Hâkimin Huzurunda Şahitlikle İlgili
Fasıl3
Hâkimlikle İlgili Fasıl4
Mahkeme Hükümleri İle İlgili Fasıl5
Müteferrik Mes'eleler5
Ölümden Sonra Mirasların Hükmü İle
İlgili Fasıl6
Şehâdetler Bahsi 8
Şâhidlikle İlgili Fasıl9
Şehâdeti Kabul Edilen Ve
Edilmeyenler Babı10
Şehâdette İhtilâf Babı12
Şahitlik Üzerine Şahitlik Babı13
Şâhidlikten Rücû Babı14
Vekillik Bahsi 16
Alış Verişde Vekâlet Babı17
Alış - Verişde Vekâletle İlgili
Fasıl19
Teslim Alma Ve Husûmetle Vekâlet
Babı20
Vekilin Azli Babı21
Dâva Bahsi 22
Yeminleşme Babı24
Davacı İle Davalının Arasındaki
Husumetin Defi Île İlgili Fasıl26
İki Kişinin Dâvası Babı26
El İle Münazaa Hakkında Fasıl28
Nesebin Dâvası Babı29
İkrar Bahsi 30
İstisna Ve İstisna Mânasına Olan
Şeyler Babı33
Hastanın İkrarı Bâb'ı34
Sulh Bahsi 35
Sulh İle İlgili Fasıl36
Borç Ve Alacakta Sulh Babı37
Alacakda Sulh Île İlgili Fasıl38
Müdârebe (Ortaklığı) Bahsî 39
Müdârebe Yapan Müdâribin Babı42
Şirket-İ Müdârebe İle İlgili Fasıl43
Vedia (Emânet) Bahsi 45
Ariyet (Emanet Verilen Şeyler) Bahsi 47
Hibe (Bağışlama) Bahsi 49
Hibeden Rücü Babı51
Hîbe İle İlgili Fasıl53
İcarlar Bahsi 55
Îcar Caiz Olan Ve Olmayan Babı57
Fâsid Îcar Babı58
Fasit Îcarla İlgili Fasıl61
Îcar'ı Feshetme Babı63
Îcarla İlgili Müteferrik Meseleler64
Mükateb Bahsi65
Mükâtebin Tasarrufu Babı66
Mükateble İlgili Fasıl :67
Müşterek Kölenin Kitabeti Babı68
Mükâteb'in Acizliği Ve Ölüm Babı69
Kölelikde Velâ (Evlilik Ve
İrs) Bahsi69
Velânın (Veliliğin Ve
İrsin) Kesinleşmesi İle İlgili Fasıl70
Şahitler, Hâkimin huzurunda
hâzır bulunan bir hasmın üzerine şahitlik etseler, Hâkim o şahitlerin
şahadetleriyle (ifadeleriyle,) hükmeder (karar verir).
Ve o Hâkim'in verdiği kararı
sicil defterine yazılır (zamanla vakı'a uııutulmayıp - hatırlanması için).
Şahitler, Hâkimin huzurundan
gâib olan şahsın üzerine şahitlik etseler, onlar ifâdeleri ile gâib olan şahsın
üzerine karar vermez, belki o ifâdeleri, Hâkim kendi vilâyetinde bulunan diğer
Hâkim'e .halıa yazar, tâ ki. o mektup kendisine gelen ikinci Hâkim onunla
kararını versin.
Bu mektup, Hâkim'in diğer
bir Hâkim'e yazmış olduğu bir yazı (Tutanak) tır.
Hakikatta Kitab'ı (Hükmî
olan yazı - Tutanak); O şahadeti kendisi tarafından mektup (tutanak) gönderen
Hâkim, ona karar vermeyip, o kendisine yazı gönderilen Hâkim'e 'tleviz (havale)
etmiştir ki, o madde de kendi re'yi ile kararını versin.
Hâkim'in yazısı, diğer bir
Hâkim'e şüblıe ile sakıt olmayan şeylerde kabul olunur, (Meselâ,) deyn gibi
(Borç - alacak gibi, zira deyn miktar vasfı ile bilinir), akar gibi (dükkân,
gibi, zira akar tahrirle - yazmakla -bilinmeğe muhtaç değildir), nikâh gibi
(Meselâ: bir erkek bir kadının üzerine nikâh dâva etmek veya kadın erkek üzerine
nikâh dâva etmek gibi), ölü ve dirilik cihetinden nesep gibi. (Zira nesep Baba
ve Dede'nin zikri i!e ve kabilenin zikri iîe bilinir), Gasp (zorla almak) gibi.
(Zira gasb da Deyn gibi arif olunur, ona işaret etmeğe muhtaç değildir), inkâr
olunan emânet ve inkâr olunan mudârebe (ortaklık,) gibi. (Zira bunlarda deyn
menzilindedir. inkâr olunmuş olmasalar, menkul olan eşyalar kabilinden olurlar
ve menkul olan şeyler olduğu takdirde de onda Hâkimin yazısı kabul olunmaz.)
İmam-i Muhammed (R.A.)"a
göre ise, Hâkimin yazısı her nakiî olunan şeyde (Menkullarda) kabul olunur ve
müteahhirîn uleması da bunun üzerinedir ve bunun iîe fetva verilir. (Zira halkın
buna ihtiyaçları olduğu için cevaz verilmiştir).
Gönderilen Mektup (yazı)
malûm bir Hâkim'e olmalıdır. (Meselâ) falan oğlu falandan - falanoğlu falanca
denilmesi lâzımdır ve ikisinin (yazıyı yazan ve yazıyı alanın,) neseplerini
zikretmelidir.
Yazıyı gönderecek olan Hâkim
isterse, falanoğlu falandan - falanoğlu falana diye yazdıktan sonra, «bu kitap
(Mektup - Yazı) Güzâfı Müsİlminden (Müslüman olan Hâkim'lerden) her kime vâsıl
olursa fye diye yazar.
Yazıyı gönderecek olan hâkim
yazdığı mektubu, mektuba şahitlik edecek olan kimselerin huzurunda okur, eğer
şahitlerin huzurunda okun; mazsa o mektupta ne yazılı ise onu huzurndakilere
bildirir.
Ve şahit yapacağı kimselerin
isimleri o mektupta yazılı olup, mekj-tubu huzurlarında mühürler, onlar da
mektuptaki olan şey'i ezberlerleir ve Hâkim o mektubu şahitlere teslim eder. (Bu
zikrolunan hükmün hepsi İmam-ı Âzam ve İmam-ı Muhammed (R.A.)'a göre'dh).
İ. Ebû Yûsuf yukarıda bahsi
geçen hiç bir şey'i şart koşmannştır, şahitlerin şahitlik etmelerinden maada ki,
bu yazı kendi yazısıdır, o Hâ-kimJe bu eşyayı şart kılmadı, kendisi kazaya
müptelâ olduğu için (hüküm vermeye başladığı için).
İmam-ı Serahsi, Ebû Yûsuf
(R.A./ın kavlini ihtiyaretti ve haber paçık olduğu gibi değildir. (Yâni İmam-ı
Ebû Yûsuf «R.A.) Kâzi - Hâkim olup - hüküm vermezden evvel ve hüküm vermenin
durumunu mü-şâhade etmeden Önce Ebû Yûsuf'un kavli Ebû Hânife ve İmam-ı
Muhammed (R.A.)'m kavilleri oibidir, fakat her ne zaman Hâkim oldu ve ahvâline
vâkıf oldu ve müşahede etti, bundan sonra da halka suhulet - kolaylık olmak
için, yukarıdaki zikrolunan şeyleri şart değildir dedi).
Mektup, kendisi için mektup
yazılan Hâkim'e vardığı zaman evvelâ mührüne bakar ve mektubu kabul etmez, ancak
o hasım olan kimsenin huzurunda ve iki erkeğin şâhitlikleriyle veya bir erkekle
iki kadının şâ-lıitlikleriyle kabul eder.
Kendisi için mektup
gönderilen Hâkim, kendisine gelen mektubu kabul etmez, ancak iki erkeğin şöyle
şahitlik etmeleriyle kabul eder; «Bu yazı falan Hâkim'in yazısıdır ve
huzurumuzda okuyup, ve mühürleyin meclis hükmünde bize teslim etmiştim diye
takrir ederler.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, «bu yazı falan kimsenin yazısıdı ve mührüdür (ve bir nüshada sona
ermiştir)» demek kifayet eder.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.) den
bir rivayette, mektubu mühürleme]) şart değildir.
Mektubun şahitleri,
mektubun muhteviyatına şahitlik ettikleri za man Hâkim o
mektubu açar ve hasmın huzurunda okur ve içinde olaıl şeyle ilzam eder.
Yazıyı gönderen Hâkimin
ölümüyle veya yazı varmadan evvel dilmesi sebebiyle veyahutta kendisine yazı
gönderilen Hâkim'in ölü sebebiyle yazılmış olan yazı bâtıl (hükümsüz; olur.
Ancak kendisine mektup
gönderilen Hâkimin isminden sonra, «bu yazı müslümanlarin hâkiminden her kime
yetişirsen diye tâyin ederse, bu takdirde kendisine mektup gönderilen hâkimin
ölmesiyle bâtıl olmaz.
Hâkİm'in gönderdiği yazı,
hasmın ölümüyle bâtıl olmaz, belki vârisi olan kimsenin üzerine nafiz (geçerli)
olur. (Zira onun makamına kaimdir).
Hâkim olan kimse, kendisine hâkimlik zamanında ve hüküm
ettiği yerde, insanların haklarından bir şey, başka birinin zimmetine
geçtiğinin haberini alırsa ve ona ilmi ihata etse, o hakkı şahitsiz hükmedip ve
karar verip, hakkı sahibine vermeğe sebeb olması o Hâkim'e caizdir.
Kadının, Hâkimliği fHâkim'e, olup verdiği hükmü) hadlerin
ve kav vedin (kaatil'i maktul yerine kısas yapmak - öldürmekten) başkalarında
caizdir .
Kâzi olan kimse, Halife
istihîâf etmek (yerine vekil koymak) caiz değildir. Meğer ki o, Hâkim'e, yerine
halef tâyin etmek, Sultan tarafından tefviz olunmuş (Havale edilmiş - izin
verilmiş,) olsun. (Meselâ; «Yerine dilediğin kimseyi vekil tâyin et» denilmiş
olsa, bu takdirde ona vekil tâyin etmek caizdir). Fakat Cum'a namazına nıe'mur
olan hatip, bu zİkrolunan mes'elenin hilafıdır, (Zira hatip olan kimseye,
namazda yerine vekil koymak sahihtir, Cûm'a namazının fevt olması korkusundan
dolayı), yerine başkasını vekil bırakmasına izin verilen kâzi, yerine birini
vekil tâyin ettiği zaman, o kâzi azledilmekle, ve o kâzinin ölümü ile o nâib
("vekil olan kimse) azlolıııımaz. Belki o nâib asim yâni Sultanın naibidir.
Kendisine vekil tâyin etmesi
hususunda müsaade verilmeyen, kfizi'-nin naibi (Vekili), onun hazır bulunduğu
zamanda veya gâib olduğu zamanda bir maddede hükmetse (karar verse), Kâzi de o
naibin hüküm vermesine müsaade verse, caiz olur. vekâlette caiz olduğu gibi.
Bir kâzi'ye (Hâkim'e), bir
madde hususunda diğer bir kâzi'nin (hâkimin) hükmü ref olunsa ("kaldırılsa,
havale edilse) ki, o hüküm de sadr'ı evvelde (yâni Sahabe «R.A.» zamanında)
ihtilâf etmişlerdir ki; hükmü imza eder, eğer kitaba, Sünneti meşhûreye ve
icmâ'a muhalif değilse (Hulâsa'i kelâm, herhangi bir Hâkim'e; diğer bir Hâkim'in
bir maddede hüküm ettiği maddenin sûret'i murafaa olunsa, o hükmü imza etmek
vâcib olur, meğer ki, Kitab, Sünnet ve İcmâ'ı Ümmete muhalif olsunj bu takdirde
imza etmez).
Bir hükme, Cumhur'u Ulemâ o
mes'elede içtima ederse, bâzısının o mes'elede ihtilâf etmesine itibar olunmaz.
(Zira Usul'ü Fıkıh'da beyan olunmuştur ki; ekseri Ulemanın ittifaktı bir hükmün
subûtunda kâfidir, küllün ittifakına ihtiyaç yoktur/
Bir şey'in helâl olmasına
veya haram olmasına hükmetmek zahirde (aramızda) ve bâtında (Allah «C.C.» in
indinde) nafiz ve sahih olur.
İmanı-ı Âzam (B.A.)'a göre,
yalancı şahitlerde olsa dâvası muayyen bir sebebi ile olursa (Meselâ, iki
rivayet vardır).
İmânıeyn (R.A.)'a göre ise,
(Zahirde nafiz ve sahih olur ama) yalancı şahit ile olursa bâtında (indallâh,)
kaza nafiz ve sahih olmaz.
Eğer bir kadın, bir erkek
üzerine beyyine'i, zûr (yalancı şâbit) ikâme etse (dikse) ki bu erkek kendisini
tezevvüç etmiştir ve kâzi olan kimse o şahidin şahadeti mucibince hükmederse,
İmam-i Âzam (R.A.)'a göre o kadın Ceğer cımâ olundu ise) kendi nefsini o erkeğe
temkin ettirmesi helâl ve caizdir. İmâmeyn (R.A.) için hilaf vardır.
Emlâki Mürsel'ede
(kendisinde muayyen bir sebebi zikredilmemiş olan mutlakta) yalan çâhitlik ile
(Zahirde nafiz olursa da) bâtında (in-dellâh) îttifakJı Ulemâ ile nafiz olmaz.
(Zira mülkü mutlâk'ı sebebsiz îs-bat etmek tâkât'ı beşer değildir).
Kâzi olan kimse, kendisinde
içtihat edilmiş bir ınes'ele'de bir müç-tehit olan kimsenin re'yinin aksine
(kendi mezhebini) unutarak ve kasten hüküm verse, İmâmeyn CR.A.)'a göre hükmü
nafiz olmaz.
Ve (Kitab ve Sünnet ve
İcma'ı Ümmet'e muhalif: olmamak şartıyla İmâmeyn kavliyle) fetva verilir. İmam-ı
Âzam (R.A./a göre ise, eğer unutarak hüküm verirse, hükmü nafiz olur. Eğer
kasten muhalif hüküm verirse, iki rivayet vardır.
Kâzi olan kimse, hakikaten
gâib olan kimsenin üzerine (gıyaben) hükmetmez. Ancak o gâib olan kimsenin
hakikaten naibi (vekili) olan kimsenin huzurunda meselâ: O gaibin vekili gibi
(Veya' vâsisi olan kimsenin huzurunda) hükmünü verir. (Zira bunlar onun
makamına kâim olur.).
Veya gâib olan kimsenin
şer'an naibi olan kimsenin huzurunda, (hükmünü verir) Kâzinin nasbettiği (Tâyin
ettiği) vâsi gibi (Meselâ: Dâ-vah olan kimse ölse ve onun gâib küçük bir oğlu
olsa, Hâkim ona bir vâsi tâyin etse, o vâsinin üzerine hüküm verilir).
Veya gâib olan kimsenin,
hükmen naibi olan kimsenin (Hâkim tarafından yerine dikilen kimsenin) huzurunda
hükmünü verir ki, o gaibin üzerine dâva olunan şey'i hâzırın üzerine dâva olmağa
sebeb olmak gibi, o zaman da gaibin üzerine hüküm vermek caizdir. {"Meselâ: bîr
kimse, başka bir kimsenin elinde olan evi
dâva etse, ev elinde bulunan kimse de inkâr edip «Bu ev benim mülkümdür» diye
gâib olan falandan satın aldığına şahit dikse, şahidi kabul edilir ve hüküm o
gâib ile hâzır'ın üzerine sabit olur, sonra o gâib olan kimse gelse, tekrar o
şahidin dinlenmesine
ihtiyaç yoktur).
O gâib üzerine dâva olunan
şey şart ise, (ne hâzır ve ne de gaibin Üzerine) hüküm vermek sahih olmaz.
(Meselâ: bir kadın, kendi efendisine «Sen benim talâkımı gâib olan falan
kimsenin ta'lîk ettiği talâk'ı selâse ile • üç talâk ile ta'lîk ettin» dese, ve
o gâib olan da kendi ailesini üç talâk ile boşadığma kadın şahit gösterse,
şahidi kabul olunmaz. Zira o gâib olan kimse bundan mütezarnr olur, eğer ki
mütezarnr ve müteezzİ olmazsa caiz olur).
Kâzi olan kimse, yetimin
malını karz (ödünç} olarak verir ve falan miktarı falan kimseye Ödünç verdiğine
hüccet (delil) yazar.
Yetimin malım vâsi ile baba için başkasına ödünç vermek
caiz değildir. (Zira onu halas edip kurtarmakda âcizlerdir).
İki hasım, kazaya (Hüküm
vermeye) selâhiyeti olan kimseye aral rım açmak için (işlerini halletmek için,)
tahkim etseler (Hakem dikseler), bu (Hakem dikmeleri) sahih olur. Ve verdiği
karar (hasımlar) üzerine nafiz ('geçerli) ve câri olur ki, davacının şahidi İle
veya dâvâlının ikrarıyla veyahutta yemininden dönmek ve çekinmekle, hakem
dikilen kimsenin, iki hasımdan birinin ikrar ettiğine ihbarı (haber vermesi) ve
şahit olan kimsenin adaletine ihbarı hâli, Vilâyetinde sahih ve makbuldür.
O iki hasmın her birisi için
dikilen hakemin hükmünden (kararından) evvel rücû etmeleri (dönmeleri) caizdir.
Fakat hükmünden sonra rücû caiz değildir.
O iki hasım tarafından Hakem
dikilen kimsenin hükmü (karar'O bir kaziye murafaa olunsa (kaldırılsa) da, eğer
kendi mezhebine muvafık ise, o kararı tenfiz edip imza eder.
Eğer kî Mezhebine muvafık
değilse, onu bozar ("Zira bunun verdiği hüküm kaziye lâzım olan işlerden
değildir).
Kâzidcn başkasını,
(Hııkukullâh olduğu içhı) Hadde ve (Kâtil'i maktul yerinde öldürmek) kısasında
tahkim etmek (Hakem tâyin etmeli) sahih değildir.
İçtihâd olunan (had ve
kısastan) başkalarında hakem tayin etmek sahih olur.
Fukahâ (Meşfiyih,)
dedilerki, o tâyin edilen hakemin hükmünün caiz olduğuna fetva verilmemelidir,
avam'ı itasın tecâsürleri {'cahilane cesaretleri ve kuvvetleri) def olunmak
için (ve mevlâ olan kâzi'lere ihtiyaç -itibar kalmaz ve şer'i şerifin revnak ve
güzelliği yıkılmış olur).
Eğer hasım olan iki kimse, o
hâkim olan kimseyi hatâ ile vâki olan demde (kan dâvasında) hakem tâyin etseler,
ve o tâyin ettikleri hâkim de şahitlerin ifadesiyle o demin diyetini âkılenin
(katilin kabilesinin) üze-rine'dir diye karar verse, bu hususta hükmü nafiz
(geçerli) olmaz. (Zira hükmü hasımlar hakkında nafiz olur. Fakat âkile hakkında
nafiz olmaz).
Hakem tâyin edilen kimsenin
ve Sultan tarafından tâyin edilen kâzi-nin hükmü, ebeveynlerinin, çocuklarının
ve ailelerinin lehlerine sahih değildir. Yalnız bunların aleyhlerine hüküm
vermeleri sahihtir, fNitekim aleyhlerine şehâdetleri sahih olduğu gibi).
Sultan tarafından tâyin edilen kâzının, kendisini tâyin
eden Sultan İçin, leyhte ve aleyhte verdiği hüküm (karar) sahih ve nafizdir.
Bir kimsenin evi, başkasının evinin altında olsa, (O
yukardaki ev sahibini rahatsız edeceğinden ve başka kötülüklere de sebeb
olabileceğinden) Yukarıdaki ev sahibinin rızası olmadan altta evi olan kimse
için, evin tavanına (veya duvarının üstüne) Mıh (Çivi) çakmak veya pencere açmak
yoktur. Ve yukarıda evi olan kimse içinde, alttaki evin üstüne bina yapması da
caiz değildir .
İnıâmeyn'e göre, diğerinin
rızası olmadan her biri için kendi mekânında zarar vermeyen işi işlemesi
caizdir.
Ve denildi ki, İmâmeynin
kavilleri İmamın ("İmam-ı Âzamin) kavlini tefsirdir.. Uzun ve birbirine aralı
ve birbirine bağlanmamış mahalle halkı için orada kapıyı açmaları yoktur. Fakat
mahalle birbirine bitişik olursa, bu iki mahallenin o aynhklı durumu bir kapı açarak
bitiştirmeleri caizdir.
Bir kimse, (bir ev ve
sâireuin.) hibe olduğunu iddia etse, Hâkim de hibe olduğuna delil talep etse,
hibe yapılan kimse, Hâkim'e «O hibe yapan kimse, bana hibe ettiğini inkâr etti
ve ben onu ondan satın aldım» veya böyle demeyip hibe vaktinden sonra delil
getirse, bu delil'i kabul olunur. Ve eğer hibe vaktinden evvel satın aldığına
delil getirse, kabul olunmaz.
Bir kimse, Zeyd'in
kendisinden cariyesini satın aldığını iddia etse, Zeyd'de ondan câriye aldığını
inkâr etse ve o iddia eden kimse de husûmeti terketse, iddia eden kimse için o
cariyeyi cima etmek helâl olur.
Bir kimse, (diğer bîr
kimseden) on dirhem aldığım ikrar etse, sonra geçersiz veya tüccarların
reddettiği dirhemdi diye iddia ederse, (yemini iîe beraber) tasdik olunur. Fakat
karışanı galip olan dirhem (gümüş) olduğunu iddia ederse, tasdik olunmaz. Ve
eğer dirhemin yeni olanından aldığım yahut hakkını veya pahasından veya tamamen
aldığını İkrardan sonra geçersiz dirhem veya tüccarların kabul etmediği
dirhemden aldığını iddia ederse, tasdik olunmaz.:
Zeyf: Geçersiz dirhem
(şudur): Beytülmalm reddettiği şeydir. (Dirhemler " paralardır).
Nebehrece: Yukarıda geçtiği
gibi, Tüccarların reddettiği şeydir (Dirhemlerdir « paralardır).
Seiukâ: Karışan şeyin
dirhemden (GümüşdenJ fazla olan şeydir.
Bir kimse, kendisi için, bin
lira (borcu) olduğunu ikrar eden kimseye «Benim sende hiç bir şeyim yoktur»
dese, sonra yine o meclisde «Evet, benim sende hin dirhemim vardır» dese,
(Sonraki vâki olan sözü) delilsiz kabul olunmaz. Fakat «Sen benden bu şey'i
satın aldın» diyen satıcının sözünü (alıcı) tekzip edip, sonra tasdik ettiği
mes'ele yukarıdaki mes'elenin hilâfmadır.
('Yâni sonraki tasdik sahih olur ve delilsfz kabul olunur)..
Bir kimse, üzerine mal iddia
eden kimseye «benim üzerimde bir şeyin yoktur.» dese, iddiacı (Yâni davacı) da
o iddia ettiği şey'i delil getirse, o dâva olunanda üzerinde olanı ödediğine
veya ibra olduğuna delil getirse, o dâva olunanın delili kabul olunur. Ve eğer
inkâr eden kimse, inkârı üzerine «ben seni bilmem» dese, delili kabul olunmaz.
Eğer bir kimse, diğer bir
kimseye («bu adam bana cariyesini sattı; diye) cariyesinin satışını iddia eden
ve onu bir ayibla reddetmek isterse, dâva olunan kimse onu inkâr etse, sonra
davacı olan kimse de inkâr edenin sattığına delil getirse, sonra inkâr eden
kimse de her çeşit ayıbdan beri olduğuna delil getirse, o inkâr eden kimsenin
delili kabul olunmaz. (Zira her türlü alış veriş muamelesi bütün ayıblardan beri
olmasını iktizâ eder,).
Her çeşit yazı ve kitaplarda, her delil (veya hüküm)
yazıldığında yazının sonunda «inşaallah - Allah, (C.C.) dilerse,» cümlesinin
zikrolun-ması, o yazının bütün hükmünü ibtâl eder. tmâmeyn'e göre o
(İnşaattan,), cümlesinin zikri, o cümlenin ancak âhirim ibtâl eder. îstihsan -
güzel olan da budur.
Hıristiyan bir kimse Ölse,
onun ölümünden sonra karısı, «ben ölümünden soııta müslüman oldum» dese ve Ölen
Hıristiyanın vârisi olan kimse de, «Kadın onun ölümünden evvel müslüman
olmuştur» dese, söz, vârisindir.
Keza bir müslüman ölse, soma
müslümanm (Gayri Müslim) karısı «ben onun ölümünden evvel müslüman oldum» dese,
ve Ölen müslümanm vârisi de «belki onun ölümünden sonra müslüman oldu» desej
hüküm yine aynıdır (Yâni, söz vârisindir).
Eğer yanma emânet konan
kimse, «işte bu (adam) bana emânet koyanın oğludur ve bundan başka vârisi
yoktur» dese emânet ona def edilir.
Ve eğer yanına emânet konan
kimse, yukarıdaki sözden sonra diğer bir kimseye «bu da falan kimsenin oğludur»
dese ve o evvelki oğlu onu tekzib etse, ('ölenin malı) evvelki oğlan için
hükmolunur.
Eğer Hâkim olan kimse, ölen
kimsenin mirasını vereseler arasında veya alacaklılar arasında iki şahidin
şahadeti ile taksim etse, ve şahitler şahadetlerinde «biz bu ölünün bu
vârislerden başka vâris alacaklı bilmeyiz» demeseler, o vereseden kefil
alınmaz. İşte bu hususta vârislerden veya
alacaklılardan kefil istemek zulmün olmaması için ihtiyaçtır. İmâ-meyn'ti göre
(vâris ve alacaklılardan kefil) alınır.
Bir kimse, bir akar'i
kendine ve gâib olan kardeşine irs tariki ile intikâl ettiğini iddia etse, ve
kendisine irs yoluyla geldiğine delil getirse, ona, o akarın (bağ ve bahçe
gibilerin) yarısı verilir ve teslim olunur. Ve diğer yarısı elinde bulunan
kimsenin elinde kefilsiz terk edilir. Velevki mal elinde olan kimse, inkâr edici
olsun.
İmâmeyn dediler ki, eğer mal
elinde bulunan kimse inkâr ederse, o kalan yarısı ondan alınır ve bir emin
kimsenin yanına konur. Menkul olan mallarda ise, bütün imamların ittifakı ile
elinde bulunan kimseden tamamen alınır. Bunun hilafı üzere olduğu da denildi.
(O Davacının) gâib olan
kardeşi hazır olduğu vakit, onun nasibi baki kalan yarısı delil iade ettirmeden
(göstermeden) def olunur.
Bir kimse, malının üçte
birini vasiyet etse, bu vasiyet malının tamamı, üzerinedir. (Yâni; Malının üçte
birini vasiyet eden kimsenin bu vasiyeti malının bir kısmının üçte birine
değil, mevcut malının hepsinin üçte birine şânıiFdir).
Eğer bir kimse, «Bütün malım
veya mâlik olduğumun hepsi sadakadır» dese, işte bu söz (vasiyet), zekât mâline
hamlolunur.
İmam'ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre hu, sözde (yâni, bütün mâlim veya mâlik olduğumun hepsi-sadakadır, sözünde)
Üşür arazisi de dâhildir. İmam-ı Muhammed, için muhalefet vardır.
Binâenaleyh (Malımın hepsi
veya mâlik olduğum şey sadaka olsun, diyen) bir kimse İçin tasadduk ettiğinden
başka malı olmasa, ondan nafaka ve yiyecek ihtiyacı ayırır ve alakor (bu kimse,
san'at ehlinden olursa bir günlük rızkını ve eğer köy halkından ise bir senelik
rızkını alıkoyabilir, denmiştir). Şayet bu halden sonra o kimseye mal isabet
etse (Yâni onda mal meydana gelse), o ayırıp tuttuğu kadar mal tasadduk eder.
Bir kimse, diğer bir kimseye
gıyabında vâsî yapsa, halbuki o vâsî yapılan kimse de onu bilmese, İşte o kimse
vâsidir. Vekil tâyin etmek (ve vekil olmak) bunun hilâfınadır.
Bir kimse, diğer bîr kimseyi
vekil etmede bir ferdin haber vermesi, velevki o kimse fâsid de olsa kabul
olunur. Vekili, vekillikden azletmede, bir ferdin haberi kabul olunmaz. Ancak
âdil bir kimsenin veya âdilliği ile fâsıklığı bilinmeyip halleri kapalı iki
kimsenin haber vermesi ile kabul olunur, tmâmeyn'e göre, vekil yapmada bir
ferdin haberinin kabul olunduğu gibi, âzlde de kabul olunur.
Keza, kölesinin cinayetinden
haber veren efendinin haberinde de ihtilâf böyledir ve şefi olan kimsenin satış
muamelesindeki haberi ve bâ-kirenia kendisinin nikâhlandığına dâir haberi ve
dâri harhde Müslüman olup dâri İslâmda
şeriatı öğrenmeye hicret etmediğine dâir haberin hükmündeki ihtilâf da
yukardaki ihtilâflar gibidir.
Eğer Hâkim olan kimse, veya
onun emîni olan kimse, borçlu plan kimsenin kölesini alacaklılar için satsa,
kendisi veya emîni olan kimse de o malın bedeli olan pahasını alsa, sonra da o
mal hâkimde veya emminde zayi olsa, ve köleye müstehak çıkılsa, o kölenin
pahasını hâkim veya emin olan kimse, tazmin etmez. Ve o müstehak çıkılan köleyi
satın alan kimse, o alacaklıların üzerine rücû eder.
Eğer bu köleyi vasi olan
kimse, Hâkimin emri ile alacaklılar için satsa ve sattıktan sonra müstehak
çıkılsa veya vâsiden teslim almazdan evvel ölse ve mal da zayi olsa, müşteri
olan kimse, kölenin pahası ile vâsi olan kimseye rücû eder.
Eğer sana, âdil ve şeriat
bilgilerine âlim bir hâkim «ben bu kimsenin üzerine recim haddi (cezası) ile
veya elini kesmekle veya dövmekle (dövülmekle) hükmettim ve sende bu zikrolunan
şeylerin herhangisi ise, işle» dese, sen onun emrettiği şey ne ise kudretin
nisbetinde işlemelisin.' /Zira meşru ve doğru olan her Ülülemrin emirlerine
itaat etmek vâcib-dir).
Keza âdil olup, ilmi olmayan
bir Hâkim'e (Yukardaki hükümlerin kararlarını verse ve verdiği hükümlerin)
tefsirinden sorulsa ve ona güzel bir tefsirle cevap verse, o anda onu tasdik
etmek yine vâcib olur. Ve eğer o hâkim, âdil ve âlim olmayıp güzel tefsir
etmezse, onun sözü kabul olunmaz.
Âdil olmayan Hâkim, ister
âlim olsun, ister olmasın hükmün sebebi açıklığa kavuşmadıkça hiç bîr surette
onun sözü ile amel edilmez (Zira olabilir ki, hatâ ve galat yapmıştır).
Eğer azl olunmuş bir Hâkim,
bir şahsa: «Ben senin üzerine bin dirhem borç ile hükmetmiştim ve senden o bin
dirhemi alıp falan kimseye vermiştim» dese, yahut «ben senin elinin kesilmesine
bir hak sebebi ile hükmetmiştim» dese ve o kimse de, o Hâkim'e: «Belki sen o bîn
dirhemi benden zulmen almış îdin yahut elimi zulmen kesmiş idin dese ve o şahıs
bu eşyanın Hâkimin hükmettiği zaman da olduğunu itiraf etse, Hâkim tasdik olunur
ve onun üzerine yemin de yoktur.
Ve eğer o şahıs o Hâkim'e,
«Sen o zikrolunan şeyleri Hâkimlik zamanından evvel veya azlolunduktan sonra
yapmış idin (hüküm vermiş idin,)» dese ve Hâkim olan kimse de Hâkimliği
zamanında olduğunu iddia etse, söz Hâkimindir ve sahih olan da budur.
Hâkimin (Hâkimlik zamanında veya azlden sonraki hükmü ile
el kesen ve mal alan kimsenin hükmü, eğer her birinin dâvası Hâkimin dâvası
gibi ise, burada tazmin eder. Fakat evvelkinde (Yâni, Hâkimliği zamanındaki
verdiği kararları icra etmede) ise, tazmin etmez.
O CŞehâdet) : Başkası için,
bir başkasının üzerinde olan hakkı haberi vermektir ki; Şehâdetin saİıih olmasının şartı şehâdet edeceği şey'î
mü-şâhade etmiş olup (bizzat kendisi görmüş olup) zan ve tahmin ile olmamaktır.
Bir kimse, (kendisinden başka şahitlik yapmağa ehil olan
kimse bulamadığı zaman'da,) şahitlik yapmağa tâyin edilse (şahit yazılsa)
şâhit-likden imtina etmesi (çekinmesi) caiz olmaz
Şahitliği kabul ettikten
sonra, kendisinden şahitlik yapması istenildiği zaman, o (şahitliği) yerine
getirmek farzdır. Ancak davacının hakkı şahitliği yüklenenden başkası ile kaim
olmakla fsabit olmakla) şahitlik yapmak câkîtfolmaz.
Haddi şerhler de, şahitliği
örtmek (gizlemekJ efdaldir.
Hırsızlıkta olan şahitlikte,
(şahitlik eden kimse, falan aldı») der. «Hırsızlık yaptı» demez. (Çünkü, aldı
demede gizlemek var, fakat çaldı demede ise eli kesilmek lâzımdır).
Zinanın subutü için, (erkek) şahidin şahadeti şart kılındı
(Yâni, muteberdir, kadınların şahitliği, burada makbul değildir. Zira hatlerde
ve kısasta kadınların şahitliği caiz değildir) .
Kısasta ve zina hâriç diğer
had ('ceza) larda iki kişinin şahitliği şart kılındı (kadınların şahitliği kabul
olunmaz).
Doğum da, (kızdaki)
bakirelikte ve erkeklerin muttali olması mümkün olmayan yerlerde bulunan
ayıpların hakkında, tek bir kadının şahitlik etmesi kâfidir.
Doğan çocuğun doğduktan
sonra seslenmesi, üzerine cenaze namazı kılınması için bir kadının şahitliği
kâfidir, fakat; (İmam-ı Âzam (R.A.,)'a göre) irste (miras almada da) bir kadının
şahitliği kâfi değildir,
îmâmeyn (R.A.)'e göre ise,
irs hakkında da bir kadının şahitlik etmesi kâfidir. Eğer ki hasım olan kimse,
şahit olan kimseye «Bu şahit, adaletli ve sözünde sâdıktır» dese (lâkin hatâ
etti veya unuttu sözünü söylemese )hak sabit olur.
Bunlardan başka da; iki
erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitlikleri kâfidir, gerek şahitlik
ettikleri şey mal (Para - Eşya v.s. gibi,) olsun, gerekse nikâh Rada'
(emişmek), talâk, vekâlet ve vasiyet gibi mâlî dâva olmayan dâva olsun.
Bütün bu kısımlarda şahidin hepsinde, hürriyet, İslâm,
Adalet ve (Hâkim huzurunda) şehâdet lafzı da (Eşhedü - Ben şahadet ederim ki
demekte) şart kılındı. (Zimmînin müslüman üzerine, kölenin, hür üzerine
şahitlikleri ve fâsıkın şahitliği muteber sayılmaz. Adalet demek: bir kimsenin
hasenatı - güzel amelleri - seyyiâtına - çirkin emellerine - galip olmasıdır)
Öyle ise şahit, bilirim veya
yâkininı budur (gibi kelimelerle) söyler de, (şahitlik ederim demezse,
şahitliği) sahih olmaz.
(înıam-ı Âzam uR.A.»'a göre)
Hâkim, hadler ve kaved (katili maktul yerine kısas etmek,) deki şahitlik hâriç,
diğer şahitlikler de, hasım ola* kimse şâhid hakkında alıp tutmadığı müdüet
şahidin hamulen (sicilinden) Sormaz (tetkik edip incelemez). Imâmeya (R.A.)'e
göre ise, şâir hu-kukda (hadler ve kısaslardan başkasında) Hâkun, gizli ve
açıkça şahitlerin hallerini sorar - tetkik eder.
Zamanımızda (fesad haddini
tecâvüz ettiği için,) fetvada buradadır.
Zamanımızda (fitnenin
meydana gelmesi korkusundan dolayı) şahidin hâlinden gizlice soruşturmak
kâfidir. Şâhi4i tezkiye etmede (temize çıkarmada) temiz çıkaranın «o şâhid
d«rüstd«r» sözü, esah olan kavilde kifayet eder.
Denildi ki, şahidi
tezkiyede, tezkiye edenin, «o şâhid, şehâdeti dâiî olan dürüst kimsedir» demesi
elbette lâzımdır.
Hasmın, şahit olan kimseye
«Şahit dürüst kimsedir velâkin hatâ mişdir, veya unutmuştur» sözü ile tezkiye
(Öğmek) sahih değildir.
Âdil bir şahsın gizli olarak
tezkiye etmesi (öğmesi), şahit için terce-mesi (Şahidin lisânına aşina olmayan
Hâkim'e şahidin sözünü tercüme ve tefsiri,) ve Hâkim tarafından medheden kimseye
gidip gelen kimse olması kifayet eder. İki tane medhedici ihtiyattır. İmam-ı
Muhammed (R.A.)'a göre iki olmak elbette lâzımdır.
Açıktan yapılan medihde hürriyet şarttır. Gizli olarak
yapılan me-dihde ise, hürriyet şart değildir.
Şâhid olan kimse, şâlıidlik
etmek iktizâ ettiğinde, her işittiği şey ile ve her gördüğü şey ile şâhidlik
eder, bey, (Satanın «Sattım ve alanın da aldım» demesi) ve ikrar (ufalan kimseye
şu kadar borcum var» demesi,) hâkimin hükmü, kasb (Zulümle almak) ve kafi gibi
şeylerden, o kimse üzerine, şahit tutamasalar da yine şahitlik eder.
Şahit, şahitlik ettiği
zamanda «falan kimse, falan kimseye falan şey'i sattığına şahadet ederim,
demeli, falan kimse beni şahadet ettirdi» dememelidir,
Şâhid olan kimse,
kendisinden başka olan şahidin şehâdeti üzerine şâhidlik etmemelidir ki, diğer
şâhid şâhidliği yerine getirdiğini işittiği zamanda, veya asıl şâiiid diğer
birini o şahadet üzerine ş&kid tuttuğa zaman da, başka bir kimse varıp şâhidlik
etse, kendisi şâhidliğe tâyin edilmediği müddetçe caiz değildir. (Meselâ: Bir
kimse, asıl şâhid iken «ben şâhidlik yapmak için gidemeyeceğim, size bu hususta
şâhid tutarım» dese de başka bir kimse kendisine şâhidlik teklif otamnadan varıp
şaUicUik de yapsa, caiz değildir. Ama şâhid tutulduğu zaman caizdir,).
Şâhid, Hâkim ve râvi olan
(Hadis rivayet eden) kimse, sâdece hattına ('yazışma) bakmakla amel edemez,
bunların her birisi kendi yazısı olduğunu hatırlamadığı müddet (Zira yazılar
birbirine benaerler, bu cihetten İmam-ı Âzam (R.A./a göre ilim meydana gelmez).
İmâmeyn (R.A.)'a göre ise,
sâdece yazısına bakmakta şâhidlik .caiz olur, eğer o yazı her birinin yanında
saklanmış olursa, (şâhidlik yapmak isteyen kimse, falan kadınla evlendi demek
gibi), ve bir kimse, bizzat gördüğüne şehâdet edebilir. Fakat nesebde (falan
kimse, falanın oğlu gibij, ölümde (falan ölü gibi), nikâhda (falan kimse, falan
kadını nikahladı gibi). Duhuida (falan kimse, faiaua yaklaştı demek gibi),
Vt&yeti Kâzide (Hâkimin hükmünde, falan kimse sultan tarafından kazıya
hükmetmeğe mütevelli oldu demek gibi) ve vakfın aslında (falan kimse bu evi
falan camiye vakfetti demek gibi ki, bu zikredilen eşyanın sabit olmağında
işitmekle şahitlik etmek kifayet eder. Muayeneye bizzat görüp tâyin etmeğe lüzum
yoktur).
Bu zikroâımott eşya sâdece
işitmekte sabit olur, bu eşyamn Jb&r birisini sözüne itimâd edilir iki adalet
sahibi erkek veya adaletli bir erkekle adâieiii iki kachn haber verdikleri
zamanda.
Bir kimsenin ölümünün sabit
olmasından velevki şahit hünsa (erkek ve dişiliği belli olmayan şahıs) da olsa,
adaletli bir şahsın şahitliği kifayet eder, muhtar olan kavilde budur.
Bir kimse, başka bir kimseyi
bâkunâı hüküm verdiği dâirede, hâkimin oturuşu gibi otururken görse, ve bîr
takım hasımların ve dâva sahip-terİma o şahsın yanma girdiklerini d« görse,
seren kimse eratla «turan şahıs bakimdir, diye ş&hîtHk eder.
Bîr kimse, bir erkekle bir
kadını beraber bir meskende sfikln olduklarım (otarodukUrau,) görür. Ve o,
erkekle kadın arasında, k««-k»ea arasında meydana gelen yaklaşmak, karışmak ve
oynaşmak oluyorsa, gören çains o <kadım) âSeei diye hükmetsin.
Bîr kûııse, başka bir
kimsenin «finde ââ«n$den (adamlardan) beşini bir şey görse, ve o gördüğü
şahısta, elindeki şey'i mülk sahiplerinin kullandıkları gibi kullanıyorsa,
gören kimse o, kullandığı şey kullanan, kimsenin diye şahitlik eder, eğer o,
şahidin kalbine bu kullanılan şey onundur, diye düşerse (zİrâ görünüş
itibariyle o şey elde bulunmak mülkiyet olduğuna delildir,).
Eğer o başkasının erindeki
ofan insan olsa, göreu kimse d* köle olduğunu bilse veya kendi nefsinden tâbir
etmeye muktedir olmayan kü-çüfc olsa, yme e elinde olan şahsın müHtü diye
şâhidlik eder.
Bir kimse,. Zeyd'in defnedildiğinde hâzır buhmchiğıma ve
üzerine cenaze namazı kıldığma şahitlik etse, şahitliği kabui olunur ve Böyle
olduğa aşikârdır.
Âmâ (kör) olan kimsenin şahitliği (tmam-ı Âzam «R.A.»'a
göre), kabul olunmaz. (İmam-ı Muhammed «R.A.»'e göre işittirmek ile caiz, olan
eşyada caizdir,)
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)
muhaliftir. Âmâ o şehâdeti gözü açıkken tahmil etse (üzerine alsa), âmâ iken onu
eda etmek caizdir.
Köle ile sabinin (çocuğun,) şahitlikleri kabul olunmaz,
meğer ki, köle o şahitliği kölelik zamanında, sabi, sabîlik zamanında tahmil
edip (üzerine alıp) köle azad olduktan ve sabi de baliğ olduktan sonra edfi
etmiş olsalar, o zaman şahitlikleri caiz olur
İftirada» dolayı had olunmuş kimsenin şahitliği, tevbe etse
de olunmaz, aacak kâfir olduğu holde had olunsa, sonra da raüslüman oka, bu
takdirde jşâhidliği kabul olunur
Kendi aslına (yâni babasına; her ne kadar yukarıya çıksa da
(babasının, babası onun babası...) ve fer'ine (oğluna) h«r ne kadar aşağıya
inse de (oğlunun oğlu- gibij şahitliği kabul olunmaz
Kendi kölesine (ve köle
kendi efendisine), mükâtebine ve kan ile kocanın, bîrinin' diğerine şahitlikleri
kabul olunmaz.
Ortağın kendi ortağına,
şirketleri ile ilgili olan şeylerde şahitlikleri kaimi olunmaz. (Çünkü menfaat
diğer ortağa aittir, ama kendi şirketleri ile ilgili olmayan şeylerde,
biribirine şahitlikleri makbuldür).
Kendisini kadına benzetip,
kendrsine Fahişe (Livâta) ettiren Puşt -İbnenin şahitliği (fâsik kısmından
oîduğu için) kabul olunmaz.
Başkalarının ölümünde yüksek sesle Ölünün iyiliklerine dâir
şeyler söyleyip ağlayan kadın İle, oyun (çalgı) âleti ile ve aletsiz teğanni
yapan kardaım şahitliği kahul cjlunmaz.
Dünya işlerine taaHûk eden,
düşmanlıktan dolayı düşman olan (Hamın elan) kimsenin diğer hasmına şahitlik
etmesi kabul olunmaz.
Çalgı âleti ile şarap içmeye müptelâ olan kimsenin
şahitliği kabul olunmaz. (Zira dininde haram olan şey'i irtikâp etmiştir,
çalgısız - oyun-suz içki içenin dahi şahitliği kabul olunmaz. Zira haranı
irtikâp etmiştir,) .
Kuşlarla veya tanbur (saz) la oynayıp - çalan kimsenin şahitliği katwl olunmaz
(zira vakitlerini oyun ile zayi ettiği cihetten fâsik addedilir, yalnız evinde
oyun ve şâire için değil de besleyip terbiye yapmak İçin güvercin taşımak, haram
olmayıp mubahtır)
Veya onun ve çalgı ile
insanları başına toplayıp onlara teğânnisini işittiren kimsenin veya tavla
oynayanın veya satranç denilen oyun âleti ile kumar oynayanın veya satranç
sebebiyle namazı geçirenin, veya Haddi
îcap eden şey'i irtikâp edenin, veya Ribâ (Tâiz) yiyen
kimsenin, veya ha-mam'a peştemalsiz girenin (zira avret yerini açmak haramdır,),
veya kendisini küçük düşürecek harekette bulunan kimsenin, yola abdest bozmak
veya yolda yemek yemek gibi (Zira yola abdest bozmak ve yolda yemek - yemek
şehâdeti düşürür), veyahutta selefe (Eshâb'ı Güzîn ve SâdatJı Tâbi'in «R.A.»'e)
açıktan sebbeden. (Sövüp sayan) m şahitliği kabul olunmaz .
Ehli hevâ olan kimselerin
şahitlikleri mû'teber olur. (Zira bunlar cihetinden fâşıktırlar, fâsik olmaları
cihetleri yalan söylemeye mâni'dir, bu cihetten şahitlikleri muteber sayılır.
Ehli hevâdan murad, bid'ât sahipleridir) .
Ancak hattâbiye olan
taifenin (Râfİzilerin) şahitlikleri muteber sayılmaz.
Zimmîlerin (vatandaş
gayrimüslimlerin) kendileri gibi zimmîîere şahitlikleri muteberdir, her ne kadar
mîllet cihetinden muhtelif olurlarsa da ( Meselâ: Nasrâninin Yehûdi üzerine ve
Yehûdinin de Nasrânî üzerine şahitliği muteberdir.
Zimmî'nin müste'nıin
(Mülteci) üzerine şahitliği muteberdir, aksi (yâni mültecinin zimmî üzerine
şahitliği muteber) değildir.
Mültecinin, kendisi gibi
mülteciye şahitliği muteberdir, eğer bir memleketten iseler ('eğer ki
memleketleri ayrı ise şahitlikleri muteber değildir).
Din sebebiyle olan
düşmanının (hasmının,) şahitliği muteberdir.
Günahı sağîrayı (küçük
günahı) işlerde - Günahı Kebâir (Büyük Günah) tan tamamen kaçınır ve sevabı
hatasına galip olursa (iyilikleri, kötülüklerinden daha fazla olursa) şahitliği
muteberdir.
Sünnetsız olanın, iki
husyesi (yumurtaları) çıkmış kimsenin, Veled'i Zinanın (Zinadan doğan çocuğun),
Hunsamn ferkek ve dişiliği belli olmayanın), ummâlin (Haraç yiyen - İmanım,
devlet reisinin) ve âzad olunmuş kimsenin, kendi azatlısına şahitliği
muteberdir.
Hâli şehâdette muteber olan
şahitliği yerine getirme vaktidir, şahitliği tahammül ettiği (şahit olduğu,)
vakit değirdir.
Bir ölünün iki oğlu babaları
Zeyd'i, vâsi ettiğine şahitlik etseler, ve Zeyd'de (Ali, Veli ve emsali isimli
kimse de) vâsi olduğunu iddia etse, o iki oğlunun şahitlikleri muteber sayılır.
(Halbuki kıyasen, fer'in asla şahitliği caiz değil'dir). Eğer Zeyd, vâsi
olduğunu inkâr ederse, oğlanlarının şahitlikleri muteber sayılmaz.
Bir şahsın, iki oğlu kâip
olan babalarının, Zeyd'i, falan kimsede olan alacağın m alınmasına vekil tâyin ettiğine şahitlik
etselre, Zeyd vekil ol-duğıuıu İddiada bulunsa da oğlanların şahitlikleri
muteber sayılmaz.
Eğer ki, bir ölünün iki
alacaklısı «bizim alacaklı olduğumuz falan ölü, Zeyd'i vâsi tâyin ettin diye
şahitlik etseler, halbuki Zeyd'de vâsi olduğunu İddiada bulunsa, o iki
alacaklının şahitlikleri muteber sayılır.
Bir ölünün iki alacaklısı
veya kendi vasiyet ettiği iki kimse veyahutta kendisinin iki vâsisi olan
kimseler Zeyd'i vâsi tâyin ettiğine şahitlik et-! seîer, yine şahitlikleri muteber sayılır.
