ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أن رسولَ اللّه # قال: ]مَنْ قَرَأ
سُورَةَ الْوَاقِعَةِ كُلَّ لَيْلَةٍ لَمْ تُصِبْهُ فَاقَةٌ، وَفي
المُسَبِّحَاتِ آيةٌ كألْفِ آيةٍ[. أخرجه رزين .
1. (808)-
İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle söyledi: "Kim her gece Vâkıa suresini okursa ona fakirlik
gelmez. Müsebbihat'da, (Sebbeha veya Yüsebbihu ile başlıyan surelerde) bir
âyet vardır, (sevabca) bin âyete bedeldir." Rezîn'in ilavesidir.
AÇIKLAMA:
Rezîn tarafından ilâve edilen bu rivayetin
birinci kısmı, ed-Dürrü'l-Mensûr'da görüldüğü üzere, bir çok kaynakta yer
almıştır. Ancak ikinci kısmı hiçbirinde zikredilmez. Bâzı rivayetler
şöyledir: "Vâkıa suresi zenginlik suresidir, onu okuyun ve evlâdlarınıza da
öğretin." "Vakıa suresini kadınlarınıza öğretin, çünkü o, zenginlik
suresidir." Hz. Aişe kadınlara şöyle demiştir: "Sizden kimse Vâkıa suresini
okumaktan aciz olmasın." Câbir İbnu Semüre diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sabah namazında Vâkıa ve ona benzeyen surelerden birini okurdu."
ـ2ـ وعن أبى سعيد الخدرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: ]وَفُرُشٍ
مَرْفُوعَةٍ. أنَّ رسول اللّه # قالَ: ارْتِفَاعُهَا كَمَا بَيْنَ السَّمَاءِ
وَا‘رْضِ، وَمَسِيرَةُ مَا بَيْنَهُمَا خَمْسُمائةِ عَامٍ[. أخرجه الترمذى .
2. (809)-
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh), "(Sağcılar)... ve kadri yükseltilmiş
döşeklerdedirler" (Vâkıa, 34) meâlindeki âyet hakkında, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şunu söylediğini nakleder: "Bunların yüksekliği
sema ile arz arasındaki mesâfe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise beş
yüz yıllık yürüme mesafesidir." [Tirmizî, Sıfatu'l-Cenne 8, (2543).]
AÇIKLAMA:
Hadisin manası açık olmakla beraber hadise,
Tirmizî tarafından kaydedilen bir açıklamayı belirtmek isteriz. Der ki:
"Ehl-i ilimden bir kısmı bu hadisi tefsir sadedinde demiştir ki: "Bunun
manası şudur: Döşekler, basamaklardır, basamaklar arasındaki mesâfe ise yer
ile sema arasındaki mesâfe kadardır."
Böylece hadisten, bâzı şârihler şu mânaya
ulaşmışlardır: "Yüksek döşeklerin döşendiği basamaklardan bir tanesinin
yüksekliği, yerle sema arasındaki mesafe kadardır." Türbüştî bu manayı daha
sahih bulmuş ve şu hadisle de takviye etmiştir:
اَنَّ لِلْجَنَّةِ مِائَةَ درجةٍ مَا بَيْنَ كُلِّ دَرَجَتَيْنِ كَمَا بَيْنَ
السَّمَاءِ وَاَرْضِ
Yâni: "Cennette yüz basamak vardır. Her iki
basamak arasında sema ile arz arasındaki uzaklık kadar mesafe vardır."
Bu çeşit ifadelerin cennet hayatının herkese
eşit bir mertebe kazandırmayacağını, burada yapılan amele, kazanılan hayra,
sevaba göre sonsuzca farklı derecelerde olacağını ifade eder ve daha yüksek
bir derecede kazanmak için daha çok hayırlı amelde bulunmaya mü'mini teşvik
eder.
Kezâ cehennemin de, kâfir ve fâsığın küfür ve
fıskdaki derecelerine göre, sonsuzca farklı derekeleri, mertebeleri
mevcuttur.
ـ3ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قَوْلِهِ تعالى: ]إنَّا أنْشَأْنَاهُنَّ
إنْشَاءً. إنَّ مِنَ المُنْشَآتِ الَّتِى كُنَّ في الدُّنْيَا عَجَائزَ عُمْشاً
رُمْصاً[. أخرجه الترمذى .
3. (810)-
Hz.Enes (radıyallahu anh), "Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağından
verilenler için yeniden yaratmışızdır. Onları bâkire, eşlerine düşkün ve
hepsini bir yaşta kılmışızdır" (Vâkıa, 35-38) meâlindeki âyet hakkında şu
açıklamayı yaptı: "Âyette mevzubahis olan yeniden diriltilenler arasında
dünyada iken ihtiyarlayıp, gözlerinin feri kaçıp çapaklanmış pek yaşlı
kadınlar da var."
