ـ1ـ عن عبادة بن الصامت رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سألْتُ رسولَ اللّهِ # عَنْ
قولهِ تعالى: لَهُمُ الْبُشْرى في الْحَيَاةِ الدُّنْيَا. قالَ: هِىَ
الرُّؤْيَا الصَّالِحَةُ يَرَاهَا الْعَبْدُ الْمُؤْمِنُ أوْ تُرى لَهُ[. أخرجه
الترمذى .
1. (657)- Ubâde tu'bnu's-Sâmit (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Cenab-ı Hakk'ın şu
âyeti hakkında sordum: "Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlaradır..."
(Yunus, 64). Şu cevabı verdi: "Burada kastedilen müjde sâlih rüyadır. Mü'min
kul onu görür veya kendisine gösterilir." [Tirmizi, Rü'ya 3, (2276).]
AÇIKLAMA:
Kur'an-ı Kerim, Hz. Yusuf, Hz. İbrahim (aleyhimes
selâm) gibi büyük peygamberlerin rüyalarına genişçe yer verir. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın gerek hayatında ve gerekse hadislerinde rüyanın ayrı bir yeri
var. Yani dinimiz, rüya hadisesi üzerine gerektiği kadar eğilmiş, onun
ehemmiyetine dikkat çekmiştir. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın bir âyette
geçen "müjde"yi "salih rüya" olarak tefsir etmesi de sâlih rüyânın
ehemmiyetine dikkat çekme sayılabilir. Aslında bu yorum, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bir hadisine dayandırılabilir. Zira Efendimiz şöyle
buyurmuştur: "...Rüya üç çeşittir: Rüyayı sâliha: Bu Allah'tan bir müjdedir.
Bir diğer rüya şeytanîdir. İnsanı üzer. Üçüncü çeşit rüya kişinin kendi
kendine konuşmasıdır..."
Sâlih rüyâ'nın ehemmiyetini belirtme zımnında
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun "nübüvvetin kırk altı cüzünden
biri"ni teşkil ettiğini söyler. Yine bu babta şu hadis rivayet edilmiştir:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Risâlet ve peygamberlik artık
bitmiştir. Benden sonra ne nebi, ne de resul gelecektir" buyurdu. Bu,
cemaatin üzülmesine sebep olmuştu ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Ancak müjde vericiler (mübeşşirât) var"
buyurdu.
"- Ey Allah'ın Resulü! Müjde vericiler de
nedir?" diye sorulunca:
"- Müslümanın rüyasıdır. O nübüvvetin
cüzlerinden bir cüzdür" buyurur.
Rüya konusu üzerine daha geniş bilgi 2000-2007
numaralı hadislerin açıklaması yapılırken verilecektir.
ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ النَّبىَّ # قال: لَمَّا
أغْرَقَ اللّهُ تعالى فِرْعَوْنَ قال: آمَنْتُ أنَّهُ َ إلهَ إَّ الَّذِى
آمَنَتْ بِهِ بَنُوا إسْرَائِىلَ. قالَ جِبْرِيلُ يَا مُحَمَّدُ لَوْ
رَأيْتَنِى وَأنَا آخُذُ مِنْ حَالِ الْبَحْرِ، وَأدُسُّهُ في فِيهِ مَخَافَةَ
أنْ تُدْرِكَهُ الرَّحْمةُ[. أخرجه الترمذى وصححه.»وحَالُ الْبَحْرِ« بالمهملة:
طينه ا‘سود الذى في قعره .
2. (658)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)
anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cenâb-ı
Hakk Firavun'u sudan boğduğu zaman: "Benî İsrail'in inandığındığından başka
ilah olmadığına inandım" dedi. (Yunus, 90). Cebrail buyurdu ki: "Ey
Muhammed, sen beni denizin çamurundan alıp, (Allah'ın) rahmeti ona
ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin." [Tirmizî, Tefsir, Yunus,
(3106).]
AÇIKLAMA:
Bâzı âlimler yukarıdaki hadisi, İslâm'ın umumî
prensiplerine muarız bularak müşkile dikkat çekmişlerdir. (Râzi gibi...)
Hâzin, Tefsiri'nde önce, usûl-i hadis prensipleri çerçevesinde, -iki
tarikini de teker teker tahlil ederek- hadisin sıhhatini gösterdikten sonra,
müşkilatın kaynağı olan metni ele alır ve mânayı te'vil eder. Şöyle hülâsa
edebiliriz:
"Fahreddin Râzi şu itirazda bulunmuştur:
"Cebrail (aleyhissalâtu vesselâm)'in, Firavun tevbe etmesin diye, çamuru
alıp ağzına tıkaması sahih midir?"
"- Evet mâkul olanı sahih olmasıdır. Çünkü bu
hâlde, ya "teklif var mı, yok mu?" sorusu sözkonusudur. Şayet teklif var
dersek Cebrail'in onun tevbesine mâni olması câiz olmaz, aksine tevbe
etmesine ve her çeşit ibâdetine yardımcı olması gerekir. Şayet o hâletde
Firavun'dan teklif zâil olmuşsa, bu durumda da hadiste Cebrail
(aleyhisselam)'e nisbet edilen amelin bir manası, faydası olamaz.