Cerh'i miicerred üzerine
(iâsık veya paralı olduklarına) şahitlik et-1 mek muteber sayılmaz; O cerh'i
mücerred ki, hakkı şer'î İçin (Haddia vâ-j cip olması gihi) ve köle ifin (malın
vacip »İması gibi) hak îcâb etmeksizin onun sebebiyle fâsüt olıır. Meselâ:
Dâvâlı olan kimse o davacının şâ-| lıidi hakkında «bunlar fâsıklardır
veya Ribâ yiyicilerdir veyanutta bu, şahitleri îcâr ile (para verip) tuttun» demek gibi.
Davacı olan kimse, «o
şahinlerin fasile oMuManna ikrar ettiğin* şâ-ihidHfc etse, kahrıl olunur, ve
köle olduklarına veya iftiradan dolayı had-; dö4tmdttkfarm» veya îçkki
olduklarnıa veya iftiracı olduklarına veya dâ>-vacintn arkadaşları olduklarına
veya davacı onları falan: miktara sâhrHHc irin îcâra tuttu demesi veya o îcâr
parasını benim kendi yanımda olan paraaJan1 verdi veya ben onları falan miktara
sulh ettim Teya a mikdart onlara benim üzerime, (aJevhime^ şahitlik etmemeleri
için verdim, dinlemeyip şâhidlik ettiler» diye sâhidlik etse kabul olunur.
Bir kimse, bir Meclisde Hâkim huzurunda şâhitKk yapılan
meclisden ayriîmasa, bir husus için şâftidîik edro ve «ben şAhHlrjHmin bir
kısmında vehm ve hatâ ettim-» dese (yâni, şahitliğimde ilâve ettim veya noKsan
söyledim dese) o şâhid Adâîetii ('Dürifet) ise, şahadeti kabul olunur.
Şahitliğin dâvaya uygun
olması şart kılındı.
Bir kimse, bir kimsenin
Üzerine bir evi satın almak veya irs yoluyla sahip olmak iddiasında bulunsa, (Bu
husus için şahitler toplatılır, şahitleri talep olunduğu zamanda) mutlak mülke
şahitlik etseler, şahitlikleri reddolunur. (Zira davacı yeniliğe iddia ettiği
halde şâhidler mülkü eski olduğuna şahitlik ettiler, bu ise muhaliftir).
Bunun aksini iddiada, kabul
olunur ("Meselâ: Davacı mutlak mülkü iddia etse, ve şahitler de bir muayyen
mülke şahitlik etseler, şahitlikleri kabul olunur).
Şahitlerin lafızda ve mânada
ittifak etmesi (İmam-i Âzam «R.A.»'a göre) şart kılındı (İmâmeyn «R.A.»'a göre
ise, yalnız mânada muvafakat olunması kifayet eder).
İki şahidin birisi, «bu
adamın, bu adamda bin dirhem alacağı vardır» diye şahitlik etse, veya «yüz
dirhemi vardır» dese ve «hanımını bir talâkla boşadı» diye şahitlik etse, diğeri
de, «iki bin dirhemi vardır» dese veya «ikiyüz dirhemi vardır» dese veyahutta
hanımını iki talâk veya üç talâkla boşadığına şahitlik etse, (Şahitliklerinde
ihtilâf bulunduğu için) şahitlikleri kabul olunmaz.
İmâmeyn (R.A.)'e göre ise,
ekalde (Yâni az olanda) kabul olunur (Zira aza ittifak ettiler).
İki şahidin birisi, bin
dirheme şahitlik etse, diğeri de bin yüz dirheme şahitlik etse, davacı olan
kimsede ekser olan mikdarı fBin yüz dirhemi) dâva etse, Ulemânın ittifakiyle
ancak binde kabul olunur. (Zira şahidin ikisi de lâf zan ve manen bine ittifak
etmişlerdir).
İki şahidin birisi, yüz
dirheme, diğeri yüz on dirheme şahitlik etseler, yine şahitlikleri yüzde kabul
olunur.
Biri bir talakla boşadığına,
diğeri de bir ve yarım (birbuçuk) talakla boşadığına şahitlik etseler, yine
şahitlikleri bir talakta kabul olunur.
Eğer iki şâhıt, bir adama
bin dirhem borç ile veya ödünç verilmiş bin dirheme şahitlik etseler, ve bu iki
şahidin biri şahitliğinden sonra zikro-lunan binden bir miktarını Ödedi dese, o
şehâdet bin dirheme kabul olunur. (Zira ikisinin ittifakı üzerine'dir). Onbin
dirhemden borçlu beşyüzü ödediğine şahitliği kabul olunmaz, başka bir şahit o
beşyüzü ödediğine şahitlik etmediği müddet (İmam-ı Ebû Yûsuf «B.A.» dan bir
rivayette, beşyüz dirheme hüküm verilir).
Ödenen borcun mikdarını
bilen kimse, davacı olan kimse o ödenen kısmın (beşyüz dirhemin) alındığına
ikrar edene kadar (Zulme yardımcı olmaması için.) şahitlik etmemelidir.
Eğer iki şahit, Mekke-i
Mükerreme'de Kurban Bayramı gününde Amr'ın Zeyd'i öldürdüğüne sahicilik etseler,
diğer iki şâhid de Amr'in Zeyd'i Kurban Bayramı gününde Küfede öldürdüğüne
şahitlik etseler, bu iki fırkanın da (Yâni dört şahidin de) şahitlikleri
reddolunur.
Eğer Hâkim, ikinci şahitler
gelmeden önce, birinci şahitlerin şehâ-deti üzerine hükmetse (kararını verse),
sonra gelen delil bâiıl olur, (Zira evvelki şahitler ile hükmetmek lâhik oldu,
evvelki karar zımnen ikinciyi iptal etti, bozdu).
İki kimse, bir kimsenin
sığır çaldığına şahitlik etseler, ve o sığırın renginde ihtilâf etseler (Meselâ;
Biri siyah - diğeri sarıdır dese îmam-i Âzam «R.A.» göre) çalan adamın eli
kesilir.
Eğer, şahitler çalınan
sığırın erkek ve dişi olmasında ihtilâf etseler (Yâni, şahidin biri erkek diğeri
de dişidir, deseler) O çalanın eli kesilmez, imâmeyn (R.A.) e göre ise, iki
surette de kesilmez. (Zira §âhit olunan hayvanda ihtilâf meydana gelmiştir).
Gasp (Zorla alma) suretinde
şehâdet kabul olunmaz (Meselâ: Şahidin biri Gasbettiği sığır beyaz idi ve
diğeri de siyah idi dese) ulemânın (imamların) ittifakiyle şahitlikleri
kabul olunmaz.
İki şahidin, biri «Zeyd bu
köleyi falan kimseden bir dirheme satın aldı veya bu köleyi bin dirhem üzerine
mükâtep kıldı» diye şahitlik etse, ve diğeri de «bin yüz dirheme satın aldı»
diye şahitlik etse, her ikisinin de şahitlikleri reddolunur.
Mal üzerine âzad olunan
kölede de şahitlik reddolunur. Kavedden sulh olmakta (katili maktul yerine kısas
yapmaktaki sulhta) şâhidlik reddolunur. (Meselâ : maktulün velisi ile katil
kısasa müstehak olmuşken, katil kısastan kurtulmak için bir mikdar üezrine sulh
olsalar, maktulün velisi olan kimse bin yüz üzerine sulh olduk dediğine
beyyine-delil getirse, ikisinin de beyyinesi reddolunur).
Rehinde de reddolunur.
(Meselâ: rehin veren kimse, bin dirheme re-lündir, diye delil gösterse, rehin
alanda bin yüz dirheme delil gösterse, şahitlikleri reddolunur).
Bedeli Hulü'da da reddolunur
(Meselâ: Karı ile koca bedeli Hul'un miktarında ihtilâf etseler, ve her birisi
dâvasına mutabık delil gösterse reddolunur). Birinci surette, köle,
ikinci surette katil, üçüncüde rehin yenen ve dördüncüde kadın iddia etse (Zira cümlesinden murad akdi
istettir, bu ise ihtilaflıdır. Bu cihetten şehâdet kabul olunmaz).
Eğer dâva diğer başkasından
olsa (yâni, zikrolunan dördün mukabelesinde olan dördden olsa,) deyn dâvası
gibi kabul olunur. (Meselâ: efendi kölesinin bin dirheme azat olunmasını iddia
etse, ve kölede beş-yüz dirheme azat edildiğine dâva etse ve maktulün velisi
kısas olan kîm-öc Jün dirheme sulh olduğunu iddia etse, ve katil de beşyüz
dirheme sulh «Jdnğtınu iddia etse, bu iki surette de deyn dâvası gibi ekalli -
azı «zerine sabit olur).
İcarda, bey' (alış veriş)
gibidir, müddetin ifk zamanında (Yâni, kâr dâvası, îcâr müddetinden evvel
üzerine pazarlık yapılan şeyin istifasından evvel olsa ve şahitler şehâdette
ihtilâf etseler, şahitlikleri kaimi olunmaz. Nitekim alış - verişde ihtilâf
olduğu zamanda sahih ormaz).
Eğer dâva müddeti geçtikten
sonra olursa, deyn (alacak) gibi oîur. (Yâni azı üzerine sabit olur).
Nikâhta şehâdet, istihsâııen
bin ile kabul olunur.
(Meselâ : Efendisi,
ailesinin mehrî bin dirhem diye iddia etse, ve delil - şahit dikse, ailesi de
mihrin iki bin dirhem oMuğnnu iddia edip delil ve şahit dikse, bin dirheme kabul
olunur. Zîrâ ikisinin şehâdeti de binde müttefiktir).
İddiada bulunan kimse, ister
azı dâva etsm, isterse çoğu dâva etsin fark yoktur. İmâmeyn : Nikâhta şehâdet
reddolunur, alış - verigde red-dolunduğu gibi, dediler.
İrse tealluk eden şehâdette,
şehâdeünde ufalan kimse vefat etti.ve iddia eden kimse için mîras terk etti»
diye veya «falan kimse, vefat etti ve bu şey onun mülküdür veya bu şey öleceği
zaman onun elinde idi» diy« cer (çekmek) elbette lâzımdır. İmam'ı Ebû Yûsuf
(R.A.) muhaliftir (yâni o çekmeyi şart kılmaz).
Şahit olan kimse, «bu şey,
iddia edenin babasımn'dır ve elinde bulu-naa zâte ariyet olarak koymuştur veya
elinde bulunan kimse o şey'i bu iddia edenin babasında vedia femânet) olarak
koymuştur» diye dâva ve şehâdet etse, (sağa-sola) çekmeksizin
kabul olunur,
Eğer şahit olan kimseler,
«Muhakkak bu şey falan tarihte iddia edenin elinde idi» diye şahitlik etseler,
şahitlikleri reddolunur.
Eğer iki şahit, bu ş.ey
iddia edenin mülkü idi, dîye şahitlik etseler, şahitlikleri kabul olunur.
Eğer iddia olunan kimse, bu
şey'i iddia edenin elinde idi diye ikrar etseler, iddia olunan kimse o şeyi
iddiada bulunana vermeye emrofaınur.
Şahitler, iddia olunanın üzerine bu şey iddiada bulananın
elinde idi, diye ikrarda bulunsalar, yine o gey'i iddiada bulunana vermeye
emro-Jumir
Şehâdet üzerine şehâdet, had
ve kısastan başkasında (istihsânen,) kabul olunur, her ne kadar mükerrer de
olsa.
Şehâdet üzerine şehâdette, o asıl şahidin ölüm, veya
hastalık veyahut da sefer sebebiyle, muhakemeye gelmesi müteazzir olmak (Mümkün
olmamak) şart kılındı .
Asıl şahidin her birinin yerine, İki şahidin şahitlik
etmesi şart ki-İmdi, asıl şahidin fer'ileri biri asıl diğerinin ferlerine
mütegayyir olması (yâni, başka olması) şart değildir
.
Şehâdet üzerine şehâdet
olunmasının sıfatı: Asıl olan şâhid, fer'i olan şahide «falan şey'e falan minval
üzere şehâdet ettiğine şahitlik et» der, fer'î olan kimsede edâ zamanı «ben
şahitlik ederim ki; Muhakkak falan kimse falan şey'e şehâdetine beni şahitlik
kıldı ve bana dedi ki, falan mânaya (bir şeye) şehâdetim
üzerine şahitlik et.»
Fer'i olan şâhit'in, asıl
olan şahidi tâ'dil etmesi (Tasdik ve laması.) ve iki şahidin birisi
diğerini tâ'dil etmesi sahihtr.
Eğer ter'î olan kimse, asıl
olanın tâdili hakkında sükût edip tâ'dil etmese, fer'in asıl üzerine şehâdeti
caizdir.
İmam'i Ebû Yûsuf (U.A.)'a
göre, Hâkim, asıl olan şahidin hâline nazar eder (bakar), eğer huzurunda aslın
adaleti sabit olursa, fer'in dahi kabul olunur. İmam-ı Muhammed CR.A.): aslın
şehâdeti reddolunur, dedi (zira şehâdeti bâtıl olur muteber olmaz).
Fer'i olan iki şahit, asıl
olan iki şahidin şahitlikleri üzere bir kadına, «Bu kadın falan kızı falandır»
diye şahitlik etseler, ve fer'i olan şahitler de «o asıl şahitler bize haber
verdiler ki, kendileri bu kadını falan kızı falan idiğini bilirler» deseler,
iddia eden de hâkimin huzuruna bir kadın getirse, o iki şâhid bu kadın o (falan
kızı) hanım mıdır, değil mij. dir? Bilemeseler, Hâkim iddiada bulunana bu o
kadın olduğuna iki şâhid getirdiler, gelen şâhidler de bu, o üzerine şehâdet
olunmuş olan kadındır, demeleri lâzımdır.
Şehâdetin naklinde (bir
hâkimin diğer hâkime mahkemesini naklinp Ûe) de diğer iki şahide ihtiyaç vardır.
Eğer iki şahit zikri geçen
iki surette (Şehâdet ve hâkimin yazması) ö kadın üzerine şehâdet ettiklerinde
«falan kızı falan temimiye kabile^ sinden» deseler caiz olmaz, tâki o kadını
mahza (mahsus olduğu kabilesine) mensup kılmalıdırlar, ('Zira bu tarif nisbeti
makamına kâimdir).
Bir kimseden
bahsolunduğunda, o kimseyi dedesi İle veya mensup olduğu kabile ile veyahutta
nisbeti hâssa ile tarif etmekle tarif tam hâsıl olur.
Bir kimseyi Mısır'a
(Vilâyete) veya büyük mahalleye nisbet etmety nisbeti âmmedir.
Küçük sokağa nisbet etmek ise, nisbeti hâssadır.
Şahitlik ettikten sonra şâhitlikden rücû, etmek ('caymak)
sahih (caiz) olmaz, ancak hâkimin huzurunda sahih olur
Aleyhinde şahitlik edilen
kimse, şahitlerin şahitlikten yaz geçtiklerini, Hâkimin hüküm verdiği meclisden
haşka yerde dâva etse, o şahitlerin şahitlikten vaz geçmediklerine yemin
ettirilmezler.
Aleyhine şahitlik edilen
kimsenin, şahidin şahitlikten vaz geçmediğine delil kabul olunmaz.
Aleyhine iddia edilen kimse,
o şehâdetten dönmenin Hâkimin hüküm verdiği meclîste vâki olup, mali o iki
şahide tazmin ettiğini iddiada bulunsa yukarıdaki mes'elenin hilafı (aksi,) dir
(yâni Hâkimin huzurunda rÜ€Û olduğundan, dâvası kabul olur).
Eğer şahitler, şahitliği yaptıktan sonra ve hâkimin
kararından evvel yaptıkları şahitlikten vaz geçseler, bunların yaptıkları
şahitlikleri ile hâkim kararını vermez, ve eğer Hâkimin kararından sonra
şahitlikten vaz geçseler, Hâkim bunların şahitlikleri ile verdiği kararı bozmaz
Şahitler, şahitlikleri
sehebiyle bir şey'in telef olmasına sebep olsalar, o şeyi tazmin ederler,
davacı, dâva ettiği şey'i kabzettiği (teslim aldığı) zaman o şey gerek (para
gibi) deyn olsun ve gerekse ("Sığır ve koyun gibi) ayn olsun (fakat; o iddia
olunan şey teslim alınmazsa, tazmin etmek vacip olmaz).
İki şahidin biri yaptığı şehâdetten vaz geçse, şahitlik
ettiği şey'in yarısını tazmin eder
Şehâdetten vaz geçmeden
itibar, vaz geçenlerin hâricinde baki kalanlar içindir, vaz geçenler için
değildir.
Üç kişi şahitlik yaptığı
halde, birisi bilâhare şahitlikten cayarsa, kendisine hiçbir şey lâzım gelmez.
(Çünkü şahitlik nisabı baki kalır), eğer
bundan sonra diğer birisi de dönerse, dönen iki şahit malın yarisımj taz-min
ederler.
Eğer bir erkekle iki kadın
şahit oldukları halde, kadının birisi şahitlikten cayarsa cayan kimse, malın
dörtte birini (1/4 ünü) tazmin eder, eğer şâhid olan kadının ikisi cayarsa,
cayan kadınlar, malin yarısın! (1/2 sini) tazmin ederler.
Bir erkekle «On kadın şâhid
olur da, bilâhare kadının sekizi şâhit-likden dönerse, o dönenlere hiçbir şey
lâzım gelmez. Eğer dokuzuncu kadın da cayarsa, cayanlann hepsi (dokuzu) birden
malın dörtte birini (1/4 ünü) tazmin ederler.
Eğer kadının onu da
şahitlikten dönerlerse, malın yarısını tazmin ederler.
Erkekle kadınlar birden
cayarlarsa, İmam-ı Âzam R.A.'a göre, malın altıda birisini (1/6 sini) erkek ve
geri kalan diğer aliıda beşi (5/6 sını^ kadınlar tazmin ederler.
İmâmeyn (R.A.)'e göre ise,
malın yarısını erkek, diğer yarısını ka-j dinlar tazmin ederler.
Eğer iki erkek ile bir kadın
şahitlik etseler, sonra da şahitlikten (üçü de) caysaiar, ödemek ('tazminat)
sâdece iki erkek üzerinedir (zira bir kadının şehâdeti, şehâdet sayılmaz).
Bir kimse, hir kadına veya
bir erkek aralarında mihr'i müsemma (konuşulan mihir) i'e meydana gelen nikâha
şahitlik ettikten sonra, şahitlikten caysa, o şahitlikten caymakla .telef olan
(noksanlaşan,) mihri tazmin etmez. (Meselâ: Kadın erkekde bin dirhem mihır
olduğuna dâva etse, erkekte inkâr edip beşyüz dirhem iddiada bulunsa ve şahitler
bin dirhem olduğuna şahitlik ettikten sonra caysaiar, hiçbir şeyi tazmin
etmezler).
Ancak mihri misilden ziyâde
bir miktar ile şahitlik ettikten sonra caysaiar, o ziyâdeyi tazmin ederler.
Bir kimsenin temastan sonra
hanımını boşadığına dâir şahitlik yapıp bilâhare dönerlerse, hiçbir şey tazmin
etmezler Fakat; temastan evvel boşadığına şahitlik edip bilâhare dönseler,
mihrin yarısını tazmin ederleri
Bey'de falip satmada), o
satılanın kıymetinden az olan miktarı ile şahitlik etseler, o noksanı tazmin
ederler.
Köle azadında, o azâd
edilenin kıymetini tazmin eder. .
Kısasda ise, ancak diyet'i
tazmin eder, (Meselâ: iki şahit kısas hakkında şahitlik yapıp aleyhinde
şahitlik yapılan zât Öldürüldükten sonra şahitlikten dönerlerse, ancak diyete
çarptırılırlar, kısas lâzım olmaz. Yâni, öldürülmezler).
Fer'î olan şahit,
şâhitlikden dönerse, şehâdet ettiği şey'i tazmin eder. (Zira meydana gelen telef
kendi şahitliği sebebiyle meydana gelmiştir). Asıl olan şahit, şehâdetinden
dönüp «Ben fer'i şâhtdi şahitliğime, şahit yapmadım» dese, telef olan şey'i
tazmin etmez.
Eğer asıl olan şahit,
şehâdetini inkâr etmeyip, «ben o ferJi olan şahidi, şahit yaptım, fakat
yanlışlıkla yaptım» dese, İmam-ı Muhammed (R.AJ'e göre tazmin eder, İmam-i Âzam
ile İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, tazmin etmez.
Asıl şahitle fer'i olan
şahit, şahitlikten dönseler, yalnız fer'i olan şahit o telef olan şey'i tazmin
eder.
İmam-ı Muhammed (R.A.)'e
göre ise, aleyhine şahitlik edilen kimse, iki fırkanın (asıl ve fer'i şahidin)
hangisine isterse tazmin ettirir.
Fer'i olan şahidin, asıl
olana «Ben şahadetine şahitlik ettiğim asıl, yalan söyledi veya yanlış söyledi»
demesi hir şey ifâde etmez. fYâni : DU sözü, hükmü bozucu olmaz).
Eğer müzekkî olan (öğen -
temize çıkaran) kimse, tezkiyesinden dö'nse, İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre o şehâdet
olunan şey'i tazmin eder. (Zira tezkiye, şehâdetîn kabul olunmasına sebep vâki
olmuştur).
îmâmeyn (R.A.J
muhaliftirler (Yâni: onlara göre tazmin etmez).
Bir kimse, bir adamın evli
olmasına şahitlik ettikten sonra şehâdetinden dönse, hiçbh' şeyi tazmin etmez.
Eğer yenlin ettiğine
şahitlik edenle, şart ettiğine şahitlik eden kimseler, Hâkimin kararından sonra
şahadetlerinden dönseler, ancak yemin ettiğine şahitlik yapan kimse tazmin eder.
Eğer yalnız şart ettiğine
şahitlik eden kimse şahitliğinden vazgeçse, Meşâyih ihtilâf etmiştir. (Kimi
tazmin eder demiş, kimi de tazmin etmez demiştir. Sahih olan da tazmin
etmektir).
Bir kimsenin yalancı
şahitlik ettiği bilinse, derhal halk arasında hâ-kîm tarafından yalancı şahit
olduğu teşhir olunur ("herkese kaçınmaları için ilân edilir), ve İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre, tâzir olunmaz.
İmâmeyne göre, yalancı şahitlik yapan kimse, şiddetli bir
şekilde dövülür ve hapsolumır.
O (Vekâlet): Bir kimsenin
kendinden başka bir kimseyi tasarrufta ('İnsanın yapabileceği her işte) kendi
nefsi makamına dikmesidir, (Zira bâzan olur ki, adam kendisinin menfaatma olan
şeylere kadir olmaktan âciz olur, bu takdirde, menfaatîannı tamamlamak için
vekil tâyin etmek caizdir).
Vekâletin şartı : Müvekkilin
(Vekil tâyin edenin) tasarrufa mâlik (sahip) olmakliğidır. (Yâni tasarrufa mâlik
olmaktan murad, vekil tâyin eden âkil,
baliğ ve hür olmaktır, bu vasıflar bulunmazsa, vekil tâyin etmesi caiz
değildir).
Vekâletin bir şartı da :
Vekil olan kimsenin akdin ne olduğunu bilip ve kasdedenlerden olmalıdır
(ve'Gabn'i yesirden Gabn'i fahişi fark etmelidir,).
Hür-bâliğ (ergenleşen) kimsenin ve ticâretle me'zuıı olan
(Köle veya sabî) kimsenin, bir hür, baliğ veya me'zun veya mahcur (Ticarete
izin verilmeyen) fakat alış verişin, ne olduğunu bilen çocuğu veya ticarete
izin verilmeyen köleyi kendinin bizatihi kesinlikle söz İcra edeceği her şeyde
müvekkilin vekil tâyin etmesi sahih (caiz) olur .
Her hakkı vermek ve almak
hususunda vekil edinmek caiz olur. Ancak had'de (cezada) ve
kısasda, kendisi olmadığı halde vekil edinmez.
Husûmetlerde, hasmın rızası
olmak şartıyla bütün haklarda vekil tâyin etmek câiz'dir (Hasmın rızası olmazsa,
vekil tutmak caiz olmaz).
Ancak müvekkil (vekil tutan) kimse, Hâkimin hüküm vereceği
meclise gelemeyecek şekilde hasta olursa veya sefer mesafesi kadar (3 gün ve
daha fazla) mesafedeki bir yerde bulunuyorsa veya sefere Çıkmak istiyorsa,
veyahutta ('İster bakire olsun ister dul olsun) vekil tutan kimse kadın olur da,
Hâkimin huzuruna çıkmaya gayri mûtad (ahşkan olmaz -Beceriksiz) ise, hu takdirde
zikrolunan suretlerde (tmam-i Âzam «R.A.» a göre) Hasmın rızası şart kılınmaz
(Yâni, rızası olmazsa dahi vekil tuta-bilir) .
îraâmeyn (R.A.)'a göre ise,
mutlaka hasmın rızası şart değildir, (Yâni, Hasmın rızası olmasa bile, her
hususta vekil tutmak caizdir).
Ve ('Vekillerin yaptığı
muameleler iki kısma ayrılır Bir :) vekilin nefsine îzâfe ettiği (Yâni, kendim
için yapıyorum dediği) satış - alış, îcar ve ikrardan dolayı sulh gibi şeylerin
hakları vokil'e aittir. Vekil edenle hiçbir ilgisi yoktur. Eğer vekil olan kimse
ticâretten v.s. den men edilmiş (köle veya sahî) değilse.
Vekil, satılan malı
müşteriye teslim eder, (satmaya vekil isc^, alınan malı da teslim alır, (Satın
almaya vekil ise) parasını alır, satın aldığı zaman para kendisinden istenir
(eğer satmaya vekil ise), mebî, (Satılan mal) müstelıak olduğu zaman fyâni, mal
aldığı zaman) parası istenir. Para İle rücû olunur, vekilin satın aldığı şey'in
aybi (Kusuru) varsa geri vermek için mücâdele eder, kusurlu olan şey'i, eğer
vekil tutana teslim etmediyse, kusuruyla geri verir, eğer teslim etti ise, onu
testim etmez, ancak vekil tutan kimsenin izni ile teslim eder, vekil olan kimse,
kendi sattığının kusurunda (geri alması için) mücâdele olunur (yâni, ayıplı
sattığı geri verilir).
O. sattığının şûfVsinda
(Satılan bir akarı, ona komşu olan kimsenin öncelikle alabilme hakkında)
mücâdele olunur, eğer o satılan vekilin elinde ise, satın aldığının şüf asında
da mücâdele olunur.
Vekil olan kimse bir şey'i
dâva edip, isbat etse veya bir şey'i satın alsa, o şey'de mülkiyet iptida vekil
tutan için sabit olur.
Böyle olunca vekil olan
kimse, kendi yakınını vekâlet tarikiyle js alsa, üzerine âzad olunmaz CÇünkü
mülk, vekil tutanındır).
(Vekillerin yaptığı
muamelenin ikinci kısmı:),
Müvekkilin (kendisini vekil
kılana) izafe ettiği (onun için yapıyorum dediği,) müvekkili için nikâh
kabullenmek, hul'û (para ile boşanmak), yapmak, ikrardan ve kasten akıtılan
kandan Ötürü sulh yapmak, bedeli kitabet ve mal ile âzad olmak, hibe, sadaka,
ariyet vermek ve emânet koymak, rehin, Ödünç vermek, şirket ve nıûdarebe gibi
muamelelerde haklar vekil tutana teallûk eder.
O halde hanım, kocasının
vekilinden mİhrini istemez. Ve hanımın vekili onu kocasına teslim etmekle
mükellef değildir. Vekil olan kimseden bedeli Hulû (para ile boşanmak) da
istenmez. Vekil olan kimse, bir şey'i satsa, vekil eden kimse de gelip parayı
istese, müşteri (alan kimse) ona vermemezlİk yapabilir, parayı verdiği takdirde
de caiz olur. Vekil olan kimse, o parayı ikinci bir defa müşteriden isteyemez.
fZirâ para aslında vekil eden kimsenin hakkıdır ve onun eline geçmiştir).
Eğer müşteri olan kimsenin,
vekil tutan kimsede alacağı olsa, müşteri ile vekil tutan Ödeşirler. (Yâni,
alacağını borcuna mahsup ederler). _
Müşterinin vekilde alacağı
olsa, İmara-ı Azanı (R.A./a göre yine ödeşirler. İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)
muhaliftir (yâni, vekille ödeşemezler).
Müşterinin alacağı vekiide olduğu zaman vekille
ödeşirlerse, vekil olan kimse vekil tutanın hakkını tazmin eder
Eğer müşterinin alacağı, vekil ile vekil tutan kimsenin
ikisinde olursa, Ödeşmek ancak vekil tutanın borcu ile olur, vekilin borcu ile
olmaz (Yâni, müşteri ancak vekil tutan kimsede alacağına mahsup edebilir).
Muhtelif cinslere şâmil olan
şey'in satm alınmasına vekil tutmak I caiz değildir, rakîk (köle), elbise ve
hayvan gibi (Olan şeylerde vekil tutmak caiz değildir). Veya1 muhtelif cinsler
gibi olan eşyaya şâmil olan şey'in satm alınmasına vekil tutmak sahih değildir,
dâr (ev) gibi (zira bu dâr, mahalle, komşuluk, menfatlar ve muiâfik gibi
muhtelif cinslere şâmildir,), eğer zikrolunan eşyada pahası (fiatı) beyan olunsa
da (Vekil tutmak caiz değildir).
Vekil tutan kimse, satm
alınacak elbisenin nev'ini söylese, (Meselâ : Herevî) gibi bu takdirde,
vekil tutmak caiz olur.
Vekil tutan kimse, hayvanın
nev'ini söylese; (Meselâ:) At, Katır gibi ve evin fiatını ve mahallesini beyan
etse, veya rakik ('köle) cinsim beyan etse Meselâ : Abd (Köle) gibi veya kölenin
nev'ini beyan etse, (Türki-ye'li ve Habeşli gibi) veya bir fiat söylese ki o
fiat o şey'in nev'ini (Kölenin az veya çokluğunu.) beyan eder, veyahutta vekil
tutan kimse vekili ta'yinînde «Bana her gördüğün şey'i satın al» diye umum
söylese, yine vekil tutmak sahih olur.
Vekil tutan kimse vekilini,
taam almak için tutsa (Meselâ : «Bana taam satm aî» dese) O vekâlet buğday
ve un'a şâmil olur.
Denildi ki, para çok
olduğunda (Sekiz ve daha fazla dirhemde) Buğdaya, para az olduğunda (bir
dirhemden üçe kadar olduğunda) Ekmeğe ve para vasat (Orta,) olduğunda (Dört
dirhemden yediye kadar olduğunda) ise, Un'a şâmil olur. (Yâni para çok ise,
buğday satın al, az ise ekmek satm aî, orta ise un satm al demekle olur,).
Düğün sahibi olan kimse
vekil tâyin edip bir mikdar para verse, (bu paraya) bana taam satm al dese (para
gerek çok olsun, gerek az olsun ve gerekse orta olsun) ekmek satm almasına
şâmildir.
Vekil tutan kimsenin vekilin
zimmetinde olan aynı (Muayyen bir şey'i) satm almağa vekil yapması caizdir
(Meselâ: vekil tâyin «den kimse «benim sende olan alacağımla bana bu köleyi
satın almak için seni Vekil ettim» dese, bu tâyini caiz olur).
Muayyen olmayan şey'de,
Vekil olan kimsenin satm aldığı şey elinde helak olsa, o helak olan şey kendi
malindendir, eğer vekil tâyin eden kimse, onu teslim alır da elinde helak olmsa,
(İmam-ı Âzam «R.A.»'a göre) vekil tâyin eden kimsenin malilidendir.
İmâmeyn (R.A.) : O muayyen
olmayan şey, muayyende olduğu gibi vekil tutana lâzımdır, ve vekil onu teslim
aldığı zamanda helaki kendi üzerinedir, dediler.
Bu'mes'elede olan hilaf,
yukarda geçen mes'eledeki hilaf gibidir, vekil tâyin eden kimse vekile üzerinde
olan şeyJe (Para, mal v.s.) gibi teslim etmeğe emrettiği zaman veya sarfet
(sat) diye emrettiği zaman.
Bir adam, bir köleyi kendi
nefsini efendisinden satın almağa vekil tâyin etse, eğer köle olan kimse, kendi
efendisine «Bana nefsimi falan kimse için sat» dese, efendide «sana kendi
nefsini sattım» dese, o köle kendisini vekil tâyin eden adamın olur. Eğer köle
falanın nâmına deme-se âzad olunur.
Eğer köle olan kimse, başka
bir adamı, kendisini efendisinden satın almak için vekil tâyin etse, eğer vekil
olan kimse kölenin efendisine «Ben bu köleyi kendi nefsi için satm aldım» dese,
efendi de satsa, köle efendiden âzad edilmiş ohır, kölenin vekilliği efendisi
içindir (Mal, köle üzerinedir, vekile değildir).
Eğer vekil olan kimse, kendi
nefsine demezse, o köle vekilin olur, vekilin üzerine kölenin kıymeti lâzım
olur. Kölenin bedelinden dolayı vekile verdiği şey nıevlâsııımdır.
Kölenin satın alınmasına
vekil olan kimse, kendisini vekil tâyin eden kimseye «sana bir köle satın aldı
ve satın aldıktan sonra öldü dese» vekil tâyin eden kimsede «Sen onu kendin için
satm aldın, benim için almadın» dese, bu mes'elede söz, vekil tâyin eden
kimsenindir; eğer vefat eden kölenin kıymetini vekile teslim etmedi ise.
Eğer vekil tâyin eden parayı
vekile teslim etti ise, bu surette soz,
vekilindir.
Vekil olan kimse için, vekil
tâyin eden kimse nâmına satın aldığı şey'in parasını vekil tâyin edenden istemek
yetkisi vardır. (Zira vekil satıcı gibi olmuştur) - Her ne kadar vekil parayı
satana teslim etmese de, vekil parasını vekil tutan kimseden almak için aldığı
malı hapsetmeye de yetkilidir. Eğer satılan şey müşterinin (vekilin) hapsinden
evvel telef olsa, o telef olan şey âmirinin Üzerinedir (yâni, vekil tâyin
edenden gider). Ve satın alınan şey'e verilen para vekilden sakıt olmaz (belki
vekil olan kimse o parayı almak için
kendisim .vekil tâyin eden kimseye müracaat eder).
Eğer satılan şey vekilin
hapsinden sonra telef olsa, (İmam-ı Azam ile İmam-ı Mulıammed «R.A.»'a göre) o
para vekil tâyin edenden düşer, tmam-i Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, o satılan
§ey rehin gibidir.
Bir aynın (Muayyen bir
şey'in) satın alınmasına me'mur olan kimse için o, aynı kendisi için satın
alması lâyık ve caiz değildir.
Eğer vekil olan kimse,
oşey'İ pahasından tesmiye olunan şey'in aksi cinsi ile veya nakit (para1;) dan
başkası ile (ölçülen ve tartılan şeyler gibi) satm alırsa, o satın aldığı şey
vekil için vâki olur. (Zira vekil tutanın emrine muhalefet ektiği için ona vâki
olmuştur).
Vekil olan kimse, o vekil
olduğu fmuayyen) şey'in satın alınmasına, başka bir kimseyi vekil etse, ikinci
vekilde birinci vekil yok iken o şey'i satın alsa, yine satın alman şey
vekilindir. Eğer ikinci vekil o şey'i, birinci vekilin huzurunda satın aldı
ise, alman şey vekil tâyin eden içindir.
Muayyen olmayan şey'in
şırası (Satın alınması ve alman şey) vekil içindir. Meğer ki vekil akdi
(Pazarlığı) vekil tâyin edenin maline izafe etsin (Meselâ: «Ben falan şey'i bin
dirheme satm aldım ve bu bin dirhem vekil tâyin edenin mülküdür» dese) veya
mutlak söylese (Meselâ: «Falan şeyi bin dirheme sfctm aldım» dese), bu takdirde
satın alınan şey vekil tâyin edenin olur.
Parayı seleme vermek (Sulh
yapmak için vermek) ve sarrafta para bozdurmak akitîerinde Vekil olan kimsenin
müf araka ti itibar olunur. (Zira akdeden kendisidir. Onu teslim alması ile akit
tamam olur, eğer teslim almadan önce ayrılsa akid bâtıl olur) ve vekil tâyin
eden kimsenin (teslimden evvel) ayrılmadı itibar olunmaz. (Zira
akdedici değildir).
Eğer vekil olan kimse, bir
kimseye «Bana bu köleyi Zeyd için sat» dese, o kimse de satsa, bundan sonra
satın alan (Vekil) kimse (Zeyd için sözünü söyledikten sonra), Zeyd'in kendisine
o köleyi satın almasına verdiği emri inkârda bulunsa, bu takdirde Zeyd için o
köleyi cebren almak hakkıdır, eğer ki vekilin inkârını kabul etmezse, eğer
inkârını kabul ederse, o satılan köleyi.cebren almaz (Zira inkârım kabul
etmiştir,). Eğer satın alan vekil o köleyi Zeyd'e teslim ederse caiz olur.
Bir. kimse bir adamı bîr
batman eti bir dirheme satın alması için vekil tâyin etmiş olsa, vekil de batmam
bir dirheme satılan etten iki batmanım bir dirheme satm alsa, İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre: Vekil tâyin eden kimse bir iki batman etten bir batmanı yarım
dirhemle kabul eder.
Iınâmeyn (R.A.)'a göre ise,
iki batmanın hepsini bir dirheme alması lâzımdır (zira vekil tâyin eden kimse, o
bin dirhemi ete vermeye emretmişti, talihine o kadar geldi).
Bir kimse, bir adamı muayyen
iki kölenin satın alınmasına vekil tâyin etse, vekil de o iki kölenin birini
satm alıp diğerim almasa, bu alış câİz olur.
Bir kimse, bir adamı
kıymetleri müsavi olan iki köleyi bin dirheme satın almaya vekil tâyin etse,
halbuki iki kölenin birini bin dirhemin yarısına fBeşyüz dirhem) veya
yarısından azma satın alsa, îmam-i Azam (R.A.)'a göre caiz olur. Fakat
yarısından ziyâde olursa caiz değildir.
İmâmeyn (R.A.): O bir köleyi
bin dirhemin yarısı ve yarısından azına aldığında caiz olduğu gibi, yarısından
fazlasına alsa yine caiz olur, dediler. Eğer o kölede teğabiin - Gab-nü Yesir
olan eşyadan var ise. Eğer vekil, diğer köleyi husûmetten evvel bin dirhemden
kalanına satın alsa, üç imamın ittifakiyle câiz'dir.
Gayri muayyen olan bir
kölenin satın alınmasına vekil olan kimse, «Ben bu köleyi bin dirheme satm
aldım» dese, vekil tutan kimse de «Sen bu köleyi beşyüz dirheme satm aldın»
dese, bu takdirde eğer vekil tutan kimse o bin dirhemi vekile teslim etti ise,
köle de bin dirhem kıymetine değerse, vekil doğrulanıp, sözü kabul olunur.
Eğer bin dirhemi teslim
etmez de, köle bin dirheme değerse, vekil tutan kimse yemin teklif edilmeden
tasdik olunur, eğer köle bin dirheme değmezse, vekil ile vekil tutan yemin
ederler (Zira bu ikisi satanla alan hükmündedirlerj. Yeminden sonra köle
me'murun (vekilin) olur.
Bir kimse, pahası
söylenmeyen muayyen bir kölenin satm alınmasına vekil olsa, vekil o köleyi satm
aldıktan sonra, vekil ile vekil tutan kimse kölenin pahasında ihtilâf etseler,
yine yukarıdaki mes'ele gibidir.
Azhar olan kavilde satan kimsenin teslime (doğrulmasına)
itibar yoktur.
Alış - Verişe, vekil olan
kimsenin akdi (muamelesi), kendi şahadeti onlar hakkında reddolunan kimselerle
sahih olmaz ('Meselâ: Usul ve Furtı'u; şehâdeti haklarında sahih olmayıp, merdut
olduğu gibi vekâlet yoluyla onlar ile ahş. verişte caiz değildir). İmâmeyn
dediler ki, vekil olan o usul ve furu'a kıymeti misli ile (günlük fiatı ie) alış
veriş ve satış yapar. Ancak, köle ve mükâtepte caiz değildir.
Bey'a (Satışa) vekil olan
kimseye, o satılan şey'e, kıymetin azı ve çoğu ile ve meta' iîe satması caizdir
(Zira vekil mutlaktır).
İmâmeyn: Satmak caiz olmaz
ancak kıymeti misli ile (günlük kıy-metiylcj ve para ile satmak caizdir dediler.
Vekil olan kimsenin veresiye
satması İnıam-ı Âzam (R.A.)'a göre caizdir ve satmasına vekil olduğu şey'in
yarısını satması caizdir( eğer bölmesinde zarar yoksa), ve satmaya vekil olan
kimsenin, sattığı şey'in bedeli karşılığında kefil veya rehin alması da caizdir.
Bu takdirde kefilin üzerinde olan şey helak olsa veya elinde olan rehin zayi
olsa, vekil bunları tazmin etmez fZİrâ satışa vekil olan kimse,
bedelin aslını teslim alır, öyleyse rehin, vekil olmakta caizdir, vekilin
elindeki helak, vekil tutanın elindeki helak gibidir).
Vekil, sattığı şey'in
bedelini satın alan kimseye (teslim aldıktan sonra) hibe etse veya onu o
kıymetten ibra etse ve o bedelden bir miktarını müşterinin üzerinden had etse
(eksiltse, İmam-ı Âzam ile İmam-ı Mu-hammed* (R.A.)'a göre) caiz olur ve vekil
(vekil tutana o halde bedelin tamamım tazmin eder,), İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, zikrolunaıı suretlerin hepsinde caiz değildir (zira vekil tutanın
maline tasarruftur). - Vekil olan kimse, alan kimseye; sattığı şey'in bedelini
te'cil etse veya bedeli havale ile kabul etse, yine bu mes'eledeki hilaf,
yukarıdaki mes'e-ledeki, hilaf gibidir.
Eğer satışa vekil olan
kimse, müşteri (alıcı) olan kimseyi ikâle etse (satışı kaldırşa) sahihtir,
zikrolunan bedel müşteriden sakıt olur ve (tmam-ı Azam ile tmarn-i Muhammed
«R.A.»'e göre) vekil olan kimseye bedeli lâzım olur.
;
tmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, bu mes'elede zikrolunan bedel, müşteriden sakıt olmaz.
Satın almaya vekil edilen
bir kimse, bir şey'i normal kıymetin benzeri ile ve teğabün hâsıl olacak
şekilde îiyâdelikle (halkın kanabileceği bir fazlalıkla aldanarak) satın alsa, o
teğabün olan ziyâde takvim'i mu-kavveme ile takvim olan (Ekisperlerin - fîat
verenlerin tahminleri üzerine olan,) şeydir. Bu ise «meta'îarda, onu, on buçuk,
hayvanatta onu, onbir ve akarlarda onu, on iki» olarak takdir olunmuştur.
Teğabün vâki olmayan (Halkın
kanmayacağı bir fazlalıkla) satın alırsa caiz olmaz.
Bîr kölenin satılmasına
vekil olan kimse, o kölenin yarısını satarsa tmam-ı Âzam (R.A.)'a göre caizdir.
Imâmeyn : Kölenin yarısını
satmak caiz değildir dediler. Meğer ki kalan yarısını husûmetten önce satarsa
caizdir. (Bu husûmetten önce satmasının caiz olması İmâmeyn'e göre)
istihsandir.
Bir kimse, bir kölenin satın
alınmasına vekil olup yarısını-satın alsa, bu alışı vekilin kabul etmesi lâzım
gelmez. Meğer ki diğer yarısını da vekil tutanla husûmet meydana gelmezden önce
satın alabilsin, bu takdirde Hüfakan kabul etmesi lâzımdır.
Eğer vekilin sattığı şey'i
alan kimse bir ayıp sebebiyle hâkimin ka^ ranyla vekile geri verse, vekil de
geri gelen şey'i mutlaka (gerek red, delil İle olsun gerek nukül İle olsun ve
gerekse ikrar ile olsun) kendisini vekil tâyin eden kimseye geri verir (Zira
Hâkim aybın hudûsüne muttali olmuştur).
Mutlaka ayıp ile geri verilen şey'in geri verilmesi, o müddete onun misli hadis
ve mevcut olmayan şeydedir (Meselâ: Zâid - fazla olan diş ve parmak gibi).
O müddete onun misli eğer
şahit veya şahitlikten rücû sebebiyle meydana gelirse, yine vekil ayıbı ile
vekil tutana teslim eder.
Eğer ayıb, vekilin ikrarı
ile sabit olursa, o ayıplı şey'i vekil tutana reddedemez. Vekil o ayıplı şey'i
alması lâzım olur.
Vekil olan kimse, bir şey'i
eceli muayyen (belirli bir vâde) ile satsa, vekil tâyin edenle münakaşa edip,
vekil tâyin eden vekile «Ben sana peşin sat diye emir verdim» dese vekil de
«sen mutlak söyledin» dese, vekil tutan tasdik olunur.
Şirketi müdfirebede de
müdârib olan Csermayesiz çalışan) kimse tasdik olunur.
İki vekilin beraber vekil
oldukları şeyde, birisi yokken diğerinin tasarrufu caiz değildir. Ancak,
husûmette, emâneti sahibine iade etmekte, borcunu vermek için vekil edinmişseler
birisi yokken diğeri borcunu vermekte, parasız olarak ailesini boşamakta ve
kölesini parasız âzad etmek gibi yerlerde tasarrufları yapabilir.
Vekil, vekil bulunduğu işte
başkasını vekil edinemez. Ancak vekil tâyin eden kimse, vekil edinmesine izin
vermişse veya kendisine «bildiğin gibi yap» demiş ise, (ikinci vekili
tutabilir).
Vekil tâyin eden kimse,
kendi vekiline vekil tutmaya izin verirse o da vekil tutarsa, bu ikinci vekil,
tâyin edenin vekili olur, ikinci vekil tâyin edenin (yâni kendisini vekil tutan
birinci vekilin) olmaz. Böyle olunca da, bu ikinci vekil birinci vekilin azli
ile ve ölümü ile azledilmez. Birinci vekili, tâyin edenin ölümü ile evvelki ve
ikinci vekil azledilirler.
Vekil olan kimse, kendisini
vekil tâyin eden kimsenin izni olmadan başka bir kimseyi vekil tutsa, ve bu
ikinci vekil de birinci vekilin huzurunda akid yaparsa bu akdi caizdir.
İkinci vekil birinci vekil
olmadığı zaman da akid yapar, birinci vekil de onun yaptığı akdi muvafık
görürse, veya birinci vekil ikinci vekile pahayı beyan etse, bu takdirde akid
sahih olur.
Köle İle mükâteb oîan
kimseye kendi küçük çocuğunun malinde alış verişle Usarruf etmesi ve evlendirme
caiz değildir.
Kâfir olan kimseye de kendi müslüman çocuğunu evlendirmesi
caiz değîidir. (Zira kö'clikle küfür, veliliği ıskâd eder ve kâfirin müslüman
üzerine vekilliği caiz değildir).
Husûmette vekil olan bir zat
için, (tmam-ı Azam, tmam-ı Ebû Yûsuf ve Imam-i Muhammed «R.A.n'e göre) teslim
almak caizdir. (O teslim aldığı ister deyn, isterse ayn olsun zira husûmetin
tamamı teslim almakladır).
Jmam-ı Zûter muhaliftir
(Yâni, teslim almak caiz değildir,) ve fetvada bu gün tmam-ı Zûfer (R.A.)'m
kavli üzerinedir.
Talep (istemek) te vekil
olan kimse, husûmette vekil olan kimse gibidir. (Talepteki vekillikte olan
hilaf, husûmetteki vekillikte de caizdir ve fetva yine îmam-ı Zûfer'in kavli
üzerinedir).
Alacağı almağa vekil olan
kimse için, teslim almazdan önce husûmet etmek (İmam-ı Âzam «R.A.»'a göre)
caizdir.
tmâmeyn (R.A.) Bu mes'elede
muhaliftirler (Yâni, bunlara göre: Dejıı'n teslim alınmasına vekil olan kimseye
husumet etmek câzi değildir ve bu kavi İraant-ı Âzam «R.A.»'dan bir rivayettir,
zira kabz husûmetin gayridir).
Şüfanın (satılan bir akar],
ona komşu olan kimsenin öncelikle alabilme hakkının) alınmasına vekil olan
kimseye, almadan önce ittifakan husûmet caizdir.
Hibe'de caymaya vekil olan
kimseye, veya ("iki ortak arasındaki) taksimata vekil olan kimseye veyahutta
satılan şeyde meydana gelen aybı ile satana geri vermeğe vekil oîan kimseye
almadan önce yine husûmet caizdir.
Satın almaya vekil olan
kimseye, satın almayı mübaşeret ettikten (başladıktan ve arzudan) sonra yine
husûmet caizdir. (Mübaşeretten evvel husûmet olmaz).
Fakat, belli bir şey'in
teslim alınmasına vekil olan kimseye (Ulemanın ittifakı ile) husûmet caiz
değildir.
Zülyed olan (elinde imkân
olan) kimse, bir kölenin teslim alınmasına vekil olan kimsenin üzerine
«Muhakkak bu vekilin müvekkili olan kimse kendisine bu köleyi sattı» diye delil
- şâhid dikse, vekilin eli men olunur.
Zülyed (Yetki sahibi) delil
diktiği takdirde kölede iddia ettiği bey, sabit olmaz. Bu takdirde de, vekil
tâyin eden kimse hazır bulunduğu vakitte delilin iade olunması lâzım olur. O
vekilin elinin men'olunması; bir zevcenin (hanımın,) bir yerden diğer bir yere
nakil olunmasına veya-hutta bir köleyi nakletmeye tâyin edilen vekilin elinin
men olunduğu gibidir.