ـ4ـ وعن عبد اللّه بن أبى بكر بن عمرو بن حزم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]إنَّ في
الكِتَابِ الَّذِى كَتَبَهُ رَسولُ اللّه # لِعَمْرِو بنِ حَزْمٍ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ أنْ َ يَمَسَّ الْقرآنَ إَّ طَاهرٌ[. أخرجه مالك .
4. (811)-
Abdullah İbnu Ebî Bekr İbni Amr İbni Hazm (radıyallahu anh), "Hz. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Amr İbnu Hazm (radıyallahu anh)'a yazdığı
mektupta: "Kur'ân'a sâdece temiz olanlar dokunsun" emri de vardı." [Muvatta,
Kur'ân 1, (1, 199).]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, Vâkıa suresinde yer alan: "Ona tam
bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez" (79. ayet) meâlindeki
âyetle ilgili olarak burada kaydedilmiştir.
Hammad, Ebu'l-Âliye, Said İbnu Cübeyr, İbnu
Abbas gibi bazıları bu âyet-i kerimede zikri geçen mutahharun'dan maksadın
melâike olduğunu ve dokunulması yasaklanmış olan Kur'an'ın Levh-i
Mahfuz'daki Kur'an olduğunu söylemiştir.
Katâde, "O'na Allah indinde temizler dışında
kimse dokunamaz, dünyada iken Kur'ân'a mecusi olan da, kirli olan da,
münâfık olan da dokunmaktadır" der.
Selman-ı Fârisî, Enes İbnu Mâlik gibi bir
kısım sahâbeden gelen rivayetler bu âyetle mü'minlerin Kur'ân'a abdestsiz
olarak dokunamayacağını ifade ederler. Nitekim Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in
Müslüman oluşuyla ilgili rivayet de bunu te'yid eder. Orada, Hz. Ömer kız
kardeşine: "Şu okumakta olduğunuz yazıyı bana verin" dediği zaman kız
kardeşi: "Sen kirlisin, ona sadece temizler dokunur, kalk yıkan" der. O da
kalkar, yıkanır ve sonra da Kur'ân parçasını alır. Keza, sadedinde olduğumuz
rivayet de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yazdığı mektupta bile,
Kur'ân-ı Kerim'e temiz olmayanların dokunmayacağını ta'lim buyurmaktadır.
Sa'd, İbnu Ömer, Hasan Basrî, Nehâî gibi seleften pek çoğu hep buna kani
olmuşlardır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, âyet-i
kerimedeki nefyi, Levh-i Mahfuz'daki Kur'ân'a hamleden bazı alimler olmuş
ise de, evlâ görüş Müslümanlara hamlidir ve kitaplarını temiz halde olmadan
tutmamalarıdır.
ـ5ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]مُطِرَ النَّاسُ علَى عَهْدِ
رسولِ اللّه # فقَالَ رسولُ اللّه #: أصْبَح مِنَ النَّاسِ شَاكِرٌ وَمِنْهُمْ
كَافِرٌ. قَالُوا هذِهِ رَحْمَةُ اللّهِ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ: لَقَدْ صَدَقَ
نَوْءُ كَذَا وَكَذَا، فَأنْزَلَ اللّهُ تَعَالى: فََ أُقْسِمُ بِمَواقِعِ
النَّجُومِ حَتّى بَلَغَ وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أنَّكُمْ تُكذِّبُونَ[.
أخرجه مسلم .
5. (812)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "İnsanlar bugün iki grup hâlinde sabaha erdiler,
bir grubu kâfir, bir grubu mü'mindir" dedi. Ve şöyle açıkladı: "Bazıları:
"Bu yağmur Allah'ın bir rahmetidir" derken, diğer bazısı: "Falan falan
yıldızın uğuru doğru çıktı" dedi. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
"Hayır (hakikatler kâfirlerin dedikleri gibi
değildir). İşte yıldızların düştüğü yerlere and ediyorum ki, hakikaten bu,
eğer bilirseniz büyük bir anddır. Muhakkak o, elbette çok şerefli bir
Kur'ân'dır ki siyânet edilmiş bir kitapta (yazılı)dır. Ona tam bir surette
temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.
O âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Şimdi siz
bu kelâmı mı hor görücülersiniz? Rızkınıza (şükür edeceğinize) siz behemahal
tekzibe mi kalkışırsınız?" (Vakıa, 75-82). [Müslim, İman 127, (73).]
AÇIKLAMA:
Rivayetler, yukarıdaki vahyin yağmur hadisesi
ile alakalı olarak nazil olduğunu kaydederler. Ancak, İbnu Salâh'ın da
belirttiği üzere, muhtemelen sâdece son ayet vak'a ile ilgilidir.
Hadiste, açıkça görüldüğü üzere, câhiliye
devrinin yıldız inancı reddedilmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bu meseleyi uygun bir fırsatta ele almış, dikkatlerin yağmura
çekildiği bir yağış sonrası tebliğini yapmıştır.
