ـ1ـ عن عبداللّه بن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]أتَى رَجُلٌ
رسولَ اللّه # فَقَالَ: أقْرِئْنِى سُورَةً جَامِعةً، فَأقْرَأَهُ: إذَا
زُلْزِلَتْ. فقَالَ: وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ َ أزِيدُ عَلَيْهَا أبداً.
فَلَمَّا أدْبَرَ قالَ النَّبىُّ #: أفْلَحَ الرُّوَيْجِلُ مَرَّتَيْنِ[. أخرجه
أبو داود.»ومعنى« جَامِعَةً أنّهَا تَجْمَعُ أشتاتَ الْخَيْرِ وَمَا
يَتَوَقَّعُ مِنَ الْبَرَكَةِ. »وَالرُّوَيْجِلُ« تَصغير رجل على غير قياس، وهو
في العربية كثي
1.(877)-
Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek, "Bana câmi (özlü) bir sure öğret" talebinde bulundu.
Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) de ona İzâ Zülzilet suresini öğretti.
(Ta'lim işi bitince) adam şunu söyledi:
"- Seni hakla gönderen Zât'a yemin olsun
(buradaki ameller bana yeter), buna asla başka bir (amel) ilave
etmeyeceğim."
Adam ayrılır ayrılmaz Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"- Adamcağız kurtuldu!" dedi ve bu sözü iki
kere tekrar etti." [Ebu Dâvud, Ramazan 9, Salât 326, (1399).]
AÇIKLAMA:
Rivayetin Ebû Davud'daki aslında, burada
hatırlatılması gereken bazı ziyâdeler var. Şöyle ki: Gelen adam, "Ey
Allah'ın Resûlü bana öğret!" diye talebte bulununca, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ilk önce:
"- Zevâti'r-Ra'dan (yani R ile başlayan
sureler -ki eliflâmrâ'lı sûreler kastedilmektedir-) üç tanesini öğren!"
tavsiyesinde bulunur. Ancak adam:
"- Yaşım ilerledi, unutkanlık galebe çaldı,
ezberleme gücüm kalmadı, dilim de dönmez oldu!" diye cevap verir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"- Öyleyse Hamîm'lilerden üç tâne oku!" der.
Adam, önceki sözlerini tekrar ederek mazeret arzeder. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:
"- Müsebbihât'tan (sebbaha veya yüsebbihu ile
başlayan sureler) üç tane öğren!" der. Adam yine aynı sözleri tekrar eder ve
şu talebte bulunur:
"- Ey Allah'ın Resûlü bana câmi (özlü) bir
sûre öğret!
"Hadisin gerisi metin tercümesinde
kaydettiğimiz şekilde devam eder.
Tîbî'nin açıklamasına göre câmî olan bir
sureden maksad, kendisini kurtuluşa götürecek bir suredir. Yâni muhtevasıyla
amel ettiği takdirde kurtuluşunu sağlayacak, kurtuluşa ermek için gerekli
amelleri ihtiva eden bir sure.
Rivayette adamın sarfettiği: "Buna bir şey
ilave etmiyeceğim" sözü ile, surede öğrenmiş olduğum hayrı yapıp şerden
kaçınma emrinin gerektirdiği amele başka bir ilâvede bulunmayacağım, bununla
yetineceğim" demek istediği belirtilmiştir. Yaptığı yeminle de, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzurunda bu şart üzere biat azmini tekid etmeyi
kasteddiği anlaşılmıştır.
Aliyyü'l-Kârî, adamcağız tabirini Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın sevgi ve takdirlerini ifade için kullandığını
belirtir. Keza "Adamcağız kurtuldu!" diye iki sefer tekrar etmesini de
adamın fazlaca hoşuna gitmesiyle ifade eder. Anlayışındaki derinlik,
idrâkindeki kuvvet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ziyadesiyle memnun
kılmıştır.
Bu takdir ve hoşlanmada Hz.Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in dini kolaylaştırmaya, sevdirmeye verdiği
ehemmiyetin bir tezâhürünü görmek de mümkündür.
Zilzâl suresinin câmî bir sure olmasına
gelince, bu da açık bir husustur. Dinin en mühim rükünlerinden biri olan
âhiret ve kıyameti bütün dehşetiyle nazar-ı dikkate arzederek, dünyada hayır
veya şer nevinden yapılan en küçük amellerden bile insanın hesaba çekileceği
belirtilmektedir.
"... O gün, insanlar, amelleri(nin karşılığı)
kendilerine gösterilmek için dağınık dağınık döneceklerdir. İşte kim zerre
ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu(n sevabını) görecek, kim de zerre
ağırlığınca şer yapıyor idiyse onu(n cezasını) görecek" (6-8. âyetler).
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أن رسولَ اللّه # قال: إذَا زُلْزلَتْ
تَعْدِلُ رُبُعَ الْقُرآنِ[. أخرجه الترمذى .
2.(878)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
- "İzâ Zülzilet" suresi Kur'ân-ı Kerim'in
dörtte birine denktir." [Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 10, (2897).]