Kezâ, şâyet Firavun'un tevbe etmesine mâni
oldu ise, küfürde devam etmesine râzı oldu demektir. Halbuki küfre rıza
küfürdür. Keza, Firavun'un iman etmesine mâni olması için, Cenâb-ı Hakk'ın
Cebrail'e emirde bulunması Allah'ın celâline uygun düşer mi?
Şayet: "Cebrail (aleyhisselam), bunu Allah'ın
emriyle değil, kendi düşüncesiyle yaptı" denecek olsa, bu sözü, "Biz ancak
Rabbinin buyruğuyla ineriz" (Meryem, 64), âyeti reddeder.
Bu itiraza cevap şöyledir: "Hadis'in
sıhhatine kimse itiraz etmemiştir. Râzi'nin: "Bu halde Firavun'a teklif var
mıydı, yok muydu? Var idiyse, Cebrail'in onun tevbesine engel olması câiz
değildir" sözüne gelince, hemen belirtelim ki, bu söz, "Fiilleri Allah
yaratır" diyerek kaderin varlığını kabul edenler ve "Allah dilediğine
hidâyet, dilediğine dalâlet verir" diyen ve kaderi kabul eden Ehl-i
Sünnet'in prensibi açısından doğru bir söz değildir. Zira onlar, "Allah,
kâfirle imân arasına girer" derler. Bu sözün dayanağı da şu âyet-i
kerimelerdir: "...Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini... bilin" (Enfâl
24). Keza şu âyet: "Kalplerimiz perdelidir" demelerinden ötürü Allah, evet,
inkârlarına karşılık onların kalplerini mühürledi. Onun için bunların ancak
pek azı inanır" (Nisa 155). Keza şu âyet: "Onların kalplerini, gözlerini,
-ona ilkdefa inanmadıkları gibi- çeviririz; onları taşkınlıkları içinde
şaşkın şaşkın bırakırız" (En'âm 110). Burada Cenâb-ı Hakk, onların -tıpkı
ilk önce bizzat kendilerinin, imânı terketmeleri gibi- kalplerini
çevirdiğini haber vermektedir. İşte Firavun'a da böyle yapmış, önceden
inanmayı reddettiği için, Allah da -ceza olarak- inanmasına mâni olmuştur.
Öyle ise, Firavun'un ağzına çamur tıkılması vak'ası kalbin mühürlenmesi ve
kilitlenmesi nevinden bir ameldir. Kâfirin imânına mâni olunup,
hidâyetinin önlenmesi ise daha önceki küfrüne bir cezâdır.
Bu söylediğimiz, yukarıda kaydedilen müşkilin
açıklanmasında fiilleri yaratanın Allah olduğunu söyleyen, kaderi kabul eden
grubun görüşüdür...
Cibril (aleyhisselam) ile alakalı kıssaya
gelince, o da buna benzer bir mülâhaza ile izah edilir: Bu konuda
söylenebilecek nihâî söz şudur:
Allahu Teâla hazretleri, Firavun'un inanmasına
mâni oldu, yâni eski küfrüne ve iman teklifi kendisine geldiği zaman
reddetmiş olmasına ceza olarak, imanla onun arasına bir engel koydu.
Cebrail'in çamur tıkma fiiline gelince, bunu
Cebrail, kendi düşüncesiyle değil, Allah'ın emriyle yapmıştır.
Fahreddin Râzi hazretlerinin: "Cibril (aleyhisselam)'in
Firavun'un tevbe etmesine mâni olması caiz değildir, aksine, tevbe ve diğer
ibadetlerine yardımcı olması gerekirdi" sözü, Cebrail (aleyhisselam)'in
mükellefiyetinin de bizim mükellefiyetimiz gibi olması hâlinde doğrudur.
Tabii ki bu durumda bize vacip olan ona da vacib olurdu. Amma mesele başka
şekilde olunca, yani Cebrail (aleyhisselam) sadece Allah'ın emrettiği
şeyleri yapmak, onun dışına hiç çıkmamak durumunda olunca Firavun'un imânına
mani olan, Allah Teâla olmakta, Cibril de Allah'ın emrinin infazcısı
bulunmaktadır. Bu durumda, Allah'ın yardım etmediği bir kimseye onun yardım
etmesi nasıl gerekli ve vacib olur? Nitekim, Kur'an-ı Kerim, Allah'ın,
Firavun hakkında küfre hükmettiğini ve onun elem verici azabı görmeden iman
etmeyeceğini haber vermektedir.
Şu da söylenebilir: Cebrâil (aleyhisselam) ya
Allah'ın emriyle tasarruf etmekte ve sadece Allah'ın emrini yapmaktadır, ya
da Allah'ın emriyle değil, kendi arzusuna göre dilediğini yapmaktadır. Bu
iki duruma göre, Firavun'a, tevbe hususunda yardım etmesi gerekmediği gibi,
onu bundan men etmesi de haram olmaz. Çünkü ona gerekli olan şey kendisine
emredileni yapmasıdır, haram olan şey de yapması yasaklanan şeydir. Hemen
ilave edelim ki, Allah Teâla Kur'an'da Firavun'a yardım etmesini emrettiği
veya tevbe etmesine mâni olmasını yasakladığına dair bir ihbarda
bulunmamıştır.
Yâni, melekler, bizim tâbi olduğumuz tarzda
bir mükellefiyete tâbi değildirler."
Hâzin'de daha geniş tahlil mevcuttur.