Zevci ile köle, talakla
azada delil dikseler, vekil tutan kimse hazır bulunmaksızın o talak ile âzad
sabit olmaz.
Husûmete vekil olan
kimsenin, vekil tutanın üzerine Hâkimin yanında ikrar etmesi (İtiraf etmesi)
sahihtir. Hâkimden başkasının yanındaki ikrarı sahih (mu'teber) değildir,
tmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.) için bu mes'elede hilaf vardır.
Fakat; Davalı olan kimse
vekilin üzerine «Bu hâkimin huzurundan başka yerde ikrar etti» diye delil
getirse, bu takdirde (İmam-i Âzam «R.A.»'a göre) vekâletten çıkar. Hâkimin
huzurundan başka yerde ikrar etti, diye delil getirildi mi artık o mal o vekile
verilmez (Yâni, dâvâlıya malın vekile verilmesi emredilmez) ki, Hâkimin karar
verdiği meclisde ikrarda bulundukları zaman ikrarları mu'teber olmayan eb (baba)
veya vâsi gibi olur. Ve malı ona vermek caiz olmaz.
Mal sahibi olan kimse,
mekfülû anlım (borçlunun,) üzerindeki mâlin alınmasına kendi kefilini vekil
tâyin etmesi sahih değildir.
Bir kimse, ('Borçlu diğer
kimsenin) bir alacağın teslimine vekil olduğunu tasdik etse, o tasdik eden
kimse o alacağı vekile vermesine craro-Iunur.
Eğer alacaklı olan kimse,
borçlu olan kimseyi kendi dâvasında tasdik etse, o borçlunun zimmeti beri olur.
Eğer alacaklı, borçluyu
dâvasında tasdik etmezse, borçlunun, üzerindeki olan borcunu alacaklıya vermesi
emredilir. Nitekim vekile verilmesi emredildiği gibi. Borçlu olan kimse, verdiği
şeyTi almak için vekil olan kimseye müracaat eder, eğer verdiği şey vekilin
elinde telef olmadı, ise, eğer vekilin elinde telef oldu ise, müracaat etmez.
Vekillik İddiasında bulunan kimse, deyn'den aldığı miktarı teslim ettiği
zamanda tazmin ederse veya borçlu vekilin vekâletini tasdik etmeyip vekilin
iddiası üzerine vekile teslim etse, bu iki surette müracaatta bulunur.
Bir kimse, diğer bir
kimsenin bir emânetin alınmasına vekil olduğunu tasdik etse, o tasdik eden
kimse, yanında bulunan emâneti vekile vermesine emrolunmaz. (Zira tasdiki
başkasının mali olduğunu itiraftır).
Eğer" yanında emânet elan
kimse, o vekilin emâneti mal sahibinden satın aldığım tasdik etse, yine o
emâneti vermeye emrolunmaz.
Eğer yanında emânet olan
kimse, o vekil oîan kimse, emânet sahibi olan mal sahibi vefat etti ve yanında
olan emâneti miras olarak terketti, dediğini tasdik etse, (ve ondan başka vâris
olmasa) bu takdirde o emâneti vermeye emrolunur. (Ölünün aşırı borcu
bulunmadığı müddet).
Eğer borçlu olan kimse, bir
deynin (alacağın) alınmasına vekil olan kimsenin üzerine, kendi üzerinde olan
deyni (alacağı) dâin (alacaklı,) istifa etti ^teslim aldı) dîye dâvada bulunsa,
halbuki o borçlunun delili de olmasa, bu takdirde borçlu olan Mmseye üzerinde,
olan deyn'i (alacağı) vekile vermesine emrolunur.
Borçlu olan kimse vekil
tâyin eden kimseyi, alacağı aldığına vekilinin malûmatı olmadığına yemin teklif
etmez. (Zira nâibtir, Naibe ise yemin yoktur).
Belki o borçlu olan kimse,
alacaklıya müracaatta bulunur, vekil tâyin eden kimsenin alacağı almadığına
vekil de yemin eder.
Eğer satan kimse, ayıbı olan
şeyJi geri vermeye vekil tâyin edilen kimsenin üzerine «muhakkak kendisini vekil
tutan kimse bu alman şeydeki ayb'a razı oldu» diye dâva etse, bu takdirde satan
kimse alıcı olan kimsenin yemininden önce, o sattığı şey'in bedelinin geri
verilmesine emrolunmaz.
Bir kimse, başka bir kimseye on dirhem verse, ve «bu on
dirhemi ehil ve iyâlim üzerine nafaka yap» dese, parayı alan kimse de kendi
yanındaki parasından 10 dirhem ehil ve iyâline verse, o kendi dirhemlerinden
verdiği on dirhem, kendisine verilen on dirhem mukabilinde addolunur (sayılır
ve bu istihsandır, kıyasda caiz değildir. Zira kendi parası ile teberru
etmiştir).
Vekil tâyin eden kimse, her
ne zaman isterse kendi vekilini azî edebilir. (Zira vekâlet vekil tâyin edenin
hakkıdır ve iptaline yetkilidir).
Ancak, o vekil'e başkasının
hakkı teallûk ederse, az?edemez. Hasmın isteği ile olan husûmet veîâîi gibi.
Vekil tâyin eden kimse,
kendi vekilini azletse. o azledilen vekilin ilmine (haberi olmasına,) mütevakkıf
olur, böyle olunca vekilin azledilmesini bilmeden önce, olan tasarrufu
sahihtir.
Vekil tâyin eden kimsenin
ölmesi ile veya daimî bir deliliğe tutulduğu zaman vekâlet bâtıl olur
(bozulur).
Dâimi deliliğin hükmü,
tmam-i Ebû Yûsufa göre (ve İmam-ı Âzam (R.A.) dan bir kavide) bir aydır (zira
Ramazanın orucu o bir ay ile sakıt olur). Imam-ı Muhammed (R.A.)'e göre, bîr
senedir ve Imam-ı Muham-med (R.A.)'in kavli muhtardır. Zira onunla bütün
ibâdetler sakıt, fakat
kâzihanda İmanı-ı Âzam
«R.A.» kavlinde devamlı deliliğin hükmü bir aydır ve fetvada bunun
üzerindedir,).
Vekil tâyin eden kimsenin,
Küffar memleketine mürted olduğu halde (EliyâzübiUâhiteâla) sığınmasıyla (tmam-ı
Âzam «R.A.»*a göre) vekâlet bâtıl olur. İmânıeyn fR.A.) için bu mes'elede lıilâf
vardır (Zira bunlara göre, kiiffâr memleketine sığınmasİyle vekâlet bâtıl
olmaz).
Vekil tutan kimsenin mükâteb
olup, kitabet bedeli malı ödemekten âciz kalması sebebiyle vekil tutan kimsenin
me'zun (ticârete izinli) olup, efendisi onu tasarrufdan ve izinden men etmesi
sebebiyle veya vekil tutan ile vekil ortak olup ayrılmaları sebebiyle vekâlet
bâtıl olur (vekil bu surette ister haberi olsun, isterse olmasın, zİrâ azil
hükmîdir, time mütevakkıf değildir). Ve vekil tutan kimsenin tevkil ettiği
(yerine'başkasını tâyin ettiği) şeyde tasarrufu vekâleti iptal eder (bozar).
ölüm suretinde ve ölümden sonrasındaki olan sûretlerdeki,
devamlılık ve başkasında, vekil olan kimsenin İlmi (haberi olması) şart
kılınmaz.
O fpâva); Bir kimsenin,
başkasından olan hakkını haber vermesidir.
(Dâva üç şey üzerine
şâmildir. Birisi: Müddeî, birisi: Müddeî ileyh ve biri de Müddeâdır ki, dâva
olunan maddedir).
Müddeî (Davacı) Husûmet
üzerine cebir olunmayan kimsedir.
Müddeâ aleyh
(Dâvâlı,), üzerine (aleyhine) dâva olunan kimsedir.
Dâva sahih olmaz, ancak
cinsi bilinen bir şey'in cinsim söylemekle (Meselâ: Buğday, Dinar ve Dirhem
gibi) ve kadrini (miktarını) söylemekle fAltın ve Gümüş gibi) sahih olur.
Eğer dâva edilen şey aleyh (Alacak) ise, davacı o, alacağı
davalıdan almak istediğini söyler (Yânı, «benim bu adam'da alacağım vardır ve
onu ondan isterim» der)
Eğer o alacak menkul ise,
davacı o. aynı davalının elinde haksız yere olduğunu söyler, ve o menkulü
borçludan istediğini söyler (Yâni, «bu adamda falan şeyim vardır ve onu ondan
talep ederim» der).
Eğer o dâva edilen şey, ayn
olsa, eğer getirilmesi mümkün olan eşyadan ise, ki Şer'î Mecliste dâva
edildiğinde ve şehâdet mahallinde ve yemin lâzım olduğunda işaret olunmak için
onu Şer'î Meclise (Hâkimin huzuruna) getirmek lâzımdır.
Eğer o aynın huzura
getirilmesi güç ise, (o odâva edilen malûm olmak için) kıymetini zikreder.
Eğer dâva edilen şey Akar
ise, dâva esnasında «onun elinde haksız olarak bulunuyor» demeye hacet yoktur.
Dâvâlı olan kimsenin yedi, o
iddia ettiği Akar'da davacı ile dâvâlının Tesâdukları ('birbirlerine inanıb
anlaşmaları) ile sabit olmaz (Zira töhmet mevzi'lerİ vardır,). Belki Beyyine
(şahİt - delil) ile veya Hâkimin bilmesiyle sabit olur, sahih olan da budur,
(Bâzı Meşâyih'a göre, tesâdük kifayet eder).
Akar dâvasında dâva ve
şehâdct.İe Beldeyi, Mahalleyi ve Hududu er-beayı (Dört tarafının hudutlarını)
zikretmek lâzımdır, (Zira bu eşyanın zikri ile bilinir).
Akar dâvasında, hudut
zikrinde ve o hudut sahiplerinin isimlerinin zikredilmesinde, neseplerini Cedde
(Dedeye) varıncaya kadar zikretmek lâzımdır.
.
Meşhur olan Racül'de (erkek
şahısta) yalnız zikri ile iktifa oîuAur, fZirâ şöhreti, Nesep makamına kâimdir^.
Eğer akar dâvasını yapan
kimse, o dört hudut'dan üçünü zikredip, dördüncüsünü terketse, sahih olur
(îmam-ı Zûfer «R.A.»'a göre, sahihi olmaz. Zîrâ tarif tamam değildir).
Eğer dördüncü hududu
zikredip, onda galat (Hatâ) etse sahih olrtıaz.
Dâva sahih olduğunda
(Mahkemeye intikal ettiğinde) Hâkim, dâialı olan Hasma o dâvanın hakikatından ve
sıhhatmdan sorar.
Eğer davalı itiraf (kabul)
edip, ikrar ederse, ikrarı mucibince (hâkim) onun üzerine hükmeder (kararını
verir,).
Eğer davalı o iddia edilen
şey'i inkârda.bulunursa, Hâkim davacıdan Beyyine fşâhit - delil) ister.
Eğer davacı şâhid dikerse,
Hâkim şahidin verdiği ifadeye göre, kararını verir. Eğer şâhid dikemezse, Hâkim
davalı olan hasmı yemin ettirir, eğer davacı dâvâlının yemin etmesini isterse.
Eğer dâvâlıya yemin teklif
edildiği zaman, yemin ederse, yeminden sonra şahit - delil dikilinceye kadar
husûmet kesilir, (Yâni, dâvâlı yemin ettikten sonra davacı şahit dikse kabul
olunur).
Eğer dâvâlı kimseye, yemin
teklif edilip bir kere nükül etse (çekinse) veya âfetsiz ve korkusuz sukut
etse, Hâkim bir defada onun üzerine nükül (Çekinme) ile hüküm verse, sahihtir
(Zira yemin etmek üzerine vaciptir,).
Yeminden çekinen kimseye üç
defa teklif edip sonra karar vermek daha ihtiyatlıdır. (İhtimaldir ki, ikinci
kerreden sonra^yemin eder).
Dâvâlıya lâzım olan yemin,
davacının üzerine reddolunmaz (Meselâ: Dâvâlıya yemin teklif olunduvu zamanda
davacıya gel sen de yemin et, dâva edilen şey'i vereyim, demek caiz değildir).
Hâkim, bir şahit ile ve bir
yemin ile kimsenin üzerine karar vermez (Meselâ: Bir kimse, diğer birinden bir
şey istese, ondan da muvafık bey-yİne - şahit) istense, o da bir şahit dikip -
diğer bir şahidin yerine yemin edeyim dese, caiz değildir (Fakat, İmam-ı Şâfi
«R.A.n'a göre caizdir).
Davacı olan kimse, nikâhta
yemin ettirilmez (Meselâ: Bir erkek, bir kadının üzerine veya bir kadın bir
erkek üzerine bu benim efendimdir, diye dâva etse, davalı da inkâr etse,
davacıya yemin ettirilmez>.
Davalı olan kimse ric'atda
(Talak'ı Ric'ide) ve îlâda (yaklaşmay yemin ekmede,),
istilâdda (çocuk talep etmede), kölelikte, nesepte âzad veya Mevlâlıkta dâvâlıya
yemin ettirmek yoktur.
İmâmeyn (R.A.)'a göre,
dâvâlıya yemin ettirmek lâzımdır ve îmâ-meyn kavliyle fetva verilir.
Yeminden çekinen dâvâlı
hadde, yemin ettirilmez ("Meselâ: Bir rkek diğer birine sen bana zina ile iftira
ettin, üzerine had lâzımdır, diye dâva etse, dâvah da inkârda bulunsa, icma'ı
ümmet ile yemin ettirilmez. Zira imtina ile had sâkıd olur. Hâsıl olan şüphe
için çekinmektir. Ve çekinmek • susmak ise ikrardır).
Lianda (Lânetlemede) yemin
yoktur (Meselâ: Bir kadın efendisi üzerine sen bana zina ile iftira ettin,
üzerine mülâane lâzım oldu, diye dâva edip, efendisi de inkârda bulunsa
ittifakla efendisine yemin yoktur,).
Hırsız olan kimse, eğer
çaldığına dair davacı tarafından şâhid dikİl-mezse, o çalındığı iddia edilen
şey'i çalmadığına yemin ettirilir. Eğer yeminden çekinirse, iddia edilen şey'i
tazmin eder. Vâki olan şüpheden dolayı eli kesilmez.
Zevç olan kimse (kadının
efendisi), eğer ailesi kendi üzerine kendisini yaklaşmadan önce boyadığına dâva
edip, efendisi de İnkârda bulunsa, efendisine yemin ettirilir. Eğer yeminden
çekinirse, mehrin yansını tazmin eder.
Zevç olan kimse, yine yemin
ettirilir; eğer, kadın kocasından mihrini dâva edip efendisi de inkârda bulunsa,
(yeminden çekinirse mal lâzım olur),
inkârda bulunan kimse,
nesepte de yemin ettirilir, eğerki irs gibi bir hak dâvasını yapsa, ve nafakada
inkâr eden kimse, yemin ettirilir, eğer nafaka gibi bir hak dâvasını yaparsa, ve
bu zikrolunan iki suretten başkasında da yemin lâzımdır.
Kısasta, inkârda bulunan
kimse yemin ettirilir, eğer çekinmek nefiste olan kısas dâvasında olursa,
(kısas olunmayip da), öldürüldüğünü ikrar edinceye kadar veya yemin edene kadar
hapsedilir (Aksi halde ebedî hapsedilir).
'
Eğer yeminden çekinmek
nefisten (Tandan) başka yerde vâki olursa (Diş - ve göz gibi,) tmam-i Âzam
(R.A.)'a göre, ondan (diş - ve gözden) kısas olunur (Yânİ, dişi kırılır veya
gözü çıkarılır).
İmâmeyn (R.A.)'a göre ise,
nefis ve başkasında erş (diyet) tazmin ettirilir (ve kısas ile hükmetmek lâzım
gelmez).
Eğer davacı «Benim şehirde
hazır şahidim vardır» dese ve hasmının yemin etmesini talep etse, îmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre, hasma yemin ettirilmez. (Sahih olan da budur. îmâmeyn «R.A.n'a
göre ise, hasma yemin ettirilir^.
Dâvâlıya «üç güne kadar
nefsine kefil ver» denilir. Eğer kefil vermeden çekinirse, davacı o dâvâlıya
mülâzemet edip kefalet müddeti deveran eder (Yâni, dâvah her nereye giderse
davacı da onunla beraber gider).
Eğer dâvah kimse, Garip
(Müsâfir) ise, kefile verilir veya hâkimin Meclisi mikta'rinca mülâzemet olunur.
Bir kimseye yemin etmek
lâzım geldiğinde o, yemin lafzatullah iK olur, talâkla ve itakla yemin olmaz.
Denildi ki, eğer davacı olan
kimse ilhak ederse, hasım olan kimse zamanımızda (Talâk ve itak ile) yemin
ettirilir (Zira halk bü zamanda lafzatullah İle yemin etmeği ehven
addetmişlerdir).
Allah ("C.C.) ile yemin
etmek Hakteâlânm bâzı sıfatım zikretmek ile te'kidlenmiş olur, eğer hâkim
te'kidlenmeyi isterse.
Yemin etmekdeıı de çekinir
(Zira müstehak ve lâzım olan yemin bir tanesidir,). Yemin etmek.zamanda (Cum'a
günü gibi) veya mekânda (şehirde muazzam olan cami gibi yerlerde) ta'lİz
olunmamalıdir.
Yehûdîyye yemin verdirmek
lâzım olduğunda «o, Tevratlı Hz. Musa Peygamber «A.S.» üzerine inzal eden
(indiren) Allah «C.C.» ile yemin ettirilir.
Nasraniyye ise, «o, İncili
Hz, İsa Peygamber (A.S.) mın üzerine inzal eden Allah «C.C.» ile yemin
ettirilir.
Mecûsiye ise «o, Nâr'i
(Ateşi) hak ve îcad eden Allah «C.C.» ile! yemin ettirilir. (Zira Mecûsi ateşe
ibâdet ve ta'zim eder).
Veseni olan (Puta tapan;
kimseye, Allah «C.C.» ile yemin ettirilir (Zira cümle mahlûkat Allah-ü Teâlâ
Hazretlerine ta'zim ederler).
Dâvah olan kimse elde mevcut
olan. şey'İn üzerine yemin ettirilir.
Meselâ: Dâva Bey'de
(alışverişte) ise, ikisinin arasında bu malda alış veriş mevcut olduğuna yemin
ettirilir, veya dâva nikâhda ise aralarında bu halde nikâh mevcut olmadığına
yemin ettirilir (Nikâh yapmadık diye yenlin ettirilmez. İhtimaldir ki,
aralarında bedeli Hul, vâki olmuş olur).
Eğer dâva talâkta ise, «Bu
kadın senden bâyin değildir» diye yemin ettirilmez. (İhtimaldir ki talâk'ı
bâyinden sonra tecdid olunmuş - yenilenmiş olur).
Eğer dâva gaspda (zorla
almada) ise, («üzerine bu şey'in reddi - geri verilmesi vacip değildir» diye
yemin ettirilmelidir^. Bu şey'i gasbetme-din mi? diye yemin ettirilmez (Zira
gasb'i hibe veya alış - verişle feshetmiş olabilir).
Eğer dâva vedia (emânet)
olursa, «bu senin elinde emânettir» dîye «dava ettiği şey onun değildir ve o
şeyden bâzısı da onun değildir ve hiç senin cihetinde hakkı yoktur» diye yemin
ettirilir.
Sefeeb üzerine yemin
ettirilmez (Meselâ: «Vallahi ben bu şeyi buna sattım» diye yemin ettirilmez).
îmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)
için, bu zikrolunan mes'elelerde hilaf vardır, (Zira buna göre, bu mes'eîelerde
sebeb üzerine yemin ettirilir ki, yemin, dâvaya mutabık olsun).
Eğer Hâsıl (Mevcut,) üzerine
yemin etmekte davacı için terki nazar olursa (Merhameti terkederse) Ulemanın
icma'i ile o zaman da davacı olan kimse, sebeb üzerine yemin ettirilir.
Bu zikrolunan mes'eîenin
sureti hak ve civarı ŞuPa ile ("Komşuluktan dolayı komşusunun payını kendi
payına katmakla) dâva etmek gibi ve mebtüte olan (Talâk'ı bâyinle boşanma)
kadının nafakası gibi. Halbuki hasım olan kimse, bu iki mes'eleyi (Şâfi
Mezhebinden olduğu için) kendi mezhebinde caiz görmezler.
İnkârda bulunan kimse,
kalkmayan sebebde icmâen yemin ettirilir. (Yâni dâva vukuundan sonra dâvayı
kaldırıcı bir kimse ile dâva kaldırılmış olmaz. Sefcebte vâki olsa, o zamanda
yemin sebebi üzerine olur). Müslüman olan kölenin efendisi üzerine âzad etme
dâvası açması gibi.
Fakat kâfir ile câriye
tekaddüm eden köle dâvasının aksinedir.
Eğer bir kimse, bir şey'e
vâris olup, sonra başka bir kimsede o şey'i kendisinin olduğunu iddia edip dâva
etse, (ve dâvacmm şahidi olmasa da vârisin yemin etmesini isterse,) vâris olan
kimse, dâva edilen şey hakkında bilgisine yemin ettirilir.
Eğer o kimse, o şey'i satın
alsa veya ona hibe edilmiş olsa sonra diğer bir kimse, o satın alman veya hibe
edilen şeyJi kendisinin olduğuna iddiada
bulunsa berâd üzere yemin ettirilir. (Yâni «Vallahi bu şey davacının mülküdür»
diye yemin eder. Zira o şey'e şer'î sebeple mâlik olmuştur).
Yeminden çekinen ve inkârda bulunan kimse, yemin etmek için
bir şeyle yemini feda etse (Yemininin fidyesini) bedelini (Verse) veya bir şeyle
nıüsalaha (anlaşma) yapsa, meydana gelen fidye vermekle sulh yemini sahihtir.
İnkârda bulunan kimse, yemini fida' eyledikten (fidyesini
verdikten^ sonra yemin ettirilmesi caiz değildir.
Satıcı ile alıcı, satılan
şey'in miktarında ihtilâf etseler, (Meselâ: alan on dirheme aldım dese, ve satan
da onbeş dirheme satın aldın dese), veya satılan şey'in nefsinde miktarında
ihtilâf etseler ('Meselâ: Satan «On batman sattım, müşteri de onbeş batman
satın aldım, dese,) veya ikisinde beraber Semen ile (fiati iîe) satılan şeyde
ihtilâf etseler, dâvasına muvafık delil getiren kimse lehine hiikmolunur.
Eğer alıcı ile satıcıdan her
birisi dâvalarına muvafık şâhid dikseler, yine zîyâdelik isbat eden kimse lehine
hiikmolunur.
Eğer alıcı ve satıcıdan her
birerleri şâhid dikemezseler, ikisine de-ııilir ki, «Ya biriniz diğerinin
dâvasına râzi olsun veyalmtta beyJi (Alış verişi) feshederiz» (Zira gaye nizâi
yok etmektir. Bu ise ııizâ'm yok olmasına bir vecihtir).
Eğer ikisinden birisi,
diğerinin dâvasına râzi olmazsa, yemin ederler (Yâni Hâkim, her birine inkâr
ettiği şey'e yemin teklif eder).
Hâkim olan kimse, önee
alıcının yemini ile başlar (Zira müşterinin inkârı satıcının inkârından
eşeddir).
Mültekâ Tercümesi
Hâkim olan kimse, aynı ayn
ile veya deyni deyn ile bey etmede (değiş yapmada) satan ile alanın
herhangisinin yeminile isterse başlar ('Zira ikisinde de müsavidir, faide
çekinmektedir^.
Bir kimse, yemin etmeden
çekinirse, ona o hasmının dâva ettiği şey lâzım o'ur (Yâni, aleyhine hüküm
verilir).
Eğer iki hasını birbiriyle
ittifak etmeyip yemin ederlerse, Hâkim, o yemin eden iki hasmından birisinin
isteğiyle aralarında meydana gelen alış verişi fesheder.
Eğer alıp salan arasındaki
ihtilâf ecelde (Tecil ve tehir etmekte) olursa, veya muhayyerlik şartında olursa
veyahutta paranın bir kısmının alınmasında olsa, yemin teklif edilmez, ve
bunları inkârda bulunan kimse yemin eder (Ve yeminiyle beraber söz onun olur),
İmanı-ı Azam ile İmam-i Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, satılan şey'in müşterinin elinde telefinden sonra yemin
teklif etmek yoktur. Müşteri yemin eder.
îmam-ı Muhammed (R.A.)'a
göre ise, o paranın miktarında yemin ederler. Ve o alış veriş feshedilir ve
kıymeti lâzım olur (Zira eşyanın he-lâki, yemine mâni değildir.).
Bu mes'eîede olan hilaf yine
yukarıdaki mes'elenin hilafı gibidir, bir ayıbın meydana gelmesi sebebiyle
satılan şey'in geri verilmesi müteaz-zir (güç) olduğu zamanda, halbuki o satın
alınan şeyde kâim ve mevcuttur (îmam-ı Azam ile İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre
ayıp, alanın elinde iken meydana gelirse, yemin lâzım gelmez. îmam-ı Muhammed
(R.A.)'a göre lâzım gelir).
Satılan şey'in bir kısmının
telefinden sonra yemin lâzım gelmez, İmam-ı Azam (R.A.)'a göre, ancak satan
kimse telef olan hissanın terkine râzi olursa (Yânİ, o telef olan kısmın
parasından ve kıymetinden bir şey almağa râzi olmazsa yemin lâzım gelir).
İmâmeyn (R.A.)'a göre ise,
yemin ederler ve o helâktan (teleften,) sonra hâki kalan reddolunur (geri
verilir).
Ve o, telef olan hissada
söz, İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, müşterinindir ve İmam-ı Muhammed (R.A.)'e
göre, satın alan kimseye, o telef olan şey'in kıymetini tazmin etmek lâzım
geîir.
Zikrolunan kıymet inkısam
(taksim) olmakla teslim günü itibar ol tın ur.
Eğer alanla satan teslim
gününde o telef olan hissanin parasında ihtilâf etseler, bu mes'eîede söz satan
kimsenindir.
Eğer alanla satandan her
birisi kendi dâvasına delil getirip şahit dikseler, satan kimsenin delili
evlâdır (Zira isbâtı ekserdir).
Eğer alanla satan, satılan
şey'in ikâlesinden sonra (satışı k aldır masmdan sonra; paranın miktarında
ihtilâf etseler, delilleri olmadığı takdirde yemin ettirilmezler, eğer satan
kimse o satılan şey'i teslim almadı ise, aralarında meydana gelen alış - veriş
avdet eder.
Eğer teslim aldı ise, tmam-ı
Âzam ile İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre aralarında yemin yapmaları lâzım gelir.
İmam-ı Muhammed (R.A.) için, bu mes'eîede hilaf vardır, (Buna göre aralarında
yemin lâzım gelir).
Eğer selem verenle selem
alan kimseler re'si selemin miktarında, selem akdinin ikâlesinden sonra ihtilâf
etseler bu mes'eîede söz, zikrettiği miktarda müslemün ileyhindir ve (alış veriş
avdet ettiği gibi) selem avdet etmez, (Zira yeminden maksat alış verişi -
fesihtir).
Eğer îcâra verenle îcâra
tutan kimseler, o îcâra verilen şey'in aynının parasını (îcârmı) almazdan evvel
ücretin miktarında veya o îcâra verilen aynın menfaatında veyabutta ikisinde
beraber ihtilâf etseler, ikisi de yemin edip îcâr akdini birbirine
reddetmelidirler (Zira îcâr, alış verişe müşabihtir).
îcâra verenle îcâra tutan
arasında yemin icap ettiğinde, eğer ihtilâf ücrette ise, îcâra verenin yeminiyle
başlanır. Eğer ihtilâf menfaatta ise, îcâra tutan kimsenin yeminiyle başlanır.
îefira verenle (Mal sahibi
ile) îcâra tutandan herhangi birisi, yeminden çekinirse, diğerinin dâvası o
çekinene lâzım olur (Yâni, diğerinin lehine karar verilir) ve hangisi iddia
ettiği şey'e delil - şahit getirirse, de-lil'i kabul olunur.
Eğer îcâra veren ve îcâra
tutandan her birisi, dâvasına delil getirseler, îcâra veren kimsenin delili
menfaatta evlâdır, (Zira ziyâdeliği müs-bittir). Ve îcâra tutan kimsenin delili
ücrette evlâdır (Zira isbâtı ekserdir), ,
"
îcâra veren kimse (Mal
sahibi), îcâra verdiği şey'in mcnfaatlarını (îcâr paralarını) aldıktan sonra
ikisinin arasında yemin efmek yoktur (Zira yemin fesih için olur. îcâr
alındıktan sonra fesih mümtenPdir). Ve söz yeminiyle beraber îcâra verenindir.
Eğer îcâra verdiği şey'in
kirasının bir kısmını aldıktan sonra yemin ederler ve o bakî kalan îcâr
ücretinde îcâr muamelesi fesli edilir ve söz müste'cirin (îecâra verenin) dir.
Eğer Mevla (efendi) ile
bedeli kitabete ayrılan köle kitabet bedeli-nm miktarında ihtilâf etseler, yemin
etmezler ve söz Imam-ı Azam (R.A.)'a göre, kölenindir: İmâmeyn (R.A.) yemin
ederler ve -aralarında olan kitabet fesih olunur dediler.
Karı ile koca arasında kendi
evlerinin metâıııda (eşyasında) ihtilâf etseler, söz kadınındır. Ona lâyık ve
sâlilı olan eşyada, ve bu karı ile koca arasında gerek nikâh kâim
(mevcut) olsun gerekse olmasın, ve ona lâyık ve salih olan eşyada söz kocasmmdir. Veyahutta,
karı ile kocanın müşterektir /Meselâ: Yatak ve yorgan gibi eşya ikisine de lâyık
ve sâlih-tir, fakat akar ve para gibilerde söz kocasmındır).
Kan ile kocanın birisinin
ölümünden sonra söz muhtemel olanda, diri olanındır (Yâni, ikisine de lâzım olan
yatak gibi şey diri olanındır ve ölünün vârislerinin'dir, birine âİt olan eşya
yine onundur).
îmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, geçen mes'ele gibi söz kadınındır. Yeminiyle o kadının kendi mislinin
cihazından ziyâde olanda o zevcenin (ailesinin) kendi mislinin cihazında söz
zevcenindir veya zevcenin vâ-rislerinindir. (Zira onlar, zevcenin makamına
kâimdirler).
İnıam-ı Muhammed (R.A.)'a
göre, o erkeğin olan eşya, erkeğindir. Veya veresenindir.
Eğer evin eşyasında ihtilâf
edenlerin birisi köle olursa, evin içinde olan eşyanın tamamı sağ iken hür
olanındır (Zira hür'ün yedi daha kavidir).
Ve evin bütün eşyası Öldüğü
zaman sağ kalan kimsenindir.
İmâmeyn (R.A.) Me'zun (yâni ticâretle nıe'zun olan köle)
ile mü-kâtep (bedeli kitabete kesilmiş köle) hür gibidir, dediler. (Yâni, evde
olan eşyama tamamı onlarındır).
Bir kimse, diğer bir
kimsenin elinde olan şey'i dâva edip «bu şey benimdir» diye niza etse, elinde
olan kimsede «bu şey'i bana gâib falan kim- v se emânet koydu, yahut ariyet
yoluyla verdi, yahut ondan îcâra tuttum, yahut bana rehin koydu, yahut ondan
gasb yoluyla aldım» dese, ve o dediği söze delil dikse, davacı olan kimsenin
husûmeti def olunmuş olur.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.) dedi
ki, bir kimsedeki şey, halk arasında hile ile mâruf olursa, onda bu husûmet def
olunmaz. Ve bu kavi alınıp amel olunmuştur.
Eğer, şâhidler «bu şey'i
bunun yanında bizim bilmediğimiz kimse, emânet koydu» dese, husûmet def olunmuş
olmaz.
Fakat şahitlerin, «biz bu
adamı yüzü ile biliriz, ismi ve nesebi ile bilmeyiz» sözleri İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre, husûmet defoolduğu cihetten
yukardaki mes'elenin IıUâfmathr. İmam-i Muhammed (R.A.) için muhalefet vardır.
Eğer dâva olunan kimse, «ben
bu şey'î gâib olan falan kimseden satın aldım» dese, husûmet def olunmuş olmaz.
Keza davacı olan kimse, dâva
olunana «sen bu şey'i benden çaldın, yahut benden gasbetlin» dese, husûmet yine
defolunmuş olmaz, velevki o şey elinde olan kimse, elinde olan şey'i gâib olan
kimsenin emânet olarak koyduğuna delil diksin (Yine husûmet def olunmuş olmaz).
Keza davacı olan kim.se, «bu
şey'i benden çaldı» dese yine husûmet mündefi olmaz. İmam-ı Muhammed için bu
mes'elede muhalefet vardır.
Eğer davacı olan kimse,
dâvasında «ben bu şey'i Zeyd'den satın aldım dese elinde olan kimse de, bu Zeyd
bana bunu emânet koymuştur» dese, o husûmet delilsiz def olunmuş olur.
Ancak bu Zeyd, kendini o şey'in kabzına (alıp - tutmasına)
vekil ettiğine delil getirirse, bu takdirde husûmet def olunmuş olmaz (Zira o
şey'in eline alıp tutmasına kendisi daha lâyık olduğunu delil ile isbat
etmiştir).
Mutlak olan mülkde yetki
sahibinin delili (şahidi) ne itibar olunmaz. (Mutlak olan mülkün mânası, bir
adamın dâvasında «bu şey benimdir: Mülkümdür» deyip sebebini beyân etmemesidir).
Mutlak olan mülkde, hâriçden
kimsenin delili, daha ehak (ve evlâ) dır.
Eğer o iki kimse, diğer bir
kimsenin elinde olan şey'i dâva edip delil getirseler, hâkim olan kimse, o iki
kimseye delilleri mucibince o şey'e hüküm verir.
Ve eğer o iki kimse, (iki
zevç) bir kadının nikâhına delil getirip şâ-hid dikseler, ikisinin de delili
sakıt olur (Zira iki delil ile amel etmek müteazzirdir). Ve o kadın, («bu benim
koçanıdır» diye) tasdik ettiği kimsenindir.
Eğer o iki zevcin her birisi
dâvasında («ben bu kadını faîan tarihde nikahladım» diyerek) Târih
zikrederlerse, târihi evvel olan kimse o kadına daha ehak (ve evlâ) dır.
Eğer o kadın, iki zevcin
birine delil dikmezden evvel ikrar edip («bu benim koçanıdır») dese, o kadın,
onun olur.
Eğer o kadın, öbür kocaya
ikrar ettikten sonra diğer birisi de kendi karışıdır, diye delil dikse, o kadın
delil diken kimseye hükmolunur.
Eğer o iki kocanın birisi, o
kadının kendi karısı olduğuna delil dikse ve ona lıükmolunduktan sonra öbürü
(diğeri) karısı olduğuna delil dikse, kabul olunmaz (Zira hüküm mahalline icra
olunduğundan ve tenakuz olacağından onun misli ile hüküm verilmez). Ancak o
diğeri kendi nikâhının sebkât etliğini isbat etsin.
Keza hâriç olan kimsenin
delili, o nikâhı zahir olan yetki sahibinin üzerine kabul olunmaz. Ancak kendi
nikâhının sebkât ettiğini isbât ederse (Kabul olunur). Ve eğer iki hâriç olan
kimse, diğer bir kimseden bir şey'i satın aldığına delil dikseler, o iki kimse
muhayyer olur. İsterse, her bîri o şey'in
yansım yarı para ile alır, isterse terk eder ve o iki delil diken kimse,
"ikisinden birinin terki ile hükmolunduktan sonra o şey'in hepsini diğer kimse
almasın (Zira onun yarısına hükmolunmuş idi). Binâenaleyh eğer iki davacının
birinin o dâva olunan şeyde yedi olsa, yahut târihi olsa, yedi olan kimse veya
tarihi kendisinde olan (tarihini beyan eden) kimse o şey'i almağa evlâdır.
Eğer o iki davacının her
birisi dâvasında târih zikredip îsbât etse, tarihi evvel olan kimsenin o şey'i
alması daha evlâdır.
Ve eğer o iki davacının
birisinin yedi olsa ve diğerinin tarihi olsa, yedi (Selâhiyct ve elinin yetkisi)
o!aıı kimse, o şey'i almaya daha evlâdır.
Satın almanın delili,
kabzetmekle beraber hibenin ve sadakanın delilinde daha ehak (ve evlâ) dır.
(Meselâ: bîr kimsenin selâhiyet ve yetkisinde: Himayesinde ve elinde bîr şey
olup satın aldığına delil olsa, diğer bir kimse de bu şey'i dâva edip delilini
ortaya koysa ve «bu şey'i falan kimse bana sadaka, yahut hibe verdi» diyerek o
elinde ve idaresinde olup satın aldığını iddia eden kimsenin delili ehak ve
evlâdır).
Kısmete (Bölüşmeye) ihtimali
olmayan şeylerde, hibe ile sadaka olduğuna dâir delil müsavidir.
îmanı-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre; satın alma ile mehir (iddiası) da, hibe ile sadaka gibidir. (Zira ikisi de
isbât ve kuvvette müsavidirler. Yâni yarı yarıya hak verilir).
İmam-ı Muhammed (R.A.)'a
göre, satın almanın delili (mehrin de-liiinden) evlâdır, ve zevce Üzerine o
şey'in kıymetini vermek lâzımdır. (Fakat, Ulemâ ve*fukâhanın ekserisi, İmam-ı
Ebû Yûsuf'un kavline tâbi olmuşlardır. Ve bu sebehden de bu metinde takdim
olunmuştur).
Kabz ile (teslim alma ile)
olan rehin delili, kabz ile olan hibenin delilinden evlâdır.
Fakat, eğer o hibe ivaz (bir
şey'in karşılığı) şartı ile oldu ise, bu takdirde rehinden (rehin delilinden
hibenin delili) evlâ olur.
Eğer iki hâriç kimsenin her
biri o dâva ettikleri şey'i o yedinde olan kimsenin başkasından mülkün târihini
veya satın aldıklarının târihini delil ile isbatlasalar, hu iki surette de-
tarihi sebkât edenin delili daha evlâ'dır.
Eğer iki davacının birisi bu
şey'i Zeyd'den satın aldığına delil getirse ve diğeri Bekir'den satın aldığına
delil getirse, ve ikisinin târihi tîe ittifak etse, bu takdirde o iki davacı
dâvada beraberdir (Yâni, o iddia olunan şey ikisinin arasında yarı yarıya taksim
olunur).
Keza o iki davacı kimseler,
dâvada ikisinin birisi vakit tâyin ettiği takdirde yine beraberdirler (Zira
birinin vakit tâyin etmesi mülkün mukaddem olmasına delâlet etmez).
Ve eğer hâriçden olan kimse,
bir şey'i bir şahisdan satın aldığına delil getirse, ve diğer birisi de o şey'i
başka birkimseden hibe ile alıp kabzettiğii-ne delil getirse, ve diğer birisi de
«bahasından irsle ntikâl etmİşdir» diye|-rek dâva etse ve diğer bir kimse de o
şey'i bir kimseden sadaka yoluyla alıp teslim aldığına delil getirse, hâkim olan
kimse o dâva olunan şeyH dört bölüğe ayırıp her birine dörtte bir verir.
Eğer hâriç olan kimse, bir
mülkün tarihini isbâtlasa, ve yedinde olan kimsede ondan mukaddem bir mülke
delil getirse, bu takdirde yetki elinde olan kimse hâriçden olan kimseden
(yâni, yedinde olan kimsenin delili hâriçde olan kimsenin delilinden) evlâdır.
İmam-ı Muhammed (R.A.) için, bir rivayette muhalefet vardır.
Keza kişinin yedinin
(yetkisinin) olması suretinde de muhalefet, takaddüm eden mes'elenin hilafıdır
(Yâni, iki davacının biri, mülkün tarihine delil getirse, diğer biri de ondan
mukaddem bir tarihe delil gelirse, o tarihi mukaddem lanın delili evlâdır.
İmam-ı Muhammed (R.A.) için bir, rivayette muhalefet vardır)
Eğer bir hâriç olan kimse
ile yedinde olan kimse, mutlak bir mülke delil getirseler ve bu ikisinin bîri
kat'iyyetie kendi mülkü olduğuna muayyen bir vakit zîkretse, bu takdirde o
hâriçten olan kimse o yedinde olan kimseden (Yâni, hâriçde olan kimsenin delili
yedinde olan kimsenin delilinden İmam-ı Âzam ve îmanı-ı Muhammed «R.A.» e göre)
evlâdır. İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.) a göre, muayyen vakit beyân eden kimse evlâdır.
Eğer dâva olunan şey, iki
davacının yedinde (salâhiyetinde.) olsa yahut üçüncü bir kimsenin yedinde olsaj
halbuki o mes'ele hali ile olsa (Yâni, ikisinin birisi mutlak mülk olduğuna
delil getirse, diğer birisi de muayyen vakit zikretse) ikisi de beraberdir.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, vakit zikreden kimse evlâdır ve îmam-ı Muhammed
(R.A.)'a göre, vakit zikret-meyip mutlak zikreden evlâdır.
Eğer bir hâriç ile bir
yedinde olan kimse, bir hayvanın yavrusuna delil getirseler, yedinde olup yetki
sahibi olan kimsenin delili evlâdır.
Keza o hâriçden olan kimse
iîe yedinde olan kimseden her biri, o dâva ettiği şey'in mülkiyetine başka bir
kimsede telâkki ettiğine o hayvanın yavrusunun yanında hâsıl olduğuna delil
getirse, o yedinde olan kimse evlâdır.
Eğer iki davacının biri
mutlak mülke ve diğeri hayvanın yavrusuna delil getirse, o hayvanın yavrusuna
delil getireninki evlâdır.
Keza eğer davacının ikisi
hâriçden olsalar ve hiç biri yetki sahibi olmasa yine böylece hayvanın
yavrusuna âid olan delil evlâdır.
Eğer Hâkim olan kimse,
yedinde (mal elinde) olan kimseye hayvanın yavrusu ile hükmetse, sonra o
davacıdan başka bir üçüncü şahıs hayvanın yavrusuna delil getirse (yâni,
hayvanın yavrusunun kendinin olduğuna delil getirse) o üçüncü şahsa hükmolunur.
Ancak yedinde olan kimse, delilini değiştirir ve iade ederse (Yâni o getirdiği
delilden başka bir delil daha getirirse, o zamanda yine ona hükmolunur).
Bu, şunun gibidir ki, o
üzerine mutlak mal ile hükmohmmuş kimse, hayvan yavrusuna delil getirip dikse,
kabul olunur ve verilmiş olan hüküm bozulur (Zira bu delil, nakzeden
menzilindedirj.
Herhangi bir sebeb ki
Mükerrer olmazsa, hayvan yavrusunun hükmü gibidir. Bu, şu elbisenin kumaşının
hükmü gibi ki, bir sefer dokunur. Ve süt sağmak, peynir yapmak, keçe yapmak, kıl
kırkmak ve yün kırkmak (veya yolmak) gibi.
Ve herhangi bir sebep ki,
mükerrer olursa, o mutlak mülk menzilin-dedir, Kumaş dokumak, bina yapmak, ağaç
dikmek buğday ve diğer hububatı ekmek gibi (Meselâ: bir kimse, bir kimsenin
yedinde olan elbiseyi kendi kumaşından dokunmuş, olduğunu iddia edip delil
getirse, ve alinde olan kimse de yine böyle kendisinin kumaşından olduğuna dâva
edip elil getirse,, o hâriç olan kimsenin delili ile amel olunur ve ona
hükmolunur).
Herhangi bir şey ki, halli
müşllül olursa ve mükerrer midir, değil midir? durumu kat'İyyefte bilinmezse,
ondan insanların âdil ve tecrübeli kimselere rucû olunur. Eğer durum o âdil
kimselerin üzerine de müşkil olsa, mullâk olan mülk gibi kılınır, (Ve hâriç
olan kimseye hükmolunur ve onun delili île amel olunur).
Eğer hâriç olan kimse,
mülkün mutlak oduğuna delil getirip yedinde olan kimse de satın aldığına delil
getirse, o hâriç'den olan kimse evlâdır.
Eğer hâriçden olan kimse ile
yedinde olan kimsenin her birisi kendi arkadaşından satın aldığına delil
getirse, halbuki tarihleri de olmazsa, o iki delil sakıt olur. Ve pahası olan
mal (tmam-ı Âzam'la tmam-ı Ebû Yûsuf «R.A.na) göre, o yedinde olan kimsenin
yedine terk olunur. îmam-ı Muhammed (R.A.)'e göre, o mal hâriçden olan kimse
için hükmolunur.
Eğer hâriçden olanla yedinde
olan kimse, akar olan şeyde teslim almayı zikretmeden tarih zikretseler,
halbuki o hâriç olan kimsenin tarihi sebkat etmiş olsa, o yedinde olan kimseye
hükmolunur. İmanı-ı Muhammed (R.A.)'a göre, hâriç olan kimseye hükmolunur.
Ve eğer teslim almayı isbat
ederlerse, ittifakla o yedinde olan kimseye hükmolunur.
Eğer o yedinde olan (mal
yanında bulunan) kimsenin vakti zikretmesi sebkât etmiş ise (tarihi evvel ise),
zikrolunan her iki cihette de o hâriçden olan kimseye hükmolunur. Ve şâhidlerin
çokluğu ile tercih etmek yoktur (Zira tercih, delilin kuvveti iledir.
Şâhidlerin çokluğu ile değildir).
Eğer hâriçden olan iki
kimsenin birisi, bir evin yarısını dâva edip, diğer birisi de hepsini dâva
etse, (İmam-ı Âzam «R.A.»)'a göre, o evin dörtte bir (4/1 i) evvelkisi (yâni,
yarısını dâva eden kimse) içindir. İmam'ı Ebû Yûsuf'la îmam-ı Muhammed (R.A.)'e
göre, o evvelki kimse için, üçte biridir. Ve Baki kalanı da diğer kimse
içindir.
Eğer zikrolunan evin hepsi
ve yansı dâva eden kimselerin ellerinde ise, o evin hepsi o hepsini dâva eden
kimsenin'dir. Yarısı hükmün suretiyle ve diğer yarısı hükümsüz olarak onun'dur.
Eğer hâriçden olan iki
kimse, bir hayvanın yarısına delil getirip tarih zikretseler, tarihi, hayvanın
yaşma muvafık olan kimseye hükmolunur.
Ve eğer hayvanın yaşı, iki
tarihin birine muvafakatmda müşkül olsa, hayvan ikisinin olur (ve o tarih sakıt
olurj. ve eğer iki tarih muhtelif olup hayvanın yaşma muvafık olmasa, delilin
ikisi de bâtıl olur. (Zira o iki kişinin de yalancılığı meydana çıkmıştır).
Eğer hâriçden olan iki kimsenin birisi, bir şey'in
kendisinden gasbo-lunduğuna delil getirse, ve diğer birisi de emânet koyduğuna
delil getirse, ikisi müsavi olurlar (Yâni, ikisine yan yarıya olmak üzere
hükmolunur).
Bir elbiseyi giyen kimse, o
elbiseyi yeninden tutan kimseden evlâdır jfcirâ giyenin tasarrufu, yeninden
tutanın tasarrufundan daha açık ve gâ-
Hayvana binenin tasarrufu,
hayvanın yularını tutanın tasarrufundan .aha ehak (ve evlâ) dır. Ve hayvanın
eğeri üzerinde olan kimse, o kimse-jin arkasına yedek olarak binenden ehak (ve
evlâ) dır.
Bir şey üzerinde yüklenen
yük sahibi, o yük üzerine bardak (ve matara gibi şeyleri) bağlayan kimseden
evlâdır.
Ve bir hayvanın üzerine
eğersiz olarak binen iki kişi, beraberdirler (yâni, dâva ettikleri hayvanda
beraber olurlar ve o hayvan ikisinin arasında müsavi olarak taksim olunur,).
Keza halı üzeıne oturan
kimse ile ona yapışan kimse de beraberdir
(yâni, bir kilimin veya
halının üzerine bir kimse oturmuş olsa, diğer birisi de bir tarafından yapışmış
olsa, bu surette her ikisi de beraberlerdir. Zira oturmak yap:şmakdan farklı
değildir.) Bu şu mes'ele gibiki, bir kimse ile bir elbise oîsa ve o elbisenin
bir tarafı diğer bir kimse ile olsa, ikisinin arasında beraber olur, (zira her
birinin o elbisede eli vardır).
Ve nizâh olan duvar şu
kimsenindir ki, kendi direkleri o duvarın üzerinde olsa, yahut onun binasına
kerpiçlerinin yarısı o niza yapılmayan duvarın kerpiçlerinin yarısına dâhil
olup birbirlerine giriftli olursa (duvar direk sahibinindirJ. Nizâh olan duvar,
üzüm çubuğunun altına konup üzerine asma uzanan kimsenin değildir. Belki iki
komşu o duvarın menfaatine! a beraber olurlar.
Eğer iki kişinin herbirinin
o duvar üzerinde üçer direği olsa, o üç direk aralarında müsavidir ve üçden
fazla olanda da tercih etmek yoktur. (Meselâ: birinin üç direği ve diğerinin on
direği olsa bu direğin hepsi, ikisinin arasında yarı yarıya taksim olunur).
Ve eğer iki kimsenin,
birinin üç direği olsa, diğer birinin de üçden az olsa, o duvar, üç direk
sahibinindir ve diğerine bir direk yeri verilir.