ـ3ـ وله في أخرى عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّها تَعْدِلُ نِصْفَ
الْقُرآنِ، وَقُلْ هُوَ اللّهُ أحَدٌ تَعْدِلُ ثُلُثَ الْقُرآنِ، وَقُلْ يَا
أيُّهَا الْكَافِرُونَ تَعْدِلُ رُبُعَ الْقُرآنِ[ .
3. (879)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
- "İza Zülzilet suresi Kur'ân-ı Kerim'in
yarısına denktir. Kul hüvallahü ahad (İhlas) suresi Kur'ân-ı Kerim'in üçte
birine denktir. Kul yâ eyyühe'l Kâfirûn suresi de Kur'ân-ı Kerim'in dörtte
birine denktir." [Tirmizî, Fedailu'l-Kur'ân 10, (2896).]
AÇIKLAMA:
Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten gelen önceki
rivayette (878), Zilzâl suresinin Kur'ân'ın dörtte birine denk olduğu
söylenirken, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'tan kaydedilen ikinci rivayette
(879) ise aynı surenin Kur'ân-ı Kerim'in yarısına denk olduğu
söylenmektedir. Rivâyetlerin her ikisi de merfudur, yani Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in sözü.
Aradaki müşkilâtı Tîbî, "nokta-i nazar
farklılığı" şeklinde izâh eder: "Şöyle söylenmesi mümkündür: "Bizzat
Kur'ân-ı Kerim'in en büyük iki maksadı vardır: Mebde ve meâdı açıklamak."
(Yani varlık âleminin ve bâhusus insanın evveli nedir, sonu ne olacaktır?
Mebde evvel, başlangıç demektir. Meâd ise âkibet, son demektir. Her insanın,
ta ilk çağlardan beri kafasını yoran mesele bu değil mi? İşte din, bir
bakıma bu soruların cevabıdır. Felsefî sistemler de çoğunlukla bunlara cevap
vermeye çalışır.)
Asıl konumuza dönersek, Tîbî sözüne devamla
der ki: "Zilzâl suresi müstakillen meâd meselesini işler, ahvâlini açıklar,
dolayısiyle Kur'ân'ın yarısına denktir."
Aynî, Zilzâl suresinin, Kur'ân-ı Kerim'in
dörtte birine denkliğiyle ilgili hadisi de Kur'ân'da olan nokta-i nazarı
biraz değiştirerek şöyle açıklar: "Denebilir ki Kur'ân-ı Kerîm dört ana
meseleye yer vermektedir:
1- Tevhidin takriri,
2- Nübüvvetin takriri,
3- Dünya hayatıyla ilgili ahkâmı beyan,
4- Âhiret ahvâlini açıklamak.
Bu nokta-i nazardan Zilzâl suresine bakarsak
son dördüncü kısma şâmil olduğunu görürüz."
Şu halde iki hadis arasında teâruz sözkonusu
değildir. Değerlendirmede nokta-i nazarlar bir parça değişmektedir.
Tîbî, Kul Yâ Eyyühe'l-Kâfirûn suresinin,
şirkten teberri etmeye yer vermiş olduğu için birinci meseleyi, yani Tevhid
dâvâsını ihtiva ettiğini belirtir.
İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçtebirine
denk olma meselesi de, yine müfessirlerce, Kur'an-ı Kerim'in Tevhid,
Risâlet, Âhiret olmak üzere üç ana dâvasından birincisini işlemesi
sebebiyle diyerek açıklanmıştır. Bu üç meseleye kelâmî açıdan icmâlî iman da
denir.
Nevevî, Mâzirî'nin: "Kur'an üç kısımdır:
"Kıssalar, Ahkam, Allah'ın sıfatları", İhlâs suresi, Allah'ın sıfatları
kısmını özetler" şeklinde yaptığı bir te'vili kaydeder.
Bu açıklamalar yukarıda kaydedilen hadislerin
bir yönüyle ilgilidir.
Bir de bunların okunması halinde elde edilecek
sevap yönü var. Yani bir İhlas sûresini okumakla Kur'ân'ın tamamını okuma
hâlinde elde edilecek sevabın üçte birini elde etmek veya üç İhlâs okuyarak
bir hatm-i Kur'ân sevabını elde etmek meselesi.
