, (1311).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet gece ibâdetlerinin uykulu uykulu
yapılmamasını irşâd eder. Gerek namazda ve gerek namaz dışında Kur'ân-ı
Kerim tilâveti uyku hâli galebe çalınca, dile ağır gelmeye başlar. Yanlış
veya eksik telâffuzlar, atlatmalar, kekelemeler, gereksiz yerlerde
duraklamalar gibi haller, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisinde
"dile dolanma" diye ifâde buyurulmuştur. Şu halde bu haller başlar başlamaz,
nefsi zorlamayıp uykuyu tamamlamak Nebevî tavsiye olmaktadır. Ebû Davud'un
bir başka rivayetinde: "Sizden biri namazda uyuklamaya başlayınca uykusu
gidinceye kadar yatsın. Zira uykulu uykulu namaz kılan kimse istiğfar etmek
isterken kendi kendine küfreder" buyurularak maksad daha açık ifade
edilmiştir.
ـ15ـ وعن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]يَا مَعْشَرَ الْقُرَّاءِ
اسْتَقِمُوا فقَدْ سَبَقْتُمْ سَبْقاً بَعِيداً، وَإنْ أخَذْتُمْ يَمِيناً
وَشِمَاً لَقَدْ ضَلَلْتُمْ ضًََ بَعِيداً[. أخرجه البخارى .
15. (919)-
Huzeyfe (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Ey Kurrâ cemâati, doğru yolda
gidin. Siz çok öne geçmiş kimselersiniz. Eğer (doğru yoldan ayrılarak, ifrat
ve tefritle), sağa sola meyledecek olursanız (kötülükte çok öne geçmiş
bulunarak) büyük bir dalâlete düşmüş olacaksınız." [Buharî, İ'tisam 2.]
AÇIKLAMA:
Huzeyfe tubnu'l-Yemân (radıyallahu anh)'ın
hitab ettiği kurrâ, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in istişâre meclisini teşkil
eden Kur'ân ve sünnet ulemasıdır. Esasen kurrâ, lügat olarak "kâri"nin
cemidir. Kâri, bilindiği gibi okuyan demektir ve İslâm'ın başında, Kur'an
talebesi, Kur'ân hafızı, âlim gibi değişik mânalarda kullanılmıştır. Ancak
bu rivayetle ilgili, Buhârî'de gelen açıklamadan, Hz. Huzeyfe'nin hitab
ettiği cemaatin, Hz. Ömer'in çevresindeki ulemâ grubu olduğu
anlaşılmaktadır.
Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) onlara:
"Allah'ın emirlerini yapmak, nehiylerindenkaçmak sûretiyle doğru yolda
gidin, sizler Resûlullah'a ilk inanıp biat edenler olarak sonradan Müslüman
olanlara nazaran mevkice, manevî mertebece hepsinden öndesiniz, mümtaz bir
makama sahipsiniz. Hâl böyle iken doğru yoldan bir ayrıldınız mı pek açık
bir sapıklığa düşer ve dalâlette öncülüğü almış olursunuz" demek istemiştir.
Buradan da anlaşılıyor ki muhatapları ilk Müslümanlardan müteşekkil bir
cemaattir. Bunların Kur'ân ve sünnete yapışmaları, her çeşit hayırda
öncülüğü almaları demektir. Zira, arkadan gelenler, bunların amelleriyle
amel etse de İslâm'da öncülüğü almış olanlara yetişmesi mümkün değildir.
اَلسَّبَبُ كالْفَاعِلِ "Sebep olan,
yapanın da sevâbına iştirak eder" sırrınca, arkadan gelenler ne kadar fazla
kazansalar da, bunların sevabı, sebep olmuş bulunan öncekilere aynen ilâve
edileceğinden öncekilerin önüne geçmeleri mümkün değildir. Bu sebeple
İslâm'ın bânileri durumunda olan Ashab'ı, fazilette, arkadan gelenlerin
hiçbiri geçemez.
Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh)'nin, bu sözünü,
şu meâldeki âyetten iktibas ederek söylediği kabûl edilir: "Bu dosdoğru
olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah
bunları size sakınasınız diye buyurmaktadır" (En'âm 53).
Bu hadisin, hükmen merfu olduğu da kabul
edilmiştir. Bu hadisten, Sırat-ı Müstakim üzere gitmiş bulunan ilk Muacir ve
Ensarîlerin -Resûlullah'ın sağlığında şehid olmuş veya Resûlullah'tan sonra
yaşayıp şehid olmuş veya yatağında vefat etmiş olsun hepsinin- faziletlerine
ve üstünlüklerine dâir hüküm de çıkarılmıştır. Allah hepsinden razı olsun.