Eğer iki kimseden birinin o
duvar üzerinde direkleri olsa, ve birinin de muttasilhğı olsa, o duvar
nıuttasıllık olan kimsenindir (zira o iki duvar muttasıl olmakla, bir şey
hükmündedir). Ve diğer kimse de direkleri koyma hakkı vardır. Bir rivayette o
duvar direklerin sahibi olan kimse içindir, denildi.
Bir evde bir odası olan
kimse, yine o evde bir kaç odası olan kimsenin o evin havâlisinde (etraf ve
içerisinde) ki hakkındaki hükmünde olanın hükmü gibidir (yâni, o evin
kullanışında ve girib çıkılmasında müsâvidir-
Eğer iki kişi, bir araziyi
dâva edip her birisi kendi yedinde (yetkisinde) olduğuna delil getirse,
delilleri mucibince yedlerinde olan şeylen hük-m olunur.
Ve eğer o araziyi daya eden
kimsenin birisi, o araziyi kendi yedinde olduğuna delil getirse, yahut o arazide
kerpiç kesilmiş olsa, yahut orada bir mesken bina edilmiş olsa, yahut o arazide
bir kuyu kazmış olsa, onun yedinde olmakla hükmolunur.
Bir çocuk, kendi nefsinden
tâbir edip konuşmaya muktedir olup «ben hürüm1' dese, bu takdirde söz onundur.
Ve eğer çocuk olan kimse, "ben falan kimsenin kölesiyim" dese, bu takdirde o
yedinde olan kimsenin kölesi olur.
Keza kendi nefsinde tâbir
edip konuşmaya kadir olmayan çocuk, yine yedinde (yanında) olan kimsenindir.
Binâenaleyh eğer bu zikrolunan çocuk, büyüdüğü vakitte hür
olduğunu iddia etse, iddiası (dâvası) delilsiz kabul olunmaz, (zira köleliği
küçüklük hâlinde iken sabit olmuştur).
Satılmış bir câriye,
satıldığı günden itibaren yarım seneden (altı aydan) az vakitte çocuk doğursa,
ve doğumdan sonra satan kimse, o doğan çocuğun kendi çocuğu olduğunu dâva etse,
o çocuk kendi oğlu olur ve o doğuran câriye de o satan kimsenin ümmü veledi
olur. Ve o cariyenin satışı fesholunur ve pahası sahibine red olunur. Ve o
cariyeden doğan çocuk satanındır velev ki, onu müşteri (satın alan,) satanın
daveti ile yahut davetinden sonra dâva etti isede (yine, satanındır. Zira
satanın dâvası daha evveldir).
Keza satan kimse, o çocuğu
doğuran cariyenin ölümünden sonra dâva etse, yahut o câriye âzâd olunsa, yine o
çocuğun nesebi cariyeyi satandan sabit olur. Ve (tmam-ı Âzam "R.A." a göre)
satan kimse, o cariyeyi âzad ettiği takdirde o çocuğun pahasından hissasmı red
eder ve ölümünde bütün pahasını red eder. îmâmeyn (tmam-ı Ebû Yûsuf ve tmam-ı
Muhammed "U.A."); iki surette de o çocuğun hissesini red eder, dediler.
Ve eğer o satan kimse, o
çocuğu ölümünden sonra dâva etse yahut onu (çocuğu) âzad etse, dâvası red
olunur.
Ve eğer o satılan câriye
satıldığı günden itibaren yarım seneden (altı aydan) çok vakitte ve iki seneden
az vakitte çocuğu doğursa, eğer satın alan kimse, satıcıyı bu hususda tasdik
ederse, hüküm evvelki gibidir, (yâni, çocuğun nesebi satıcıdan sabit olur).
Ancak satın alan kimse, satanı tasdik etmezse, bu takdirde o çocuğun nesebi
satıcıdan sabit olmaz. Ve eğer câriye satıldığı günden itibaren iki seneden çok
zamanda çocuğu doğurursa, satan kimsenin daveti sahih olmaz.
Binâenaleyh eğer o satın
alan kimse, satıcı iki seneden çok zamanda çocuğu doğurduğunu tasdik etse, o
çocuğun nesebi satan kimseden sabit olur. Ve nikâh sahih nikâha hamlolunur. Ve o
aralarında vâki olan satış red olunmaz. Çocuk da âzad olunmaz.
Ve eğer bir kimse, kendi
yanında doğan köleyi satıp sonra o kölenin müşterisi olan kimse onu sattıkdan
sonra satan kimse dâva etse, daveti (dâvası) sahih olur. Ve o köleyi satın alan
kimsenin satışı red olunur.
Keza,eğer satın alan kimse,
o satan kimsenin yanında doğan çocuğu satın aldıktan sonra bedeli kitabete
kesse, yahut anasını bedeli kitabete bağlasa, yahut o çocuğu rehin koysa, yahut
îcâra verse, yahut cariyeyi nikâhlasa, sonra bu muamelelerin birinin vâkî
olmasından sonra satan kimse, o çocuğu iddia etseler, davet sahih olur. Ve o
zikrolunan tasarruflar, nakzolunnr.
Ve eğer bir kimse, yanında
doğan ekizlerin bîrini satsa o iki ikizin ne-sebleri sabit olur ve o müşterinin
satın aldığı ekizde âzad bâtıl olur Zira İkizlerin birinin nesebinin sabit olması, diğerinin
nesebinin sabit olmasını müstelzimdir).
Bir kimse, yanında bir çocuk
olur, ona "bu Zeyd'in oğludur" dedikten sonra ''kendi oğlumdur" dese, ZeytVin
oğludur, dedikten sonra kendi oğlu olmaz. Eğer ki Zeyd, oğlanın oğulluğunu inkâr
ederse de (kendi oğlu olmaz). İmâmeyne göre, onun oğulluğunu inkâr ederse de,
onun oğludur.
Eğer çocuk, bir müslünıan
ile bir zımnimin yedlerindc (himayelerinde) olsa, müsİüman olan kimse, o
çocuğun köle olduğunu dâva etse, kâfir oîan kimse de oğlu olduğunu iddİâ etse,
bu takdirde o çocuk hürdür. Ve o kâfirin oğludur.
Eğer o çocuk, bir zevç ile
bir zevcenin yedlerinde olsa, zevç olan kimse, iddia etseki, "bu çocuk başka
hanımdan oğludur" ve zevce de iddia etse "bu çocuk başka kocadan kendi oğludur"
diye, o çocuk, onların oğludur (Zira neseblerini ikrar etmişlerdir,).
Eğer bir kimse, kendi satın
aldığı cariyeden çocuk talep ettikten sonra, o cariyeye müstehak olunsa (yâni,
birisinin bak sahibi olduğu zuhur edip onu alsa), o halde .olan çocuk hürdür ve
o çocuğun babası üzerine husûmet günündeki çocuğun kıyameti lâzım olur.
Binâenaleyh eğer o çocuk ölse, babasına bir şey lâzım olmaz
ve çocuğun, husûmetten evvel terketliği şeyler babasmındır.
Eğer babası, onu öldürürse, kıymetine gârim olur. Keza
babadan başkası öldürse, yîne kıymetine babası gârim olur, ve diyetini alır. Ve
müşteri olan kimse, çocuğun kıymeti ile ve cariyenin pahası ile kendi
satıcısının üzerine rücû eder. Fakat ukr (mehrimisil) ile rücû etmez .
O. (İkrar) : Bİr kimsenin,
kendi nefsi üzerinde başka bir kimsenin hakkı olduğunu haber vermesidir. (Yâni,
kendi üzerinde başka kimsenin hakkı olduğunu söz ile bildirmesidir). İkrar ancak
malûm bîr şahıs için sahih olur, (Meçhul şahıs için ikrar etmek sahih olmaz).
İkrarın hükmü : Kendisi ile.
ikrar olunan şeyin (malın) zuhur etmesidir.
İkrarı inşa eylemek (icat
etmek - isbât etmek,) sahih değildir.
Müslüman olan kimsenin, bir
miktar şarap ile ikrar etmesi sahih olur, (Çünkü bir zimmî, bir kimseye bir
miktar şarap ikrar etse, onu kendisi için yapılana teslim etmekle emrolunur).
Talak ve itak' ile mükreh (Zorlatılmış) olduğu halde ikrar etmek sahih değildir.
(Yalan delil olan ikrah, mevcut olduğu sebebten'dir, ve eğer inşa - icat olaydı
sahih olurdu.
Zİra nıükreh'in talâkı ile itakı bizim mezhebe göre
vâki'dir)
Mükellef ve hür olan kimse,
bir kimseye malûm bir hal ile (Şu ev veya köle falan kimsenindir, gibi) veya
meçhul (belirsiz,) bir hal ile «üzerinde falanın şey'i var" gibi. "Üzerinde
falanın hakkı var" gibi bir şeyi ikrar etse, ikrarı sahih olur. Ve meçhul olan
şeyle ikrar etmek, ikrarın sıhhatine mani değildir.
Mükellef olan kimse, meçhulü
(bilinmeyen şeyi) ikrar ettiği zaman ikrar eden kimseye o meçhul şeyi, kıymeti
olan bir nesne İle açıklaması lâzım olur, (Yüz kuruş gibi). Çünkü zimmetinde
edası vacip olan nesneden hafcer vermiştir. Veîevki kendisi için hak ikrar
edilmiş zat, ikrar edenin açıkladığı miktardan daha fazla bir hak iddia ederse
dahi, bu açıklamasında söz, yeminiyle beraber, ikrar edenindir, (Yâni onun sözü
kabul edilir).
İkrar eden kimse, malda
(meselâ: "Falan kimsenin bende malı vardır" dese) dilemden aşağısında sözü
kabul edilmez. (Zira dirhemden aşağı olan nesneye, mal denmez,).
İkrar eden kimsenin "Onun
bende büyük bir malı vardır." Demesin-e bir nisaptan eksik ise sözü kabul
edilmez. Nisaptan beyan ettiği gerek gümüş olsun ve gerekse gümüşten başkası
olsun. (Zira şer'i şerifte nisap büyüktür ve on dirhemden eksikse sözü kabul
edilmez). İmam-ı Âzam (R.A.) a göre.
Eğer o büyük mal deveden
ise, yirmi beş deveden aşağı kabul edilmez. (Zira devenin nisabı yirmi beştir).
Eğer o büyük mal buğdaydan ise, beş vesaktan aşağı da sözü kabul edilmez. (Vesak
altmış sâJa denir. Her sâ dört batmandır, her dört batmanda iki yüz altmış
dirhemdir).
Eğer i(onun bende büyük bir
malı vardır" diyen kimsenin sözü zekât malının başkasından ise, nisap; zekâtın
kıymetinden eksik ise ikrar sözü kabul edilmez.
Eğer "falan kimsenin bende
büyük malı vardır" dese üç nisaptan eksik sözü'kabul edilmez. (Kendi beyan
ettiği malların, zekât mallarından oîduğunu beyan etmezse üç nisap kıymetine
müsavi olması muteberdir.
Mültekâ Tercümesi
Zira cenı'in en azı üçtür,
üçten eksikse sözü tasdik olunmaz). Eğer dirhemle ikrar etse, üç dirhem lâzım
gelir.
Eğer «falan kimsenin bende
çok dirhemleri vardım dese, İmaııı-i Âzam (R.A./a göre, on dirhemden eksik ise
sözü kabul edilmez. İmâmeyn (R.A.)'a göre ise, bir nisaptan eksikte sözü kabul
edilmez.
Eğer "onun bende keza
dirhemen "bu kadar dirhemi vardı" dese bir dirhem lâzım oliır. (Zira müphem
tefsir vâki olmuştur. Fetvayı Hâni'ye ve Zehî'ıe de iki dirhem lâzım gelir diye
beyan etmişlerdir. Zira keza lâfzı miktar içindir).
Eğer "onun bende bu kadar,
bu kadar dirhemi vardır" dese, on bir dirhemden az bir miktarda tefsir ederse
doğru kabul edilmez.
Eğer keza lâfzını vavsız
üçleyip "Onun bende bu kadar, bu kadar dirhemi vardır" dese, yine onbir
dirhemden eksikte sözü kabul edilmez.
Eğer "Onun bende, bu kadar,
bu kadar dirhemi vardır" dese yirmi bir dirhemden az bir miktarla açıklarsa
doğru kabul edilmez.
Eğer keza lâfzını vav ile
üçleyip "Onun bende bu kadar ve bu kadar dirhemi vardır" dese, yirmi birin
üzerine yüz dirhem daha ilâve edilir ki; ikrar edene yüz yirmi bir dirhem lâzım
olur, bundan az bir miktarla açıklarsa sözü doğru kabul edilmez.
Eğer keza lâfzını vav ile
dörtleyip "Onun bende bu kadar ve bu kadar dirhemi vardır" dese, yüz yirmi bir
üzerine bin daha ilâve edilir ki; ikrar edene bin yüz yirmi bir dirhem lâzım
olur. Bu miktardan eksikte sözü kabul edilmez.
Sair mekîlât (kiîe ile
olanlar) ve mevzûnâtın (vezin - tartı ile olanların) hükmü, bu tekaüdüm eden
eşyanın hükmü gibidir.
Bir kimse, bir kölede, diğer
bir kimse ile ortak olduğunu ikrar etse, İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
ortaklık yarıyadır. Asıl terkip "ben bu adamla bu kölede ortağım" dese, bu ikrar
nısıftır, yâni o kölenin yarısını ikrar etmektir. Zira şirket - ortaklık, çok
kere müsavi anlamına kullanılır. İmam-ı Muhammet (R.A.)'a göre, ikrar edene
diğer ortağın ne kadar miktarla ortak olduğunu açıklaması emrolunur. Çünkü
ortaklık bâzan yarı yarıya, bazan yarıdan aza ve bazan da yarıdan fazlaya
olur,).
İkrar eden kimse, "falan
kimsenin benim üzerimde veya yanımda vardır" dese, bu sözü borçlu olduğunu
ikrardır. Eğer ikrar eden kimse, yukarıdaki sözüne o üzerimdeki veya yanımdaki
olan şey bir emanettir sözünü hemen ilâye ederse, sözü kabul edilir ve o mal
emanet olur. Eğer hemen ilâve etmeyip,
araya fasıla verse, sözü kabul edilmez ve ö malı borçlu olduğunu ikrar olur.
'
İkrar eden kimse, "falanın,
yanımda veya beraberimde veya evimde veya sandığımda - kasamda veyahutta kesemde
- cüzdanımda bir malı vardır." dese, yanında ve kontrolü altında bir emanet
olduğunu ikrar et-' mektir.
Eğer birisi (alacaklı) muhatabına (borçluya) "benim sende
bin dirhemin vardır" dese, muhatabının: "dâva ettiğin bin dirhemi ölç veya
sarrafa göster bozuklarını ayırt veya bunun için bana müddet ver veya ben sana
daha evvelden verdim veya bende olan bin dirhemden beni ibra etmiştin
(bağışlamıştın, atfetmiştin, ödememden vaz geçmiştin) veya o bin dirhemi bana
hibe etmiştin veya o bin dirhemi bana tasadduk etmiştin veya ben seni bende
olan bin dirhemle falan kimseye havale etmiştim sözü, bin lirayı ikrardır.
Fakat yukarıdaki lafızları zamirsiz söylese iddia edilen bin dirheme râcî olacak
zamir olmadığı için ikrar olmaz
Bir kimse, gelecekte
(te'cilli) bir borcu ikrar etse, alacaklıda tecilli de'ğil derhal şimdi
verilecektir (peşindir) dese, ikrar ettiği şeyi derhal vermesi lâzım olur ve
alacaklı borcun tecilli olmayıp derhal verilmesi hakkında yemine davet edilir.
Eğer ikrar eden kimse "onun
bende yüz ve bir dirhemi vardık" dese o yüz ile bir dirhemi tümü dirhem olur.
ölçü ve tartı ile olan her
şeyde hüküm böylecedir. Eğer "falan kimsenin bende yüzü ile bir elbisesi vardır
dese, veya yüzü ile iki elbisesi vardır." dese, ona yüzün tefsiri (yâni o yüz
hangi cinslerden olduğunu açıklaması) lâzım olur (çünkü yüz lafzı müphemdir ve
elbise lafzı üzerine atfolunmuştur).
Eğer "falan kimsenin bende
yüzü ve üç elbisesi vardır" dese, yüz ve üç'ün tümü elbisedir.
Eğer bir kimse sepette olan
hurmayı "başkasınmdır* diye ikrar ederse, hem hurma ve hemde sepetr vermesi
lâzımdır. Veya bir kimse, başkasına yüzüğü ikrar etse, halka taşını (kaşmı)
birlikte vermesi lâzım gelir (zira yüzük ikisinden mürekkeptir).
Veya kılıcı ikrar ederse,
kılıfı ve takma kayışını ve demirini vermesi lâzımdır (zira kılmç üçünün bir
araya gelmesinden mürekkeptir). Veya bir kimse, başkasına bir hacele (çeşitli
elbise, koltulf ve türlü perdelerle" zlnetlenmiş bir ev) ile ikrar etse, ancak o
evde bulunan kisve (giyecek vo ağaçları vermek lâzım olur.
Eğer ahırda bir hayvanın
başkasına âit olduğunu ikrar ederse, yalnız ikrar ettiği hayvanın verilmesi
lâzım gelir.
Eğer bir kimse başka birine
mendilin içinde olan bir elbiseyi ikrar etse hem mendil hemde elbiseyi vermesi
lâzım olur, eğer "elbisenin içinde elbisesi bende vardır" dese, iki elbisenin
verilmesi kendisine lâzım gelir.
Eğer on elbise içinde
sarılmış bir elbiseyi ikrar etse, îmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir elbise
vermesi lâzım gelir. İmam-ı Muhammed (R.A./a göre ise, onbir elbise vermesi
lâzım gelir (zira eskiden insanların âdetinde bir elbise içine on elbise
sararlarmış).
Eğer "falan kimsenin bende
beş dirhem içinde beş dirhemi vardır" dese, ancak beş dirhem vermesi lâzım
gelir. Velev ki beşlerin çarpımım niyet etsin (yâni, yirmibeş olmasına niyyet
etsin. Zira darp - parça olanlarda çokluk "manasınadır, malda değildir).
Eğer fi lafzını me'a -
beraber mânasına kullanıldığına niyet etse, on dirhem vermesi lâzım gelir. (Zira
fi lâfzının me'a - beraber mânasına kullanılması Kur'anda "fedhulî
fi ibadi" âyetinde varit olmuştur).
İkrar eden kimsenin, "falan
kimsenin bende birden ona kadar dirhemi vardır." veya "bir ile on arasında olan
miktar kadar dirhemi vardır" demesiyle kendisine İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre,
dokuz dirhem vermesi lâzım gelir İmâmeyn (R.A.)'a göre ise, on dirhem vermesi
lâzım gefcr.
Efer ikrar eden kimse,
"falan kimsenin bu evimde bu duvarda bu duvara varıncaya kadar bende hakkı
vardır" Heae, ancak o iki, duvarın
arasında olan miktarın verilmesi lâzım gelir, (duvarların kendisi lâzım
gelmez).
Kadının karnında olan hamli
(çocuğu) ile ikrar etmek sahihtir. Hamilelikte vâki olan ikrar, başkası
tarafından vasiyyete hami olunur. (Meselâ: bir kimse, bir kimseye bir kadının
karnındaki çocuğu vasiyet etse, vasiyetten sonrada vefat etse, sonra vefat eden
kimsenin vârisi "benim vâris olduğum falan kimseye bir hâmilelikde vasiyet
etti'" dese sahih olur).
Bir hamil (karnındaki çocuk)
için, ikrar etmekte sahih olur. (Meselâ:! Bir kimse, "bu köle falan kadının
hamlindendir" dîye ikrar etse sahih olur). İkrar eden kimse o hamlin mülkü sabit
olmasına sâlih bir sebeb beyan ederse, irs ve vasiyyet gibi hamli (karnındaki
çocuğu) ikrar etmek o zaman sahih olur.
Eğer o hamlin anası ona
(çocuğa) ikrar olunduğu günden itibaren altı aya varmadan o hamli diri olarak
doğursa, o ikrar olan şey (mal) onun (çocuğun) dur.
Eğer diri olarak ikiz
doğursa, o ikrar olunan mal vasiyet olunanla, vereselerinin üzerlerine red
olunur. (Zira ikrar, hakikatte bu ikisinden'-dirj.
Eğer o ikrar'ı bey' ile
tefsir etse (meselâ: karmndakini bana sattı dese) veya karz ile tefsir etse
(meselâ: karmndakini bana ödünç verdi dese) veyahutta ikrarı müphem kılıp beyan
etse, ikrarı lağv (bâtıl) olur.
Kendisi muhayyer olmak şartiyle ikrar etse, o ikrar ettiği
malı vermesi lâzım gelir ve muhayyerlik şartı bâtıl olur.
Bir kimse, kendi ikrar
ettiği şeyden bir kısmını istisna etmek (ayırtmak ikrar edilen miktarın çoğunu
veya azını istisna etmek eşittir ki,) sahih olur. Eğer ki, istisna muttasıl
(hemen arkasından) olursa (çünkü istisna muttasıl olmasa sahih olmaz).
Müstesnadan geri kalan miktarın verilmesi ikrar eden kimseye lâzım gelir.
(Meselâ: onun bende on dirhemi müstesna yüz dirhemi vardır" dese, doksan dirhem
vermesi lâzım gelir»)
İkrar ettiği miktarın tümünü
istisna etmek muttasıl da zikrolunsa, bâtıldır, (ve o miktarın hepsini vermesi
lâzım gelir. Meselâ: "onun bende on dirhemi vardır, ancak on dirhem müstesna"
demesi gibi ki, hepsini vrmek lâzım gelir. Çünkü bu istisna ikrardan rücû-dönmek
olur).
Eğer bir kimse, iki şeyi
İkrar edip*ve ikisinin birini istisna etse, veya ikisinin biri İle diğer
birinin bir kısmını istisna etse, tmam-ı Âzam (R.A.)'a göre, istisna bâtıl olur.
îmâmeyn (R.A.), muhaliftirler. (Yânı bunlara göre sahihdir).
Eğer ikrar, iki şeyin
birinin bir kısmını veya o iki şeyin her birinin bir kısmını istisna etse,
Ulemânın ittifakiyle sahih olur.
Eğer ikrar eden kimse, ikrar
ettiği dirhemden bir kile ile (ölçekle olan) şeyi veya vezni olan (tartı
ile olan,) şeyi veyahatta ceviz gibi sayı J ile
olan şeye yakm elam istisna etse, İmam-ı Âzam ile İmam-ı Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, o istisna kıymeti ile sahih
olur. İmam-ı Muhammet (R.A.) buna muhaliftir.
Bir kimse, bir koyunu veya
bir elbiseyi veyahutta bir evi ikrar ettiği dirhemden istisna etse Ulemânın
ittifakı ile o istisna bâtıl olur (çünkü aksi cinsten istisnadır).
Herhangi bir kimse, ikrarına
"İnşallah" lâfzını bitiştirse (ulaştırsa -hemen akabinde söylese) o kimsenin
ikrarı bâtıl olur. (ve ikrar ettiği şey lâzım olmaz. Zira Allah-ü-züllcelâlin
meşiyetiyle - dilemesiyle istisna etmek ya iptaldir veya lâyıktır, iki suretle
olsa bile istisna bâtıl olur.)
Eğer ikrarını meşiyyeti
bilinmez kimsenin meşiyyeti ile ta'Iik etse (bağlasa,), melekler zümresi ve cin
taifesinin meşiyyetleri gibi, yine o kimsenin ikrarı bâtıl olur. (Zira
bunların meşiyyetleri mâruf değildir).
Bir kimse, başka bir kimseye
bir ev ikrar edip, evin içinde oîan binasını (temel ve duvarını) istisna etse,
o ev ile bina kendisi için ikrar yapılan zâtın olur (zira bina evde dâhildir.)
Eğer "bu evin binası
benimdir, arsası falan adamındır" dese, bu şekilde onun dediği gibi kabul
edilir.
Yüzüğün kaşı, bahçenin
meyvesi ve evin binası gibidir, (yâni ikrar da dahil olur. Meselâ: bir kimse,
"falanın yüzüğü bendedir, ancak kaşı müstesnadır" dese veya "şu bahçe falanındır
ancak meyvesi, sebzesi müstesnadır" dese istisna sahih olmaz. Fakat "şu yüzüğün
halkası falanın kaşı benimdir" veya "şu arazi falanın ve içindeki sebzesi,
meyvesi benimdir" dese sahih olur).
Eğer bir kimse, diğer bir
kimse için, "falan kimsenin satın aldığım ve teslim almadığım bir kölenin
parasından bende bir dirhemi vardır.» dese, eğer ikrar eden söylediği köleyi
tâyin ederse, kendisi için para ik: rar edilen zata hâkim tarafından "eğer
dilersen o köleyi ikrar edene ver ve ikrar ettiği bin dirhemi ondan teslim al"
denilir. (Tâyin edilen köleyi ikrar edene teslim ederse, ikrar eden kimseye o
bin dirhemi vermesi lâzım gelir.) Eğer ikrar eden kimse, o köleyi tâyin etmezse
İmam-ı Âzam (R.A.)Ja göre, ikrar ettiği bin dirh'emi vermesi lâzım gelir ve köle
için "teslim almadım" dediği sözünü ister vasi etsin, isterse fasl etsin lağv
olur. (Bâtıl olur.;
Eğer ikrar eden kimse, "onun
bende şarap veya domuz parasından bin dirhemi vardır" dese, tmam-ı Âzam (R.A.)'a
göre, sözü kabul edilmez. Imâmeyn (R.A.)'a göre ise, eğer sözünü vasi ederse
sözü kabul edilir ve bin dirhemi vermesi lâzım gelir.
Eğer ki, ikrar eden kimse
"onun bende meta' (eşya) parasından bin dirhemi vardır" dese veya "bana bin
züyüf (düşük kalite - kalp para) dirhem" veyahutta "nebehrace (geçmez bakirli
akça) dirhem ödünç verdi" dese İmam-ı Âzam (R.A.)Ja göre, ona bin tane geçerli
(iyi - geçeri dirhem vermesi lâzım gelir (sözünü ister vasletsİn, isterse
fasletsin, zira akt, o dirhemin ayıptan salim olmasını iktiza eder.) îmâmeyn
(R.A.)'a göre, eğer sözünü vasi ederse dediği lâzım gelir, dediler.
Eğer ikrar eden kimse,
"falan kimsenin bende kasbten (zorla) alınmış" veya "emaneten bin dirhemi
vardır, ama bu dirhemler düşük kaliteli kalp para veya geçmez bakirli akça'dir"
dese, istisnasını ister akabinde söylesin ister söylemesin sözü kabul edilir.
Eğer ikrar eden kimse,
"bende olan bir dirhem süttûka (iki tarafı gümüş ve içi bakır olan üç katlı
akça) veya kalaydır." der de hemen akabinde istisna ederse, sözü kabul edilir.
Fakat hemen akabinde istisna etmeyip sonradan istisna yaparsa, sözü kabul
edilmez.
İkrar eden kimse, "ben falan
bir kimseden bir elbise gashettim'j deyip, ayıplanmış bir elibse getirse, eğer
hasımlıkları yoksa ikrar edenin yeminiyle beraber sözü kabul edilir. (Zira
gasbediîenin ayıptan salim olması şart değildir, fakt emânetin ayıptan salim
olmsı -lâzımdır.)
Bir kimse, "bende falan
kimsenin bin dirhemi vardır, ancak oj bin dirhemin yüz dirhem noksanı vardır."
dese, eğer akabinde istisna ederse sözü kabul edilir, fakat aradan zaman
geçtikten sonra istisna ederse p bin dirhemi tamamen vermesi lâzım gelir.
Bir kimse, başka birine "ben
senden emânet olarak bin dirhem aldım ve bende zayi oldu" dese, ve kendisi için
ikrar edilen kimsede "sen benden o bin dirhemi gasbederek aldın" dese, ikrar
eden o bin dirhemi tazmin eder.
Eğer İkrar eden kimse, "o
bin dirhemi aldım yerine, sen bana verdin" demiş olsa tazmin etmez.
İkrar eden kimse, «ben bu
şeyi Zeyd'den gasbettim" dese sonra da "yok Amr'den gasbettim." dese, bu
taktirde o dediği şey Zeyd'indii" ve ikrar eden kimseye Amr içinde ikrar ettiği
şeyin bedelini ödemesi lâzım gelir.
Bir kimse, başkasının elinde
olan şeye "bu benimdir" diye dâvada bulunsa, diğeri de "bu şey benimdir sende
emânet idi, sonra senden aldım" dese, iddia eden de, "hayır bu benimdir" dese,
o iddia olunan kimseye verilir. (Zira ikrar eden kimse, iki şeyle ikrar
etmiştir; biri kendisi için ikrar edilenin sahib olduğu, diğeri de ikrar
edilenden aldığıdır).
Bir kimse, "ben bu atımı
veya bu elbisemi falan kimseye icara verdim, o ata binip, elbiseyi giydikten
sonra bana geri verdi" dese, veya "bu evi ona ariyet verdim, veya kendisini evde
iskân ettim, sonra bana geri verdi." dese, İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre, sözü kabul
edilir. îmâmeyn (R.A.)'a göre ise, bu mes'elede söz yeminiyle beraber
kendisinden alınan kimsenin (yâni, kendisi için ikrar olunan kimsenindir.)
Bir kimse, başka bir
kimseden dolayı "falan kimse benim elbisemi, bir dirheme dikti, diktikten sonra
elbiseyi terziden aldım" dese, ve diğeri de "bu elbise benimdir" diye iddiada
bulunsa, bu takdirde bu mes'elede sahih olmakta hilaf, bundan önce geçen
nıes'elenin hilafı gibidir, (yâni, imam-ı Âzam (R.A.)'a göre, teslim aldım diyen
kimsenin sözü kabul edilir. İmâmeyn (R.A.)'a göre ise, diğerinin sözü kabul
edilir).
Bir kimse, "benim falan
kimsede olan bin dirhemi aldım, haklaştım" dese veya "ona ödünç verdiğim bin
dirhemi, tekrar ondan aldım" dese, ve diğer kimse de inkârda bulunsa, söz
kendisi için ikrar edilen falan kimsenindir.
Bir kimse, "bu ekini falan kimse benim için ekti ve ben
ondan yardım talep ettim, bana ekmekte yardım etti veya bu evi falan kimse,
benim için yaptı ve ben ondan yardım yapmayı talep ettim, müsaade istedim, o
da bana müsaade etmiştir veya bu bağı falan benim için dikti, ondan yardım rica
ettim ve bana yardım etti" dese, ve o falan kimse de o şey (sayılanlar.)
kendimindir, diye dâvada bulunsa bu mes'elede söz, kendisi için ikrar edilen
(mülk sahibi olan) kimsenindir.
Hasta olan kimsenin sıhhatta
iken edinliği borç, hastalandığı zamanda mâruf bir sebeple ona lâzım olan borç
ile beraberdir.
Sıhhatta iken edindiği borç
ile, hasta iken lâzım olan borç, hastalığı hâlinde ikrar ettiği borcun üzerine
takdim olunur. Ve zikrolunanlarm
Mültekâ Tercümesi
hepsi irs üzerine takdim olunurlar. (Yâni, sıhhatta iken
meydana gelen borç, ödenir, sonra mâruf sebeple hastalığında olan borç ödenir,
bundan sonra bir şey kalırsa, hastalığında, ikrar ettiği şey Ödenir, bunlardan
sonra da bir şeyi kalırsa, vârislere şerJî ferâiz ile taksim olunur)
Hasta olan kimse erbabı
dünyadan bir ğarimi (yâni, hastanın borçlu olduğu kimselerden birini) borcu
ödemeğe tahsis (tâyin) etmesi sahih değildir. (Çünkü bu birini tahsis etmekte, diğerlerin haklarım
iptal etmek vardır).
Hasta olan kimse, kendi
vârislerinden birine "bende bir şey'in vardır" diye ikrarda bulunması, yine
sahih değildir. Ancak diğer vereseler o hastayı ikrar ettiğine tasdik ederlerse
sahihtir.
Eğer hasta olan kimse,
yabancı bir kimse için bir şey ikrar etse, bütün malını ihata etsede ikrarı
sahih olur. (Kıyasta ise, üçte birinden ziya de de sahih olmamaktır. Lâkin İbni
Ömer'in bu hususta sözü olduğu için kıyas terk olundu,).
Eğerki hasta olan kimse, bir
yabancıya "bende onun bir dirhemi var" gibi, bir şey ikrar edip, sonra kendi
oğludur diye ikrar etse, o kendisi için söylenen yabancının nesebi, sabit olur
ve o (Hastadan) vâki olan ikrar bâtıl olur.
Eğerki hasta olan kimse, bir
yabancı kadın için ikrar edip sonra onu tezevvüç etse (Nikâhlasa), bundan
sonrada hasta vefat etse, ikrar bâtıl olmaz,
Eğer hasta olan kimse,
yabancı kadına vasiyet edip sonra onu tezevvüç etse, vasiyet bâtıl olur. (Çünkü
vasiyetin sahih olması ölümden sonradır).
Eğer o yabancı kadına, bir
şey hibe edip sonra onu tezevvüç etse o hibe ettiği şey'e rücû yoktur, (yani
hibesini geri almaz).
Eğerki hasta olan kimse,
nesebi meçhul olan bir ğuîâma (oğlan çocuğuna) o ğulâmın misli (benzeri) o
kimsenin misline doğması mümkün olsa da, kendi oğlumdur dİy ikrar etse, oğlan
çocuğu da onu tastik etse, o oğlanın nesebi, velevki ikrar eden kimse hasta da
olsa o kimseden sabit olur.
Nesebi sabit olan oğlan,
ikrar eden kimsenin veresesine mirasta ortak olur. (Çünkü nesebi sabit olmakla
onlardan oldu).
Vâlideyne (Anne ve babaya),
çocuğa, zevceye (Nikâhlı aileye) ve mevlâya (Efendiye) ikrar etmek sahihtir.
Fakat bunların kendileri
hakkında olan ikrarı tasdik etmeleri şart kılındı (Meselâ: Bu benim babamdır
veya annemdir veya oğlumdur veya ailemdir veya mevlâdır, dese sahih olur.
Ailenin, nikâh ve iddetten hâli olması şarttır).
Erkeğin ikrarı sahih olduğu
gibi, kabının da ikrarı sahihtir. Fakat kadının bir çocuğa ikrar etmesinde,
kendi efendisinin tasdiki şart kılındı. (Zira hak onundur) veya kabilenin (ebe
kadının) şehâdeti şart kılındı (Zira ebe kadının söz bu mahalde makbuldür).
Bu zikrolunanların
tasdikleri, ikrar eden kimsenin vefatından sonra sahih olur. (Zira nesep ölümden
sonra baki kalır).
Ancak zevç (kadının
efendisi) olan kimsenin, ailenin Ölümünden sonra tasdik etmesi sahih değildir.
(Zira tmam-ı Âzam "R.A." a göre ailenin ölümünden sonra nikâh kesilmiş olur).
İmâmeyne göre ise, ikrar
edenin ölümünden sonra tasdikleri sahih olduğu gibi efendisinin tasdiki de câîz
olur.
Eğerki hasta veya sıhhatli
bir kimse, evlattan başka, kardeş ve amca gibi bir kimsenin nesebine ikrar etse,
nesebi, sabit olmaz.
Bu nesebine ikrar olunan
kardeş ve amca gibi kimse, ikrar edenin mâruf vârisi bulunmadığı takdirde,
kendisi vâris olur. Velevki uzaktan vâriste olsa yine vâris olur.
Babası olan kimse, diğer bir
kimsenin uhuvvetine (Yâni kendisinin kardeş olduğuna) ikrar etse, o ikrar ettiği
kimse kendisine irste (varislikte) ortak olur, fakat nesebi sabit olmaz. (Çünkü
kendisi hakkında ikrarı sabit ve makbuldür).
Babaları Ölmüş iki kardeşin bir şahısta alacağı olsa, bu
İki kardeşten birisi "babam hayatta - sağ iken bu şahısta olan alacağın yansını
aldı" diye ikrarda bulunsa, alacaktan geri kalan yarısı ikrar etmeyen diğer
kardeşin olur ve ikrar eden birinci kardeşe o alacaktan hiçbir şey yoktur.
(Sulh) : Davacı ve davalının
aralarında meydana gelen anlaşma-mazlığı ve meydana gelen husûmeti yok eden bir
akiddir.
Sulh: İkrarla (dâvâlının
ikrar etmesiyle), sükûtla (dâvâlının dâvayı ne ikrar ve nede reddetmeyip sükût
etmesiyle) ve inkârla (Dâvâlının inkâr etmesiyle) meydana gelmesi caiz olur.
Mültekâ Tercümesi
Birincisi (Dâvâlının ikrar
etmesi ile olan), eğer zimmetinde olan maldan, yine mal ile sulh olunsa, bütün
hallerde satılanların hükmü gibidir. (Çünkü bey, mânası onda mevcut mali mal
ile mübadele etmek-değiştirmektir). Bu takdirde eğer akar ise, şüfa (bir şey'i
diğerine ilâve etmek - birleştirmek), ayıplı olanı geri verilmek, görme
muhayyerliği ve şart muhayyerliği sabit ve mevcut olur.
Sulh bedeli meçhul olsa o vâki olan sulhu ifsat eder. Fakat
kendisinden müsâlaha edilen şey'in meçhul olması ise, vâki olan sulhu ifsâd
etmez
Vâki olan sulh'un bedelini
teslim etmeğe muktedir olmak şart kılınır. (Bu cihetten kaçan kölenin üzerine
sulh olunmak caiz olmadı. Zira teslimine kudreti yoktur).
Eğer dâva olunan malin bir
kısmı veya tamamı başkasının hakkı olduğu tebeyyün ederse, davacı kimse
dâvâlıya bedelinin tamamı île müracaatta bulunur, O dâva olunan malın, bir
kısmı tebeyyün ederse bîr kısmını almak için müracaatta bulunur.
Eğer sulh bedelinin
bir(kısım veya tamamı tebeyyün etse, müsâleha edilen şey'in bir kısmı veya
tamamı ile müracaat eder.
Eğer sulh bir maldan bir
menfaat ile vâki olsa, îcâr itibar olunur, maldan menfaat ile vâki olan sulh
icar mânasına olduğu cihetten o inkârla olan sulhta vakit ile kayıtlanmak şart
kılınır.
Sulh, sulh yapanlardan
birinin vefatiyle bâtıl olur.
Diğer ikisi (Yâni sulh'un
nevilerinden diğerleri ki, inkârla ve sükûtla olan sulh), davacı hakkında
muvazaa (bir şey karşılığında verilen bedel) ve dâvâlı hakkında yenlinin fidyesi
ve nizâm ortadan kalkmasıdır.
Sükûtla veya inkârla sulh
olunan evde şüf a yoktur. Üzerine laha olunmuş bir evde şüf'a vacip ve sabittir.
Dâva olunan maldan tebeyyün
eden şey' tamam olsun, bir kısmı olji sun, davacı olan kimse, bedelden tebeyyün
eden hissesini verir. Ve dâva1; cı olan kimse bu sefer dâvâlı olan kimse ile
münakaşa yapar.
Bedelden tebeyyün eden
şey'in bir kısmı olsun, veya tamamı olsun dâvâlı olan kimse o bedelin miktarında
dâvasına rücû eder. (Meselâ: Bir kimse, başka birinden bir şey dâva edip dâvâlı
inkâr ettikten sonra, dâ-ı vacı bir elbise ile sulh etse sulh olunduktan sonra
dâva olunan elbise ka-; zanılsa davacı dâva ettiği şey ile rücû eder, elbisenin
dâvasına rücû, etmez.)
. .
Bedeli davacıya tesliminden
evvel helak olması tekaddüm eden iki; fasılda sulh bedelinin müstehak olması
(tebeyyün etmesi) gibidir. (O iki fasıldan birisi ikrar, diğeri inkâr faslıdır.
Yâni sulh bâtıl olur,).
Davacı olan kimse, dâva
ettiği evin bir kısmına musâlaha yapsa, oj sulh sahih olmaz.
Evin bir kısmına musâlaha yapmanın caiz olmasının çâresi
(Şöyledir ki), dav ah olan kimse, vâki olan bedelde bir şey ziyâde eder
(Meselâ, bir elbise veya dirhemler gibi ki, bu ziyâde o bakiden ivaz vâki ok
malı) veya davacı dâvâlıya o bakiden ibra etmelidir.
(Sulh 4 kısma ayrılır):
1 - Malûm ile
malûm üzerine sulh olmak,
2 - Meçhul
ile malûm üzerine sulh olmaktır ve bu iki kısım caizdir.
3 - Meçhul ile meçhul üzerine sulh olmak,
4 - Malûm ile meçhul üzerine sulh olmaktır (ve bu iki
kısım fasittir).
Mal dâva olunmaktan sulh
caizdir (Çünkü bey manasınadır) ve menfaat dava olunmaktan sulh caiz olur ve bu
sulh îcar mânasına vâki olur, nefiste ve nefisten aşağıda katilden (Baş
yarılması, el kesilmesi gibi) vâki olan cinayette, cinayet gerek kasden olsun ve
gerekse hataen olsun, sulh olmak caizdir.
Köle dâvasından sulh olunmak
da caizdir. Ve bu vâki olan sulh dâvâlı tarafından davacıya sulh için verilen
mal ile davacı tarafından âzad vâki olur. Ve davacı olan kimsenin âzad olunan
kölenin üzerine veliliği yoktur (Dâvâlı köleliği inkâr
ettiği.cihettendir).
Bir erkeğin, bir kadının
nikâhını dâva etmekten dolayı mal ile sulh vâki olması sahihtir, ve o mal ile
vâki olan sulh o kadına hulû (Talak'j satın almak) vâki dur. (Meselâ: bir erkek
bir kadına karşı "benim nikâh-hmdıt" diye iddia eder, kadın da inkâr eder ve
dâvayı terk etmek için o erkeğe bir miktar mal vermek suretiyle sulh ederse,
caizdir ve hulû vâki olur.,)
Eğer "âilemdir" diye dâva
eden kimse, dâvasında haksız ise, o bedel ona fetva cihetinden haram olur.
Eğer zevcin nikâhını ikrar
etmek için, zevç ile zevce mal ile musâle-ha yapsalar (Yâni erkek kadına
nikâhlım diye iddia edip kadında inkârda bulunup, erkek için nikâhı ikrarda
bulunmasa mal ile müsâleha yapsalar) caizdir.
Eğer kadın bir erkeğin
nikâhlısı olduğunu iddia ederse, o erkekte kendisine, dâvasından vaz geçmek için
biraz mal verip sulh ederse caiz olmaz. Bazı rivayette caizdir, denildi.
Allah (C.C.)''n hakkı olan
had vurma dâvasında mal ile sulh çâiz değildir. Ve aldığı inalı gerisin geri
vermesi lâzım (Meselâ: Bir kimse, zina eden birini veya şarap içen birini hâkime
götürmek isterse, ve yakalanan kimse Hâkime götürmemek için ona bir miktar para
verip sulh olsa, o sulh bâtıl olur. Ve mal alındığı takdirde sahibine geri
verilir. Çünkü o hadde Allah (C.C.)'ın hakkı vardır. Onu mal ile sulh etmek
caiz değildir).
Eğer bir abdi me'zun
(Ticaret yapmasına izin verilmiş köle) bir adamı kasten öldürüp, kendi nefsini
ticaret mâlinden bir miktarı ile sulb yapsa, caiz değildir.
Fakat ticarete izinli olan
kölenin kölesi, bir adamı kasten öldürüp efendi, o öldüren kölenin nefsim mali ile sulh olsa, yukarıda geçen
mes'-elenin aksidir (Yâni caizdir).
, Eğer ki gasbeden.bir
kimse, gasbedilip, telef olan şey'i, kıymetinden yüksek bir fiatla sulh olsa
îmam'ı Âzam (R.A.)'a göre, rıza ile olduğu takdirde ivaz olup ribâ - faiz
olmadığından caizdir.
İmâmeyn (R.A.) o,
kıymetinden meydana gelen (yâni ziyade olan şey) bâtıl olur. Eğer o fazla
teğabün (aldatmak) olmazsa, dediler (Zira o ziyâdelik ribâdır^.
Eğer ki araz (Meta) ile sulh
olsa, mutlaka (gerek kıymeti gasbedile-nin kıymetinden yüksek olsun ve gerekse
yüksek olmasın) ulemanın ittî-fakiyle sahih ve caiz olur.
Eğer ki zengin olan bir
kimse, müşterek olan köleyi âzad etse, ve geri kalanını kendi ortağı ile
yarısının kıymetinden yüksek fiatla sulh olsa, yarısının kıymetinden fazla olan
para, irtifakla bâtıl olur. (Fakat imâmeynin görüşleri açıktır).
Eğer meta ile sulh oldu ise,
yukarıda beyan edildiği gibi sahih olur.
Davacı olan kimsenin, inkâr
ediciye (Dâvâlıya) ikrar (itiraf) etmesi için mal (para,) verip sulh olması
caizdir (o verilen mal sulh bedeli olmuş olur ve bu sulh inkârda bulunan kimse
hakkında bey- satılanlar gibi olur ve davacı hakkında semende - pahada meydana
gelen ziyâdelik gibi olur).
Demi amidden olan (kasten
işlenen cinayetin kan dâvasından olan) sulh bedeli veya davacının iddia ettiği
deynin (alacağın) bir kısmı üzerine vâki olan sulh bedeli kendisine vekil
olunmuş kimseye lâzım gelir, vekile lâzım gelmez (Zira vekil olan kimse, vâsıta
olduğu cihetten sulh bedeli ona lâzım gelmez). Ancak vekil olan kimse, o bedeli
tazmin ederse o zaman da lâzım gelir.
Bey' gibi olan şey'in bedeli
(Meselâ: bir miktar maldan yine mal ile sulh olsa) vekile lâzım gelir.
(Zira bey'de vâki olan haklar vekile râci'-
Eğer ki fuzûli olan (Vekili
olmadan işini bitiren) kimse, davalı tarafından, davacı ile musaleha yapsa ve
yaptığı sulhun bedelini ödese veya kendi mâline izafe etse (Meselâ : Benim
üzerimde inaldan bin dirhem lâzım, dese) veya bir araziye veya bir nakde
izâfesiz işaret etse (Meselâ : Üzerime şu bin) dese veya mutlak söylese
(üzerime bin gibi) ve teslim etse, o fuzûünin sulhu sahih olur.
Fuzûli olan kimse, davalı için teberru, (bağışlayıcı) olur.
Eğer fuzûli mutlak söyleyip teslim etmese, sulh durdurulur. Eğer o davalı kimse,
o sulha taraftar olursa, suîh caiz olur ve dâvâlıya bedel lâzım gelir. Eğer
taraftar olmasa sulh bâtıl olur. (Zira suçlu fuzûlidir. Mutlak söylenen şey'e
veliliği yoktur. Bu cihetten tasarrufu caiz olmaz,).
faat) olmaz. (Zira muvazaa
olsa rıbâ olur).
Eğer borçlu olan kimse,
bazıda verilmesi gereken (peşi.dan (Zira evvelki suretle hakkının bir kısmını
alıp, bir kısmını bağışlamış olur ve ikinci surette ise muvazaa kılınması mümkün
değil, bu takdirde tehir olunmaya muhtaçtır).
Bin saf dirhem yerine bin
karışık dirheme sulh olsa, yine sahih olur.
Peşin verilecek dirhemler
yerine tehirli olan dinarlarla sulh olmak veya tehirli olan bin lirasının yerine
peşin heşyüz lira ile sulh olmak veyahut ta bin siyah liraya karşı beşyüz
beyazla (hâlis gümüşle) sulh olmak sahih değildir.
Eğer bin dirhem ve yüz dînar
yerine, peşin yüz dirhem veya tecilli yüz dirheme sulh yapsa, sahih olur.
Eğer bir kimsenin diğer
bîrinde bin dirhem alacağı olup, «Bana yarın yarısını Öde, diğer yarısından vaz
geçmek üzere» dese, borçlu olan binin yarısını, diğer yarısından vaz geçmek
üzere ödese Imanı-i Azam (K.A.)'a göre, berî olur, yâni kalan beyüzden kurtulur.
Eğer yarın ödemezse berî olmaz.
îmam-i Ebû Yûsuf (K.A.J bu
mes'elede muhaliftir, ona göre berî olur. Zira ibra mutlaktır.
Eğer bin dirhemin sahibi,
borçluya «seni sende olan bin dirhemin yarısına, yarın ödemek şartıyla sulh
oldum. Eğer yarın Ödemezsen yine bin dirhem vereceksin» dese, İmamların icmâ'ı
île yarısını ödemeyince bağışladığı yarısından berî olmaz.
Eğer, bin dirhem sahibi,
borçluya «seni sende olan bin dirhemin yarısından ibra ettim (Sana bağışladım),
yarın bana diğer bir yarısını ödemek üzere» dese, borçlu olan kimse, bu söz
üzerine, ister yarısını yarınki gün ödesin, isterse ödemesin, borç'dan kurtulmuş
olur. (Çünkü mutfak vâki, olmuştur).
Alacaklı kimse, borçluya
«Bana sende alacağım bin dirhemden yarısını Öde, binin diğer yarısından
kurtulmak üzere» dese, ve ödeme vaktini tâyin etmese, yansını ödesin - ödemesin
o halde (yarısından) kurtulur.
Alacaklı borçluya «Eğer
sendeki alacağım bin dirhemin yarısını bana ödersen, binin diğer bîr yansından
berisin» dese veya «sendeki alacağım bin dirhemin yarısını ödediğin vakit veya
ne zaman Ödersen, diğer yarısından berisin» dese, binin yarısını ödese dahi ibra
(bağışlamak) sahih olmaz. (Zira şart sariha İâlik etmiştir ve seni berî kıldım,
şartlarıyla tâ'lik olunması bâtıldır,).