Hadis-i şerif bunu da açık olarak ifade
etmekte ve mü'minler, tâ bidayetten beri buna inanmaktadır. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Allah namına konuşur, Allah'ın sevapda, günahta, şu
veya bu ameli değerlendirmekteki sünnetullah'ı bildirir. Binâenaleyh hadis,
her çeşit mübâlağa ve mücâzefeden uzaktır, ayn-ı hakikattır. Demek ki, bir
seyyieyi bir olarak yazarken, bir haseneyi en az on misliyle yazmayı (En'am
160) veya Kadir gecesinde yapılan hayırları otuz bin yazmayı kendisine
sünnet (sünnetullah) yapan Cenab-ı Hakk, üç İhlas'a veya dört Kul yâ
eyyühe'lkâfirun'a... bir hatim sevabı yazmayı da kendisine sünnet
yapmıştır. Bu teferruatın tebliğini de Rabb-i Rahimimiz, Resûl-i Ekrem
(aleyhissalâtu vesselâm)'ine tevdi etmiştir. Bu gibi rivayetlere tereddütle
bakıncaya kadar
نِيَّةُ الُمؤْ مِنِ خَيْرٌ مِنْ عَمَله
yani "Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır"
hadis-i şerifi mucibince, tam bir teslimiyetle, bir hatim sevabı alacağım
niyetiyle, belirtildiği şekilde okumak mü'minlik âdâbına uyan yegâne yoldur.
Cenab-ı Hakk rahimdir, kerimdir, ve rahmetinin sınırı yoktur, üç İhlâs'a bir
hatim değil, şartlara ve ihlâsımıza göre daha fazlasını da verebilir ve
Resûlünü tekzib etmez.
Bu hususta Bediüzzaman hazretlerinin kıymetli
bir açıklamasını aynen sunuyoruz: "Kur'ân-ı Hakim'in her bir harfinin bir
sevabı var. Bir hasenedir. Fazl-ı İlâhîden o harflerin sevabı sümbüllenir,
bazan on tane verir, bâzen yetmiş, bazen yedi yüz (âyetel-Kürsî harfleri
gibi), bâzen bin beş yüz (sure-i İhlâs'ın harfleri gibi), bâzen on bin
(Leyl-i Berât'ta okunan âyetler gibi), ve bâzen otuz bin, meselâ haşhaş
tohumunun kesreti misillü (Leyle-i Kadir'de okunan ayetler gibi). Ve o gece,
bin aya mukabil işâretiyle bir harfinin o gecede otuz bin sevabı olur,
anlaşılır. İşte Kur'ân-ı Hakim, tezâuf-u sevabiyle (sevabın katlanması,
artması) beraber elbette müvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevab
ile bazı surelerle muvazeneye gelebilir.
Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla
farzedelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sümbül vermiş
farzetsek, her bir sümbülde yüzer tane olmuş ise, o vakit tek bir habbe
bütün tarlanın iki sülüsüne (üçte ikisine) mukabil oluyor. Mesela birisi de
on sünbül vermiş, her birinde iki yüz tane vermiş, o vakit bir tek habbe
asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve hâkeza kıyas et....
Şimdi, Kur'ân-ı Hâkim'i, nuranî, mukaddes ve
mezraa-i semaviyye (semavî tarla) tasavvur ediyoruz. İşte herbir harfi asıl
sevabiyle birer habbe hükmündedir. Onların sümbülleri nazara alınmayacak.
Sure-i Yâsin, İhlâs, Fâtiha, Kul yâ eyyühelkâfirûn, İzâ zülziletil-ardu gibi
sâir, faziletlerine dair rivayet edilen sure ve âyetlerle muvazene
edilebilir. Meselâ: Kur'ân-ı Hakim'in üç yüz bin altı yüz yirmi harfi
olduğundan sûre-i İhlâs besmele ile beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmış
dokuz, ki yüz yedi harftir. Demek sure-i İhâs'ın herbir harfinin haseneleri
bin beş yüze yakındır. İşte sure-i Yâsin'in hurufatı hesap edilse Kur'ân-ı
Hakim'in mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzâaf olması nazara
alınsa şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerif'in her bir harfi, takriben
beş yüze yakın sevabı vardır. Yani o kadar hasene sayılabilir. İşte buna
kıyasen başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar latif ve güzel ve doğru ve
mücâzefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın."
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَرَأ رسُولُ اللّهِ #:
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أخْبَارهَا. قالَ: أَتَدْرُونَ مَا أخْبَارُهَا؟ قَالُوا:
اللّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ. قَالَ: هُوَ أنْ تَشْهَدَ عَلى كُلِّ عَبْدٍ
وَأمَةٍ بِمَا عَمِلَ عَلى ظَهْرِهَا، تَقُولُ: عَمِلَ يَوْمَ كَذَا وَكذَا
وَكذَا وَكَذَا فَهذِهِ أخْبَارُهَا[. أخرجه الترمذى وصححه .
4. (880)-
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) efendimiz: "(Arz) o gün Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini
anlatır" meâlindeki âyeti okudu ve:
"- Arzın anlatacağı haberleri nelerdir,
biliyor musunuz?" diye sordu. Yanındakiler:
"- Allah ve Resûlü bilir!"
diye cevap verdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) açıkladı:
"- Bu haber, kadın ve erkek her kulun arz
üzerinde işlemiş oldukları amellere şâhidlik etmesidir. Her kul için arz:
"Şu ayda, şu günde, şu şu işlemi yaptı" diyecektir." [Tirmizî, Kıyâmet 8,
(2431), Tefsir, Zilzâl, (3350).]