Kütübü Sitte

ZÜMER SÛRESİ

 

ـ1ـ عن عبداللّه بن الزبير )ـ1( رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]لَمَّا نَزلَتْ ثُمَّ إنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ. قالَ الزُّبِيرُ: يَا رسُولَ اللّهِ أتُكَرَّرُ عَلَىْنَا الخُصُومَةُ بَعْدَ الَّذِى كَانَ بَيْنَنَا في الدُّنْيَا؟ قَالَ نَعَمْ. قَالَ: إنَّ ا‘مْرَ إذاً لَشَدِيدٌ[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

1. (768)- Abdullah İbnuz Zübeyr (radıyallahu anhümâ) babasından naklediyor: "Sonra (ey insanlar), hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (Zümer 31) âyeti nâzil olduğu zaman:

"- Ey Allah'ın Resûlü, dedim, dünyada iken mahkeme huzurundaki duruşmamız kâfi gelmeyecek, aynı duruşmayı âhirette bir kere daha mı yapacağız?"

"- Evet!" dedi. Ben (Zübeyr):

"- Öyleyse, dedim, işimiz çok fena!" [Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3234).][1]

______________  )ـ1( في الترمذي: عن أبيه.

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Kesîr, âyetle ilgili şu açıklamayı sunar: "Sizler bu dünyadan mutlaka çıkarılacaksınız, bunda şüphe yok. Ahiret yurdunda, Allah'ın nezdinde toplanacak, dünyada iken tevhid veya şirk her ne üzere idiyseniz Allah'a hesap vereceksiniz. Allah, aranızı fasleder ve hakkı ortaya çıkarır, zira O, Fettâh ve Alîm'dir. Neticede mü'min , muhlis, muvahhid olanları kurtarır; kâfir, inkârcı, müşrik ve tekzib edicilere de azab eder. Ayrıca bu âyet, -siyâkı- mü'min, kâfir ve onların aralarındaki meselelerin âhiretteki muhâsebesinden bahsetmeye müteallik ise de dünyada aralarında ihtilâfa düşenlerin hepsine de şâmildir, çünkü âyet onların âhirette de hesaplaşacakları mânâsını ifâde etmektedir."

Durumun böyle olacağını, sadedinde olduğumuz Hz. Zübeyr (radıyallahu anhümâ)'in rivayeti de te'yid etmektedir. Bu mevzuda, tefsir kitaplarında başka rivayetler de var.

Dünyevî duruşmaların âhirette tekrar olarak ele alınması, adaletin burada bütün künhüyle tahakkuk  etmemesinden ileri gelse gerektir. Çünkü buradaki hüküm zâhire göredir. Nefsülemre göre değildir. Zâhirî deliller gerçeği aksettirmeyebilir. Nâdir hükümler, nefsülemre muvafık düşerek gerçek adaleti yerine getirir. Bu durumda, ahiretteki duruşmanın zor geçeceği söylenebilir (Allahu a'lem bissevâb).[2]

 

ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ قَوْماً قَتَلُوا فأكْثَرُوا، وزَنوا فَأكْثَرُوا وَانْتَهَكُوا فَأكْثَرُوا. فَأتَوْا رسولَ للّهِ # فقَالُوا: يَا مُحَمَّدُ إنَّ مَا تَدْعُونَا إلَيْهِ لَحَسَنٌ لَوْ تُخْبِرُنَا أنَّ لِمَا عَمِلْنَا كَفَّارَةً. فَنَزلَتْ: وَالَّذِينَ َ يَدْعُونَ مَعَ اللّهِ إلهاً آخَرَ. إلى قوله: فأولَئِكَ يُبَدِّلُ اللّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ. قالَ: يُبَدِّلُ اللّهُ شِرْكَهُمْ إيماناً، وَزِنَاهُمْ إحْصَاناً، وَنَزَلتْ: قلْ يَاعِبَادِىَ الَّذِينَ أسْرَفُوا عَلَى أنْفُسِهِِمْ َتَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ[. أخرجه النسائى .

 

2. (769)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir kavim cinayete bulaştı ve çokca adam öldürdü, zinaya bulaştı ve bunda ileri gitti. Şirke düşerek tevhid'i ihlâl etti ve bunda ileri gitti.  Sonunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracat ederek:

"- Ey Muhammed! Bizi dâvet ettiğin şeyler gerçekten güzel. Ancak, önceden işlediğimiz günahların bir kefâreti var mı; bize önce bundan haber versen!" dediler. Bunun üzerine şu âyet indi:

"Onlar ki Allah'ın yanına başka bir Tanrı daha (katıp) tapmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedî bırakılır. Meğer ki (şirkten) tevbe edip iyi amel (ve hareket)de bulunan kimseler ola. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir" (Furkân, 68-70).