Borçlu olan kimse
alacaklısına, sirran - gizli ve şahitlerden hâli olarak «senin bende olan
hakkına ikrar etmem, tâki bir sene veya bir kaç ay te'hir etmeyince veya o
borcun bir kısmını benden düşürmeyince ikrar etmem» dese,alacaklı da imtisal
edip bir kaç gün te'hir etse veya borcun birazım düşürse, caiz olur. (Zira
mâlinden ikrahsiz sâdır olmuştur).
Eğer gizli söylemeyip aşikâr söylese, tehirsiz ve
düşürnıeksizin borçluya bütün borcunu halen (peşinen vermesi) lâzım gelir.
Eğer ortak olan iki tane
alacaklıdan birisi, borçlu üzerinde kendi hisi-sesi olan yarısına karşîlık bir
elbise üzerine musâlâha yapsa (anlaşsa), diğer ortağı muhayyerdir. İsterse,
borçludan kendi hissesi olan yarısını talep eder alır, isterse ortağından
(Borçludan) almış olduğu elbisenin yarısını alır. Meğerki ortağı kendisine
alacağı olan dörtte birini tazmin etsin (kendi yarı hissesini borçlu talep
etmeyip, elbisenin yarısını alsın, zira hak alacaktadır, elbisede değildir,).
Eğer iki ortağın biri,
borçludan zimmetinde olan alacaktan bir şey alsa, diğer ortak o aldığı şeyde ona
ortak olur ve baki kalan alacağı borçludan alıp aralarında taksimat yaparlar.
Eğer iki ortaktan birisi
musâlaha yapmayıp belki, hissesinden bir şey satın alırsa, diğer ortak
muhayyerdir, isterse ortağına alacağının dörtte birini tazmin eder, veya ğarime
(Borçluya) hissesini almak için müracaatta bulunur.
Eğer ortaktan birisi, borçlu
olan kimseyi kendi hissesinden ibra etse (kendi hissesini bağişlasa) veya eski
alacağına kendi borcunu takas etmiş olsa (yâni kendisinin o, adama, eskiden
kalma borcu ile, alacağı sayışıp haklaşsalar, zikrolunan suretlerde) ortağın
hissesini tazmin etmez.
Eğer iki ortağın biri, kendi
hissesinden alacaklıda olan alacağın bir kısmını bağışlasa, geri kalan alacak
sehimleri miktarı taksim olunur. (Meselâ: İki ortağın bir kimsede yirmi dirhem
alacakları olsa, ortağın birisi borçluya kendi hissesinden beş dirhem bağışlasa
geriye kalan onbeş dirhem sehimleri kadar taksim olunur. Bağışlayan ortak beş
dirhem, diğer ortak ise on dirhem alır).
Eğer iki ortaktan birisi
kendi hissesini te'cil etse, İmam-ı Azam ile İmam-i Muhammed -(R.A./e göre,
sahih olmaz, İmam-ı Ebû Yûsuf (RjA<) bu mes'eîede muhaliftir (Yâni, ona-göre
kendi hissesini te'cil etmesi sahihtir. İbrada sahih olduğu gibi).
Selem (peşin para ile malın
teslimini sonra) yapan iki kimseden birisi kendi hissesinden defettiği şey'in
üzerine sulh yapması bâtıl oldu. İmam-ı Ebû Yûsuf bu mes'eleds de, muhaliftir.
Eğer vâsi olan kimseler,
kendilerinden birini terkedilmiş olan mfet&ı-dan (Terekeden) veya akardan bir
miktar mal ile musâlâha edip, aralarından çıkartsalar veya mevcut olan iki
nakdin birinden (Altın ve'gü-müş'den) diğerine sulh edip çıkartsalar (Meselâ:
Tereke altın olup, bunun yerine gümüş verseler,) veyahutta tereke olan altın ve
gümüş yerine yine altın ve gümüş ile sulh edip çıkartsalar verdikleri bedel
gerek az olsun,gerekse çok olsun sahih olur, (Çünkü Hz. Osman (R.A.) Abdurrahman
bin Avf «R.A.» in hanımına bu şekilde sulh ettirmiştir).
Eğer iki nakid'den (Altın ve
Gümüş'ten) ve iki nakidden başkalarından (Akar ve Me'ta gibi) iki nakdin
biriyle (yâni vârisler içlerinden birisine ya "allın veya gümüş vermekle,) sulh
olup aralarından çıkartsalar, o çıkartmak, sahih olmaz. Meğerki vârise
verdikleri bedel kendi terekesi cinsinden olan hissesinden çok olsun (Bu
takdirde câİz olur. Zira o ziyâ-delik terekenin bakiyesinin mukabilinde vâki
olur).
Eğer vârisler, kendilerinden
birini tereke olan altın ve gümüş yerine meta i!e sulh olup aralarından
çıkartsalar ribâ olmadığı için mutlaka caiz olur.
Eğer bir Ölünün
terekelerinde (arkaya bıraktığı şeylerde) insanlarda bir miktar alacağı olsa,
vârislerde kendilerinden birini, o insanlarda olan alacak, kendilerinin olması
için sulh olup aralarından çıkartsalar, sahih olur. (Zira iskât kabilindendir).
Vârisler, o çıkarttıkları
vârisin hissesini o borçtan teberru ettikleri halde ödeseler, veya ona hissesi
miktarı birşey Ödünç verseler veya o vâris olan kimse, diğer vârisleri o
alacaklı ile borçlulara havale etse, vârisler de o tek vârisi alacaktan başkası
ile musâlaha etseler (anlaşsalar, sulhlaş-salar) sahih olur.
Eşyaların aslı malûm olmayan
terekede, Kile - ÖlçÜ veya Vezin - Tartı ile olanlar üzerine sulh olunmasının
sıhhatmda (sahih olmasında^ ih-tiîâf vardır, (bir kısım Ulema caiz olmadığına
kail olmuşlar, diğer bir kısmı da caiz tarafını tutmuşlardır).
Esah olan; caiz olmasıdır,
eğer sulh olan kimse, o terekeyi ölçülen ve tartılan şeylerden başka şey
olduğunu bilse, o terekenin tamamı diğer vârislerin elinde olduğu zamanda.
Eğer ölen kimsenin, borcu
müsteğrâk olursa (Haddini tecâvüz ederek terekesinden çok olursa) sulh ve
taksimat bâtıl olur.
Eğer müsteğrâk olmazsa, evlâ
olan o borç ödenmezden evvel musâlaha yapmamaktır. Eğer ki; o borç ödenmezden
evvel musâlaha yapsa, Hanefî Ulemâsı caiz olur dediler.
Taksimat, kıyasta caiz olur,
fakat istihsanda caiz olmaz.
Kıyas : O mâlin tamamı mevkuf olup (durdurulup) taksim
olunmaktır, istihsan ise, borç miktarı ayrılıp geri kalanı taksim olunmaktır.
O (Müdârebe) : Bir şirkettir
ki, iki kimsenin, birinden mal (se ye, kapital) diğerinden bedenen çalışmak
(emek) la bir malın kazan' ortak olmaktır.
Müdârip olan (sermayesi
olmayıp emeği olan) kimse, emindir, nıü-dârebe, malı elinde telef olduğu
takdirde tazmin etmez.
Sermayesi olmayan kimse, o
malda tasarruf etse (alış veriş yapsa), vekil olur. (Çünkü sermaye sahibinin
emriyle onun mülkünde tasarruf eder).
Maldan kazanç yapsa, mal sahibi ile ortak olur, (Çünkü o
kazanç mal - sermaye sebebiyle tahsil olunmuştur) .
Sermayesi olmayan kimse,
sermâye sahibinin emrine muhalefet etse, kasbedici olur, (Veîevki ortaklık
kurulduktan sonra izin versin. Başkasının malına tecâvüz mevcut olduğu cihetten
gasbedici olur ve bu cihetten de tazmin eder).
Eğer sermayesi olmayan kimse, kazancın hepsini kendi nefsi
için şart koşsa, garz talep etmiş (Yâni diğerinin hissesini ödünç almış) olur,
(Zira malin tamamı onun olmayınca, kazancın tamamına müstehak olmaz) .
Eğer (sermayesi olmayan
kimse, o ortak maldan meydana gelen kazancı) sermaye sahibine şart kılsa,
pazarlık edici (Meyancı^) olur.
Eğer o mudârebe (Ortaklık)
fasit bir ortaklık o!sa, sermayesi olmayan kimse, ecirle (Ücretle çalıştırılan,
Irgat - amele) olur. Bu takdirde de ona, ister kazanç yapsın, isterse yapmasın
ecri misil (çalıştığının karşılığı) lâzım olur, (zira mudârebeyi fâsidde ecri
misil lâzım olurj.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, ecriınisil lâzım olduğu takdirde, şart koşulan miktarın üzerine ziyâde
(zam) yapılmaz. İmam-ı Muhammed (R.A.) muhaliftir, (îmam-ı Mulıamed «R.A.» e
göre, şart kılınan miktar üzerine ziyâde olursa da, ona ecri misil vardır,).
Sermayesi olmayan kimse,
fasit olan mudârebede helak (telef) olmakla, sahih olan mudârebede tazmin
etmediği gibi, malı tazmin etmez.
Mudârebe akdi (Ortaklık
muamelesi) sahih olmaz. Ancak dirhem ve dinar gibi ortaklık muamelesi kendisiyle
sahih olan mal ile sahih olur.
Eğer sermaye sahibi olan
kimse, diğerine, ticaret malinden bir malı çıkarıp «bunu sat ve parasiyîe
mudârebe eyle (ortak ol)» dese, o da kabul etse veya «falan kimsede alacağımdan
olan malımı al ve onu mudârebe eyle» dese ve kabul etse, bununla şirkette caiz
olduğu gibi, yine caizdir.
Mudârebe malının, sermayesiz
ortağa sermaye sahibinin o malda eli (müdahalesi - tasarruf ve çalışması)
olmaksızın teslim olunması, (müdâ-rebenin sahih olması için,) şart kılındı,
(Zira mal elinde emânettir). O emek sahibine teslim olunması elbette lâzımdır.
Sermaye sahibinin de beraber çalışması şart koşulsa mudârebe fasid olur. Gerek
sermaye sahibi olan kimse, o mudârebe mukavelesine kendisi bizzat bağlayıcı
olsun, gerekse olmasın, velîsi kendisine o akdi mudârebeyi akd etmiş olan çocuk
gibi, veyahutta diğeri kendisine akdi mudârebeyi akdetmiş oîan iki ortak-dan
birisi gibi (Zira sermaye sahibinin* eli - tasarrufu sabittir ve elinin bekası
mudârebe - emek sahibine'teslim olunmaktan mânidir). Emek sahibi ile sermaye
sahibinin arasında kazanç .müşterek olması şart kılındı.
Mselâ r İki ortağm birine
(fazla olarak) on dirhem şart kıhnsa, o mudârebe bâtıl olur.
Kazancın cehaletini icâbeden
her şart (sermaye sahibinin emek sahibine ekin ekmek için arazisini bir sene
kendisine vermesini veya oturmak için evini bir sene kendisine vermesini şart
koşmak gibi şeyler) mudârebeyi ifsad eder.
,
Kazancın cehaletini
icab-etmeyen her şartta, *müdârebeyi ifsad etmez ve mudârebe sahih. olur.
Velâkin sadece mudârebe değilse, şart bâtıl olur. Emek sahibinin üzerine meydana
gelen ziyan ve zararı şart kılmak gibi. (Zira şart zâiddir. Şirketin ayrılmasını
icab etmez. Ve ö esnada akitte zİkrolunan zarar sermaye sahibinin üzerine hesap
olunur).
Zaman, mekân ve nevJi ile
mükayyed olmayan mudârebede müdârip olan (Emek sahibi ortak,) kimse için, o
ortak mal ile satın almak, satmak, alıp, satmaya vekil koymak ve sefere çıkmak,
başkasına vererek aldırmak' (yâni ortak malin bir miktarını bir çeşit mal satın
almak-içîn bir kimseye vermek), Emânete
vermek, rehin vermek, rehin almak, îcara vermek, icar ile almak, zengin ve
fakir üzerlerinde olan paraya havale olmak (havale kabul etmek) caizdir. (Zira
akdi mutlaktır ve bu akıilardan murat kazançtır. Kazanç ise bu eşya ile hâsıl
olur),
Eğer sermâyesi olmayan
kimse, sermâye sahibine bir mal almak için verse (Mali müdârebenin bir mikdanm
bir çeşit eşya satın almak için kendisine verse), sahih olur ve böyle vermekle
müdârebe (ortaklık) fâsid olmaz.
Sermâyesi olmayan kimse
için, müdârebe mâlini ikinci birisine müdârebe şirketi kurmak için vermesi caiz
değildr. Ancak sermâye sahibi olan kimsenin açık izniyle, veya sermâyesi olmayan
kimse için, «kendi reyin ile amel et» demesiyle caiz olur.
Sermayesi olmayan ortak
kimsenin, ödünç vermesi, veya istidâne etmesi (Müdârebe malinden fazla olarak
mal satın almak için borçlanması,) veya hibe vermesi veyahutta tasadduk etmesi
(sadaka vermesi) caiz değildir. Ancak, sermâye sahibi olan kimseden bu
zikrolunan şeylerin tahsis ve tâyin etmesiyle (yâni bunlara izin vermesiyle)
caiz olur.
Sermayesi olmayan kimse,
müdârebe şirketinin mali ile bir bez (sof veya Küfe ulemasına göre, keten)
elbise satın alıp ve mâlinden ücret vererek yıkatsa (boyatsa) veyahutta onu bir
yerden diğer bîr yere nakletmek için hamaliyesini verse, her ne kadar da
sermaye sahibi kendisine «bildiğin gibi yap» dese de, o emek sahibi olan kimse
teberru etmiş olur.
Sermâyesi olmayan emek
sahibi için, müdârebe mâlini kendi mâliyle karıştırmak ve iki mâli birleştirip
ticaret yapmak caizdir.
Sermayesi olmayan kimse
için, boyaya ihtiyacı olan şey'i boyattırmak caizdir, eğer kendisine «bildiğin
gibi amel et» denildi ise, bu takdirde sermayesi olmayan kimse o karıştırması
ve ziyâde ettiği boya sebebiyle tazminat vermez ve o boyamanın ziyâde ettiği
şeyde (Masrafda) ortak olur.
O ziyade olan boyanın
hissesi, eğer o boyanmış olan elbise satılsa müdâribin (emek sahibinin) olur ve
miidârip için o müdârebede olan beyaz elbisenin hissesi vardır. (Meselâ: Bir
elbisenin pahası beyaz iken bin lira olsa, boyandıktan sonra bin ikiyüz lira
olsa, bin lirası müdârebenin --şirketin olur ve ikiyüz lirası sermayesi olmayan
emekçi kimsenin olur,).
Eğer o iki kimsenin arasında
vâki olan müdârebe anlaşması bir belde ile kayıtlanmış olsa (Meselâ: Mısırda
ticaret yap, dese), veya muayyen eşya ile kayıtlanmış olsa (Meselâ: Kumaş, ham
keten bezinden başkasında ticaret yapma, dese) veya muayyen bir vakit ile
kayıtlanmış olsa (Mje-selâ: Cum'a gününden başka günde alış veriş yapma, dese)
veyahutta 'muayyen bir tacirle iş yapması kayıtlansa (Meselâ: Falan tacirden
başla kimse ile muamele yapma, dese) sermâyesi, olmayan kimse için, şirket Ee
tecâvüz caiz olmadığı gibi, zikrolunan kayıtları tecâvüz etmesi de etiz
değildir.
Eğer zikrolunan kayıtları
tecavüz edip bir şey telef ederse, tazın in eder ve o hâsıl olan kazanç onun
(emek sahibinin) dir (Zira o kazanca tazminat vermekle mâlik olmuşturJ.
Sermâye sahibi, emek
sahibine «Küfe ehli ile muamele vt veya sarraflar ile muamele et» dese, emek
sahibi olan kimse de muhalefet edip Küfede ehil olmayanla muamele etse, veya
sarraflardan başkaları ile tasarrufta bulunsa, bu iki surette muhalif olmaz.
(Zira maksat Küfede veya sarraflarla muamele etmektir, o da hâsıl olmuştur).
Sermâye sahibi, emek
sahihine, «Küfe pazarında alış veriş yap» dese, o da muhalefet edip Küfe
pazarından başkasında alış veriş yapsa yine muhalefet sayılmaz. Fakat sermâye
sahibinin «pazardan başka yerde alış veriş yapma» demesi yukarıdaki mes'elenin
hilâfınadır. (Zira bu surette muhalefet etmiştir).
Eğer sermaye sahibi «Al bu
malı, o mal ile Küfe içinde ticâret yaparsın veya o mal ile Küfede ticâret yap»
dese veyahutta «bu mâli al nısıf (yarı ticaret) ile Küfede ticaret et» dese)
sermâye sahibi olan kimsenin tarafından takyid olunur ve onunla amel etmek
vâcib olur. Fakat; sermâye sahibinin «bu mâli al ve onunla Küfede ticaret et»
demesi yukarıdaki mes'elenin hilafıdır.
Sermâyesi olmayan emek
sahibi için, ecel ile (Yâni, tüccarlar arasında mâruf olan bir sene veya mâruf
olan bir sene veya daha aşağı müddetle veresiye) satmak caizdir. Ancak tüccar
arasında mâruf olmayan bir veresiyecilikle satmadığı müddetçe caizdir. (Meselâ:
Üç seneye veya daha fazla müddetle veresiye verse, caiz değildir. Çünkü tüccar
taifesi üç sene veya daha fazla müddetle veresiye satmazlar,).
Eğer sermâyesi olmayan
kimse, peşin para ile satıp, sonra imamların icma'ı İle sahih olur.
Sermâyesi olmayan kimse
için, müdârebe mâlinden olan köleye^ ticaret etmeye izin vermesi caizdir.
Fakat, sermâyesi olmayan kimseye bir köleyi veya bir cariyeyi mâli müdârebeden
(müdârebe cihetinden ortak maldan) evlendirmek caiz değildir. (Zira sermâye
sahibi bundan eza, cefa duyar ve zarar görmüş olur).
Sermayesiz kimse için,
müdârebe cihetinden ortak mal ile sermaye sahibi üzerine âzad olur. (Babası ve
oğlu gibi) kimseyi satın alması caiz değildir. Eğer satın alırsa, sermaye sahibi
için olur. Müdârebe mâli için olmaz.
Sermayesiz kimse için,
ticaret mâlinden kendi üzerine satm almak suretiyle âzad olunan kimseyi, eğer
malda ticaret var ise de satın almak caiz değildir. Eğer emek sahibi satm
alırsa, tazmin eder. Eğer müdârebe malinde kazanç olmazsa, satm alması sahih
olur.
Eğer o kazanç âzad olunan
kimsenin satın alınmasından sonra hâsıl olsa (meydana gelse),*ncak emek
sahibinin hissesi âzad olunur ve sermaye sahibinin hissesini tazmin etmez,
(Zira ortaklık kazancın meydana gelmesinden sonra olur). Belki o âzad edilen
kimse, sermâye sahibinin hissesi kıymetinde çalışıp edâ eder.
Sermâyesi olmayan kimse,
kendisi için kazancın yarısı ile bin dirheme bir câriye satın alsa, ve o
cariyenin kıymeti de bin dirhem olsa, satın aldıktan sonra o cariyeye
mukârehette bulunup, gebelik müddeti tamam olduktan sonra bir dirhem değerinde
bir çocuk doğurduğu zaman, sermâyesi olmayan kimse, zengin olduğu halde o
çocuğu o halde iken dâva ettiği zamanda, o çocuğun kıymeti bin beşyüz dirhem
olur.
Sermâye sahibi isterse o
çocuğu bin ikiyüzelli dirhem'de çalıştırır veya isterse âzad eder. .
Sermaye sahibi o Bin dirhemi çocuktan aldığı zaman, emek
sahibi o cariyenin kıymetinden yansını tazmin eder.
Sermayesi olmayan emek
sahibi kimse, sermaye sahibinin izni olmadan başka biriyle müdârebe etse (Yâni,
ikinci birisine müdârebe şirketi kurmak için verse,) ikinci sermayesiz kimse,
çalışmaya başlamadığı müddet zahirî rivayette, birinci sermayesiz kimseye
tazminat yoktur. O zahirî rivayet dediği îmâmeynin kavlidir.
İmam-ı Hasan İbni Ziyaddin
îmam-i Âzam (B.A.) dan. rivayetinde ise, ikinci sermayesiz kimse, malda
çalışmasıyla dahi, kazanç yapmadığı müddet, birinci sermayesiz kimse tazmin
etmez, (Çünkü kazancı olduğu zaman tazmin edici olur. İmam-ı Zûfer'e göre, gerek
tasarruf etsin gerekse etmesin, sâdece mali teslim etmekle tazmin eder).
Eğer ikinci müdârebe
(ortaklık) fâsid olursa, ikinci emek sahibi kazanç yapsa da birinci emek
sahibinin üzerine tazminat yoktur.
Sermaye sahibi ikincinin
alış verişe başlaması sebebiyle tazmin ettirdiği takdirde muhayyerdir. Meşhur
olan kavilde isterse evvelki sermayesiz emek sahibine tazmin ettirir, isterse
ikinci emek sahibine tazmin ettirir, (Evvelkine tazmin ettirmesinin sebebi,
ikinci emek sahibine birincinin izinsiz teslim etmesiyle gasbedici olmuştur.
İkinciye tazmin ettirmesinin sebebi ise, başkasının malını izinsiz
zapteddiğindendir).
Bu mes'elede hilaf,, emânet
veren kimse yanında />lan emâneti başkasına emânet koymasında olan ihtilâf
gibidir, denildi. (Yâni îmâmeyne göre emanetçi emâneti tazmin ettiği gibi tazmin
eder. İmam-ı Âzam «R,A.» a göre ise, tazmin etmez,).
Eğer sermaye sahibi,
sermayesi olmayan (birinci emek sahibi) kimseye müdârebe etmeğe (Ortak koymaya)
izin verip o da başka bir kimse ile üçte biri ile sermayesiz ortak koysa,
sermaye sahibi tarafından birinci emek sahibine denilse ki «Hakteâlâ
Hazretlerinin bu ortaklıktan verdiği rızk (Kâr) aramızda iki nısıf olsun, veya
nısfı (yansı) benim olsun veya hâsıl olan miktar aramızda iki parça olsun»
denilse ki bu şart üzere kazancın yarısı sermâye sahibinin, üçte birisi ikinci
emek sahibinin ve altıda birisi ise, birinci emek salibinin olur. (Meselâ:1
kazancı otuz dirhem ise, onbeş dirhemi yarıdır ve sermaye sahibinin olur. On
dirhemi üçte birdir ve ikinci emek
sahibinindir. Altıda biri beş dirhemde birinci emek sahibinin'dir,).
Eğer btinci emek sahibi
kendisinde bulunan ortak malı, ikinci emek sahibine yarı ile elevretse, bu
takdirde o kazancın yarısı sermaye sahibinin ve geri kalan yarısı da ikinci
emek sahibinindir. Birinci emek sahibine bir şey yoktur. (Zira kendisine olan
kazancı, diğerine oldu).
Eğer birinci emek sahibi
ikinci emek sahibi için kazancın iki sülüsünün (Yâni üçte ikisini) şart
koşarsa, şart koştuğu gibidir. (Yâni sermaye sahihi için yarısı, diğer ikisi
için de üçte ikisidir). Böyle olunca birinci emek sahibi için kazancın altıda
birini kendi malinden üçte ikisi tamamlanmak için tazmin eder.
Eğer sermaye sahibi olan
kimse, tarafından birinci sermayesi olmayan emek sahibine; «Hakteâlâ sana rızık
olarak verdiği şey'i veya kazandığın şey'i aramızda iki kısım olsun denilse» o
birinci emek sahibi de ikinci emek sahibine sülüs (üçte bir) ile devredip verse,
bu takdirde her birinin bir sülüsü vardır. (Yâni sermâye sahibi için üçte bir,
birinci emek sahibi için üçte bir ve ikinci emek sahibi için de üçte bir var,).
Eğer birinci emek sahibi, ikinci emek sahibine mâlin nısfı (yarısı) ile
devretse, ikinci emek sahibi için şart koşulan üçte birisi vardır. Birinci emek
sahibi ile, sermaye sahibinin her birlerine aralarında konuşulduğu üzere bir
dörtte bir vardır.
Sermayesi olmayan kimse,
sermaye sahibinin kölesine kendisi ile beraber çalışmak için üçte bir, sermaye
sahibine üçte bir ve kendisi için üçte bir şart kilsa, bu akd sahih olur.
Müdârebe şirketi sermaye sahibi veya emek sahibinden
birisinin ölmesiyle bâtıl olur (bozulur)
ve sermaye sahibinin irtidat ederek (dinden çıkarak) kâfirlerin memleketine
kaçması ile de müdârebe şirketi bozulur. Fakat, sermayesi olmayan ortağın
kâfirlerin memleketine sığınmasıyla müdârebe şirketi bozulmaz.
Sermayesi olmayan emek
sahibi kimse, sermaye sahibi olan kimsenin kendisini azletmesİyle, azledildiğini
bilmediği müddet azledilmiş olmaz. Eğer azledildiğinden haberi olup, elindeki
bulunan mal, para olmayıp ticaret mâli olsa, o mâli satmak onun için caizdir.
(Zira hakkı o mâlin içinde sabit olmuştur^. Sermâyesi olmayan kimse
azledildiğini anladıktan sonra o satılan malın parası ile tasarruf etmez. (Yâni
o para ile bir şey satın alması caiz değildir).
Eğer müdârib (emekçi)
azledildiğirii bildiği zaman, ona ermaye (Kapital) cinsinden nakid (para) olsa
(Meselâ: nakid dirhem olursa, sermayede dirhem olduğu gibi,), bu takdirde emek
sahibi kimse kendisi azledilmiş olduğu halde ona hacet olmadığı için, o nakitte
tasarruf yapmaz, (Yâni o nakitle bîr şey satın almaz).
Eğer müdârebe malinde elan
nakid reis mâlin (sermayenin) cinsinden başkasından olsa, bu takdirde emek
sahibi kimse için istihsânen o nakdi reis mâl cinsine değiştirmesi caizdir.
Eğer sermaye sahibi ile,
emek sahibi olan kimse, müdârebe yoluyla ortaklıktan feshederek aynlsalar, ye o
ortak malda da insanlar üzerinde alacak zimem varsa, böyle olunca emek sahibine
o alacağı şer'an toplaması lâzım olar, eğer malda kazanç var ise, eğer malda
kazanç yoksa, toplaması lâzım gelmez.
Emek sahibi olan kimse,
sermaye sahibini o alacak zimmeti toplamaya vetiİ eder.
Dlgsr seldiler de alacak
zimmet toplamada ücretle vekil ederler (Yâni vekille)1 «zlolunduktnn sonra
İnsanlarda alınacak olan paranın toplanmasına cebir olunmazlar,).
Tellâl ile simsar (alanla,
satan arasında aracılık yapan - ozlaştıran) kimse, zimmeti toplamaya ccbrolunur,
(Zira ikisi de ücretle âmillerdir).
Müdârebe mâlinden tel&t ola«
miktar evvelemirde kazanca sarf olunur, (Yâni ana sermayeden helak olan miktarı
mevcut olan kazançtan tamamlanır ve ikmal olunur. Zira kazanç, sermayeye
tâbidir. Çünkü sermaye bulunmadığı müddetçe ka#a»ç bakıma
Eğer ana sermayeden helak
olan miktar hâsıl olan kârdan ziyâde olsa, emek sahibi kimse tazmin etmez
(çna&i» emhıdir).
Eğer sermaye sahibi île emek
sahibi ortaklıktan peydana gefen kazancı taksim etseler, sonra da müdârebe
cihetinden olan ortaklık fesho-lun sa, fesih olunduktan sonra tekrar' şirket
kurulsa, bundan sonra mâlin hepsi veya bir kısmı sermaye sahibinin elinde telef
olsa, fesh olunmadan önceki paylaştıkları kârı birikirlerine reddetmezler (Zira
birinci ortaklık fesih ile nihayet bulmuştur ).
Eğer o meydana gelen kâr'ı ortaklık fesih olmadan
paylaşsalar, bundan sonra malın hepsi veya bir kısmı helak olsa, her ikisi de o
paylaştıkları kâr'ı geri getirirler, tâki reis mâl (kapital) tamam olana kadar,
eğer reis mâli (ana sermaye ve kapitali) ikmal edip tamam olduktan sonra. kavdan
bir şey fazla kalırsa, o kalanı sermaye sahibi ile emek sahibi paylaşırlar.
Eğer mevcut olan kâr reis mâlden (kaptialdan) helak olan şey'i karşılamazsa,
emek sahibine geri kalan kısmı tazmia etmek yoktur. (Çünkü emindir).
Sermayesi olmayan emek
sahibi kimse, elinde olan mücîârebe mâlinden kendi durduğu (doğduğu) şehirde
nefsi üzerine infak edemez, (Zira kendi vatanında olmakla müdârebeden kalır ve
malin telef olmaması korkulur). Veya evlenmekle vatan ittihaz ettiği şehirde de
infak edemez (fakat bir kaç gün ikâmet niyetiyle infak etse caizdir).
Müdârebc-i faside de, nefsi
için infak edemez (velevlti sefere çıksın zira ücretlidir. Ücretli, kimse ise
velevki bir günde oîsa nafakaya müste-hak değildir,).
Eğer o sermayesiz olan emek
sahibi kimse, müdârebe mâlinde ticaret yapmak için bir beldeden bir beldeye
müsâferet etse, yemesi ve içmesi, israfsiz o müdârebe mâlinin içindendir, (Yâni
yemesinin ve içmesinin tuttuğu para mâruf vecih üzere - israfsiz o müdârebe
mâlinden ödenir).
Sermayesiz kimsenin, elbise
parası, ve binit - (vesâid) parası, gerek satın almakla olsun, gerekse icara
tutmakla olsun, yine müdârebe mâlin-dendir (Hamam, tıraş ve yakacağı lâmbanın
yağı - Gaz yağı ücreti ve yaktığı odumücreti müdârebe malına aittir).
Şirket-i Müdârebe île îlgili
Fasıl
Sermayesiz kimseye hizmet
eden hizmetçinin ücreti, yattığı yatağın ücreti, çamaşırının yıkanması ücreti (
ve yemeğini pişirenin ücreti) ve sermayesiz ortağın binitinin yağlanması gereken
yerde de müdârebe malilidendir.
Sermayesiz ortağın kendi
ehlinde ve şehrinde iken (nasılki) nafakası, harcadığı (para) kendi mâlinden
olduğu gibi, (ortak iken de yine) kendi mâlinden'diıy (Zira kadının nafakası
efendisi üzerine ve devası ise kadının kendi mâlindendir).
Sermayesiz ortak, seferden
kendi şehrine döndüğü vakitte giyecekten ve nafakadan baki kalan şey'i reis
mâla (sermaye sahibine) reddeder.
Eğer sefer mesafesinden az
olan (Meselâ, şehrin dışında olan sokak gibi yere gidip, gelip, kendi evinde
gecelemek mümkün olursa), şehir hükmünde olur (ve nafakası kendi mâlinden olur.
Ve eğer gidip, tekrar gelip evinde gecelemek mümkün olmazsa) sefer hükmünde olur
(ve nafakası müdârebe mâlinden olur).
Alıcı ve meyancı olan
kimseye, müdârebe malından infak etmek caiz değildir.
Sermayesiz ortağın infâk
ettiği miktar, evvelâ o meydana gelen kârdan ahiur, geri kalan ne kadarsa,
sermaye sahibi ile emek sahibi arasında paylaşılır.
Eğer sermayesiz ortak, kendi
malı İle ve müdârebe mâliyle, veya-hutta iki erkek için olan iki; mal ile sefer
yapsa, hıssa ile infak eder (yâni müdârebe mâlinin meûnetiıu - zahmet ve
sıkletini müdârebe mâlinden infak eder ve her mâle kendi içinden harcar).
Eğer sermayesiz ortak olan
kimse, o müdârebe mâlinin metâmı mü-râbaha ile (yâni sermayesinden fazla kârla)
satsa, o eşyanın satılmasında vesâit ve sâife için harcadığı miktarı, müdârebe
mâlinden hesap eder. Kendi nafakasını hesap etmez, (Zira kendi nafakası
kendisinin üzerinedir).
Nısıf iîe (yarı yarıya)
ortak olan sermayesiz emek sahibi, müdârebe mâli olan bin dirheme bir miktar bez
(ibrişim) satın alıp, iki bin dirheme satsa ve ikîbin dirheme bir köle satın
alsa, ve o ikibin dirhemi nakit edip satıcıya (köleyi satana) teslim olunmazdan
Önce, sermayesiz ortağm elinde zayi (telef) olsa, bu surette sermayesiz olan
kimse, o ikibin dirhemin rub'una (dörtte biri ki, beşyüz dirhemdir), Garim olur
- borçlanır ve sermaye sahibi ise o ikibin dirhemin bakisine, (bin beşyüz
dirhemdir, garim olur) lâzım gelir. Ve o iki bin dirheme satın alınan kölenin
rub'u (Dörtte biri) sermayesiz ortağın, üç rub;u (üç tane dörtte biri) ise
müdârebe cihetinden ortak malın olur.
Sermaye sahibinin,
sermayesiz ortağa verdiği re'sühnalin (Kapîtalin) yekûnu
ikibin beşyüz olur, (Zira evvelki defada bin dirhem verdi, likinci defada
bin beşyüz dirhem .verdi).
Sermayesiz ortak, o köleyi
satmak istediğinde kârla satamaz, ancak ! iki bin dirhem üzerinden satar. (Zira
aslında iki akçaya satın alınmıştır).
Eğer o zikrolunan köle
dörtbin dirheme satılsa, müdârebenin (şirketin hıssası ondan üçbin dirhem olur.
İki bin beşyüz dirhemi re'sülmal olur ; ve beşyüz .dirhemi kâr olur, her birinin
hıssası ikiyüz elli dirhem olur.
Eğer sermaye sahibi, beşyüz
dirheme bir köle satın alıp, sermayesiz olan ortağa bin dirheme satsa, sermayesiz kims'e, o kb'leyi murabaha
yo-i luyla (Sermayeden fazla kârla) satamaz. Ancak beşyüz dirhem üzerinden
satar, (Zira sermayesiz ortağa satması,
kendi nefsine satması gibidir^.
Eğer sermayesiz ortak, nısıf
ile (yarı yarıya) müdârebenin sermayesi olan bin dirhemi ile iki bin dirheme
değer bir köleyi satm alsa, satın aldıktan sonra o köle hataen bir adam ı
öldürse kölenin efendisi o köleye ait kan bedelini ihtiyar edip onu vermeden
çekinse, o kan bedelinin dörtte birisi sermayesiz kimsenin üzerine ve bakisi de
sermaye sahibinin üzerinedir.
Zikrolunan kölenin kan
bedeli ödendiği zaman köle ikisinin olur. Lâkin müdârebeden çıkar. Ve bu
takdirde takaddüm eden kan bedeli hükmünce sermayesiz kimseye bir gün hizmet
edip sermaye sahibine üç gün hizmet eder.
Sermayesiz ortak, müdârebe
cihetinden ortak mâlin bin dirhemi ile bir köle satın alıp, o bin dirhemi,
köleyi satana teslim etmezden evvel zayi olsa teslim etmeden Önce zayi olan her
bin dirhemin yerine bin dirhem daha verir. (Tâki satan kimseye hakkı vâsıl
olsun).
Sermaye sahibinin Ödediği
iki bin, üç bin veya daha fazla paranın yekûnu re'sülmal (kapital) dir. (fakat
vekil olan kimse paranın satın aldıktan sonra zayi olduğu zamanda rücû, edemez.
Ancak bir kerre rücû eder).
Sermayesiz ortakta iki bin
dirhem olup, (sermaye sahibi ile aralarında anlaşmamazlık meydana gelip,
sermayesiz ortak, sermaye sahibine) «sen bana bin dirhem verdin ve diğer bin
dirhemi kâr ettim» dese, sermaye sahibi de «hayır ben sana iki bin dirhem
verdim» dese bn mes'ele-de söz, sermayesiz ortağındır. (Fakat îmam-ı Zûfer'e
göre söz, sermaye sahibinin sözüdür ve bu söz tmam-i Âzam «R.A.» m sözüdür).
Sermaye sahibi İîe
sermayesiz ortak, sermayede ihtilâf ettikleri ile beraber, meydana gelen kâr
miktarında da ihtilâf etseler, bu surette söz, sermaye sahibinindir.
Yanında bin dirhemi olup, o
bin dirhem para da kazanç yapmış olan kimse «Bu bin dirhem Zeyd'in müdârebesidir
(Yâni Zeyd'in müdârebe mali'dir) ben ise sermayesiz ortağım, bundan meydana
gelen kâr ise aramızda ortaktır» dese ve Zeyd de «bu bin dirhem sende
emânettir, (Yâni ticaret tarikiyle verdim) dese, bu surette de söz yeminiyle
sermaye sahibi olan Zeyd'indir.
Zülyed (Yâni sermayesiz emek
sahibi) olan ki^se, bu bin dirhem karz (Ödünç) dır dese, sermaye sahibi Zeyd'de
bu ticaret mali veya emânet bırakılan şey, veyahuita müdârebe mâli (Yâni
sermayesi benden emeği senden olan ortak mal) dır, dese, söz yine Zeyd'indir.
(Beyyine açık delil bulmak, yine sermayesiz kimsenindir. Zira kendi mülküdür
diye dâva eder, Zeyd ise onu inkâr eder,).
Eğer sermayesiz kimse,
sermaye sahibine; «sen müdârebe sözleşmesinde mutlak söyleyip ticaretten bir
nev'i - çeşit tâyin etmedin» dese, sermaye sahibi de «ben ticaretten bir nev'i
tâyin ettim» dese, bu surette söz yeminiyle beraber sermayesiz kimsenindir.
(Zira umum asıldır, husus ise bir araz için şart kılınır).
Eğer sermaye sahibi ile sermayesiz kimselerin, her biri
birbirine zıt bir nev'i tâyin ettim diye dâva etse bu surette söz, sermaye
sahibinindir. (Ve açık delil ise, sermayesiz ortağa lâzımdır).
îdâ; (Emânet koymak): Mâlik
olan kimse, kendisinden başka kimseyi sarahaten veya delâleten mâlinin
muhafazasına havale etmektir.
Vedîa ise; Emin olan (itimat edilen,) kimsenin yanına
muhafaza edilmek için konulan maldır. O vedîa bir emânettir ki;.emanetçinin<yaf
nında helak olsa gerek helak olmaktan kaçınmak' mümkün olsun, gerekse olmasın
ona tazmin ettirilmez
Emânet olunan kimse, kendisine verilen emâneti bizzat!
kendisi ve emri altında bulunanlar (ailesi, çocukları ve vâlideyni gibi) ile
muhafaza etmesi lâzımdır ve emanetçi kimse için, mal sahibi tarafından
yasaklamak ve emânet hususunda düşman korkusu olmadığı takdirde yanında bulunan
emânetle sefere çıkmak caizdir, tmâmeyn (R.A.) Hamaliyesi ve meûneti (zahmeti ve
ağırlığı) olan şeyde muhaliftirler. Eğerki, o yanında olan emâneti emrinin
altında bulunanlardan başkasıyla muhafaza edip helak olsa (telef olsa), tazmin
eder. Ancak emânetin ateşte yanmasından veya suya batmasından korkarak yanmaması
için kendi komşusuna koysa veya batmaması için başka bir gemiye ııakletse,
tazmin etmez
Eğerki, mal sahibi olan
kimse, emânetci'de olan emânetini istese ve o emanetçi kimse o emânetin
teslimine kadir olduğu halde onu men edip sahibine vermezse, o emanetçi kimse,
gasbedici olmuş olur, (Eğer zayi oldu ise tazmin eder).
Eğer mal sahibi emâneti,
emanetçiden isteyip, emanetçi de emâneti «sahibinden bana teslim etmedin» gibi
sözlerle inkâr edip, inkârdan sonra ikrarda bulunsa, yine de gasbedici olmuş
olur. Fakat, mal sahibinden başkasının yanında inkârda bulunsa, yukardaki hükmün
hilâfına'dır (Yâni gasbedici sayılmaz).
Eğer emanetçi kimse, yanında
olan emâneti yine kendi cinsiyle (tiıe-selâ: Buğdayı buğdayla veya sütü sütle)
ayırt edilmesi mümkün olmayacak şekilde malına karıştırsa, karıştırmakla helak
ettiğinden tazmin eder.
İmam-ı Âzam (H.A.)'a göre:
Akıcı ve eriyici olan ve akıcı olmayan şeyde o emâneti karıştırsa (Meselâ:
Erimiş olan dirhemi kendi misline karıştırsa, veya buğdayı arpa ile karıştırsa),
hem tezmin eder ve hem de mal sahibinin hakkı kesilmiş olur. İm&meyn (R.A.J'a
göre ise, akıcı olma yanda (Meselâ: Buğday'da), mal sahibi eğer isterse,
emanetçi - kimse ile ortak olmak caizdir. (Zira Ebû Yûsuf a göre, taksimi
müteazzir - güçtür) lmam-ı Muhanımed (R.A.)'a göre, akıcı olan'îa böyle ortak
olmak caizdir. İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'â göre: Bir cins, aynı bir cins akıcı
olmayanla kariştınlsa, az olan çok olana tâbi olur.
Eğer emanetçi kimse, yanında
olan emânet malı, buğdayı arpa ile ve zeytin yağını susam yağı ile karıştırıp
cinsinin gayri ile harman yaparsa, tazmin eder ve İmamların icmâ-ı ile mâlik
olan kimsenin hakkı kesilmiş olur. Eğer emanetçinin yanında olan emânet mal
kasıt olmadan bir kendi cinsî ile karışsa (Meselâ: Çuvalın ağzı çözülüp içindeki
buğday birbirine karışsa) İmamların icmâ-ı ile emanetçi ile mal sahibi ortak
olurlar.
Eğer emanetçi olan kimse,
yanında olan emânet malı, o emânet olan mal elbise ise, onu izinsiz giymekle,
veya emânet olan hayvansa, ona binmekle veyahutta emânet olan köle ise, onu
izinsiz hizmette kullanmakla hiyânette bulunsa da helak olsa, tazmin eder. Eğer
o emanetçi olan kimse, irtikâp ettiği tecâvüzü giymeyi ve hizmet ettirmeyi
salimen terk etmekle izâle edip kaldırsa, ve emâneti geri getirirse tazminat da
kalkar. Fakat; Müsteir (Ariyet isteyİci^) ve müstecir^ (icar talep edici)
olanlar emanetçi olan kimsenin aksidirler. (Yâni, tazmin etmeleri zail olmaz),
Eğer emanetçi olan kimse,
yanmda olan emânet malı başka birinin yanma emânet koyup, sonra rücâ talep etse,
yine tazminat zail olur.
Eğer emanetçi olan kimse,
yanında olan emânet malın bâzısını mfak edip, sonra bakisi helak olsa, ancak
infak ettiği miktarı tazmin eder. Eğer infak ettiği miktarı yerine reddedip baki
kalana karıştırıp harman yapsa, başkasının mâlini mâline karıştırmakla
istihlâke sebep olduğundan, tamamını tazmin edei*.
Eğer emanetçi olan kimse,
yanmda olan emânet mâli bir nev'i muamele ile tasarruf edip ona bir miktar kâr
meydana gelse, İmam-ı Âzam ile İmam-i Muhammed (R.A.)'a göre, o kazancı tesadduk
eder. İmam-ı Ebû Yûsuf'a göre ise, ona mubah olur.
Eğer iki kimse, bir kimsenin
yanına bir şey emânet koysa, emanetçi mal sahibinin birisi yok iken diğerine
hışsasmi vermesi İmam-ı .Âzam <R.A.)'a göre, caiz değildir. İmâmeyn
muhaliftirler. (Yâni bunlara göre diğer birine hıssasmı vermek caizdir.)
Eğer bir» kimse, iki
kimsenin yanına dinar ve dirhem gibi taksitli olunur eşyadan bir şey emânet
koysa, o (iki kimse, o şefi) iaksim eder ve her biri kendi hıssasmı muhafaza
eder.
Eğer iktemâneteinin birisi
yanında olan emânet mali başka bir kimşeye verse, İmam-ı Âzam (R.A.,)'a göre,
veren kimse verdiği şey'i tazmin eder ve kabzeden (alan) kimse tazmin etmez.
îmâmeyne göre ise, emâ-netei olan iki kimsenin her birine bütün emânet mâli
başka birinin izniyle muhafaza etmesi caizdir.
Eğer o iki kimsenin yanına
konulan emânet mal (Köle ve elbise gibi), taksimi mümkün olunan eşyadan
değilse, (üç imamın) iemâ'ı ile o (eşya veya köleyi ikisinin muhafazası
müteazzir olduğundan) o ikisinin biri, diğer birinin izniyle muhafaza eder.
Eğer mal sahibi olan kimse,
emânet eşyayı kendi iyâlîne vermekten men etse, emanetçi de ondan bedelini kendi
iyâli olmayan kimseye verse de helak olsa, tazmin eder.
Eğer emanetçi olan kimse,
emânet mâli (meselâ, bir binit hayvanım kendi kölesine teslim etmek ve
kadınların muhafaza ettikleri şey'i kendi hanımına teslim etmek gibi,) emânetin
ayrılması mümkün olmayan kimseye tesüm etse, helak olmakla tazmin etmez.
Eğer mal sahibi olan kimse,
bu emânet malı emanetçinin evlerinden muayyen bir odada muhafaza etmesine
emretse, emanetçi de bu emânet malı evin diğer bir odasında muhafaza etse,
tazmin etmez. Ancak o muhafaza ettiği yerde bir fesat (hile) zuhur ederse o
zaman tazmin eder.
Eğer mal sahibi, emânet malı
muayyen bir evde muhafaza etmesini emir etse emanetçi de muhalefet edip tâyin
olunan evden başkasında muhafaza etse, tazmin eder.
Eğer emanetçi olan kimse,
yanında bulunan emânet mâli başka bir kimsenin yanma emânet bırakıp o emânet
malda ikinci kimsenin yanında helak olsa, (tmam-ı Âzam «R.A.» a göre) sadece
evvelki emanetçi o , emânet mâli tazmin eder. İmâmeyn (R.A.)'a göre ise, iki
emanetçinin hangisine isterse tazmin ettirir. Bu takdirde mal sahibi ikinci olan
emanetçiye tazmin ettirse, ikinci emanetçi birinci emanetçiye tazmin etmesi
için rücû eder. Aksi ile olamaz (Yâni, evvelki emanetçiye tazmin ettirse, bu
evvelki ikinciye tazmin etmesi için rücâ edemez).
Gasbedici olan kimse,
gasbettiği şey'i emânet etse, icmâla ve gasbe-dilen şey'in sahibi olan kimse
muhayyer olur. İsterse, gasbedene tazmin ettirir, isterse emânet alana tazmin
ettirir.
Bir kimse, bîr şey'i me'zun
olmayan (yâni ticarete me'zun olmayan,) bir kölenin yanına emânet koysa, köle de
o emâneti telef etse, o köle âzad edildikten sonra telef ettiği emâneti tazmin
eder. Eğer o şey'i bir çocuğun yanma koysa, çocukta onu telef etse, mükellef
olmadığı için asla ona tazmin etmek yoktur. İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.), o köle ile
çocuk o şey'i o haMe tazmin ederler dedi*
Eğer köle, yanında olan
emâneti kendisi gibi gayri me'zun bîr kö'le-ye verip o ikinci kölenin yanında
helak olsa, o evvelki köle emâneti âzad edildikten sonra tezmin eder. tmam-ı Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, mal sahibi olan kimse o halde iki kölenin herhangisine
isterse tazmin ettirir, tmam-ı Muhammed (R.A.)'a göre ise, eğer mal sahibi olan
kimse evvelki köleye tazmin ettirirse âzaddan sonra tazmin eder. Ve eğer
ikinciye tazmin ettirirse, o halde tazmin eder.
Bir kimsenin, yanında bin dirhem bulunup iki kimsenin her
birisi «ben bu bin dirhemi bit kimsenin yanında emânet tarikiyle koydum» diye
iddiada bulunduğunda, ikisinin de dâvalarını inkârda bulunsa, her birinden
dâvalarına mutabık şahit - delil talep olunduğu zaman, delilden âciz olup, o bir
kimseye yemin teklif olunduğunda yeminden çekinse, o bin dirhem iddiada bulunan
iki kimsenin olur ve inkârda bulunan kimse her birine bin dirhem olması için o
iki kimse için bin dİrhem'de tazmin eder.
Ariyet (Emanet Verilen
Şeyler) Bahsi
O (Ariyet) : belli bir şey'in menfaatini bedelsiz olarak
temlik etmektir (başkasına mal etmektir). Ariyet sahih olmaz. Ancak aynısı baki
]olmakla beraber kendisiyle menfa at'anıl an şeyde ariyet sahih olur
Ölçü, tartı ve adedî olan
(sayılan.) eşyanın âriyesi; karz (ödünç) dır. Ancak ariyet olan şey'i kabullenen
kimse, o ariyet olanı almakta, intifalardan bir nev'i intifa tâyin ederse, o
tâyin edilen ariyeti ondan sonra reddetmek mümkün olur.
Ariyet: Bir kimsenin «bu
şey'İ sana ariyet olarak verdim, ben bu şey'i sana verdim ve bu yerimi sana
ifam, yâni yer içinde olan şey'i id'âm ettim» gibi lâfızları söylemekle ariyet
sahih olur. «Seni bu binitim (hayvanım) üzerine bindirdim ve kölemi sana
hizmetçi yaptım» der de bu lâfızlarla hibe kasd etmezse, ariyet lâfızları olduğu
için sahih olur.