Cahiliye Arapları birçok şeyleri yıldızların
tesirine bağlar, onların uğur veya şerrinin tesiriyle vukua geldiğine
inanırdı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yağmuru yıldızın
tesirinden bilmeyi küfür olarak tavsif buyurmuştur. Âlimler bununla küfrân-ı
nimet mi kastedildiği, yoksa gerçek mânada Allah'ı inkâr mı kastedildiği
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Allah'ı inkâr kastedildiği takdirde, kişiyi
imandan çıkarıp İslâm dininin dışına atan ciddi bir durum ortaya
çıkmaktadır. Âlimler şöyle demekte müttefiktirler: "Eğer bir kimse, yağmurun
yağmasında, tıpkı bazı câhiliye devri insanlarının inandığı gibi yıldızı
fâil, müdebbir ve münşi (icad ve varedici) bilir, hakiki te'sirin yıldızdan
olduğuna itikad ederse, bunun küfre düşmüş olacağı kesin ve muhakkaktır.
Hadisin zâhiri de bunu ifade etmektedir.
Ancak Allah'ın lütfu ve rahmetiyle yağmurun
yağdığına itikad ederek, şu veya bu yıldızın doğmasına yağmurun yağma zamanı
veya yağacağına alâmet bilerek "falanca yıldız sebebiyle yağmura kavuştuk"
diyecek olursa bunun küfür olmayacağı, mekruh bir söz olacağı
belirtilmiştir. Kerâhetin tenzihî olduğu, günâh sayılmayacağı söylenmiş ise
de ağzımızdan çıkan kelimelerin veya ifade tarzımızın itikadımıza
uygunluğuna, bizim dışımızdaki insanların bâtıl inançlarına benzerlik
arzetmeyecek şekilde olmasına dikkat etmemiz gerekir.
Hadisteki "küfür"den muradın küfran-ı nimet
olduğu görüşünde olanlar derler ki: "Yıldız sâyesinde yağmura kavuştuk"
diyen, yağmur işinde yıldızın müdebbir ve var edici olduğuna inanarak
söylemiyor. Yağmuru yıldıza izâfe etmekle yetiniyor. Nitekim hadiste bu sözü
söyleyene "kafir" (örten, nimeti sahibinden bilmeyerek nankörlük eden),
yağmuru Allah'ın rahmetinden bilene de "şâkir" (şükredici, nimeti gerçek
sahibinden bilici) denmiştir."
Böyle düşünenler, aynı hadisin bir başka
vechinde şöyle söylendiğini hatırlatırlar: "Ben kullarım üzerine bir nimet
gönderdim. Ancak onlardan bir bölük onu inkâr üzere sabahladılar." Bir başka
rivayette de şöyle buyrulmuştur: "Allah gökten bir bereket indirmeye
görmesin, insanlardan bir bölüğü ona inkâr üzere sabahlar."
Hadiste geçen
كافرين بها "onu inkâr" tabiri
behemahal yağmura racidir. Şu halde, hadiste kastedilen küfür küfrân-ı
nimet'tir. Allah'ı inkârla düşülen küfür değildir. (Bu açıklamayı Nevevî
kaydetmektedir).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
beyânatında, günümüzde yıldız falıyla uğraşan mü'minlerin alacağı dersler
olsa gerektir.
ـ6ـ وعن علي رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: ]وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ
أنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ قَالَ #: شِرْكُكُمْ، تَقُولونَ مُطرْنَا بِنَوْءِ كَذَا
وَكَذَا، وَبِنَجْمِ كَذَا وَكَذَا[. أخرجه الترمذى .
6. (813)-
Hz. Ali (radıyallahu anh), "Rızkınıza (şükredeceğinize) siz behemahal
tekzibe mi kalkışırsınız?" (Vâkıa, 82) meâlindeki âyetle ilgili olarak Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Siz
Cenâb-ı Hakk'ın size verdiği şükür makamında, "falanca falanca yıldızın
batışı veya falanca falanca yıldızın doğuşu sayesinde yağmura kavuştuk"
diyorsunuz." [Tirmizî, Tefsir, Vâkı'a, (3291).]
AÇIKLAMA:
Hadis metninde geçen nev', doğma, çıkma,
kalkma gibi manalara gelir. (Doğan) yıldız manasında da kullanılmıştır. Bu
metinde yıldız demek olan necm ve nev' aynı cümle içerisinde kullanıldığı
için nev'i yıldızın doğması olarak tercümeyi uygun bulduk. Câhiliye devri
müneccimlik bilgisine göre bir yıl içerisinde doğduğu yer ve zamanı bilinen
yirmi sekiz adet yıldız mevcuttur. Bunlardan her biri ayın yirmi sekiz aded
menzilini teşkil eder ve Menâzilü'l-Kamer denilir. Her on üç gecede
bunlardan bir yıldız, fecrin doğmasıyla batar, yerine aynı anda meşrik
cihetinden bir başkası doğar. İşte câhiliye devri insanları bu esnada yağmur
yağacak olsa bunlardan batana nisbet ederler; ondan bilirlerdi. Bazı
rivayetlerde batan değil doğan yıldıza nisbet ettikleri belirtilmiştir.