İbnu Abbas şu açıklamayı yaptı: "Allah şirklerini imâna, zinâlarını ihsâna (muhsanlık = namusluluk) çevirir (demektir" (Şu ayet de bu mesele üzerine) indi:"De ki:

"Ey kendilerinin aleyhinde (günahda) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder. şüphesiz ki O, çok affedicidir, çok esirgeyicidir." (Zümer, 53). [Nesâî, Tahrimu'd-Dem 2 (7, 86); Buharî, Tefsir, Zümer 1; Müslim, İmân 193, (122); Ebu Dâvud, Fiten 6 (4273).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu mevzu ile alakalı açıklama daha önce geçti ise de burada İbnu Kesir'in bir açıklamasını kaydedeceğiz. Der ki: "Bu âyet-i kerime, kâfir ve gayr-ı kâfir bütün âsileri tevbeye, Hakk'a yönelmeye davet etmekte ve Allahu Zü'l-Celâl hazretlerinin, günahtan tevbe ve rücû edildiği takdirde bütün günahları affedeceğini haber vermektedir. Günâh her ne çeşitten olursa olsun, ne kadar da çok olursa olsun, hatta deniz köpüğü kadar çok bile olsa. Ancak bu affın, tevbe etmeyene de teşmili sahih değildir. Çünkü şirk, tevbe edilmedikçe affedilmez." İbnu Kesir sonra sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisini, bu görüşüne delil zımnında zikreder.[4]

 

ـ3ـ وعن أسماء بنت يزيد رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يقْرأ إنَّ اللّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً وََ يُبَالِى[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

3. (770)- Esmâ Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şu âyeti okuyordu: "De ki: "Ey Kendilerinin aleyhinde(günahda) haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder..." (Zümer, 53). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayetin sonuna,  وََ يُبَالِى   yani "(kim ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan" lâfzını ekledi. [Tirmizî, Tefsir, Zümer, (3235).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın metninde görüldüğü üzere, âyetin sonuna,   وََ يُبَالِى fıkrasını eklemiştir. Bu fıkra ile ayet: "...Çünkü Allah bütün günahları, (kim, ne işlemiş olursa olsun) aldırmadan affeder..." mânasını kazanır.

Ahmed İbnu Hanbel'in rivayetinde,   ... اِنَّ اللّهَ يغفر الذنوب جميعاً وَ يُبَالِى انه هو الغفور الرحيم şeklinde işitilmiş olduğu belirtilir. Bazı âlimler, bu rivayetlerden hareketle,   وََ يُبَالِى  fıkrasının neshedilmiş bir vahiy olabileceğini söylemiştir. Ancak, çoğunlukla, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın âyeti tefsir maksadıyla bu fıkrayı eklediğini söylemiştir.[6]

 

ـ4ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]جَاءَ جِبْرِيلُ إلى النَّبىِّ # فقَالَ يَا مُحَمّدُ أنَّ اللّهَ يَضَعُ السَّمَاءَ عَلَى أصْبُعٍ، وَا‘رَضينَ علَى أصْبُعٍ، وَالْجِبَالَ عَلَى أصْبُعٍ وَالشَّجَرَ وَا‘نْهَارَ عَلَى أصْبُعٍ، وَسََائِرَ الْخَلْقِ عَلَى أصْبُعٍ؛ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ، فَضَحِكَ رسولُ اللّهِ # وََقَالَ: وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

4. (771)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cebrâil (aleyhi'sselam) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:

"- Ey Muhammed, Allah semayı bir parmak üzerine, arzları bir parmak üzerine, dağları bir parmak üzerine, nehirleri bir parmak üzerine, diğer mahlukatı bir parmak üzerine koydu, sonra şöyle buyurdu: "Ben (kâinat mülkünün) Melîkiyim."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) güldü ve: "Allah'ı hak (ve lâyık) olduğu vech ile takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü arz toptan ancak O'nun bir kabzasıdır. Gökler de onun sağ eliyle (toplanıp) dürülmüşlerdir..." (Zümer, 67) meâlindeki âyeti okudu." [Buhârî, Tefsir, Zümer 2, Tevhid 19, 26, 36; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâmet 19, (2786); Tirmizî, Tefsir, Zümer (3236).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki rivayette, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelen zâtın Cebrâil olduğu geçmektedir. Herhalde bu bir dizgi hatası olmalıdır. Rivayetin Tirmizî'deki aslı gelenin "bir Yahudi" olduğunu belirtir. Buharî ve Müslim'de ise bu bir "habr" yani  Yahudi alimidir. Esasen rivayetin muhtevası da bunun bir İsrâiliyyât olduğunu belirtmekedir. Hatta bazı kelamcılar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (gülme, ayet okuma gibi) davranışlarını, Yahudiyi tasdik  değil, reddetme mânasında bulmuşlar ve burada, Yahudi  itikadına uygun şekilde Cenab-ı Hakk'a cisim izafe etme (tecsim) olduğunu söylemişlerdir. Ancak, Nevevî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gülmesini tasdik gülüşü olarak değerlendirmiş ve delil olarak, âyet okumuş olmasını zikretmiştir. Esasen Müslim'in rivayetinde bizzat hadisin metninde: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), habr'ın söylediğine taaccüp ederek güldü ve onu tasdiken şu âyeti okudu: ..." der. Nevevî bu  ziyadenin ravi tarafından yapılan bir ziyade (derc) olduğunu söyler. Bu  raviden maksad İbnu Mes'ud mudur bunu belirtmez. İbnu Hacer bu çeşit şeylerde tenzih inancını esas tutmakla birlikte te'vilden kaçınmanın evlâ olduğunu söyler. Ancak, elle, parmak gibi kelimelerle Allah'ın kudreti, tasarrufu kastedildiği şeklinde te'villere yer verilir. Hadisin bazı vechinde "esâbiu'r-Rahman" (Rahmân'ın parmakları) tâbirinin yer almasından hareket eden İbnu Fûrek, bunun "kudret veya melek"e delâlet ettiğini söylemiştir.[8]