«Evim sana meskendir» veya
«evim sana hayatın boyunca meskenedir» lâfızları da ariyet lâfizlarmdan'dır.
Ariyet veren kimse için, ariyet gerek mutlak olsun gerekse
muvakkat olsun her ne zaman isterse rücû etmek caizdir. Eğer ariyet, ariyet
alan kimsenin hainliği olmadan kullanmakla dahi helak olsa, ona (ariyet alana) .
tazminat yoktur
Ariyetin icara verilmesi
caiz değildir ve vedianın (emânetin) rehni caiz olmadığı gibi, ariyetin rehin
olunması da caiz değildir.
Eğer ariyet alan kimse,
aldığı âriyeyi icara verip helak olsa,j inal sahibi olan kimse, ariyet alan ile
icara tutan kimsenin herhangisine^ isterse tazmin ettirir.
Eğer mal sahibi olan kimse,
mucir olan kimseye (başkasına icara veren kimseye) tazmin ettirse, bu hiç bir
kimsenin üzerine (yâni icara tutana) müracaatta bulunamaz. Eğer mal sahibi îcara
tutan kimseye tazmin ettirse, bu îcara tutan kimse de icârâ aldığı gey'in
ariyet olduğunu bilmezse, icara tutan kimse, ariyet alan kimseye müracaatta
bulunur.
Ârîyet alan kimse için,
kullanmakla değişmeyen şey'i ariyet vermesi caizdir; Ariyet tarikiyle aldığı
hayvanı başkasına binmek için vermek' gibi (Meselâ : Bir kimse, bir şey'i
getirmek için bir kimsenin hayranını ariyet olarak isterse başka kimsenin dahi
bir şey'ini getirmek için vermek caizdir. Zira getirmekte tefâvüt ve ihtilâf
yoktur). Fakat kullanmakla değişen şey'i ariyet vermesi caiz değildir. Binmek
gibi kullanılış tarzı tâyin edilirse, her ne kadar kullanılış tarzı tâyin
olunmasa da, tâyin olunmadığı müddetçe yine ariyet vermektir. Eğer tâyîn
olunursa, ariyet vermek caiz olmaz.
Ariyet olarak alan kimse,
ariyet olarak aldığı hayvana kendisi binse, kendisiyle beraber başkasını*
bindirmesi eâtz değildir. Başkasını bradir-se, kendisi binmek caiz değildir
(Kendisi de binerse, telef olduğunda tazmin eder). Eğer ariyet: Menfaatlanılaa
nev'ilefdeıı, bir nev'i Ue kayıt-lansa, veya nev'î ve vakıtla beraber
ka^ıtlânsa, kayıtlanılan şeyden şer olan şe^e muhalefet'etmesiyle tazmin ede*.
Fakat; Kayıtlanan ve tâyin olunan şey'i» benzerine Veya daha iyisine muhalefet
etse, tazmin etniez. Eğer- ikisinde de (yânv «ev'i ve vakıtia) kayıtlaaınasa,
ariyet alan için herhangi nev'i ve her ne zaman da isteirse raenfaatlaaimtk
câiz'dir.
Bir araziyi içinde bina
yapmak ve ağaç dikmek için ârîyet olarak yermek, sahihtir ve ariyet verici (Mal
sahibi) için her ne zaman isteTse, riiciı etmek caizdir. Ve ariyet olarak alan
kimseye o arazide yaptığı ve dikliği ağaçîarr yakıp sökmfesmi tfefclif eder.
Eğer o arazi içirt vakit zik-rtrlnnmadr îse, bina ve ağaçların noksanlarını
tahmin etniez. Eğer vakit afıkralnhup, 6 vaktin tamamından evvel rücû etse, ö
rücâ, ona vaadîilderi hulf ettiği (döndüğü) için mekruh olur. Ariyet veren Mmse,
bma ve ağaç-' fardan yıkıp sokme&le noksanlaşan miktarda tazmin eder. Ve arazi
sahibi olan kimse, o binanın ve ağaç dikmenin kıymetini tazmin eder ve ona
kendi nefsi için temlik eder. (Millidendirir).
Ariyet olarak -alan kimse
için, o arazide inşa edilen bina ile dikilen ağaçlan tazminsiz koparmak (sökmek)
caizdir. Eğer koparmakla o araziye çok noksanlık gelmezse. Böyle olunca, o
zamanda muhayyerlik mal sahibi olan kimsenin olur. (Zira sahibi asıldır,
diğeri ise tâbidir).
Eğer o ariyet veren kimse, o
araziyi ziraat için ariyete verdi ise, ariyet olarak kimseden gerek vakıtla
kayıtlasın ve gerekse kayıtlamasın tâ arazinin içinde olan ürünü biçinceye
(kaldırıncaya) kadar alınmaz. Ariyet olarak verilen mahn sahibine geri getirme
ücreti, îcara verenp aittir ve emânete Terilen şey'ra geri getirme ücreti
emânete veren kimseye aittir, rehin alan
şey'in geri verilmesinin ücreti, rehin bazakan kimseye aittir ve gashedilen mâlin geri getirme
ücreti ise, gasbedeöe aittir.
Ariyet alan kimse, ariyet
tarikiyle aldığı binit hayvanını kendiliğinden sahibinin ahırına bıraksa veya
aldığı köleyi veyahutta elbiseyi sahibinin evine bıraksa da ölse, istihsânen
tazmin etmekten beri olur. Gasb ile vedîa emânet ve muhafaza edilmek için
konulan mal tekaddüm eden mes'elelerin hilâfinadır.
Ariyet ,alan kimse, yanında
ariyet olan binit hayvanı kendi kölesi ile veya aylıkçı veyahutta yıllıkçı
olarak tutulmuş hizmetçisi ile gönderse de sahibine teslim olmadan ölse, bu iki
kimse iyâldan sayıldığından tazminattan kurtulur.
Ariyet alan kimse, yanındaki
ariyet olan hayvanı sahibinin hizmetçisi veya kölesi ile gönderse gerek o köle
o hayvanın üzerine aleddevam binsin gerekse binmesin, mal sahibi bunlara râzi
olduğundan yine tazminattan kurtulur. Yabaci olan kimse ile günlükeü -
yevmiyeci olan kimse, tekaddüm eden ^bu geçen) nies'elenin hilâfına dır, (Yâni,
bu iki kimse iyâldan sayılmadığından bunlarla gönderir de ölürse, tazminattan
kurtulamaz). Çocuklarla cevahir gibi nefis bir şey'i sahibinin evine göndermek
ile eğer sahibi almadan helak olursa, tazminattan kurtulamaz (Çünkü bu gibi
kıymetli eşyayı eve göndermek mahut ve âdet değildir).
Bir araziyi ziraat için ariyet olarak alan kimse, ariyet
verene kendi nefsi üzerine şahit dikse, İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre,
mukavele senedine, «Muhakkak sen arazini bana ifâm ettin» diye yazsın «bana
ariyet olarak verdin» diye yazmasın, tmâmeyn (R.A.), muhaliftirler. (Yâni
tmâ-neyn : sen bana arazini ariyet olarak verdin diye yazsın, diyorlar).
O (Hibe) : Bir ayni (bedelli
ve mevcut bir şey'i) ivazsız (bedelsiz ve karşılıksız) olarak başkasına
temlik etmek (mal etmek) tir.
Hibe : îcap (Yâni hibe
edenin hibe ettim demesiyle) ve kabul (kendisine hibe edilen kimsenin de kabul
ettim demesi,) ile sahih olur.
Hibe : Kabz'ı kâmil ile
(Yâni, hibe edilen nesneyi -tamamen teslim lmakla) tamam olur.
Eğer, kendisine hibe yapılan kimse, hibeyi aynı mecliste
izinsiz alsa, sahih olur ve eğer meclisten sonra (yâni aym meclisten ayrıldıktan
sonra) alsa, elbette sarih iznin olması lâzımdır .
Hibe, hibe eden kimsenin, «Sana hibe ettim, hakkimdan
verdim, bu yemeği sana yedirdim, bu elbiseyi sana kisve ettim (sana bu elbiseyi
giymen için verdim). Bu şeyi sağlığın müddetince sana verdim., Bu şeyi sana
ömrünün sonuna kadar verdim, evim sana hibedir, sakin olursun (oturursun)»
sözleri ve bir kimse, hibe niyyeti ile diğer bir kimseye «seni bu hayvanın
üzerine bindirdim» sözü ile bağlanmış olur.
Bir kimse başka bir kimseye,
«Evim sana sükna - sakin olmak (oturmak) tarikiyle hibe olsun, veya hibe
tarikiyle süknâ - sakin olmalc (oturmak) için olsun veya hurma ağacı dikmek yeri
olsun veya evim sana sadaka olduğu halde süknâdır, veya evim sana sadaka olduğu
halde ariyet tarikiyle olsun, veyahutta
evim hibe olduğu halde ariyet tarikiyle olsun» dese, bu suretlerin hepsinde
ariyet olur.
Köle ve at gibi taksimata ihtimali olmayan müşa'ın (belli
olmayan payın - hissenin) hibesi sahih ve caizdir. Fakat taksimata ihtimâli olan
şeyde hibe sahih değildir. Taksimatı kabil olan bir müşa'i hibe edip, sonra
taksim edip teslim etse, sahih olur
Buğdayın içinde olan ım'u,
susam'm içinde olan yağ'ı ve sütun içinde olan yağ'ı çıkartsa da hibe olunanlar
hibe edildiği vakitte yok oldukları için sahih değildir.
Meme içinde olan süt'ü,
koyu'nun sırtında olan yün'ü, arazi içinde olan hurma (meyve) ağacını ve ekini,
ve ağaçta olan hurma'yı (meyveyi,) hibe etmek, Müşâ olan şey'i hibe etmek
gibidir. (Yâni caiz değildir. Caiz olmadığının sebebi muttasıl olmasıdır.
İttisal ise, teslim olmağa mânidir. Taksimi kabil olmayanın teslimi mümteni
olduğu gibi).
Kendisine hibe edilen
kimsenin elinde olan şey'i, kendisine hibe etmek kabz'ı (almayı) yenilemeksizin
tamam olur, (Matlup olan §art kabızdır. Bu suretle de sabit ve mevcut olduğu
için caizdir).
Babanın tıfıl çocuğuna hibe
etmesi, eğer o hibe olunan şey babanın elinde veya babanın Vedia (emânet) olarak
koyduğu kimsenin elinde olursa, müeerred akd (sözlü karar,) ile tamam olur:
(Zira babama elinde olması gabz'dır ve emânet koyduğu kimsenin yanında olması
ise, babanın elinde olması gibidir). Fakat; o hibe olunan şey gasbeden kimsenin
elinde olsa, veya bey'i fasit ile satın alan kimsenin elinde olsa, veya hibe
kabul edici kimsenin elinde olsa, hibe olması caiz değildir.
Adamın oğlu için tasadchık
ettiği sadaka, takaddüm eden (geçen) ahkâmda hibe gibidir.
Anne, tekâddiim eden
hükümlerde, baba gibidir, babanın kayıp olması katiyyetle aileye (gelmesi
mümkün olmayandır). Gaip olması hâlinde veya babanın ölüp, vâsisi olmadığı
hâlinde eğer çocuk o annenin (himayesinde) iyâlinde olursa, (anne, baba
gibidir).
Yabancı kimsenin çocuğa hibesi, eğer çocuk âkil ise( yâni,
tahsil etmeyi farkediyorsaj yabancı sağ da olsa, kabz ile babanın veya dedenin
veya vâsinin veyahutta ikisinden birisinin (Baba ve amcanın) kabzı ile veya o
çocuk kendi evinde ise, Annenin kabzı ile, veya o çocuğu besleyip terbiye eden
bir ecnebinin (Yabancının) evinde ise, bu ecnebinin kabzı ile, veya bâliğa
olmamış kız çocuğunun kocasının kabzı ile akîd tamam olur. Velev ki küçük kız
babası yanında da olsa, zitafdan evvel değil de zifafdan sonra (Kocası küçük
hanımı için kabzetmesiyle âkid tamam olur. Çünkü zifaf etmekle baba o küçüğünün
bütün işlerim efendisine tefviz etmiştir) .
Miiltekâ Tercümesi
İki kimsenin bir kimseye bir
evi (Mülkü) hibe etmeleri sahihtir. (Zira ikisi de birden teslim etmişlerdir.).
İmam-ı Âzam ve İmam-ı Zafer (R.A.)'a göre, aks (yâni bir adamın iki tane adama
hibesi) sahih değildir . İnıâmeyn muhaliftirler. (İmameyn'e göre, bir adamın
iki adama hibesi sahihtir).
On tane nefer (ferd olan)
kimsenin, İki tane fakir kimselere tasad-dukları veya hibeleri sahihtir.
O tasadduk ile hibe İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre iki zengin
kimselerfe olması sahih değildir. İıriânieyn muhaliftirler, (İmâmeyn'e göre, iki
zeflf-gine tasadduk ve hibe etmek sahihtir,).
İnsanın yaptığı hibede, kabzdeıı sonra gerek hibe ettiği
şey'in tamamında olsun gerekse bir kısmında olsun, rücû etmesi (cayması) sahih
(caiz) dir, fakat mekruhtur
Hibede rücû etmekten yedi
nesne (şey,) mâni olur ki, o yedi şey'c «Demin hazegatin».harfleri ile (rumuz ve
işaret) olunmuştur ki, her harfi bir mâni işarettir:
Demİde olan mim, müleâkideynm (hibe veren ve alanın)
birinin ölümüne işarettir, (Yâni hibe eden, veya hibe edilenden birisi ölse,
hibeden rücû - dönmeye mânidir) .
Dcmi'de olan ayıı, hibe
mukabelesinde vâki olan ivaza (karşılıklı verilen bedele) işarettir. Yâni ivaz
kabzolunsa ve hibeye muzaf olsa, bir kimse hibe eden kimseye bu şey'i hibe
ettiğin şey'e ivaz (karşılık) o!&> rak al dese veya hibeden bedel olarak aîdese
veyahutta hibenin karşılk-ğnıda olarak al demek gbi, velev İd o verilen ivaz
ecnebiden olursa d rücû etmeğe "(dönmeğe) mânidir.
Eğer ivaz, hibeye izafet
olunmaso, hibe edenle, hibe edilenin her hv-rerlerine, hibe ettikleri şeyde
rücû, caizdir.
Hazegade olan hâ, hibenin kendisine hibe edilenin mülkünden
hâtıg olduğuna ibarettir. (Yâni, hibe edilen şey, o hibe edilen şahsın mülküin
çiRsaVİıibe edenin rücû etmesi sahili olmaz.) .
Hazegâde olan zâ, hibe edildiği vakitteki zevciyete
işarettir. (Yâni; bir kimse, kendi hanımına ailesi olduğu halde bîr şey hibe
etse, rücû etmeğe mânidir). Bir kimse bir kadına bir şey hibe edip sonra nikâh
etse, o erkek kadına yaptığı hibeden rücû etmesi caizdir. Fakat, bir kadına bir
şey hibe edip sonra o kadını talâk'i bâyinle boşasa ona rücû yoktur
Hazegada olan kaf, hibe edenle hibe edilenin arasında, olan
garabete işarettir. (Yâni: bir kimse, akraba olan mahremine bir şey hibe etse,
ona rücû yoktur. Zira bunlara hibeden murat Sılei rahimdir,). Ve rücû etmede
(dönmede) Silâi rahmi kesmek vardır. (Bu cihetten rücû, caiz olmaz)
Hazegada olan he (Son harf),
hibe olunanın helak olmasını işarettir (Yâni hibe olunanın kendisi helak olması
caymaya mânidir).
Hibe edenle hibe edilenin
arasında, hibe edilenin aynının helak olmasında niza, vâki olsa, söz kendisine
hibe edilen kimsenindir. Ve o (hibenin,) ziyâde edilmemesinde ise söz, hibe
edenindir.
Hibe eden kimse, hibe ettiği
şey'in mukabilinde taviz olunduktan sonra (hibe karşılığı kendisine bir şeyler
verildikten sonra) o hibenin yansı başkasının hakkı olarak çıkarsa kendisine
hibe edilen kimse, verdiği ivazın (karşılığın) yarısını geri
alır. Eğer ivazın yarısı başkasının hakkı
olarak ortaya çıkarsa, hibe eden kimse, hibe edilenden hiçbir şey alamaz. Tâ ki
hibe eden kimse o, hibe karşılığından baki kalanı gerisin geri verinceye kadar.
ı Eğer o hibe karşılığı
olarak verilen başkasının hakkı olarak ortaya çıksa, hibe ve ivazdan tamamını
alır.
Hibe eden kimse, hibe ettiği
şey'in yarısından tâviz olunsa, ona o taviz olunduğu miktarda karşılıksız
olduğu için rücû etmek caizdir.
Hibenin yarısı hibe eden
kimsenin mülkünden hâriç olsa, baki olduğu için hâriç olmayanla rücû etmek
caizdir.
Hibeden rücû etmek (caymak)
sahih olmaz, ancak hibe edenle hibe edilenin rızâlarıyla veya hâkimin hükmüyle
sahih olur.
Kendisine hibe edilen kimse,
o hibe olunan köleyi hibe edenin cay-jmasindan sonra hâkimin hükmünden ve hibe
edilen kimsenin tesliminden evvel âzad etse, o âzad sahih olur.
Eğer kendisine hibe edilen
kimse, hibe eden kimse hibesinden rücû ettiği zaman o hibe edilen şey'i men.
edip elinde helak olsa, mülkü üzerine baki olduğu için tazmin etmez.
Hibe edenin hibede ikisinin
birisiyle (Yâni, rıza veya kazap ile) rücû etmesi aslından fesihtir. Kendisine
hibe edilen kimseden hibe değildir.
Muşa (Müşterek sehira) olan
şey'in hibesinde rücn, sahihtir, (Meselâ : Bir kimse, iki kimseye bir şey'i
hibe edip sonra birinin hıssasma rücû etse, sahih olur^.
Eğer hibe edilen şey'i,
telef edip sonra başkasının hakkı olarak ortaya çıkınca kendisine hibe edilen
kimse ona tazmin etse, hibe eden kimsenin üzerine rücû etmez.
tvaz şartıyla (karşılık
almak şar tiyle) hibe, ibdİtâden hibe'dir, (Meselâ: «Köleni, elbisem bana hibe
eimekliğin üzerine sana hibe ettim» dese, ibtidâen hibe. vâki olur. Fakat «Şu
köleyi elbisenle yüz dirhem ile sana hibe-ettim» dese, iptidâen ve intihâen -
sonunda icma'ı ile bey'.- satış vâki olur).
' :
îki ivazda kabz şart olur. (Zira hibede kabz şarttır). İki
ivazın birinin §âyi (Taksime kabil hissesi) olması hibeye mânidir (Z.râ
Miişâ'nm hibesi salım değildir, diye beyan olunmuştur), ivaz şartı iîe hibe
etmek ibtidâen hibedir ve inlihâen bey'dir, (Yâni : Pazarlığın sonunda teslim
aldıktan sonra bey' olur). Bu takdirde Bey'iri nihayeti vâki olur. Onda şiifa
(bîr şey'i diğerine karıştırmak), hıyarı ayıp (ayıp muhayyerliği), hıyarı şart
(Şart muhayyerliği) ve hıyarı rûyet (Görme muhayyerliği) sabit olur. Bey'de
sabit olduğu gibi.
Bir kimse, Hâmile olan
cariyeyi hibe edip ancak karnındaki çocuğunu hibe etmese, veya kendisine hibe
edilen kimsenin cariyeyi kendisine' geri vermek şartıyla hibe etse veya o
kendisine hibe yapılan kimsenin o cariyeyi âzad etmesi şartıyla hibe etse
veyahutta o (cariyeyi) çocuk dünyaya getirmek şartıyla hibe etse, hibesi sahih
olur ve yaptığı istisna ve şart bâtıl olur.
Bir evin (Hanenin) bâzı
kısmım geri vermek şartıyla veya hibe eden o ey. karşılığında İiir tâ'viz etmek
(hibesine karşılık bir bedel vermek) şartıyla hibe etse, yine hibe sahih ve şart
bâtıl olur.
Eğer Cariyenin karnındaki
çocuğu müdebber etse (ölümünde azada bağlasa), sonra o çocuğu, câriye dünyaya
getirmeden önce hibe etse, o hibe bâtıldır. Fakat, o karnındaki çocuğu âzad
edip. sonra cariyeyi hibe etse, lekâddüm
eden mes'elenin aksi olur (Yâni: hamilelik kendi mülkü üzere olmadığı için hibe
sahih olur).
Bir kîmse, alacaklısına «Yarınki gün geldiği vakit sende
olan (bana ait) alacak senin olsun veya o (borcunda) berî olasın (Yâni: bana
olan borcunu vermezsin,) dese veya sende olan alacağımın yarısını bazan ödeşen
geri kalanı senin olsun» dese, veyahutta «o geri kalan yarısından berî olursun»
dese, bu sözlerden hepsi bâtıldır .
mrâ (Ömrün sonuna kadar
bağlanarak yapılan hibe), kendisine hibe .<i«-ıı için hâli hayatında caiz ve
öldükten sonra vârisleri içindir.
O (Umrâ): Bir adam kendi
evini bir adamı için Ömrünün sonuna kadar hibe kılmaktır. Ve her ne zamanki
ölürse, o ev geri sahibine avdet eder. Bu takdirde temlik - sahip ohnak, sahih,
fakat şart bâtıl olur.
Rukbâ (Müntâzir
olmak-beklemek), bâtıldır. İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, .umra caiz olduğu
gibi rukbâ da caiz ve sahihtir.
O (Rukbâ,) : Bir adam diğer birine bu evi sana rukbâ
kıldım, eğer ben senden evvel ölürsem, senin olsun ve eğer sen benden evvel
ölürsen benim olsun, demektir. Bu takdirde, kendisine bu şart yapılan kimse, o
avi teslim alsa, hibe edilen kimsenin elinde ariyet olur.
Sadaka vermek, hibe vermçk
gibidir. Hibe kabizsız sahih olmadığı gibi, sadaka, da kabızsız (teslim
almaksızın) sahih olmaz. Zira teberrüat-tandır. Taksimi mümküıı olan müşa'da
(Müşterek hıssada İmam-ı Âzam (K.A.)'a göre), sadaka sahih değildir. İmâmeyn
hibede olduğu gibi muhaliftirler. Sadakada rücû (geri dönmek istihsânen)
yoktur. Velev ki, sadaka zengin kimse için verilmiş olsun.
Fakire, hibe etmede rücû
yoktur. (Zira fakire hibeden murat sevaptır. O da muhakkak hâsıl olmuştur.
Zengin için yapılan hibe bunun aksinedir. Çünkü zengine yapılan hibe bâzan
dünyevî bir ivaz için olur,).
Bir kimse, «Bütün malim veya
mâlik olduğum her şeyim falan kimsenin olsun» dese hibe vâki (sabit) olur.
Eğer «Bana mensup olan (Nisbet edilen her) şey'i veya benim
idiği mâruf olan (bilinen her) şey'i falan kimsenin olsun» dese, ikrar vâki
o!ur.(Not: Bu mes'ele ile bundan evvel geçen mes'elenin farkı; evvelki mes'elede
mülkü kendi nefsine isnat etti ve bu cihetten hibe oldu. Bu mes'ele'de ise, öyle
değildir).
O (îcar) : Bir şeyin cins ve
mikdarı malûm olan menfaatim malûm bir bedel ile satmaktır (Menfaatlar belli ve
ücretler malûm olmazsa, îcar akdi caiz olmaz).
(Meselâ: Evde bir sene
oturmayı şartlamak gibi: Yâni evi bir seneye îcara vermek gibi, o menfaat)
gerek, para, ölçü ve tartılan eşyalar gibi deyn (Misli) olsun, gerekse elbise ve
binitler gibi ayn (kıymeti olandan^ olsun.
Alış verişde semen (bedel)
olmaya sâlih (elverişli) olan nesneler ücret almayada sâlihtir. icar, (satmak
gibi) şartlarla fasit olur.
Alış verişte sabit olduğu
gibi, icarda da şart muhayyerliği ve bakmak (görmek) muhayyerliği, gerek
sözleşmeden önce olsun, gerekse sonra olsun ve ayıp muhayyerliği ve ikâle ahkâmı
(Cayma ve ^lıp satmada yükseltip, düşürmek,) ve fesih ahkâmı sabittir.
:
icardan murad olunan menfaatlar. bazan bir müddetin beyânı
(açıklanması) ile bilinir. (Gerek o müddet az olsun, gerekse çok olsun.
Meselâ: Oturmak için bir evin ve ziraat için bir arazinin kiralanması gibi), bu
kiralanmada belli bir müddetle, gerek o müddet kısa ve gerekse uzun olsun îcar
sahih olur .
Vakıfta ise, müddetin
beyanında vakfedenin şartına, tâbi olunur. Eğer vakfeden kimse, yaptığı vakfın
îcara verilmesinde müddet şart koş-mayıp sükût etti ise, fetva olan yerlerin
îcara verilmesinde, îcara tutan kimsenin mülkiyet dâvası açmasından korkulduğu
için üç sene üzerine ziyâde olunmaktadır. Araziden başkalarında ise, bir sene
üzerine ziyâde olunmamaktır.
İcardan murat olunan
menfaat, bâzan bir işi belirtmekle bilinir. Meselâ: bir elbiseyi boyamak veya
bir elbiseyi dikmek ve belli bir miktarı bir binitin - vasıtanın üzerine
yükleyip, belli bir mesafeye götürmek gibi.
O menfaat, bâzan işaretle
bilinirki, şu taamı falan yere nakletmek gibi.
' îcar'a verilen şey'in
ücreti, sâdece îcar sözleşmesi ile müstehak (Teslim vacip,) olmaz. Belki tacil
olunmakla (Senesi girmeden aceleten verilmekle) müstehak olur. Veya acele etmek
şartıyla veya üzerine akd olunan şey'in istifası (kabzı) ile veyahutta
istifadan mümkün olmasıyla müstehak olur. Böyle olunca, evin müsteciri (îcara
tutucusu) olan kimse, îcara aldığı evi teslim alıp, hatta - îcar müddeti
gelinceye kadar oturmasa, ücret vacip olur,
îcara tutulan şeyin aynı,
îcara tutan kimsenin elinde iken gasbolun-sat mütemekkin olmasının fevti
miktarında (oturmadığı miktarda) ücret sakıt olur. (Meselâ: Bir kimse, bir evi
bir sene îcara tutup, başka bir kimse o evi îcara tutandan gasbedip o evde altı
ay otursa, sonra îcara tutana teslim etse, o gasbolunan altı ayın ücreti sakıt
olur. Zira altı ay otur-imadan fevt olunmuştur).
Ev ve arazi sahipleri için,
o ev ve arazinin ücretini her gün talep etmeleri (isteyip almaları) caizdir,
(Zira ücret menfaat gibidir. Günün nihayetinde talep olunur).
Binit sahibi için, her
merhalede (her konakta) binitinin binmek ücretini alması caizdir. (İmam-ı
Zûfere göre ise, seferin nihayetinden sonradır).
Çamaşırcı ve terzi için,
(Yıkama ve dikme) ücretini işini bitirdikten sonra almaları caizdir. Ev
sahibinin evinde çalışsalar da.
Ekmek pişiren ekmekçi için,
ekmeği furundan çıkardıktan sonra ücretini talep etmesi caizdir (Zira ekmeğin
çıkması ile işi bitmiş olur). Eğer ekmek furundan çıkarılmazdan evvel yansa,
gerek müstecirin (işçi kullananın) evinde olsun ve gerekse işçinin evinde olsun
müsavidir, o ekmekçinin ücreti sakıt olur. (Ücret almaz. Zira teslim etmezden
evvel talep olmuştur. Hatta o ekmekçinin tazmin etmesi lâzımdır).
Eğer ekmek, furundan
çıkardıktan sonra yansa ve eğer o yanmakta müstecir olan kimsenin evinde vuku
bulsa, ekmekçinin ücreti sükût etmez, (Yâni ücretini alır). İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre, evinde emânet olduğu için ikisinde de yâni, ekmek furunda iken
çıktıktan sonra yansa da,1 tazminat yoktur.
İmâmeyn (R.A.)'e göre;
Müstecir olan kimse, isterse o ekmek pişirene yaktığı ekmeğin ununun mislini
(kıymetini) tazmin ettirir. Ve ekmek pişirenin ücreti yoktur ve isterse o ekmeği
tazmin ettirir ve pişiren kimse, bu takdirde ücrete müstehak olur ve pişiren
kimseye, o yaktığı ekmeğe yakmış olduğu odunu ve katmış olduğu fuz'u tazmin
etmesi icâbeder dediler.
Düğün ahçîsi, pilâv ve diğer
yemekleri tencere veya kazanından kaplara boşaltıp yerleştirdikten sonra
ücretini hak eder, (Zira bununla iş bitmiştir).
Kerpiç kesen kimse ise,
İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre kestiği kurumuş kerpie'i yerinden, kaldırıp tesviye
ettikten sonra ücretini hak eder.
İmâmeyn (R.A.)'a göre ise, o
kestiği kerpici kestiği yerden başka bir yere İstif ettikten sonra ücretini hak
eder, dediler.
İcarla yapılan şey'in
aynında (kendisinde) yaptığı işin etkisi olan usta İçin, Meselâ: Boyacı ve bez
ağartıcı gibi ki, (Kolacı veya Boyacı) Nişasta ile yumurta'y* çalkalayıp
karıştırarak elbiseyi ağartır, bu kimse işi yaptıkdan sonra ücretini almak için
o aynı (elbiseyi) hapsetmek caizdir.
Ö boyacı veya ağartıcı
(kolacı) elbiseyi ücreti için hapsedip, zayi olsa îmam-ı Âzam (E.A.)'a göre, ona
tazminat yoktur ve boyacı ile ağar-tıcıya boyama ve ağartma ücreti de yoktur.
İmâmeyn (R.A.) : Elbisenin
sahibi, isterse o telef olan elbiseyi boyanmış olduğu halde (Boyanmış
kıymetinden) tazmin ettirir ve o boyacı veya ağarüci için ücret vardır ve eğer
isterse, o elbiseyi boyanmamış kıymetinden tazmin ettirir, boyacı veya ağartıcı
için de ücret yoktur.
icarla yapılan şeyde, onu
yapan kimsenin yaptığı işin etkisi yoksa; Meselâ : Hamal, kaptan ve çamaşır
yıkayıcı gibi kimselere ücretleri için, icarla yapılan şey'in aynını hapsetmek
caiz değildir. Fakat, kaçan köleyi efendisine teslim eden kimse, o tekaddüm eden
kimselerin aksidir (Yâni o köleyi müdafaasını alıncaya kadar hapsetmesi
caizdir).
Mal sahibi olan kimse, iş
yapan - usta için (işi kayitlamayıp) mutlak söylese, iş yapan için o işe
kendisinden başkasının çalıştırması caizdir.
Eğer mal sahibi, o işi
yapacak kimsenin kendisinin yapmasını takyit etse (cart koşsa), o işte başka
kimse kullanmak caiz değildir.
Bir kimse, bir adamı ehl ve
iyâîini bir başka vilâyetten getirmek için kiraîasa, o kiraladığı kimse o
vilâyete vardığı zaman o getireceği iyâlin bâzısını Ölmüş bulsa, sağ kalanları
getirip icarla tutan kimseye teslim etse, bu takdirde o getiren kimseye hesap
ile ücreti vardır.
(Meselâ: On kişi getirmeğe
bin dirheme tutulmuş olsa, beşi Ölüp, beşini getirse, beşyüz dirhem lâzım
olur).
Eğer işçi (ırgat) kimse, bir
miktar taamı Zeyd'e götürmek için kira-lansa ve o İşçi taamı alıp Zeyd'in
bulunduğu yere vardığı zaman, onu ölü bulup (Yâni hayatta bulunmayıp) o taamı
tekrar sahibine teslim etse, bu takdirde o işçiye ücret yoktur (Zira sÖzleşilen
şey'İn teslimi bozulmuştur).
Eğer o kiralanan işçi kimse,
bir mektubu Zeyd'e götürüp cevabını getirmek için kiralansa, işçi mektubu
götürüp, Zeyd öldüğü için mektubu geri getirse İmam-ı Âzam ile îmam-ı Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, ücrete müstehak olmaz.
İmam-ı Muhamıned (R.A.) o
işçi için geri geldikten sonra ancak gitmesinin ücreti vardır, dedi.
Eğer ücretlenen kimse, taamı veya mektubu Zeyd'in olduğu
yerde alıkoysa îcma'ı ile ona gitmek ücreti vardır.
Evin ve dükkânın, içinde ne
iş yapılacağı söylenmese de kara tutulması sahihtir.
îcar'a tutan kimse için, o
ev ve dükkânda Demircilik San'aü, bez çırpmak (bez ağarticihk) ve evde değirmen
ile un Öğütmek gibi evin ve dükkânın binasına zaaf verecek, harap ve yıkılmağa
sebep olacak şeylerden başka her şey'i işletmek caizdir. Ancak bunları yapmak
için, kiralarsa yapabilir.
Araziyi ziraat için, eğer
onda ekilecek şey konuşulursa îcara tutmak sahih olur. (Zira arazide ekilen şey
çeşitli olduğu için beyâna muhtaç-dır). Veya îcara tutan kimse, bu arazide
istediğim şey'i ekmek için, îcara aldım, dese, îcar (kiralama sözleşmesi) sahih
olur.
Bir arazinin (arsanın)
içinde bina yapmak veya ağaç dikmek için, îcara tutmak sahih olur.
Bina ve ağaç için, îcara
alınan yerin îcar müddeti tamam olup geçtiği zamanda, îcara alan kimseye, o
arsadaki binayı yıkıp ve ağaçları da söküp, arsayı sahibine boş olarak teslim
etmesi lâzımdır. Ancak arsanın Sahibi arsada bulunan binanın veya ağacın
kıymetini yerinden yıkılıp sökülmüş olduğu halde bina ve ağacın sahibinin
rızasiyle öderse, İo arazide olan bina ve ağacın yıkılıp sökülmesine hacet
yoktur.
Eğer o arazi içinde olan
binanın yıkılıp, ağacın sÖkülmesiyle' noksan-laşırsa (kıymetten düşerse), o bina
ve ağacın kıymetine sahibinin rızası olmaksızın gârim olup (kıymetini ödeyip)
rızasiyle mâlik olduğu gibi, mâlik (sahip) olur. Veya îcara tutanla îcara
verenin her ikisi de o bina ve ağacın yerinde baki kalmasına râzi olsalar, böyle
râzi oldukları halde bina ile ağaçlar, îcara alan kimsenin ve arazide îcara
veren kimsenin olur.
Yonca dedikleri otun hükmü,
tekaddüm eden ağacın hükmü gibi'dir (Zira nihayeti yoktur).
îcara tutulan arazide
bulunan ekin, o arazinin îcar müddeti tamam olsa da ecri misil ile (benzeri
ekinler ile) baliğ olup yetişinceye kadar terkedilir. (Zira ekinin
nihayeti bellidir).
Binit hayvanını, binmek için
ve üzerinde bir şey taşımak içirt ve elbiseyi giymek için, îcara tutmak sahili
(caiz) olur.
Eğer îcara veren, îcara alan
için bindirmek ve giydirmek için mutlak söyleyip, muayyen ferd zikrolunmazsa,
îcara tutan kimse için o hayvana veya o elbiseyi istediği kimseyi bindirip ve
giydirmesi caizdir.
Eğer o hayvana kendisi binip
veya elbiseyi kendisi giyse veyahutta kendisinden başka kimseyi bindirip,
giydirse tâyin etmiş olur ki, o tâyin ettiği (binici ve giyici) kimselerden
başkası o (binit ve elbiseyi) kullanamaz.
Eğer îcara veren kimse, o
hayvana binecek ve elbiseyi giyecek kimseyi tâyin etse de, tâyin edilen
kimselerden başkası binse ve giyse, îcara tutan kimse, o binit ve.elbise lıelâk
olduğu zaman, tazmin eder.
Kullanma ihtilâfı ile (asıl)
değişmiş olan herşeyde, binit ve elbise gibidir, (Meselâ: Bir kimse, bir cadın
îcara alıp bir kimseye kullanmaya verip sakatlansa, tazmin eder.)
Kullanma ihtilâfı ile (aslı)
değişmeyen^ şey'de, onu taklid etmek, (Yâni îcara veren kimse, muayyen şalısın
kullanmasını şart koşmak) heder (faydasız, bâtıl) dır.
Eğer îcara veren kimse, bir evin icarında bir ferdin
oturmasını şart koşsa, o şart koştuğu fert için, kendisinden başkasını -
Oturtmak caizdir. (Zira oturulan yer oturmakla değişmez, bu cihetten, şart
koşmanın faydası olmaz)
Eğer îcara veren kimse, o hayvanın üzerine yüklenilt şey'in ııev'ini ve miktarını belirtse, bir ölçek buğday gibi. Bu
takdirde îcara tutan kimse için, o bir ölçek buğday'm benzeri başka şeyJi
yükletmek caizdir. Fakat buğday'dan daha ağır ve zararlı olan şey'i yükletmek
caiz değildir, tuz gibi, (Zira îcara verenin buna rızası yoktur).
Eğer îcara veren kimse,
belli bir miktar pamuk yükletmek için kiralarsa, îcara tutan kimse için, o
pamuk ağırlığında demir yükletmesi caiz değildir. (Zira tartıda müsavi ise de.
ziyade muzsr - zarar vericidir)-
Eğer îcara tutan kimse,
îcara veren kimsenin belirttiği miktardan fazla yükletip, hayvan sakatlanmazsa
ve eğer o hayvanın da yükletilen miktarın götürülmesine takati (tahammülü)
varsa, bu halde ağırlığı zi-yâdeleştiren miktar kadar tazmin eder. Eğer hayvanın
yükletilen miktara tahammülü yok ise, bütün kıymetini tazmin eder.
Binit hayvanım kiralayan
kimse, arkasına başka birini daha bindir-sc ve o hayvanda sakatlık meydana
gelse, yarısını tazmin eder; bu mes'u-liyet ağırlıkla itibar olunmaz, (Zira
bâzan hafif olan kimse, binmeye ehil olmadığı cihetten ağır görünür, ve bazan
ağır olan kimse, binmeye ehil olduğu için hafif görünür).
Eğer hayvanı kiralayan
"kimse, kira ile tuttuğu hayvanı dizgininden kendi tarafına doğru zorla çeke?,
veya döverse, bu iki harekeiten birisi ile hayvan da sakat olursa, İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre kiralayan kimse kıymetini tazmin eder. İmâmeyn (R.A.) Mıîtad
(normal) olan çekmek ile döğmekte muhaliftirler. (Yâni tazminat yoktur).
Eğer biniti kiralayan kimse,
sÖzleştiği yeri geçip ondan uzak bir yere varsa, ve hayvan da helak olsa veya
sakatlansa, sözîeşilen yeri geçmekle hakka tecâvüz ettiği için tazmin eder.
O hayvanı sözleştiği yere
teslim etmesiyle, gidiş ve geliş îcara alsa da âsah kavilde tazminattan
kurtulamaz. İmam-ı Zûfer'e göre, Vedi'a -emânet bırakmakta olduğu gibi;
tazminattan kurtulur.
Eğer merkebin üzerinde olan
eğeri kaklınp, üzerine o merkebin misli eğerîenen bil* eğer eğerîese de helak
olsa, tazmin etmez, (Zira mal sahibinin izni başka eğer ile eğeiienmesme
mütenavildir - şâmildir).
Eğer o merkebi bir eğer iîe
veya bir semer ile (Palan ile) eğerleyip, semerlese veya hayvanın benzeri o
semerle ve o eğerle (Palanla) semerlenip, eğerlenmese de belâk olsa, bütün
kıymetini tazmin eder.
O binit hayvanını, yine onun
benzeri semerlenir bir semer ile semer-lese de helak olsa, İmam-ı Âzam (R.A.)'a
göre, yine bütün kıymetini tazmin eder.
İmâmeyn (R.A.) ancak o
semerin ağırlığı üzerine ziyâde olan şey'i tazmin eder dediler (Zira sahibinin
razı olmadığı zİyâdcde'dir).
Eğer hamal olan kîmse (yâni
yük yüklemek için ücretle tutulan kimse), mal: sahibinin tâyin ettiği yoldan
başka fakat, insanların gidip geldiği yol'a koyulsa, ve eğer o iki yol mü
teravi t olmazsa (değişik olmazsa), o yüklenen metâ'ı tazmin etmek yoktur.
Fakat; O iki yol değişik
olsa, (diğerinden daha zor ve uzak, korkulu olsa) veya insanların gidip
geldikleri yoFdan geçmediği açıklansa, veya-hutta o metâ'ı denizden götürüp
telef etse, hamal o metâ'ı tazmin eder.
Eğer hamal olan kimse,
götürdüğü ınetâ'ı varacağı yere yetişdirse, (hamal için) ücret lâzımdır.
Eğer îcara veren kimse,
îcara verilen arazide buğday ekilmesini tâyin etse, îcara tutan kimse de
muhalefet edip yonca ekse, îcara tutan kimse, arazinin noksanını tazmin eder,
(Zira yoncanın ekilmesi tarlaya buğdaydan daha zarar vericidir). Gasbedici
sayıldığından müsiecir üzerine ücret yoktur.
Eğer bir kimse, terzi olan kimseye bir top bezi bir gömlek
(yakası açılmadık elbise) dikmesini emretse, fakat terzi de muhalefet edip o
bezi kapama (yakası açık elbise) dikse, bezin sahibi o elbisenin kıymetini
terziye tazmin ettirmekle dikilmiş olan habâyı almalım arasında muhayyer
kılınır, (İsterse topun kıymetini alır, isterse dikilmiş pahasını alır). O
konuşulan miktarın üzerine ziyâde olunmadığı halde o terzi olan işinin ecri
mislini verir, (Yâni: o elbisenin misli kaça dikilirse o parayı verir).
Mal sahibi, terziye o elbiseyi kapama (yakası açık elbise)
dikmeyi emretse, terzilde muhalefet edip o elbiseyi serâvil {pantolon) dikse,
yine âsah kavilde muhayyersiz tazmin ettirmekle pantolonu almanın arasında
muhayyer olur. Bu meselede muhayyersiz tazmin ettirir de, denildi.
Fâsid olan icarda (kiralama
sözleşmesinde), tesmiye olunan (konuşulan) miktarın üzerine ziyâde olmamak
şartıyla ecrimisil (Benzerlerinin ve denklerinin ücretleri kadar) lâzım olur.
Bir kimse, bir evi her ayda
10 dirhem vermeye îcara tutsa, o sözleşme ancak tek bir ay için sahih olur.
Diğer aylarda fâsid olur. Ancak îcara veren kimse, îcara verdiği bütün ayların
adedini söylemekle tâyin ederse, o zaman kiralama sözleşmesi sahih olur,
(Meselâ: On ay beheri için bin lira gibi) îcara tutan kimse, her aydan bir saat
oturursa sözleşme, o bir saat oturulan ayda sahih olur. Fesih hakkı sakıt olur
(düşer). îcara veren için, îcara alan kimseyi özürsüz çıkarması caiz değildir.
Fakat; zahiri rivayet: O fesih hakkının hâki kalmasıdır, sözleşenlerin her
birine gelecek ilk gecesinde ve ilk gününde muhayyer olmaklık vardır. Fetva da
buradadır.
Eğer, o evi sahibi tam bir
seneliğine yüz dirheme kiraya verse, her ayın ücret miktarım belirtmese bile,
îcar sözleşmesi sahih olur. *
İki şahsın arasında meydana
gelen îcar sözleşmesinin müddetinin iptidası (başlangıcı), eğer günü konuşuldu
ise, konuşulan gündür. Konuşulmadı ise, o müddetin başlangıcı, mukavele
yapıldığı vakittir.
Eğer o îcar mukavelesi ayın
yeni doğduğu günde yapıldı ise, bütün senenin müddeti ay ile itibar olunur. Eğer
o mukavele ay'ın yeni doğduğu zamanda olmazsa, günler ile itibar olunur.
tmam-i Muhammed (R.A.)'a
göre, ilk ay günlerle ve diğer aylar ay ile itibar olunur. İmam-ı Ebû Yûsuf, bir
rivayette İmam-ı Muhammed ile beraberdir. Bir rivayette de İmam-ı Âzam (R.A.)
ile beraberdir.
Kadının iddetide,
zikrolunanlarla ve tafsilâtta böylecedir.
Hamamcı ile kan alıcının
ücret almaları caizdir. (Zira insanların örf ve âdetlerinde caiz ve bilinen
şeylerdendir. Hamamı işletmek ve kan tahlili ve kan aldırması saıı'atında
çalışmakta hiç bir beis yoktur).
Erkek keçinin (Tekenin) dişi
keçi üzerine sıçramasının ücretini almak caiz değildir (ve haramdır. Fakat
ücretsiz olursa caiz ve beis yoktur).
(NOT : Musannifin Teke'nin
ücreti demesinin altında sair hayvanatın dişileriyle birleşmeleri de dâhil
olur. Zira Peygamberimiz (S.A.V.) ondan neh'i buyurmuşlardır).
Ezan okumak (müezzinlik
yapmak), Hacc yapmak, imamlık yapmak, (Zikir, ders okutmak ve muharebede
çarpışmak), Kur'an-ı Kerim'i tâlim etmek ve Fıkıh dersleri okutmak (ve Kur'an
okutmak, Fıkıh mütalâa etmek) gibi ibâdet ve taâtlar karşılığında ücret almak,
mütekaddimin ulemâsına göre caiz olmaz.
ölü üzerine yas ve feryâd etmek ve şâir oyun ve çalgı
âletleri gibi mâsiyet olan şeylerden ücret almak caiz olmaz
Bugünkü zamanımızda ise, İmamlık yapmak, Kur'an-ı Kerim'i
okutmak ve Fıkıh okutmak (ve Müezzinlik yapmak) üzerine ücret alınmanın
cevazına fetva verilir (Zira sureta ameldir, bir nefsin çalışması ve emeği var)
İcara tutan kimse, îcar
mukavelesinde bahsedilen miktarın teslimine cebrolumir. Teslim etmediği takdirde
habsolunur.
Kur'an-i Kerim'in bâzı
sûrelerinin başlarına varıldığı zaman, Kur'-an-ı öğreten kimseye âdet ve mâruf
olan hediyenin teslimine de cebrolu-nur.
Müşterek olan müşâ'ın
(Sehmin, taksime ihtimali olsun veya olmasın müsavidir), îcarı • kiraya
verilmesi (İmam-ı Âzam «R.A.»'a göre) sahih değildir. Ancak sehimin îcara
verilmesi ortak olan kimseye caiz olur, (Zira kendi hissesini yabancıya teslim
etmek tasavvur edilmez. Ortak ise, yetki sahibi ve Mütesarrıftır.
İmâmeyn (R.A.)Ja göre ise,
ortak hissenin icara verilmesi, mutlaka (Gerek hissesini ortağına ve gerekse
başka kimseye kiraya vershi) j caizdir, (Zira tahliye edip boşaltmakla, teslim
etmek mümkündür).
Eğer bir kimse, iki adama
bir evi îcara verse İmamların ittifakı ile o îcar sözleşmesi sahihtir (Zira
intifa mümkündür).
Emzirici kadını, bir çocuğu
emzirtmek için malûm müddet ile kiralamak caizdir, (Zira Kur'an-ı Kerim'de
Cenab-ı Hak: «Emzirici olan kadınlar, evlâdınızı emzirseler onlara ücretlerini
veriniz» buyuruyor. Halk arasında da böyle çok ve mâruftur).
O, Emzirici kadım nafakası
ve kisvesi (Yâni: yiyip, içeceği ve giyeceği) ile kiralamak İmam-ı Âzam
(R.A.)'a göre, istihsânen sahih ve caiz olur. tmâmeyn (R.A.) muhaliftirler.
(Yâni Taam ve kisvesi ile îcara tutmak sahih ve caiz değildir. Zira ücreti
meçhuldür).
O, küçük emzikli olan
çocuğun yıkanıp temizlenmesi, elbise (bezlerinin) idrar ve büyük abdestten
temizlenip yıkanması (kirden değil) yemeğini çiğnemek - (Gevişle) veya
pişirmekle yararlı bir hâle getirmek ve çocuğu doğduğu zaman ve doğduktan sonra
lâzım olan yağlarla yağlayıp hizmetini görmek, o emzirici kadın üzerine
lâzımdır.
O emzikli çocuğun,
zikrolunan ve lâzım olan şeylerinden emziren kadın üzerine hiç bir şey'in
parası lâzım gelmez. Belki, o çocuğun lâzım olacak şeylerinin parası ve emzirme
ücreti, o çocuğun nafakası kendi üzerine lâzım gelen kimse üzerine lâzım olur.
Eğer emzirici kadın,
emzirdiği çocuğu süt müddetinde bir koyun sütü ile emzirse veya onu (yemek suyu
- çocuk maması., gibi) taamla gir dalandırsa o kadına ücret yoktur (Zira üzerine
lâzım ve vacip olan emzirmeyi yapmamıştır).
O.emzirici kadının efendisi
için, kendi ailesini cima etmek (Yaklaşmak) caiz ve mubahtır. Lâkin ailesini
çocuk emzirtmek için icarla tutan kimsenin evinde (adam cimâ'ı evinde menettiği
zaman) cima edemez, (Zira her nerede olursa, cima' etmek efendisinin hakkıdır).
O emzirici kadının kocası
için, eğer îcar kendi rızâsiyle olmadı ise, o emziren kadının sözleştiği îcarı
bozmak hakkıdır, eğer efendisinin, emziren kadına nikâhı insanlar arasında
zahir ve meşhur ise. Fakat o emziren kadın efendisinin nikâhına ikrar ve itiraf
etse, halbuki nikâhı da meşhur değilse, nikâh kabilinden olmadığı için, îcarı
bozmak hakkı yoktur.
Emzirilen çocuğun ehli için,
eğer emziren kadın hasta veya hâmile olursa (sütün çocuk için muzir olacağından
korkarlarsa), emzirme sözleşmesini feshetmek hakkı vardır, (Zira hasta ve
hâmile olmakla sütü fasit olur).
Çulhacınm (Dokumacının^,
dokudugH ipliğin yarısı ile îcara Itutması veya bir merkebi, üzerine yüklediği
taamdan bir Ölçek ile îcara tutmak
veyahutta bir Öksüzü, bîr mikdar buğday öğütmeye ve öğüttüğünden bîr ölçek
vermekle îcara tutmak fasittir.
Bu zikrolunan suretlerin
cümlesinde, sözleşmede konuşulan miktara tecâvüz ve ziyâde olmamak şartıyla
ecrimisil (benzeri ve dengi olanların ücreti kadar ücret) lâzım olur.
Bir kimse, bugün (undan) bir
ölçeği bir dirheme pişirmek için bir ırgat kiralasa, İmam-ı Âzam (R.A.)Ja göre,
âkid fâsid olur.
İmâmeyn (R.A.)
muhaliftirler, (Zira bunlara göre, sahihtir ve o âkid o iş üzerine vâki olur ve
zikrolunan vakit acele etmek içindir).
Eğer işçiyi tutan kimse, (Fî
lâfzı ile) bunu bugünde pişireceksin diye şart koşsa, ittifakla sahih olur (Zira
fî lâfzı zarfiyet içindir, müddeti - takdir İçin değildir).
- Eğer bir kimse, bir
araziyi (tarlayı) başka birinden, sürüp, ıslâh edip ve ekmek üzere îcara alsa,
veya o araziyi sulayıp ekmek üzere îcara alsa, sahih olur.
Eğer o, araziyi bir kerre sürüldükten sonra tekrar sürmek
üzere (Yâni: iki kerre sürmek üzere) veya o arazinin ırmaklarını kazıp
temizleyip, sularını akıtmak üzere veyahutta gübrelemek üzere îcara alsa, sahih
olmaz, (Zira bu şartlar akdin iktizâlarından değildir, ve eserleri bakidir ve
icar tam olduktan sonra arazi sahibine kalır)
Bir araziyi ekmek için diğer
bir arazinin ekilmesiyle îcara tutmak (yâni: ilk îcara tuttuğu araziyi başkasına
îcara verip ondan aldığı para ile diğer bir araziyi îcara tutmak), bir biniti
binmek için, diğer bir binitin binilmesiyle îcara tutmak (Yâni: onu başkasına
verip ondan aldığı para ile başka birini îcara tutmakla) bir evi oturmak için
diğer bir evin otu-rulmasıyla îcara tutmak (ilk îcara tuttuğu evi başkasına
kiraya verip ondan aldığı para ile başka bir ev îcara tutmak) ve bir elbiseyi
giymek için, diğer bir elbisenin giyilmesiyle alınan paradan îcara tutmak sahih
değildir.
Eğer bir kimse kendi ortağım
veya ortağının merkebini aralarında müşterek olan taamı götürmek
için ortağını kiralasa, rehin eden, rehin olarak bırakılan malı îcara alan râhin
(Rehin kabul eden kimse) ye üc- > ret lâzım gelmediği gibi ortağını kiralayana
da ücret lâzım gelmez.
Eğer ki, bir kimse, bir
araziyi îcara tutsa, fakat o arazide ekeceği şey'i zikretmese veya o arazide
ekeceğini açıklamasa, ve eğer umum söyleyip istediğim şey'i ekerim demese, îcar
sözleşmesi sahih olmaz.
Eğer ekin ekilip, îcar
müddeti geçse, o sahih ilan akid avdet eder ve | b îcara veren için konulan şey
vardır (Yâni: bir îcar parası daha alır).
Eğer ki bir kimse, bir
merkebi Mekke-i Mükerreme'ye icarla tutsa, fakat o merkeb ile götüreceği şey'i
söylemezse ve halk arasında mutâd (Normal her zaman yükletilen) ve müteâref
(bilinen) şey'i yükletse merkeb de Ölse, o merkebi tazmin etmez (Zira o hayvan
eîinde emânettir).
Eğer îcara tutan kimse,
Mekke-i Mükerreme'ye yetişse, îcara veren için o îcar sözleşmesinde ücretten
konuşulan şey vardır.
Eğer ki îcara verenle îcara alan kimseler, tarlayı ekmeden
ve mer-keVe yüklemeden önce anlaşmayıp - kavga çıkarsalar, aralarında olan foar
sözleşmesi vâki olacak fesadı def etmek için bozulur.
Ecîrü Müşterek (Müşterek
işçi) : Boyacı ve hamal gibi, kendisinden başkasına da çalışan kimsedir (Yâni:
menfaati bir ferde mahsus olmayıp, belki isteyen kimselere çalışan kimsedir).
,
Müşterek olan işçi, tâki
çalışıp - işini bitirinceye kadar ücrete müs-tehak olmaz, (Ücreti hak etmez).
Boyacı ve bez ağartıcı gibi.
Meta (Eşya - Mal) bu işçinin
elinde emânettir. Keza telef ettiği takdirde o metâm tazmin edilmesi işçiye
şart kesilse de, eğer elinde telef olsa, yine tazmin etmez. (İmam-ı Âzam
«R.A.»'a göre tazmin olunmamak!a fetva verilir).
îmâmeyn (R.A.)'a göre ise,
zorla alınmak ve çalınmak gibi kendisinden sakınmak (Çekinmek) mümkün ise,
tazmin eder, (Zira bu iki şeyden sakınmak mümkündür).
Fakat; sakınılması mümkün
olmayan şey'de ise, Ölüm, ziyâde şiddetli olan yangın ve Muannit - Ekâbir olan
düşman gibi ki yukarıdaki geçen mes'elenin aksinedir (Yâni tazminat yoktur).
Ücretli işçi, kendi ameli
ile (kasden) telef ettiği şey'i ittifakla tazmin eder, çırpmağa aldığı elbiseyi
(şiddetli çırparak) yırtıp paralamak, hamalın ayağı sürçüp (kayıp) götürdüğü
şey'i telef etmek, deveci veya katır-cı'ıim yük'e bağladığı ipi» kopup
yüklettiği şey'i telef etmek ve geminin kaptanının (hızlı yürüttüğünden dolayı)
geminin halatını çekip geminin batması gibi şeylerde. Velâkin o ipin
kesilmesiyle, hayvan'dan düşüp Ölen ve geminin halatının ceMImesîyîe gemi'de
denÎ2'e batan adamları tazmin etmez (Yâni kan bedelini tazmin etmez. Çünkü adam
cinayetle - haksız yere öldürülmekle tazmin olunur).
Adamdan kan alıcı ve
hayvandan kan alıcı (Baytar) olan kimseler, mutad olan (normal olan) mahalli
geçmedikleri takdirde üzerlerine taz-mmat yoktur. (Yalnız mu'fad olan mahalli
geçerlerse, bu takdirde telef olan nefsinin diyetini tazmin ederler).
Eğer ki, Fırat yolunda bir
kimsenin büyük bîr küpü hamalın elinde kırılsa küpün sahibi için o hamala o
küpün kıymetini, hamalın yüklettiği yerde tazmin ettirmek caizdir. Hamal için
ücrette yftlttur. Veya kırıldığı yerde tazmin ettirmek caizdir ve hamal için
nisabı ile ücret vardır, (Kasten mi kırdı, tedbir almadı mı? Yoksa ayağı mı
kaydı? Buna göre hesap edilir).
Ecîr'i Has (Husûsi işçi)
muayyen bir kimseye çalışan kimsedir. Ve bu Ecîr'e (îşçi'ye) Ecîr'i Vâhid de
tesmiye olunur (îsîm verilir).
(îşçi iki kısımdır. Biri
müşterek ve diğeri de hususîdir. Hususî olan işcı de müşterek olan işçinin
mukabilidir).
Hususî olan işçi, çalıştığı
müddette veya îcar müddetinde (yâni mukavele müddetinde gerek çalışsın, gerekse
çalışmasın) Nefsini îcarlŞ tutan patrona teslim etmekle ücrete müstehak olur,
(Zira ücret, yapılan iş mukabilindedir).
Hizmet etmek için veya koyun
yaymak için bir seneliğine îepra tutulmuş olan kimse gibi ki (senenin tamam
olmasıyla, işi noksan dâ yapsa ücrete müstehak olur. Zira ücreti menfaatlar
mukabilinde'dir).
Husu"sî olan- işçi, (İmam-ı
Azanı «R.A.ı>Ja göre) koyunu kurt - Canavar yemesiyle, çalınmakla, kayıp
olmakla, gasbolunmakla elinde itelef olan veya kendi ameli ile elinde telef olan
şey'i tazmin etmez. (Zira o şey elinde emanettir, tmâmeyn (R.A.)'a göre ise,
müşterek olan işçi bir çok insanların malları muahafaza olunması için istihsânen
tazmin eder).
îşci kullanan kimsenin,
ücretle iş yapan kimseye muhtelif iki menfaat arasında terdit (Şek - şüpheli)
bırakması sahih olur, o muhtelif iki menfaatin herhangisi bulunup, mevcut olursa
o menfaat mukabilinde konuşulan şey lâzım olur. Meselâ: Para ile iş yaptıran
kimse terzi olan ustaya «Eğer bana bu elbiseyi Fârisi biçiminde dikersen sana
bir dirhem, eğer Rûmi biçiminde dikersen iki dirhem vardır» veya boyacı olan
ustaya «Eğer bu elbiseyi bana sarı renk ile boyarsan, sana bir dirhem ve eğer
zağferan (Safran bitkisi) ile boyarsan iki dirhem vardır» demesi gibi.
Yine şüpheli bırakmak sahih
olur, Meselâ; «Eğer bu evde !(veya dükkânda, mağazada) oturursan, ayda bîr
dirhem, şu evde yâni; (başka bir evde) oturursan ayda iki dirhem vereceksin»
demek gibi.
Yine şüpheli bırakmak sahih
olur, «Bu hayvana Kûfe*ye kadar binersen bir dirhem» ve eğer «vasıta kadar
(Küfe ile Basra arasında Hac-cac'in yaptırdığı Irafc'da bir yer) binersen iki
dirhem vereceksin» demek gibi.
Edna (Aşağı), Evsat (Orta)
ve âlâ (Yüksek) olan üç şeyin arasında şüpheli bırakmak da yine sahih olur.
Fakat, dört şeyde şüpheli bırakmak sahih değildir.
Eğer «Bu elbiseyi bugün
dikersen bir dirhem, yarın dikersen yarım dirhem var» dese, terzi birinci gün
dikerse bir dirhemi alır, ikinci gün dikerse (İmam-ı Âzam «R.A.»'a göre) o
terziye Ecrimisil (Yâni benzerinden ne alırsa, ondan da onu almak) vardır.
Fakat bu ecrimisil de yarım dirhemi geçmemelidir. Geçerse o fazla olan lâzım
olmaz.
îmâmeyn (R.A.), zikrolunan
iki şart ki, (Bîri birinci gün dikerse bir dirhem, diğeri ikinci gün dikerse bir
buçuk dirhem vardır, dediği) caizdir, dediler. Bunlara göre, yarım dirhemden
noksan olup, ziyâde olmamaktır.
Eğer dese ki: «Bu dükkânda
Attar (koku satan) olarak durursan kirası bir dirhem, Haddât (Demirci) olarak
oturursan aylık iki dirhem olsun» dese, bu iki şartta caizdir, (Hangi işi
yaparsa tmam-i Âzam «R.A.»\ göre, onun kirasını vermesi lâzımdır).
tnıâmeyn muhaliftirler (bunlara göre, bu biçim îcar
bâtıldır ve iki surette Ecrimİsil lâzımdır)
Eğer «Bu binit ile Hıyera'ya
(Numan İbni Beşh'in oturduğu şehir) gidersen, ücret bir dirhem, Hıyerayı geçip
Kâdisiyye (Küfe ile Hıyera arasında 15 millik bir yer) gidersen ücreti iki
dirhemdir, dese veya bu binit üzerine Hıyeraya kadar bir Kür (Ölçek) arpa
yükletirsen ücreti bir dirhem, eğer bir ölçek buğday yükletirsen ücreti 2
dirhemdir» dese, te-kaddüm eden mes'eleler gibi sahih olur.
Sefer şartı olmaksızın
hizmet için îcara aldığı köle ile sefere çıkmak caiz değildir.
Eğer ki mahcur olan
(efendisi tarafından tasarrufdan menedilen) köleyi (Meselâ: Bir ay hizmet etmek
için 10 dirheme) îcara tutsa, köle de şart koşulan hizmeti yerine getirip
karşılığında' olan ücreti alsa, tutan kimse, köleyi verdiği ücreti ayrıldıktan
sonra müracaat edip geri alamaz.
Eğer ki, gasbedilen köle,
kendi nefsini bir kimseye îcara verse, gasbe-den kimse de o kölenin icardan
kazanıp aldığı ücretini yese, gasbeden kimse (İmam-ı Âzam ıtR.A.n'a göre) tazmin
etmez.
İmâmeyn muhaliftirler (Yâni:
bunlara göre, o yediği ücreti tazmin eder).
Gasbeden kimsenin, kölenin
ücretini yemesinden sonra o kölenin efendisi olan kimse gasbediîen kölenin
ücretinden bulduğu şeyi alır (Zira kölenin bütün kazancı efendisine aittir).
Köle, kendi ücretini kendisine îcara tutan kimseden bizzat kendisi alması
sahihtir.
Kölenin efendisi, kendi
kölesini başka bir kimseye iki ay ücrete (îcara) verse, bu iki aydan bir ayını
(tâyin etmeden) dört dirheme ve diğer ay'ını da 5 dirheme dese, bu îcar akdi
sahih olur. Evvelki ay dört dirhem, ikinci ay da 5 dirhem clese, bu îcar akdi
sahih olur. Evvelki ay dört "dirhem, ikinci ay da 5 dirhem almaya işaret vardır.
(Çünkü dört lâfzı birinci ay'ı tâkibetmiş, beş lâfzında ikinci ayY takip
etmiştir).
Bir kimse, bir köleyi
efendisinden îcara alsar o köle de firar etse veya hastalansa (îcara tutanla
kölenin efendisi anlaşamsalar) îcara tutan kimse, bu firar veya hastalık, îcar
müddetinin evvelinde vuku buldu diye iddiada bulunsa, kölenin efendisi de, 6
firar veya hastalığın haber vermekten bir saat önce vâki ve mevcut olduğunu
iddiada bulunsa, bu takdirde hal tahkim olunur.
Eğer köle, o halele dâvada
hazır ve mevcut veya hasta olmayıp, sıhhatli olsa, yemini i!e beraber kölenin
efendisi tasdik olunur ve ücret vâ-cibolur. Eğer o halde hazır ve sıhhatli
olmazsa yeminiyle beraber îcara tutan kimse, tasdik olunur, (Ücret lâzım ve
vâcib olmaz).
Su değirmeninin suyu
kesilici ve akıcı olmasında çıkan ihtilâfta, te-kâddüm eden ihtilâf gibidir,
(Meselâ: Eğer değirmenin suyu husûmet zamanında kesilmiş ise, soz îcara tutanın
olup, ücret lâzım olmaz. Eğer husûmet zamanında alîiyorsa söz yeminiyle beraber
değirmen sahibinindir ve ücret lâzım olur).
Elbise sahibi boyacıya:
«Kırmızıya boyamanızı emrettiğim halde, sarıya boyamışsın» dese, usta da «Bana
emrettiğin renkte boyadim» dese, yeminiyle beraber elbise sahibinin sözü kabul
edilir.
Gömlek ve pijamada olan
ihtilâf geçen ihtilâf gibidir, (Meselâ: Elbise sahibi (erziye «ben sana. bu
elbiseyi pijama için verdiğim halde sen gömlek dikmişsin» dese, terzi de «sen
bana gömlek dik diye sipariş ettin» dese söz, açık delilleri olmazsa yeminiyle
beraber elbise sahibinindir.
Eğer elbise sahibi yemin
etse, boyayı, veya terzi olan kimse elbisenin boyasız ve dikişsiz olduğu halde
kıymetini tazmin eder ve ücreti de yoktur. Veya elbise sahibi o elbiseyi ahp
terziye veya boyacıya Ecrimisi-lini verir ki, o ecrimisil ile sözleşmede sahih
olan mikdarı tecâvüz etmemelidir.
Elbise sahibi: «Bana
ücretsiz olarak diktin» diye iddia eder, usta da ücretle diktiğini söylerse,
(îmam-ı Âzam «R.A.»'a göre) elbise sahibinin yemin etmesiyle sözü kabul edilir.
îmam-ı Ebû Yusuf (R.A.)'a
göre, eğer san'at ehli ise yemin etmesiyle söz ustanındır.
îmam-i TMuhammed (R.A.)'a göre ise, eğer usta ücretle
diktiği mâruf ve meşhur ise, söz ustanındır.
İcarda bizzat kasdolunan
menfaati fevt edici (yok edici) olan ayıp ile icar sözleşmesi fesih olunur -
îcar'a alman evin yıkılması, sulanan arazinin veya değirmenin suyunun kesilmesi
gibi. Veya icara alman şeyin
menfaatinde ayıp meydana gelmekle kar fesih olunur. îcar'a
alınan kölenin hasta olması ve îcara alınan hayvanın yağır olması gibi
Eğer îcar alan kimse, ayıplı
olan köle veya hayvan ile ayıplı oldukları halde menfaatlansa veya îcara veren
kimse, îcara verdiği şeyin ay-bıni yok etse, îcara tutan kimsenin muhayyerliği
sakıt olur, (Zira arzu edilen şey meydana gelmiştir).
îcar, özür le fesih olunur.
Özür ise, meydana gelen îcar akdinin mucibine (gerektirdiği şeylere) devam
edip, üzerine yürümekten âciz olmaktır. Ancak îcar sözleşmesi ile, müstehak
olmayan zararı tehammül etmekle olur. Meselâ: Ağrısı sakinleşmiş dişini çekmesi
ve onu çekmeğe bir ücretli kimse, îcara tutulduktan sonra, olan hal gibi.
Veya bir düğünün yemeğini
pişirmek gibi ki, işçi icarla tutulduktan sonra gelin veya güveği vefat etmiş
ise, veya o gelini efendisi bedeli hulû etmişse, bu suretlerde îcar fesh olunur.
İçinde ticaret yapmak için
bir dükkân îcara tutup, elinde olan mal yok olup, zayi olsa veya dükkân gibi bir
şey îcara verip sonra ona bir borç lâzım olsa da onu Ödemeğe bir şey bulamazsa,
ancak o îcara verdiği dükkânın parasından ödemek lazımsa, velevki lâzım olan
borç kendi ikrarı ile sabit oldu ise de zikroîunan zararı tahammül etmek için
îcar fesh olunur. Veya kendisine şehirde hizmet etmek için bir köle îcara
tutsa, veya gerek şehirde, gerekse başka yerde olsun icara tutan kimse, o
köleyi alıp, sefere çıkmak istese, kölenin efendisi İse buna razi olmazsa, îcar
fesh olunur.
Veya bir kimse, sefere
gitmek için başkasından bir binit (hayvan) îcarlasa, sonra seferden kalmak
icâbetse, o icarı feshetmek caizdir.
Eğer îcara veren kimseye
seferden kalmak icâbetse, Özür değildir (Yâni: îcar akdini feshetmeye özür
değldir).
Fakat, eğer îcara veren
kimse, hastalansa, hastalığı İmam-ı Kerhînin rivayetinde özürdür. Asıl rivayette
özür değildir.
Sâdece kendisi için çalışan terzi, kendisine elbise dikmek
İçin bir köle îcara tutsa, sonra da iflâs etse, o iflâs etmesi özürdür (ve îcar
fesh olunur)
Fakat ücretle diken terzi,
kendisi için dikilen terzinin aksidir (yâni: bir köleyi icarla tutsa, özür olmaz
ve îcar fesh olmaz).
Terzi, sarraflık yapmak için
terziliği bıraksa, tekaddüm eden mes'e-Ienin aksidir, (Yâni: özür olmaz, zira
terziliği bir tarafda ve sarraflığı da diğer bir tarafda yapar).
îcara verdiği şeyi satmakta
tekâddüm eden meselenin aksidir, (Yâni: borçlanmadığı müddet icarı feshedici
bir özür olmaz).
Bir kimse, terzilik yapmak
için bir dükkân îcara tutsa, sonra başka bir iş yapmak için terziliği bıraksa,
özür olur ve îcar fesholur.
Bir kimse, bir akar (ev, tarla) îcara tutsa, sonra
da sefere çıkmak istese yine Özür olur ve îcar fesholur.
Kendi nefsine îcar akdettiği halde, iki taraftan birisi
Ölürse, îcar muamelesi bozulur .
Eğer başkası için akdetmiş ise vekil, vâsi ve vakıf mütevellisi gibi
fesholunmaz, (Zira vekil olan kimsenin akdi vekil eden için, vâsisinin akdi
küçük için ve mütevellinin akdi İse, vakıf içindir. Bu cihetten fesholunmaz).
Bir kimse, îcara tutulmuş bir arazinin veya ariyet olarak
bırakılmış bir arazinin biçilmiş olan ekinini yaksa, bu yangm sebebiyle başka
bir kimsenin arazisinde olan şey (ekin) yansa, eğer rüzgâr o vakitte sakin ise,
yakan kimse tazmin etmez. Eğer rüzgâr yandığı zaman şiddetli esiyorsa, tazmin
eder, (Çünkü yangın çıkacağım bildiği halde yakmıştır)
Terzi veya boyacı olan
kimse, kendi dükkânında yarıya çalışan bîr kimse oturtsa, akit sahih olur, (Zira
ona ihtiyacı vardır. Ve kıyas : Caiz olmamaktır. Zira akit, meçhul ve yarıdan
hariç olan malûm değildir).
Bir kimse, bir deveyi
Mekke'i Mükerremeye bir yük ile iki kişi götürmek için kiralasa, kiralayan için
insanlar arasında normal olan mah-mil vardır. (Yâni ne^çok ağır, ne de çok hafif
olmalı ve kıyas, meçhul olduğu için caiz değildir).
Eğer devenin sahibi o götüreceği yükü müşahede etse,
(cehaleti yok etmek için) evlâ ve alısen olur
Bir kimse, başka bir
kimseden bir miktar azık yükletmek için jbîr deveyi kiralasa, sonra kiralayan
kimse yolda o azıkdan yese, kiralayan kimse için yediği şey'in parasını Ödemesi
lâzımdır.
Bir kimse, evini gasbeden
kimseye, «evimi boşalt (evimden çık), boşaltmazsan her ayda ücreti falan mikdar
olsun» dese, gasbeden de boşaltmazsa, gasbeden için ev sahibinin söylediği
ücreti vermek lâzım olur, (Çünkü îcar ta'yin olunmakla bağlanmış oldu).
Eğer gasbeden kimse, mal
sahibinin mülkünü inkârda bulunsa veya inkâr etmese fakat, ben bu evi ücretle
istemem dese, her ne kadar ev sahibi, gasbedenin inkârından sonra açık delil
gösterse de, ev sahibinin belirttiği ücret lâzım değildir, (Çünkü mal sahibinin
mülkünü inkâr etmekle o belirtilen ücr**0 îâyık olmaz, zira sonradan delil kaim
olmasında fâide yoktur).
Bir kimse, kara aldığı şeyi
aldığı fiattan yüksek üata icara verse, Scar sahih olur, fakat o ilk defa
tuttuğundan ziyâde olanı tesadduk eder. (Çünkü o ziyade kabzolunmadığı müddetçe
kârdır).
îcar mukavelesi, gelecek
zamana izafe edildiği halde sahih olur, (Meıelâ: Ay başı geldiği zaman şu evi
sana şu kadar ücretle bir seneye kadar İcara verdim, demesi gibi).
îcar mukavelesi, gelecek
zamana izafe edildiği halde sahih olur, (Meselâ : Ay başı geldiği zaman şu evi
sana şu kadar ücretle bir seneye 1ta-îar îcara verdim, demesi gibi).
îcar mukavelesinin fesh
olunması, gelecek zamana izafe olunduğu balde sahih olur.
Ziraat işlerinde, muamelede,
müdârebe ortaklığında, vekâlet (vekillik), kefalet (kefillik) ve vâsi tâyin
etmede gelecek zamana izafe etmek (bağlamak sahihtir), (Meselâ : Bir kimsenin,
ben vefat ettiğimde falan kimseyi vâsi tâyin ettim demesi gibi).
Vasiyet ile gaziliği gelecek
zamana izafe etmek sahihtir, Meselâ : imam - Hükümdar olan kimsenin, aybaşı
geldiği zaman falan kimseyi hâkim tâyin ettîm, demesi gibi).
İMARATI : (Emirliği) de
gelecek zamana izafe etmek sahhitir. (İmam olan kimse, aybaşı gelince falan
kimseyi falan vilâyete Emir - Vali tâyin ettim, demesi gibi).
Talâk'i, gelecek zamana
izafe etmek sahihtir, (Bir kimsenin kendi ailesine aybaşı gelince boş ol demesi
gibi).
Âzâtı, gelecek zamana izafe
etmek sahihtir, (Bir kimsenin, kendi kölesine aybaşı geldiği zaman hürsün demesi
gibi).
Vakfı, gelecek zamana izafe
etmek sahihtir, (bir kimsenin, evim ölümümden sonra vakıf olsun, demesi gibi).
Alıp - satmada, icarda, îcarı fesih'de, taksimatta,
şirkette, hibede, nikâhda, ric'atda, maldan sulhta ve a-lacağa ibrâ'da fesih
olmaz, (Bunların her birini gelecek zamana izafe etmek sahih değildir. Zira bu
eşya temlik kabilindendir. Hemen vâki olur, izafete hacet yoktur).
Kitabet : Bir köleyi yetği
cihetinden filhal ([Efendisinin söylediği anda hür kılmaktır, (Yâni : bir kimse,
kölesini bin dirhem ödemek üzere hür kılsa, o anda kendisine sahip olur ve
istediği' şeyi yapmağa kadir olur). Ve Râkabe (köle cihetinden hür olmak ise,
maldadır, (Yâni: şart koşulan bedeli kitabeti ödediği vakitte hür olur).
Bir kimse, kendi kölesini,
velev ki alış verişe aklı varır, küçük te olsa, hemen sözleşmeyi takiben bir
miktar peşin mal (para) ile veya -bir seneye kadar müsaadeli veyahutta aylar ile
takside bağlayıp her ay başında şu kadar miktar vermek üzere bedeli kitabete
âyırsa, köle de bunu kabul etse, o mükâtebe akdi sahili ohır.
Efendisi kölesine «ben senin
üzerine bin dirhem kıldım ki, o bin dirhemi ay başlarında taksitle Ödersin, o
taksid ayının başlangıcı (Meselâ : Muharrem) ve sonu Recep ayıdır «Eğer bu şart
üzerine bin dirhemi kabul edip verirsen hürsün, eğer vermekten âciz olursan
köle'sin» dese, köle de bu şartları kabul etse, ve o iltizâm olunan şey'i
mahallinde edâ etse, Kitabet sahih olur. Köle de Mir olur.
Efendi kölesine, «Eğer her
ayda yüz dirhem vermek şartı ile bin dirhem verirsen hür ol dese, talik olur
(Yâni; âzad olması mâli ödemesine bağlıdır). Mükâteb olur da denildi.
Kitabet sahih olduğu zaman,
mükâteb olan köle, bedelin tesliminden evvel efendinin elinden çıkar, fakat
mülkünden çıkmaz, (Kölenin, üzerinde efendisinin alacağı kaldığı müddet,
efendisinin mülkünden çıkamaz).
Eğer efendi kölesinin malini
telef etse, tazmin eder, (Zira ecnebi gibi olmuştur).
Eğer efendi mükâtebesine
(yâni: mükâtebe cariyesine) cim'a etse (yaklaşsa) yine Ukrunu (Mihrini) tazmin
eder. Mükâteb veya çocuğuna cinayet işlese (Erş - Diyet tazmin eder).
Eğer efendi kölesini,
kıymeti üzerine mükâtep yapsa, mükâtep fâsid olur. Eğer köle de o kıymeti
öderse, âzad olunur.
Eğer efendi kendi kölesini,
başka bir kimse nin, aynı (Meta) elan şeyi üzerine mükâteb etse (Meselâ, «Seni
şu köle üzerine mükâteb kıldım dese»), Kitabet fâsid olur. Veya efendi kendi
kölesine yüz dirhem bedele mükâteb edip, gerisin geri efendi köle'ye muayyen
olmayan bir köle vermek üzere olan mükâtebe, İmam-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed
(R.A.)'i göre, fâsid olur.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, mükâtebe caizdir ve o bahsolu nan yüz dirhem mükâteb ile orta bir köle
kıymeti üzere taksim olunuı ve o orta kölenin kıymeti düşürülüp, yüz dirhemden
geri kalan miktaı Kitabet mukabilinde sayılır.
Eğer Müslüman kimse, şarab
veya domuz kıymeti ile kölesini mükâ teb yaparsa, kitabet akdi fâsid olur. Eğer
köle, efendisine şarap veya do. muzu edâ ederse, âzad olunur.
Efendi, kölesini bir meyte
(kesilmeden mundar ölen davar), veyi bir dem (kan) üzerine mükâteb yapsa, o
kitabet akdi bâtıl olur ve o ko nuşulan şey'i edâ etmekle o köle âzad olunmaz,
(Zira bu ikisi de olmadiğ cihetten akid bâtıl olur).
Fâsid olan kitabet akdinde,
mükâteb olan kölenin kıymeti lâzım olur Bu takdirde konuşulandan eksik olmayıp,
üzerine ilâve olunur.
Yalnız cinsi zikıolunmüş,
vasfı ve nev'i zikrolunmamiş hayvan üze rine kitabet olunmak sahih ve caiz olur.
Bu takdirde de orta hayvan veys kıymeti lâzım olur.
Kâfir olan kimse, kâfir olan
kendi kölesini takdir edilen şarab ilt kitabete ayırması sahih ve caizdir, (Zira
şarab kâfirler hakkında mal ka-bilindendir. Bize göre sirke gibi yâni, ondan
alacakta almakda caizdir)
KÖle ile efendinin herhangisi müslüman olsa, efendi için o
şarabın kıymeti vardır ve o kö!e o şarabı edâ etmekle âzad olunur. Zira âzad
edilmesi şaraba bağlanmıştır).
Mükâtebe olan köle için,
alış veriş yapmak ve kitabet akdinde sefere çıkmaması şart koşulsa bile bir
yerden diğer bir yere sefere çıkmak caizdir.
Mükâteb köle için,
cariyesini tezviç etmek (nikahlamak) ve kölesini mükâteb kılmak caizdir.
Eğer birinci mükâtebin
mükâtebi olan kimse, kendi bedeli kitabet parasını birinci mükâtebin azadından
sonra öderse, velâsı (veliliği) birinci mükâteVinden (Yâni: efendisi, kendisi
ile kitabet akdeden birinci kÖ-le) olur. Eğer azadından evvel kitabet parasını
verirse velâsı (veliliği) birinci kölenin velisine intikâl eder, (Mükâteb'in
olmaz).
Mükâteb olan kimse için
efendisinin izni olmadan kadınla evlenmek caiz değildir, (Zira kÖlelik'den tam
kurtulamamıştır. Mükâteb olan köle para ile de olsa, bir şey hibe edemez,
tesâdduk da yapamaz. Ancak az olan şey'i tasadduk edebilir, (Zira bu iki şey
efendisinin hakkına zarardır).
Kimseye kefil olamaz,
yanında bulunan maldan Ödünç veremez, (Zira bunlar da efendisine zarar veren
şeylerdendir).
Mal, ile de olsa kendi
kölesini âzad edemez, (Zira âzad kitabetten yüksek mertebedir).
Kölesini tezevvüç edemez
(evlendiremez) ve kölesini kendi nefsinden (yâni: efendisinden) izin almadan
satamaz.
Küçüğün babası vâsisi*
küçüğün azadı hususundaki tasarruf etmekte, mükâteb gibidirler, (Yâni: Mükâtebe
caiz olan şeyler onlara da caiz, caiz olmayanlar onlara da caiz değildir).
Me'zun olan (ticârete izin
verilmiş) köle bu zikrolunan, tasarrufdan bir şey'e mâlik değildir, (Zira ancak
ticârete izin verilmiştir).
Imanı-ı Ebû Y'ûsüf (R.A.)'a
göre Me'zun olan köle için, kendi cariyesini tezviç etmek caizdir.
Müdârib ile şerik olan
(şirketi inan ve müfâveza ile ortak olan) kimseler tekâddüm eden hilafta me'zun
köle gibidirler, (Yâni: bunlara cariyelerini tezviç etmek câİz değildir. İmam-ı
Ebû Yûsuf (R.A.'a göre ise, tezviç etmek caizdir).
Mükâteb köle, köle olan
kendi yakını (Babası, annesi ve oğlu gibi) olan kimseleri satmalsa, kendi
kitabetine dâhil olur, (Yâni; kendisi gibi mükâteb olur). Kitabet parasını
ödediği zaman âzad olur ve mükâteb
köle kendi yakınını satın alıp âzad edemediğinin sebebi ise, azada ehil
olmadığı cihettendir.
Eğer mükâteb köle, vilâddan
(yakınından) başka (kardeş, amca ve dayı gibi) akraba olan kimseleri satın alsa,
tmam-ı Âzam (R.A.)'a göre Kitabete dâhil olmaz, tmâmeyn R.A., muhaliftirler,
(Yâni: bunlara göre kitabete dâhil olur).
Eğer mükâteb köle, kendi
Ümmü Veled'ini çocuğu ile beraber satın alsa, o çocuk (annesiyle) kitabete dahil
olur, (Zira çocuk kendi babası hükmündedir).
Ümmü Veled, çocuğu ile satın
alınsa, Ümmü Veled satılmaz. Eğer o çocuk validesi ile beraber satın alınmadı
ise (tmam-ı Âzam «R.A.» a gÖ-re) o Ümmü Veled'in satılması caizdir, tmâmeyn
(R.A.) muhaliftirler, (Bunlara göre, satılması caiz değildir).
Mükâteb kölenin cariyesinden
olan çocuğu babasının kitabet akdine dâhil olur ve çocuğun kazancı da mükâteb
köle içindir.
Mükâteb köle, kendi
cariyesini yine kendi kölesine nikâhla sa, sonra da ikisini de mükâteb kıldıktan
sonra câriye bir çocuk doğursa, o çocuk cariyenin kitabet muamelesine dâhil
olur. Çocuğun kazancı annesine aittir, (Zİrâ annesine tâbi olması, babasına
tâbi olmadan evlâdır).
ıvıutkâteb köle, kendi
efendisinin izni ile, kendisinin hür olduğunu fümeden (yalan söyleyen) bir kadın
tezevvüç etse, (nikâhlasa), o kadın da bir çocuk doğursa, doğurduktan sonra da
hür olmadığı meydana çıksa, o doğurduğu çocuk (İmam-ı Âzam «R.A.» a göre)
köledir, (Çünkü iki köleden meydana gelen çocuk da köle olur). İmam-ı Muhammed
(R.A.)'a göre ise, o çocuk hürdür. (Çünkü mükâteb olan kimse, doğan çocuğuna
hürriyet hâsıl olmak için, o kadım hür diye tezevvüç etmiştir). Çocuğun kıymeti,
mükâteb köle âzad olduktan sonra kendisinden alınır.
Eğer mükâteb köle,
efendisinin izni olmadan mâlik olduğu bir cariyeyi cim'a etse, sonra câriye
müstehikka olsa, (yâni başkasının olduğu tebeyyün etse), o halde (mükâteb iken)
mükâteb olan köleden cimJa olunan cariyenin Ukru (mehri) alınır.
Eğer mükâteb köle, bir
cariyeyi fâsid şıra (fâsid satın alma) ile satın alıp, cim'a ettikden sonra
akdin fesadiyla lıükmolunup, satıcısına geri verilse, yine Mehri alınır.
Eğer o cariyeyi nikâhla cim'a etse, mükâteb köleden mehri
alınmaz. Ancak o mükâteb kölenin azadından sonra alınır. Ticarete nıe'zun (izin
verilmiş) olan köle, tekâddüm eden ahval ve ahkâm'da mükâteb olan kölenin misli
(aynı) dır.
Mükâtebe olan câriye, kendi
efendisinden bir çocuk doğursa, o câriye isterse kitabet üzerine devam ve sebad
eder, isterse kendi nefsini bedeli kitabeti edadan taciz (âciz) eder ve kitabet
bedelini Ödedikten sonra (Mükâtebe câriye yine efendisinin Üınmü Veledi
Mükâtebe olan câriye, vâki
olan kitabetin üzerine nıüslenıir olduğu (devam ettiği) zaman nıehrini
efendisinden alır. Eğer efendisi vefat ederse o mükâtebe olan câriye meccâ'nen
âzad olur ve üzerinde olan kitabet parası sakıt olur.
Eğer mükâtebe olan câriye
vefat edip, bir mikdar mal bıraksa, kitabet parası ondan ödenir ve kitabet
parasından artan diğer vereseleri ile beraber kendi oğluna mîras kalır.
Mükâtebe olan cariyenin,
kitabeti sabit olduktan sonra doğurduğu (birinci çocukdan sonra ikinci) çocuğun
nesebi efendisinden davetsiz (dâ-vasız) sabit olmaz. (Çünkü mükâtebe olduğu için
efendisinin onu cim'a etmesi caiz olmaz). Belki o mükâtebe olan cariyenin
doğurduğu çocuk hüküm'de kendi mislidir. (Yâni: annesi gibi mükâteb olmaklık da
aynıdır).
Eğer Mevlâ (Efendi) olan
kimse, kendi müdebberini (Efendisi, ben ölünce âzadlısm, dediği kölesini) veya
kendi Ümmü Veledini mükâtebe etse, kitabet akdi sahih olur. (Kitabet paralarını
ödemeden önce ödeseler âzad olurlar).
Eğer etendi ölürse, Mükâtebe
olan Ümmü Veled meccânen âzad olur.
Müdebbir olan kimse, kitabet
bedelinin tamamında çalışıp öder veya eğer efendisi fakir ise, iki sülüsü (üçte
ikisi) kıymetine çalışır.
İmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, kitabet bedeli, kıymetinin azında veya üçte ikisinin azmda çalışır
(Meselâ: Kitabet bedeli 900 dirhem olsa, ve kıymetinin üçte ikisi yediyüz dirhem
olsa, yediyüz dirhemi ödemeye çalışır).
İmam-ı Muhammed
(R.R.)'a göre ise, kitabet bedelinin iki üçte ikisi ile kıymetinin üçte
ikisinin azına çalışır.
Eğer efendi, kendi mükâteb
olan kölesini, müdebber kılsa sahih olur. Ve mükâteb olup da müdebber olan köle
eski kitabeti üzerine devam ve sebat eder veya isterse kendi nefsini bedeli
ödemeden âciz kılıp, müdebber olur.
JSğer o müdebber olan
mükâteb, o kitabetin üzerine devam ederse efendinin üçte ikisine veya kendi
kıymetinin üçte ikisine çalışır.
îmâmeyn ,(R.A.)'a göre ise,
mükâteb olan kimse, kitabet bedelinin üçte ikiis ile kıymetinin üçte ikisinin
azına çalışır.
Bir kimse, kendi mükâtebini
âzad etse, âzad sahih olur ve o üŞterİnde bulunan kitabet bedeli sakıt olur,
(Zira maksud âzaddır. O da meydana gelmiştir).
Eğer köle olan kimse, sonra
verilecek bin dirhem üzerine mükâteb olsa, sonra bu mükâteb kendi efendisi ile
peşin beşyüz dirhem vermek üzere sulh olsa, o sulh istihsânen sahih olur.
Kıyasda ise caiz olmamaktır.
Eğer hasta olan kimse,
pahası bin dirhem olan köleyi bir seneye kadar ikibin dirhem üzerine mükâteb
edip, hasta vefat etse, halbuki vefat eden hastanın o mükâtebinden başka malı da
olmasa vereseler de bu kitabete icâzat vermeseler (kabul etmeseler) mükâteb
olan kimse, kitabet bedelinin üçte ikisini peşinen öder, diğer üçte birini de
senesine kadar öder. Veya İmam-ı Âzam île İmam-ı Ebû Yûsuf'a göre, tekrar
kölelik hâline avdet eder (döner).
İmam-ı Muhammed (R.A.)'a
göre ise, kıymetinin üçte ikisini öder ve geri kalan üçte birini senesine kadar
öder, eğer bedeli Ödemekten çe-kinirse, tekrar kölelik hâline avdet eder.
Eğer hasta olan kimse, kendi
kölesini bin dirhem üzerine mükâteb kılsa, halbuki kölenin kıymeti ikibin
dirhemdir. Verese olanlarda o kitabeti caiz görmeseler bu takdirde mükâteb olan
kimse, kıymetinin üçte ikisini peşinen öder veya ittifakla tekrar kölelik hâline
avdet eder. Bey'in bâzı ahkâmı, kitabetin ahkâmı gibidir.
Eğer hür olan kimse, bir
kimsenin kölesini bin dirhem.vermek üzere mükâteb kılsa, ve (hür olan kimse) bin
dirhemi kölenin efendisine ödese, köle âzad olur ve hür kimse bin dirhemi almak
için teberru ettiğinden dolayı köleye müracaatta bulunmaz.
Eğer köle o akdi, kitabet
bedelini Ödemezden önce kabullenirse, mükâteb olur.
Eğer efendi, hazır olan bir
köle ile orada bulunmayan bir köleyi mükâteb kılsa, hazır olan köle kendisi ve
orada bulunmayan köle için kitabeti kabul etse, sahih olur. Sonradan orada
bulunmayan kölenin kitabeti kabul ve reddetmesi lâğv (muteber) değildir.
Orada hazır bulunan köle,
bütün bedeli ile talep olunup almır. Orada hazır bulunmayan köle ise, bedelden
bir şeyle (tamamı veya yarısı ile) alınmaz, (Zira akd üzerine bağlanmıştır).
Orada hazır bulunan köle ile
bulunmayan köleden herhangisi, o kitabet bedelini ödese, efendi olan kimse, o
bedeli kabul etmeğe cebrolunur ve kölenin ikisi de âzad olurlar. O iki köleden
hiç biri verdiği maldan dolayı diğerine vermesi için müracaatta bulunamaz.
Eğer mevlâ (efendi) ikisini
beraber mükâteb kılsa, yine cebroîunur. Eğer üzerinde olan kitabet mâlini
(parasını) öderlerse, âzad olurlar, Ödemeden âciz olurlarsa tekrar köleliğe
dönerler.
Bu iki kölenin biri kendi
hıssasmı Ödemekle âzad olmaz. Fakat bu iki köle ayrı ayrı iki adamın olsa,
tekâddüm eden mes'elenin aksinedir, (Yâni: her birisi kendi hıssasmı ödese, âzad
olur)r
tki mükâtebin biri kitabet
parasını Ödemekten âciz olsa, sonra diğeri o bedelin tamamım ödese, ikisi de
âzad olurlar (ve bedelin tamamım veren kimse, diğerine hissesine düşen parayı
almak için müracaatta bulunamaz).
Eğer bir câriye, kendi nefsinden ve iki küçük çocuğundan
dolayı mükâteb etse, kitabet akdi çâiz ve sahih olur. Ve herhangisi kitabet
bedeli-. nin tamamını kendi yanından ödese, Mevlâ olan kimse o bedelin
kabûlü-V.'ne cebroîunur ve hepsi de âzad olurlar. Ve ödeyen kimse diğerlerine
hisr salanna düşen parayı vermeleri için müracaatta bulunmaz. (Zira teberru'
etmiştir).
Bir kölede ortak olan iki
kimseden birisi, diğer ortağına kendi hıssa-sını bin dirheme mükâteb etmeğe ve
bedelin bir kısmını köleden almaya izin verse, bu ortak diğer ortağın sözüyle
yürüyüp o bedelin bir kısmını köleden alsa, sonra mükâfeb köle bedelin geri
kalan kısmını ödemekten âciz kalsa, bu takdirde o alman kısım (alınan para)
İmam-ı Âzam (R.A.)'a göre, hassaten, alan kimsenin olur. îmâmeyn (R.A.),
muhaliftirler, (Yâni ikisi arasında müşterektir).
Bir câriye, ki ortağın,
memlûkesi (kölesi) oîup, o iki ortak o cariyeyi nıükâtebe olduktan sonra o iki
ortağın biri onu cim'a edip bir çocuk do-ğursa, ve iki ortaktan birisi çocuğu,
dâvada bulunsa, sonra mükâteb olan câriye bir çocuk daha doğursa, onu da diğer
ortak, iddiada bulunsa, ve o cariyede kitabet bedelini ödemeden âciz olsa,
câriye evvelki dâva eden ortağın Ümmü Veledi olur ve evvelki dâva eden ortak,
ikinci ortağa (O müşterek olan cariyeyi cima' ettiği cihetten) o cariyenin
kıymetinin yarısını ve mehrimn de yarısını tazmin' eder. Ve ikinci olan ortak
(birinci için) o cariyenin mehrinin tamamım ve ikinci çocuğun kıymetini tazmin
eder. (Çünkü başkasının Ümmü Veledini cima' etmiştir) ve ikinci çocuk, ikinci
cima' eden ortağın oğlu olur ve o iki ortakdan herhangisi o mehri cariyeye âcize
olmazdan evvel verse (Imam-ı Âzam «R.A.»Ja göre) caizdir.
İmâmeyn (R.A.) hümaya göre
ise, ikinci çocuğun nesebi ikinci cima' eden kimseden sabit olmaz (Zira birinci
ortak birinci çocuğu iddia etmekle câriye ona Ümmü Veled olmuştur, böyle olunca
ikincisinin cima' etmesi caiz değildir). İkinci ortak birinci ortak için ikinci
çocuğun kıymetini tazmin etmez. İkinci çocuğun hükmü annesinin hükmü gibidir.
İkinci meîırin tamamım tazmin eder. İmam-ı Ebû YûsTif (R.Â.)'a göre, mükâtebe
olduğu halde evvelki ortak o cariyenin yarı kıymetini tazmin eder, İmam-ı
Muhammed (R.A.)'a göre ise, yarı kıymetinden ve bedelden baki kalanın yansından
azını tazmin eder.
Eğer ikinci ortak, cariyeyi
cima' etmeyip müdebber kılsa, câriye de kitabetten (kitabet bedelini vermekten)
âciz olsa, o tedbir (cariyeyi müdebber kılmak) bâtıl olur, o câriye evvelki
cima' yapan^ ortağın Ümmü Veledi olur ve çocukta yine evvelki ortağın olur.
Evvelki cima* eden ortak diğer ortağı için cariyenin yan kıymetini ve mehrin de
yarısını tazmin eder.
İki ortağın birisi, o
cariyeyi zengin olduğu halde âzad etse, câriye de kitabet bedelini Ödemekten
âciz olsu, âzad eden ortak diğer ortağına cariyenin yan kıymetini tazmin eder
ve âzad eden kimse (İmam-ı-/.Azam «R.A..»'a göre) cariyenin üzerine tazmin
ettiği yarı kıymeti ile müracaatta bulunur. İmâmeyn (R.A.) huma'ya göre ise,
zengin olan ortak tazmin eder, mükâtebenin efendisi fakir olursa, mtikâtebenin
üzerine çalışmak vâcib olur.
İki ortağın birisi
aralarında müşterek olan köleyi müdebber etse, sonra diğer ortak zengin olduğu
halde köleyi âzad ese, o zengin olan müdebbir (köleyi müdebber kılan) o âzad
edilmiş olan kimseye isterse yarı kıymetini tazmin ettirir. Veya isterse köleyi
çalıştırır veya köleyi kendisi de âzad eder.
Eğer evvelki suretin aksi
olsa (Yâni: iki ortağın birisi köleyi âzad etse, diğer ortak da o köleyi
müdebber etse, bu takdirde) köleyi müdebber kılan kimse isterse, âzad eder ve
isterse çalıştırır ve bu âzad eden (tmam-ı Azam «R.A.» a göre) tazmin etmez.
İmâmeyn (R.A.)'a göre İse,
eğer iki ortağın birincisi o köleyi müdebber kılsa, zengin olsun fakir olsun
kıymetinin yarısını tazmin eder ve ikincinin âzad etmesi lâğv (bâtil)
olur.
Eğer iki ortağın evvelkisi âzad etse, âzad eden zengin ise
ikinciye, tazmin eden fakir İse, köleyi çalıştırır ve diğerinin müdebber kılma$ı
lâğv olur.
Mükâteb olan köle, bir
şey'in muayyen olan taksidini vermekten âciz olduğu zaman, eğer mükâteb olan
kimseye gelecekte bir mâlin hu-sûlü (Meydana gelmesi) umulup beklenirse, Hâkim
olan kimse onu taciz (İşkence) etmeğe acele etmez, iki veya Üç gün mühlet
verir. Eğer o mükâtebde gelecekte bir malın meydana gelmesi tevekkû olunup
umul-mazsa, Hâkim olan kimse onu taciz eder ve eğer efendisi feshi isterse,
kitabeti fesheder. Veya efendisi rizasİyle onu taciz eder.
İnıam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, o mükâteb, üzerinde iki taksid arka arkaya devam etmediği müddet, taciz
olunmaz.
Mükâteb olan kimse, kitabet
parasını vermekten âciz olsa, üzerine köle ahkâmı avdet eder (gerisin geri
döner). Mükâtebin elinde ne varsa efendisînindİr.
Mükâtebin elinde olan şey,
aslı sadakadan da olsa, efendisine halâl olur (Çünkü o mükâtebin
kazancı efendisinindir).