 

ـ5ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: ]قال رسولُ اللّه #: يَطْوِى اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ السَّمَاواَتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ يَأخُذُهُنَّ بِيَدِهِ الْيُمْنَى. ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكبِّرُونَ؟ ثُمَّ يَطْوِى ا‘رْضَ بِشِمَالِهِ؟ ثُمَّ يَقُولُ: أنَا الْمَلِكُ. أيْنَ الجَبَّارُونَ؟ أيْنَ الْمُتَكَبِّرُونَ؟[. أخرجه الشيخان وأبو داود، وهذا لفظ مسلم .

 

5. (772)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Zülcelâl Hazretleri, semâvatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki:  "Ben Melik'im cebbârlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler) nerede?". Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: "Ben Melik'im, cebbârlar, mütekebbirler nerede? der." [Buharî, Tevhid 19; Müslim, Sıfatu'l-Münafikun 24, (2788); Ebu Dâvud, Sünne 21, (4736).][9]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu çeşit âyet ve hadislerde geçen iki el tâbiri üzerinde Müslümanlar arasında münakaşalar yapılmıştır. Çünkü Allah Kur'ân'da,   لَيسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ   (Şura, 11) "O'nun hiçbir benzeri yoktur" diye târif edilmiştir. İki el izâfe etmek, başka organların izâfesini de zihne getirir ve neticede Allah mahlûkata, insana benzetilir. Nitekim Müşebbihe denen böyle bir tâife ortaya çıkmıştır. Bazıları da (Mu'tezile gibi), teşbihten kaçmak için Allah'a sıfat izafesini reddederler, bunlara Muattıla denmiştir.

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in müteahhir kısmı bu çeşit sıfatların te'vil edilmesini esas almıştır. Bunlar iki el tâbirini kudret mânasına te'vil  ederler. Çünkü insanlar, kudrete müteallik icraatı elleriyle yaparlar. Eller kudreti temsil eder. Göremediğimiz ve görmemiz mümkün olmayan ilahî hakikatları anlayacağımız şekilde anlatmak için Cenab-ı Hakk bu yolu tercih etmiştir. Nevevî'nin Müslim Şerhi'nde kaydettiği  üzere, sağ ve sol el tabirleri misali tamamlamak için zikredilmişlerdir. Çünkü biz kıymetli gördüğümüz şeyleri sağ elle, diğerlerini sol elle tutarız. Bir de bize göre sağ el daha güçlüdür. Göklerin yerden daha büyük olması sebebiyle onları sağ ele, göklerden küçük olan yerleri de sol ele izafe ederek istiareyi zihnimize daha açık, daha anlaşılır surette ifade etmiştir. Hakikatte ise, bir şeyin Allah'a daha ağır, bir diğer şeyin daha hafif geldiği söylenemez. Onun kudreti karşısında her şey birdir. Bu, sırf bizim anlayışımıza uygun ifadeye yer vermek için başvurulan bir beyân tarzıdır.  Kadı İyaz, rivayatte geçen dürmek, kabzetmek, almak gibi tabirlerin "toplamak" manasına  geldiğine dikkat çeker.

Yine Kadı İyaz der ki: "Bu çeşit rivayetlerde geçen "iki el" gibi müşkil kelimelerden kastedilen gerçek manayı Allah bilir. Biz Allah Teâla'ya ve sıfatlarına iman eder, O'na hiçbir şeyi benzetmez, O'nu da hiçbir şeye benzetmeyiz. O'nun misli, benzeri yoktur. Hakkıyla işiten gören O'dur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her ne söylediyse haktır, doğrudur. Anladığımız bir şey varsa Allah'ın lütfu keremiyle anlamışızdır. Anlayamadıklarımıza iman eder, ilmini Allah Teâla'ya havâle ederiz." [10]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/220.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/220-221.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/221-222.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/222.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/222-223.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/223.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/223-224.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/224.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/224-225.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/225.