Eğer mükâteb olan, âciz
kalmaksızın kitabet bedelini îfa ederek malı olduğu halde vefat etse, kitabet
fesh olunmaz ve üzerinde bulunan kitabet kendi malından ödenir.
Mükâteb köle Öldükten sonra,
hayatının son cüz'ünden âzadma hükmolunur, kitabet bedeli ödendikten sonra,
malından baki kalan mik-dar vârislerine miras olur. Ve hayatta iken evlât veya
kitabet zamanında doğan evlâd ve kendisiyle beraber mükâtebe olunmuş olan evlâd
teb'tyyet yoluyla veya kast yoluyla âzad olunurlar.
Eğer mükâteb köle, kitabet
bedelini ödeyecek bir şey bırakmazsa, mükâteb kölenin de kitabet akdi yapıldığı
zamanda doğmuş bir çocuğa bulunsa, o çocuk babasının üzerinde bulunan takside
karşılık çalışır. Çocuk o taksidi ödediği zaman kendisinin azadına ve babasının
da Ölmeden hayatının son cüz'üne hükmolunur.
Kitabet olan kimsenin,
kitabete ayrıldığı zaman da mevcut çocuğu bulunmayıp, bir müştera çocuğu (kendi
kendisiyle beraber satın alınmış oğlu) olsa, ya bu satın alman çocuğun üzerinde
olan mâli derhal peşinen öder, veyahutta (Iraam-ı Âzam «R.A.» a göre) tekrar
köleliğe avdet eder.
îmâmeyn (R.A.) hüma'ya göre
ise, bu müştera olan çocuk, babasına tâbi olmakla mükâteb olduğu için kitabet
hâlinde olan çocuğu gibidir. (Yani: çocuk babasına tâbi olmakla mükâteb bedeli
olarak çalışır). .
Eğer mükâteb olan köle vefat
etse de, hürre olan kadından (nikâhlısından) doğma bir çocuk ile, insanlarda
kitabet bedelini ödeyecek bir mikdar alacak bıraksa, sonra o çocuk bir kimseyi
cinayetle yaralasa, hâkim de cinayet diyeti ile anne olan âkilenin üzerine
hükmptse, hâkimin verdiği bu hüküm o nıükâtebin âciz oMuğuna hüküm olamaz (Zira
hüküm kitabeti nefyedici değildir).
Eğer anne olan kimsenin
mevlâlari İle babanın mevlâlan (efendileri) o çocuğun vilâsmda (veliliğinde)
münâkaşa etseler, Hâkim de veliliği annenin, mevlâsma hükmetsc, bu hüküm, o
mükâteb Qİan kimsenin aczine hükümdür.
Köle olan kimse, cinayet
işleyip yaralasa, o kölenin efendisi de kölenin cinayetinden haberi olmadığı
halde köleyi mükâteb kılsa, köle de kitabet bedelini vermekten âciz olsa, efendi
muhayyerdir, isterse köleyi yaptığı cinayet mukabilinde, cinayet yaptığı kimseye
verir ve isterse cinayet diyetini verir.
. Eğer mükâteb olan kimse,
bîr cinayet işlese de mûcibiyle hükmolun-mazdan evvel (Hâkimin kararından evvel)
kitabet bedelini vermekten âciz olsa, yine efendisi Ödemekle diyet vermek
arasında muhayyerdir.
Eğer cinayet diyetiyle hüküm
olunduktan sonra kitabet bedelini vermekten âciz olsa, o verilen cinayet
bedeli; üzerine borç olur ve onun sebebiyle satılması câİz olur.
Mükâteb olan kölenin
efendisinin Ölümü ile, kitabet akdi fesih olunmaz. (Zira kitabet kölenin
hakkıdır). Mükâteb olan köle üzerindeki kitabet bedelini efendisinin
vârislerine, yapılan şartlara göre taksitle öder.
Vârislerin bîr kısmı, o mükâteb köleyi âzad etse, nafiz
(geçerli) ve sahih olmaz, (Zira kendisinin olmayan şey'i âzad etmiştir).
Vârislerin tamâmı âzad etseler, meccânen fizad olunur.
Âzad edilmiş kölenin velâsı
(velilik hakkı), onu âzad eden kimsenin hakkıdır. Bu vuku bulan âzad; gerek
köleyi müdebber kılmakla (efendisi, ben ölünce âzad olsun, demekle) olsun, gerek
cariyeyi istîlâd etmekle (Çocuk talep etmekle) olsun, gerek mükâteb etmekle
olsun, gerek vasiyet etmekle olsun, ye gerekse akrabanın mâlikiyyeti ile (yakım
meselâ: Ya-kîni olan kimse, onu satm alsa veya hibe etse, veya vasiyet etse
veyahut-ta mâlik olsa, âzad olur. Bu mes'elelerde erkek ile kadın beraberdir).
Mevlâ olan kimse, kendi
kölesini âzad edip veliliğini kendinden başkasına şart kılsa veya ondan vâris
olmamakîığı şart kılsa, şartı İfiğv (bâtıl) olur. (Zira efendiye muhalefet
olduğu gibi şer'i şerife de, muhalif olur).
Bir kimse, köle olan
kocasından hâmile olan cariyesini, f âzaH etse, o câriye de âzad olunduktan
sonra altı aydan az bir zamanda doğursa, o doğan çocuğun veliliği âzâd eden
kimseden (yâni : annesinin mevlâ-, sindan) başka kimseye ebedî intikâl etmez.
Eğer köleden hâmile olan
câriye, iki çocuk doğursa, biri altı ay'a varmadan doğsa, yine velilik âzad eden
kimsenindir.
Eğer altı aydan sonra
doğursa, yukarıda geçen hüküm gibi, yine veliliği âzad eden kimsenin olur.
Lâkin o çocuğun babası olan
kimse, âzad olunsa, kendi oğlunun veliliğini kendi mevlâsına cerreder (çeker).
Evvel olan kimseler (Yâni:
Annenin mevlâsı), diğerlerinin üzerlerine (Babanın mevlâsına) çocuk için
verdikleri diyetle çekmeden Önce müracaatta bulunamazlar.
Mevlâyı mevâlisi var olan
bir Acem'i (Arabdan başka birisi), âzad edilmiş olan bir cariyeyi nikâhlasa,
nikâhdan sonra o âcemi'den bir çocuk doğursa, bu takdirde, doğan çocuğun
veliliği o âzad edilmiş olan cariyenin mevlâsımndır. İmam-i Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, o çocuğun hükmü iki surette de babasının hükmü gibidir.
Âzad eden kimse, Zevil erham
üzerine mukaddem ve asabeyi nese-biyeden sonradır.-
Efendi olan kimse, (âzad
ettikten sonra) vefat etse, -sonra âzad edilen de vefat etse, bu takdirde âzad
edilenin irsi (terk ettiği) efendisinin yakını olan*veresenindİr.
Vefat eden. Seyyid'in
(efendinin) bir .oğlu ile bir babası kalsa, ikisi mevcut olup, bir araya
toplansa, Miras, İmam-ı Âzam ile İmam-ı Mu-hammed (R.A.)'a göre, Baha'nın
olmayıp oğlun olur.
tmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, babanın kalan mîrasdan altıda biri vardır ve geri kalanı oğlundur.
Vefat eden Seyyid'in
vârisleri, karabette (yakmhkda) müsavi olsalar, (Meselâ : hepsi kendi evlâdı
veya torunları olsalar) aralarında taksimatta müsavi olur.
Nisa (Kadınlar) Taifesine
veliîik'den bir şey yoktur. Ancak âzad ettikleri veya âzad ettikleri kimselerin
âzad ettikleri veya mükâteb kıldıkları veya mükâteblerinin mükâteb kıldıkları
kimselerin veliliği (Akrabalık hükmü) vardır İlâ âhiril Hadis.
(Bâzı rivayette bu metinde geçen hâdis-î şerifde ziya delik
vardır ki, bu hadis-i şerifi teemmül ve tedebbür edip anla!)
Mevlâla'nmn Mevlâhğmm (Velî
olmalarının) sebebi akid'dir, (Meselâ bir akil ve baliğ veya aklı eren sabî
kimse, kendi babasının izni ile veya vasisinin izniyle, nesebi meçhul arabdan
başka bir kimse, ne zaman olursa sana vârisin olayım ve senden bir cinayet
zuhur ederse, diyetin üzerime olsun dese, Mevlel Muvâlat olur).
(Mevlel Muvâlat:
Mevlâlarmm Mevlâliğı üç şartla sahih olur:
a)
Mevlel Muvâlat'm azatlısı olmak,
b) Arab
olmamak,
c)
Kimseye mensup olmamak ve nesebi mâruf olmamaktır).
Binâenaleyh, Acem'i olan bir
kimse (Arab'dan başka kimse); Bİr kimsenin (Zeyd'in) eliyle İslâm'a gelse, o
delâlet eden (Zeyd) o âcem'i kimseye, muvâlat (Dostluk) edip kendisine vâris
olmak üzere ve işlediği cinayeti kabul edip diyetini vermek üzere veya
kendisinden başkasının delaletiyle İslâm'a geleni muvâlat etse, (Mevlâsı olsa)
eğer İslâm'a gelenin âzadlığı olmazsa, bu âkid sahih olur.
Acem olan kimsenin diyeti, o
Mevlânın üzerinedir. Eğer Acem olan kimsenin vârisi yoksa, Mirası da
Mevlfi'nın'dır.
Dost olan kimse, mirasda
Zevil Erham olan kimselerden sonra gelir, (Zira Zevil erhamlar akrabalık ile
vâris olurlar. Akrabalık ise, Velîlik-den daha kavidir).
Velilik akdini yapan kimse,
kendisine Velilik ettiği kimsenin diyetini vermediği müddet, o kendisine Mevlâ
tutan için, o Mevlânm huzurunda o velilik akdini söz ile feshetmek ve arkalayı
o mevlânın üzerinde olan veliliği başkasına nakletmek fiili ile fesh etmesi
caizdir.
Mevlâ olan kimse, kendisine
velî olduğu kimseden veya çocuğundan dolayı diyet verse, mûli olan (kendisine
Mevlâ tutan) kimse ve bunun çocuğuna (arzuhal olduğu için)
akdi feshetmeleri câîz değildir.
Âlâ - Yüksek olan kimse
için, Muvâlat câiz'dir ki, aşağı olan kimsenin velasından beri olsun, aşağı
olanın hazır bulunmasına lüzum olmadığı için.
Nesebi meçhul kâfir bir
kadın nıüslüman olup, muvâlat etmese, veya veliliğe ikrar etse, sonra o kadın
nesebi meçhul olan bir çocuk doğursa veya kendisiyle beraber nesebi meçhul bir
çocuğu alsa, (tmam-i Âzam «R.A.» a göre) o çocuk o kadına Veliliğin sabit
olmasına tâbi olur.
İnıâmeyn (R.A.) muhaliftirler,
(Bunlara gb're tâbi olmaz). (Velhamdülillâhi Kabbil Âlemin).
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 204-206.
Kadının hâkim olabilmesi, Şer-Î Şerifin emir ve
nehiylerıne riâ yet etmesi şartı ile caizdir. Fakat Şer'î tesettüre riâyet
etmeyen bir kadına
hâkimlik ^verildiği takdirde
o millet ve memleketin felah bulamıyacağı beyan edilmiştir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz
bir hâdis-i şeriflerinde meâlen §öyle buyurmuştur:
«İşlerinin başına bir kadın
geçiren bir millet, asla felah bulamaz.»
BUHABt
Diğer bir hâdis-i şerifde de
meâlen şöyle buyrulmuştur:
«Ey ümmeti Muhammedi Eğer
sizin âmirleriniz hayırlılarınızdan ve zenginleriniz sahavetli kimseler olursa,
ve işlerinizi aranızda müşavere ederseniz, bu takdirde yerin üstü, sizin için
altından daha hayırlıdır.
— Ve eğer sizin âmirleriniz,
şerlilerinizden ve zenginleriniz pahil kimselerden olursa ve işlerinizi
kadınlarınıza havale ederseniz, işte bu takdirde de, yerin altı, sizin için
üstünden daha hayırlıdır (yâni ölmeli yaşamaktan daha hıyrlıdır)»
TÎRMİZÎ
Bu hadis-i şeriflerin
hükümleri ile ilgili bâzı mes'eleler «İSLÂMDA TESETTÜR ve HAYA» adlı eserimizde
ve Ömer Nasûhi Bilmen üstadımızın Hükûk-u îslâmiye adlı eseri ile Ahmed
Dâvudoğlu üstadımızın .«Selâmet Yolları» adlı eserinde izahat
verilmiştir.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 207-210.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 211-212.
İLGİLİ FETVALAR:
Bir rri'ahaİlede sakin olan
Zeyd'in mahallesinin halkı, fısku fücuruna (kötülüklerine) muttali olmaları ile
hâkime varıp duyurup Zeyd'i mahalleden çikarttırmaya kadir olurlar mı?...
ELCEVAP... Hâkim fışkı
fücurdan yasaklar ve men eder. Eğer bu yol ile men olunmaz (kötülüğü işîemekden
vaz geçmez) ise, mahalleden ihraç olunur.
ABDURRAHİM, C. 2, 422
Bu fetvada beyan.edildiği
üzere ahlâksız kadın ve erkeklerin o mahalleden kaldırmaya baş vurmak hem dinî
ve hem millî "bir vazifedir. Bu vazifeyi yapmayan her ferdde mes'uliyette
müşterektir.
Bir kasabada müslümanların
mahallesinde camii şerif yakınında Amr bir kaç oda bina ettirip meyhane ittihaz
etmekle içinde fâsıklar toplanıp _ dâima müskirat satılıp lehvîyatîa şarap
içseler, şer'î kanun hâkimi bunları nehyedip Amr'i o odaları meyhane olarak
kullanmaktan men etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP../Olur.
ABDURRAHİM, - C.Zf 422
Zeyd, bir vakıf kabristanı
evine ilhak edip üzerine bina yaptırsa, hemen hâkim Zeyd'e binasını söküp
kabristanı evinden ifraz edip (ayırıp) ve kabristanlık olmak üzere baki koymaya
kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
Bu son fetvada da calibi
dikkat bir mes'ele beyân edilmektedir. Zira kabristanı satıp alanlar çoğalmış ve
alanlar, kabristan üzerine koca koca binalar yaptırmışlar.
Hiç hak ve mâlikiyyeti
olamıyacağı ve hattâ hakkın emrini yerine getiren hâkimin bile yapılan' binaları
yıkdırmaya yetkisi bulunan böyle yerlerde, sanki suçsuzmuş gibi surûıiu-surûrlu
gezenler ve oynaşıp gülü-şenler pek çoktur.
Dünyada yaşayan insanlara ve
mal mülklerine gözlerini diken bir millette elbette Öbür dünyaya göç edenlerin
mekân ve meskenlerini de tahrip etmekten çekinmezler. Zira onlar manen ölmüş ve
gözünü dünya doldurmuş hiç bir şey düşünmüyor ve hak hukuk tanımıyor. Suretleri
insan şeklinde olan bu zavallılar, sîret ve hakikatta yamyam ve yabanî
mahlûklara dönmüşler.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 214-216.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 218-220.
Şehâdet: Lûgatta, bir yerde hazır olmak manasınadır.
Falan| harbe şâhid oldu denilir ki, orada bulundu manasınadır. Onun için harbde
Ölenlere şehid denilmiştir. Zira orada hazır olmuş ve ölüm orada gelmiştir.
Şer'î" tarifi metinde
geçtiği" üzere, bir kimsenin diğer bir kimsede olan hakkını isbât etmek için
hâkimin huzurunda ve iki hasmın karşılarında «şehâdet ederim» sözü ile haber
vermektir.
Şâlıid : Hâkimin ve
hasımların huzurunda haber veren kimseye «şâhid» denir.
Meşhudun leh : îki hasımdan
lehinde şâhidlik yapılan kimseye denir.
Meşhudun aleyh : îki hasımdan
aleyhinde şâhidlik yapılan kimseye denir.
Meşhudun bili: îki hasmın
arasında şâhidlik yapılan hakka «meşhudun bih» denir.
Şehâdet ve şâhidliğin
meşruluğunu nâtık olan delillerin bâzılarını meâlen nakledelim.
Kitabdan olan delillerin
mealleri:
«Ve (ey müslümanlar!) sizin
erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutunuz ve o iki şahit erkek olmaz ise,
şehâdetlerine râzi olacağınız kimselerden! bir erkek ile iki kadın şahit
tutunuz. (Zira) bu iki kadından biri unutacak olursa, ona diğeri hatırlatsın.
Şâhidler de, (şehâdete) davet edildikleri zaman kaçınmasınlar (gördükleri ve
bildiklerini saklayarak bir hakkın zayi olmasına sebebiyet vermesinler».)
BAKARA SÛRESİ, 283
«Ve (ey mü'minler! gerektiği
yerlerde) sizden iki adalet sahibim de şâHit tutun ve şehâdeti Allah için
doğruca îfâ edin.» TALAK Sûresi, 2
Şahitliği yapmayan veya
yapmak gerektiği zaman bildiği gördüğü halde bilnıemezlikteıı ve görmemezlikten-
gelen kimsenin kötülüğünü beyan eden şu âyeti celiyle meâlide şayanı dikkattir:
«(Ey şahitler!) Şehâdeti
gizlemeyiniz. (Zira) onu kim gizlerse, onun kalbi günahkârdır.»
BAKARA SÜRESİ, 283
Ve yalancı şâhidlikde
bulunmanın kötülüğü de şu mealdeki âyeti celiyle ile beyan edilmiştir :
«Artık putlardan ibaret olan
pislikden kaçının ve yalan lakırdıdan (hilafı hakikat şahadetlerde bulunmaktan)
kaçının.» HAC SÜRESİ, 30
Sünnetten bir kaç delil
meali*şöyledir :
«Size şahitlerin en
hayırlısını haber vereyim mi? Şehâdeti, kendisinden istenmeden edâ eden
kimsedir.» MÜSLİM
İLGİLİ FETVA :
Zeyd, Amr'in zimmetinde olan
şu kadar para hakkını dâva edip ve Amr inkâr etmekle Zeyd bu hususu bilenlerden
olup şehâdetleri makbul olan Bekir ve Beşir'den şehâdet talep ettiğinde, bunlar
şehâdet kendilerine münhasır iken şehâdeti ketm etseler (gizleseler) bunlara ne
lâzım ohıij? ELCEVAP... Günahkâr olurlar.
İLGİLİ FETVALAR :
Zinanın sabit olmasında
şahitlik nisabı kaçtır?...
ELCEVAP... Dört erkektir.
ABDURRAHİM, C. 2, |oi
Hırsıza şehâdet eden kimseler
ne şekilde olması gerek ve kaç kimse olması gerektir?... ELCEVAP... iyilikleri
kötülüklerine galip iki kimse kifayet eder.
ABDURRAHİM, C. 2, 402
Livâtanın sabit olmasında
erkeklerden iki şâhid kifayet eder mi, yoksa dört şahit lâzım mıdır?,..
ELCEVAP... iki şâhid kifayet eder.
ALİ EFENDİ, C. 1, 381
Zinanın sabit olmasında
erkeklerden iki şâhid kifayet eder mi, yoksa dört şâhid lâzım mıdır?...
ELCEVAP... Dört şâhid lâzımdır.
ALİ EFENDİ, C. 1, 381
Zinanın sabit olması için
dört erkek şahidin olmasını beyan eden âyei celiyle meali şöyledir :
«Hürre ve namuslu nıüslümau
kadınlara zina isnat eden, sonra da dört şahit getiremiyen kimselere seksen
değnek vurun ve onların şehâ-detlerini ebediyyen kabul etmeyin ve onlar İse,
fâsık* kimselerdir.»
NUR SÜRESİ, 4
Zinânm, hırsızlığın, içkinin
ve iftiranın cezaları hakkında ikinci cildin «Hadler = Cezalar Bahsi» adı
altındaki sahifelerde uzun izahat verilmiştir. Erbabı mütalâa oraya müracaat
eder.
Yâni şâhid olacak kimselerde istenilen temiz ve güzel
vasıflatır bulunması şarttır. Aksi takdirde şehâdeti kabul olunmaz.
İLGİLİ FETVALAR
îslâmm şartlarını bilmeyen
Zeyd ve Amr'in şehâdetleri, makbul ojuı mu?... ELCEVAP... Olmaz.
Bu surette hâkim olan Bekir,
Zeyd ve Amr'in .şehâdetlerini kabul edip ve mûcibiyle hükmetse,
hükmü nafiz olur mu? ELCEVAP... Olmaz NETİCE, 307
Zeyd'den küfür kelimesi sâdır
olup üzerine tecdidi îman ve nikâh lazım olduğunda Zeyd tecdidi îman etmeden bir
hususa şehâdet etse, makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. BEHÇE
c ^ 3g5
Zimmı Zeyd, şerefi islâm ile
müşerref oldukdan sonra bir müddet geçince Zeyd, Amr'in Bekir'in zimmetinde olan
şu kadar para hakkında
(alacağına) şehâdet ettiğinde
bu müddet zarfında Zeyd'den adaleti düşürücü bir şey sâdır olmuş değil iken
Bekir, «mücerred Zeyd'in islâmiyeti yeni olmakla şehâdetini tutmam» demeğe kadir
olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
CEHÇE, C. 1, 397
Âdilin mânası nedir?
ELCEVAP... İyilikleri
kötülükleri üzerine galip olup, büyük günah sahibi olmayıp ve küçük günahlara
musir olmayan adamdır. İBNİ NÜCEYM, 223
İslâmiri şartlarını bilmeyen
Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, C. 1, 400
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 221-226.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/227-229.
İLGİLİ FETVALAR:
-Âmânın'(körün), ve özürsüz
cer ve istenmeyi âdet edinen kimselerin şehâdetleri makbul olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2, 404
Âmâlık (körlük) arız olan
Bekir ve Beşir Amr üzerine şehâdet etseler makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHÎM, C. 2, 404
Âmâ (kör) olan Zeyd'iri
şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2, 38S
Küçük çocuğun ve kölenin şehâdetleri makbul değildir.
Zira biri küçük aklı ermez, diğerinin ise köleliği şehâdete mânidir. Sebebi de
hizmetçinin ağaya şehâdeti makbul değildir.
İLGİLİ FETVALAR
Küçük Zeyd, bir hususda
Amr'in iddiasına şehâdet etse, makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ,
C. 1, 387
Küçük Zeyd, mümeyyiz bir
hususu muayene edip (büyüyüp) baliğ olduktan sonra şeMdet etse, makbul olur
cıu?... EECEVAF... Olur.
ALt EFENDİ, C. 1, 387
Zeyd'in Amr ile bir hususa
müteallik dâvasında Zeyd'in iddiasına ryârmcle fmaiyyetinde) olan hizmetkârları
Bekir ve Beşir'in şehâdetleri makbul olur mu?... EECETAP... Olmaz.
BEHÇE, C. 1, 401
HSdtm (fiizmetei) olup
âzâdli olan Zeyd'in şefrâdeti şer'an makbul dhrr mw?... ELCFVAP... Olur. ALİ
EFENDİ, C. 1, 387
Zevd'in iddiasına
Amr'in âzâd edilmemiş kölesi Bekir'in şehâdeti m^VKiıl olur
mu?... FL€WVAr\.. Olmaz.
FEYZİYE, 292
Zeyd, küçüklüsünde şehâdeti
üzerine alıp baliğ oldukdan sonra edâ etfee, mafcbnl oîor mu?...
Örer. ALt
EFETCDf, C. 1, 387
Müslüman Zeyd'in üzerine iftira haddi (cezası seksen
dernek)
« oftuaüftiktan sonra Zeyd
Amr'in iddiasına şehâdet etse, makbtsl olur mu?... İELCKVAP_ Öîraaz. ALÎ EFENDÎ,
C. 1, 392
A«*TMan olan baba. dede ve vukarı ecdâd ve o&lu.
okulları asathva do£ru sü&Merin şahitlikleri makbul değildir, Bunlardan başka
akraba ve yakınların şahitlikleri makbuldür.İLGİLİ FETVALAR:
ZfcyeHn iddiasına Amcaları
Amr ve Bekir'in şehâdetleri makbul olur mu?...
... Ofar.
ABDUBRAHİM, C. 2, 405
Zeyd'in iddiasına üvey babası
Amr'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEYAP... Olur. ALİ EFENDİ, C. 1, 395
Zeyd'in iddiasına ana baba
bir kardeşi Amr'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 1, 395
Hind'in, iddiasına kocası
Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 1, 395
Hind'in lehine kocası Zeyd,
şehâdet etse, şehâdeti makbul olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz. ABDURRAHİM, C.
2, 405
Zeyd'in iddiasına, oğlu
Amr'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
NETİCE, 312
İnsanlara teğannî eden (şarkı ve türkü gibi
şeyleri söyleyerek çağıran) Zeyd'in, şehâdeti makbul olur mu?.'..
ELCEVAP... Olmaz (Zira
fâsikhktır). NÜCEYM, 224
İLGİLİ FETVALAR :
Şarap içmeye müptelâ olup
devam eden Zeyd'in, şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... O'—
ALi EFENDİ, C. i, 3üı ve devam üzere şarap içmeye
müptelâ olan Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ABDURRAHİM,
C. 1, 404
İLGİLİ FETVA :
Kuşçu olup dama çıkıp
avretlere bakmak âdeti olan Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 1, 404
Metinde geçen son parağrafda pek çok mühim mes'eleler
zikredilmiştir. Zira bir çok haramları yiyenler ve kötülükleri işleyenler
kendilerine değer ve kıymet vermektedirler. Halbuki- islâmiyet onların
şahitliklerini bile kabul etmemektedir. Yukarda geçen cümleleri açıklayan
fetvaları nakldersek daha güzel anlaşılır.
İLGİLİ FETVALAR:
Namazı terk etme âdeti olan
Zeyd'in, şehâdeti.makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2, 401
îmam olup tavla, satranç
cynanîk devamlı âdeti olan Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP...
Olmaz. (Bu fiilden rücû etmezse azl olunması gerektir.)
ABDURRAHİM, 405
Afyon yemek âdeti olup
tiryaki olan Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?,.. ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2, 405
Siyâset hükümleriyle meşgul
olanlardan olup halâlı talip ve haramdan mucanip olmayan (yâni, haramı isteyip
ve haramdan kaçınma hâli olmayan) Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?..."
ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 395
Kumar veçhi üzere satranç
oynayıp ve tavla oynamak âdeti olan Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 396
Ribâ yemek âdeti olan Zeyd'in
şehâdeti, makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2..404
Israr üzerine Ribâ (Faiz)
yiyen Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2, 404
Ribâ (Faiz) yemek âdeti olan
Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 1, 391
Cemiyetlerde (meclis ve
toplantılarda) rakkaslık eden (Raks oyna-yan ve raks yapan) Zeyd'in
şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
NETİCE, 298
Raksm mâhiyet ve beyânı
hakkında geniş malûmat. «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde
verilmiştir.
Zeyd, Amr'in iddiasına
şehâdet etmek için Amr'den şu kadar para rüşvet ahp şehâdet etse, (şehâdeti)
makbul olur mu? ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 1, 391
Yalancılıkla mâruf olan
Zeyd'in şehâdeti makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 1, 391
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 231-236.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 238-240.
İLGİLİ FETVALAR:
Bir belde halkından Zeyd'in
Amr ile mala tealluk eden dâvasında asü şâhidleri olan Bekir ve Beşir bu beldede
hazırlar olup şer'î meclise (mahkemeye) hazır olmaları müteazzir değil iken
Hâlid ve Velid Zeyd'-
in iddiasına Bekir ve
Beşir'in taraflarından şehâdet aleşşehade - şehâdet üzerine şehâdet yoluyla
şehâdet etseler, makbul olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
s
ALİ EFENDİ, C. 1, 411
Zeyd'in, Amr ile mala teallûk
eden dâvasında asıl şahidi olan Bekir hastalaşıp şer'î meclise (mahkemeye) hazır
olması müteazzir olmakla Bekir'in tarafından şehââeti üzerine alan Hâlid ve
Velid Zeyd'in iddiasına şehâdet aleşşehade - şehâdet üzerine şehâdetinin malûm
olan keyfiyeti üzere şehâdet etseler makbul olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, Ç. 1, 411
Kısas dâvasında şehâdet
aleşşehade - şehâdet üzerine şehâdet makbul oîur mu?.,. ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 410
Ölüm dâvasında şehâdet
aleşşehade - şehâdet üzerine şehâdet etmek makbul olur mu?..
ELCEVAP... Olur BEHÇE, 410
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, Amr ile mala teallûk
eden dâvasında asıl şahidi olan Bekir tarafından bir şahit fer'î kifayet etmeyip
iki kimsenin olması lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 222
Şehâdet üzerine şehâdet ne
keyfiyet üzere olur?
ELCEVAP... Şâhid ve fer'î
olan Zeyd'in, Amr'in Bekir zimmetinde olan şu kadar para hakkına Beşir şehâdet
eder, Beşir'in şehâdeti üzere ben şehâdet ederim, demesi olur. Yahut fer'î olan
şâhid Zeyd, asıl şâhid olan Amr Bekir'in Beşir zimmetinde olan şu kadar para
hakkına ben şahidim, benim şehâdetim üzere sen şehâdet et, deyip şehâdetini bana
tahmil edip ben de zikrolunan bu hususa Amr'in dilinden şehâdeti üzere şahidim,
şehâdet ederim, demesi olur, İBNİ NÜCEYM, 222
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 241-243.
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, ,bir hususa şehâdet
ettikten sonra hâkimin meclisinden başka yerde, şehâdetinde rücû etse sahih olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz. İBNİ NÜCEYM, 220
Zeyd, Amr'den bir hususu dâva
edip Amr do inkâr edip Zeyd'in iddiasına Bekir ve Beşir
şahitlik ettiklerinde mürâfea oldukları
hâkim., bunların şehâdetlerini kabul ve mûcibiyîe hükmettikten sonra Bekir ve
Beşir şehâdetlerinden rücû etseler, bu hüküm bozulmuş olur mu?... ELCEVAP...
Olmaz. ALİ EFENDİ, 414
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, Amr'den bir hususu dâva
edip ve Amr inkâr edip Zeyd'in iddiasına Bekir ve Beşir şehâdet ettikten sonra
bunlar (şâhidler) hükümden
evvel şehâdetlerinden rücû
etseler bu şahitliğe binâen bu husus Amr'den
Zeyd'e hükmolunur mu?...
ELCEVAP... Olunmaz.
NETİCE, 323
Zeyd, Amr'den bir hususu dâva
edip ve Amr de inkâr edip Zeyd'in iddiasına Bekir ve Beşir şahitlik ettikten
sonra hükümden evvel bunlar hâkim huzurunda şahitliklerinden rücû etseler
rücûlan sahih olup ken-diferine tâzir lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 224
Zeyd, benim İçin Amr üzerine
şehâdet yoktur, eğer Amr'in üzerine 'şehâdet edersem şehâdetim bâtıl olsun,
dedikten' sonra Zeyd bir hususda Amr'in üzerine şehâdet etse, makbul olur mu?...
ELCEVAP... Âdil olunca olur. İBNÎ NÜCEYM, 225
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd'in kölesi Amr, Zeyd'den
sen beni âzâd etmiştin diye dâva edip ve Zeyd inkâr ettiğinde Amr'in iddiasına
Bekir ve Beşir şahitlik etmeleriyle murafaa (mahkeme-) oldukları hâkim Amr'in
âzâdı ile hükmettikken sonra Bekir (şahidin biri) hâkim huzurunda şahitliğinden
rücû etse, Zeyd Amr'in (yâni âzâdı ile hükmedilen kölenin) kıymetinin yarısını
Bekir'e tazmin ettirmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 223
Maktul olan Zeyd'in veresesi,
Amr'den «sen Zeyd'i kısas îcâb eden kati ile katlettin» diye dâva edip ve Amr de
inkâr edip veresenin iddialarına, Bekir ve Beşir şahitlik ettiklerinde murafaa
(mahkeme) oldukları hâkim, Bekir ve Beşir'in şahitliklerini kabul edip ve kısas
ile hükmedip Amr (katil) kısas olunduktan sonra Bekir (şahidin biri) hâkim
huzurunda şahitlikten rücû etse, Bekir'e ne lâzım olur?... ELCEVAP... Tâzir ve
diyetin yarısı (lâzim olur). <ALİ EFENDİ, C. 1, 415
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 245-248.
Vekâlet: luğatta, korumak, hıfzetmek, kifayet etmek,
îtimâd etmek müracaat etmek, tefviz etmek ve kefil olmak mânalarına gelir.
Meselâ : «Sen benim malımın
vekilisin» demek «malımın muhafızısın» demektir. «Hakka tevekkül et» demek,
«Cenabı hakka îtimad.ve tefvizi umur et» demektir.
Vekil: Kendisine başkası
tarafından bir İş tefviz ve tevdî edilen kimsedir.
Müvekkil: Bir işi başkasına
tevdî eden kimsedir,
MüvekkeUin bih : Müvekkilin
vekil Üzerine tevdî ettiği ve vekilin de üzerine aldığı şeydir.
Tevkil: Vekil tâyin etmek
manasınadır. -
Vekâletin Rüknü : Vekil tâyin
etmenin rüknü, îcâb ve kabuldür.
Ve vekil tâyin şekli,
şöyledir : Müvekkil, «şu hususa seni vekil ettim» dese vekil de «kabul ettim»
dese yahut kabulü anlatır başka bir söz söylese vekâlet kesinleşmiş olur.
Vekâletin Şartı: Müvekkilin
müvekkelün bih olan iş yapmağa muktedir olması şarttır.
Binâenaleyh mümeyyiz olmayan
çocuk ile delinin vekil tâyin etmesi sahih olmaz.
Ve vekilin akıllı ve hayri
şerri ayırt eden kimsenin olması şarttır. Binâenaleyh mümeyyiz olan çocuk
ticârete izin verilmiş olmasa da vekil olabilir. Fakat anlaşmaya âid olan haklar
ona âid olmayıp müvekkiline aid olur.
İLGİLİ FETVALAR:
Deli olan Zeyd, deliliği
hâlinde mülkü olan evini satmağa Amr'i vekil tâyin etse, sahih olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
NETİCE, 333
Mümeyyiz olmayan küçük Zeyd,
mülkü olan evini satmağa Amr'i vekil tâyin etse, bu vekâlet sahih olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 333
Küçük "Zeyd, mümeyyiz ve
ticâretten men edilmiş iken velisinden izinsiz bâzı eşyasını satmaya Amr'i
tevkil edip Amr de satsa, bu satış nafiz olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, CL 2, 19
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd'in Amr ile şu kadar para
taallûk eden dâvası olmakla Amr Zeyd ile husûmete Bekir'i vekil tâyin edip Bekir
de vekâleti kabul edip sonra Zeyd Bekir ile murafaa olduğunda Bekir Amr
zimmetinde Zeyd'in
o kadar para hakkı olduğunu
hâkim huzurunda ikrar etse, Bekir'in ikrarı muteber olup Zeyd bu meblâğı Amr'den
almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
NETİCE, 333
Müslüman Zeyd müslüman Amr
ile olan dâvasında zimmî Bekir'i vekil tâyin etse, Amr mucerred Bekir zimmî
olmakla vekilliği caiz olmaz diye murafaadan imtinaa kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
FEYZİYE, 336
Evde mesture olarak durmayan
(yâni sokağa çıkan) Hind, Zeyd ile olan dâvasında zarar vermek kasdı ile Amr'i
vekil tâyin etse, Zeyd râzi olmayıp «Hind ile murafaa olurum» demeğe kadir olur
mu?... ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, S. 2
Zeyd, Amr ile bir hususa
mütaallik dâvasında zarar yapmak kasdı ile Bekir'i vekil tâyin etse, Amr râzi
olmayıp Zeyd ile murafaa olurum demeğe kadir olur mu?....
ELCEVAP... Olur ALİ EFENDİ,
C. 2, 3
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, karısı Hind'in evinin
tamirine Hind'in emri ile kendi malımdan mâruf mikdar şu kadar para sarf etse,
Zeyd masraf ettiğini Hind'deh. almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
BEHÇE, 340
Hind, Zeyd'in zimmetinde olan
şu kadar parasını kabzetmeğe Amr'i vekil tâyin etse, Amr'de kabzettikten sonra
Amr bilinmeden ölse, terekesinden tazmin etmek lâzım olur mu?... ELCEVAP...
Olur. FEYZİYE, 322
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 250-253.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 256-259.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 261-263.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 265-267.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 268-269.
Dâva, lüğatta : Bir kimsenin bir hakkı başkasına vâcib
kılmasî-dır. Ve bir şeyi kendi nefsine izafe edip .«bu benimdir» diye niza ve
dâva etmektir.
Şer'i tarifi metinde de beyan
edildiği gibi; bir kimsenin, diğer bir kimseden hâkim huzurunda hakkını talep
etmesidir.
Müddeî: Hakkını talep eden
kimseye «müddeî; davacı» denir!
Müddea aleyh : Aleyhine dâva
açılan kimseye «müddea aleyh - dâva olunan suçlu kimseye» denir.
Müddeâ : Davacının dâva
ettiği şeye (alacağına) «Müddeâ - dâva olunan şey'e» denir. Buna aynı zaman
«müddeâ bin» de denir.
Dâvanın sahih olması için
şartlardan bâzıları şunlardır:
a) Davacı ve aleyhinde
dâva açılan kimselerin akıllı olmaları şarttır. Binâenaleyh delinin ve hayre
şerre aklı ermeyecek derecede mümeyyiz olmayan küçük çocuğun dâvaları sahih
değildir. Fakat bunların velileri ve vâsileri veli ve vâsi olmaları hasebiyle
davacı ve dâva edilen kimseler olarak onların yerini temsil edebilirler.
b) Aleyhinde dâva
edilen kimsenin, malûm olması şarttır. Binâenaleyh davacı", falan köy halkından
lâalettâyin bir kimsede yahut bir kaç kimsede şu kadar kuruş alacağım var» dese,
sahih olmaz. Zira aleyhinde dâva açılan kimse malûm ve belli değildir. Halbuki
dâvanın sahih olabilmesi için aleyhinde dâva açılan (yâni, müddeâ aleyh olan)
kimsenin malûm ve tâyin edilmesi lâzımdır.
c) Dâva
zamanında, hasmın hazır olması şarttır ve müddeâ aleyh (aleyhinde dâva açılan
kimse) mahkemeye gelmekden ve vekil göndermekten imtina etliği takdirde gâib
olan kimselere hüküm verilemiyece-ğinden hâkimin huzurunda ya bizzat veya
bilvekâle bulunmaları şarttır.
d) Dâva olunan şeyin
(davacının alacağı şejrin) malûm olması şarttır. Binâenaleyh meçhul olursa,
sahih olmaz.
Ve daha başka şartlar,
metinde yeri geldikçe beyan edilmiştir. Dâvanın meşruluğu, kitab, sünnet ve
icâ-ı ümmetle sabittir^. _, Kitabdan olan delilden bir kaç âyet-i kerime meali
şöyledir: «(Ey habibim) sana indirilen (Kur'an-ı Kerim) e de, senden evvel
indirilmiş olan (kitab) lara da herhalde îman ettiklerini boş yere iddia
edenlere bir bakmadın mı ki - Onu (şeytanı) inkâr etmeleri ile emrolun-dukları
halde - yine sihirbazın huzurunda muhakeme olunmalarını isterler. Şeytan da
onları (bir daha dönemiyecekleri kadar) uzak bir sapıklıkla büsbütün sapıtmak
ister.»
NİSA SÜRESİ, 60
Bu âyeti kerimenin
tefsirlerinde ibret verici şu kıssa nakolunmak-tadır:
— Bir Yahudi ile münafık
(yâni görünüşde müslüman) arasında bir husûmet meydana geliyor. Yahûdî muhakeme
ve dâva için, Resûlullâh (S.A.S.) e, münafık ise; Yahûdî sihirbazı (Kâ'b bin
Eşref) e müracaat etmek istiyorlar. Yahûdî o münâfıkı güç hâl ile ikna ettikten
sonra birlikte huzuru Seâdete giriyorlar. Peygamberi Zîşan (S.A.S.) Efendimiz,
her ikisini dinledikten sonra Yahûdîyi haklı görüyor ve onun lehinde hüküm
veriyor. Fakat dışarı çıkınca münafık bu hükme râzi olmayacağını söylüyor ve
arkadaşını (yâni, Yahûdîyi) zorla Hz. Ömer (R.A.) in huzuruna götürüyor. Yahûdî
keyfiyyeti ve münâfikm râzi olmadığını anlatıyor. Münafık da bu keyfiyyeti
teyid ettikten sonra Hz. Ömer (R.A.) «Biraz bekleyin, şimdi gelir, hükmü
veririm» diyerek evine giriyor. Kılıncım alıyor ve çıkınca münâfıkm boynunu
vuruyor, ve «Allanın ve Resulünün hükmüne râzi olmayana benim hükmüm budur»
diyor.
Bâzı kitablarımızda beyan
edildiğine göre Hz. Ömer bu hükmü icra edince Cebrail aleyhisselâm Hz.
Peygambere «Ömer, hak ile bâtılın arasını tefrik etti» diyor. Ve bundan dolayı
da Hz. Ömer'e «Faruk» lâkabı konmuş.
Dâva ve muhakeme ile ilgili
diğer bir âyet-i celiyle meali:
«Öyle değil, Rabbine and
olsun ki: onlar aralarında (geçen kavga ve gürültüyü) kimi oraya, kimi buraya
çektikleri (kavga ettikleri) şeyle de seni hakem yapıp sonra da verdiğin
hükümden yürekleri hiç bîr sıkıntı duymadan tam bir teslimiyyetle teslim
olmadıkça îman etmiş olmazlar.» NİSA SÛRESİ, 65
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, «Amr'in zimmetinde şu
kadar para hakkım vardır» diye dâva etse ve Amr de inkâr etse, Zeyd (davacı)
iddiasına delil dikdiğinde Amr <-bu meblâğı sana tamamen edâ etmiştim» diye dâva
ve iddiasına delil dikince Zeyd'i def etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 226
Zeyd, «Amr'in zimmetinde şu
kadar para hakkım vardır» diye dâva etse ve Amr inkâr etse, Zeyd iddiasını isbât
edemese, Amr'e (dâvâlıya) yemin ettirmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP..."Olur.
İBNİ NÜCEYM, 227
Zeyd, Amr'e «sâna şu şekilde
şu kadar para kıymetinde.kılıç emânet ve teslim etmiştim» diye dâva etse, ve Amr
«sen bana bir şey emânet etmedin» diye inkâr etse, Zeyd (davacı) iddiasına
delil dikince o kılıç mevcut ise, aynını (mevcut) değil ise kıymetini Amr'den
(dâvâlı kimseden) almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
FEYZİYE, 341
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, Amr'den bir meclisde
bir kaç maddeyi dâva etse, Amr de inkâr etse, Zeyd, dâvasına şâhid
dikememekte Amr'e yemin verilmesi lâzım olduğunda her bir madde için başka başka
yemin vermek lâzım mıdır? Yoksa bütün maddeler için bir yemin kifayet eder mi?
ELCEVAP... Bir yemin kifayet eder. ALİ EFENDİ,. C. 2, 65
Hind, Zeyd'âeıı «sen bana
cebren zina ettin» diye dâva etse, Zeyd de inkâr etse, Hind dâvasına şâhid
dikmese Zeyd'e yemin verdirmeğe kadir" olur mu?
ELCEVAP... Olmaz ALt
EFENDİ, 66
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 272-279.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 281-284.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 285-286.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 289-293.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 294-295.
Dâva ile ilgili muhtelif fetvalar :
Kırk sene özürsüz terk olunan
diyet dâvası, nıesnıû olur mu (Bakılır, dinlenilir mi?) ELCEVAF... Olmaz
(zira müruru zamana uğramıştır),
ALİ EFENDİ, C, 2, 86
Yirmi sene Özürsüz terk
olunan kısas dâvası, (sultandan, devlet reisinden) emirsiz mesmû olur mu?
ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 86
Onbeş sene özürsüz terk
olunan miras dâvası emirsiz mesmû olur mu? ELCEVAP... Olmaz (zira
müruru zamana uğramıştır).
ALÎ EFENDİ, C. 2, 86
Bu fetvâlardaki müruru zamana
uğrayan hak ve davaların tekrar diriltilip dâva edilebilmesi için, pâdişâh,
hükümdar veya devlet reisi tarafından dâvaya izin ve emir verilmesi gerek.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 297-298.
İkrar; lügatta, isbat etmek, haber vermek, bir yerde
karar etmek ve karar ettirmek mânalarına gelir.
Şer'î tarifi metinde geçtiği
üzere, ikrar: bir kimsenin, diğer bir kimsenin kendisinde olan hakkını haber
vermesidir.
Mukirr : O haber veren
kimseye «Mukir» denir.
Mukarruleh : O kendisinin
hakkı olup haber verilen kimseye de "Mu-karruleh" denir.
Mukarrubih : Ve o ortada
ikrar edilen hakkada "Mukarrubih" denir.
îkrânn sahih ve makbul olması
için gerekli şartlardan bâzıları şunlardır:
a) Mukirr: îkrâr eden
kimseriin akıllı ve bâliğ olması şarttır. Binâenaleyh küçük çocukların,
delilerin ve kendilerine ateh (bunama) gelmiş kimselerin ikrarı
sahih değildir ve bunların aleyhine veli ve vâsilerinin ikrarı' da sahih olmaz.
Fakat sabiyyi mümeyyiz ve ticârete me'zun olan çocuğun ikrarı sahih olur. Zira
bu çocuk bâliğ hükmündedir.
b) Mukarrulehin :
Lehine ikrar olunan kimsenin akıl bâliğ olması şart değildir. Binâenaleyh bir
kimse, küçük ve mümeyyiz bir çocuk için mal ikrar etse, sahih olur. Ve o malı
vermesi lâzım gelir.
c) ikrarda, mukırnn:
İkrar eden kimsenin rızâsı şarttır. Binâenaleyh cebr ve ikrahla vâki olan ikrar
sahih olmaz.
d) Mukirrin,
mahcur (yâni, ticâretten menedilmiş) olmaması şarttır.
e) Zahir hâlin, ikrarı
tekzib etmemesi şarttır. Binâenaleyh bedeninin bâliğ olmaya tahammülü olmayan
bir küçük çocuk, eğer «bâliğ oldum» diye ikrar etse, sahih ve muteber olmaz.
İkrar, kitab, sünnet ve
icmâ-ı ümmetle sabittir. • Kitabdan olan delilin meali:
"Üzerinde hak olan (borçlu)
da yazdırsın (borcunu ikrar etsin). Rab-bi olan Allah'dan korksun, ondan
(borcundan) hiç bir şeyi eksik bırakmasın. Eğer üstünde hak bulunan (borçlu)
bir beyinsiz (imza bilmez, bir çocuk olursa) veya bir zaif (çok ihtiyar, bunak
veya mecnun olmakdan aklı zaif) olursa veya bizzat yazdırmıya (ve ikrara) gücü
yetmezse (dil-sizlikden, kekemelikden, dil bilmemesinden dolayı gücü yetmezse)
velîsi dosdoğru yazdırsın (ikrar etsin).
BAKARA SURESİ, 282
Sünnetten olan bir hadi-si
şerif meali:
"Eğer bir kimse, bir çocuğu
göz kırpıncaya kadar İkrar ederse, bir daha kendisine onu nefyetme hakkı
yoktur." BEYHAKİ
İLGİLİ FETVALAR :
Muteber ikrah ile olan borcu
ödeyeceğini ikrar etmek, sahih ve muteber olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 92
Muteber ikrah ile olan katil
ikrarı (yâni, ikrahla adam öldürdüğünü bir kimsenin ikrar etmesi), şer'an sahih
ve muteber olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz.
ALÎ EFENDİ, C. 2, 92
Muteber ikrah ile olan mal
çalma ikrân, sahih olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz ALİ EFENDİ, C. 2, 92
Zeyd, şarabdan sarhoş iken
«Amr'i diyet îcâb eden katil ile katlettim diyerek ikrar etse, ikrarı sahih olur
mu?.. ELCEVAP... Olur.
Zeyd, hasta olup aklı tamamen
zail iken Amre şu kadar para borç İkrar edip söz verse, ikrarı sahih olur mu?..
ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 92
Mümeyyiz olmayan küçük
Zeyd'in ikrarı, muteber olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C.
2, 93
Doksan yaşında olup ateh
(bunama) gelmiş olan Zeyd, ticâretten men
- olunmuş iken "Amre, şu
kadar para borcum vardır» diye ikrar etse, bu ikrar sahih ve muteber olur mu?..
ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 93
Belli bir şekilde ve açıkça
delilik ile deli olan Zeyd, yedinde olan bâzı eşya için "Amr'İn mülküdür" diye
ikrar etse, ikrarı muteber olur mu? ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 436
Müslüman Zeyd, şarapdan
sarhoş iken "Amr'e şu kadar para ödünç-den borcum vardır" diye ikrar ştse, bu
ikrar shih olur mu?.. ELCEVAP... Olur. BEHÇE, 4353
On iki yaşını tekmil edip
cüssesinin bâliğ olmaya tahammülü olan Zeyd, "ihtüâm ile bâliğ oldum" diye ikrar
etse, Zeyd'in ikrarı sahih olur mu?..
ELCEVAP... Olur. (Zira
erkekler 12 yaşında da bâliğ olabilirler).
İBNİ NÜCEYM, 251
On dört yaşında olup
cüssesinin bâliğ olmaya tahammülü olan Zeyd, "ihtilâm ile bâliğ oldum" diye
hâkimin huzurunda ikrar edip sonra Amr (başka birisi) "Zeyd'in zimmetinde falan
cihetten şu kadar para hakkım vardır» diye dâva edip Zeyd de inkâr ettiğinde Amr
iddiasını şer'i şerifin beyânı üzere isbât ettikten sonra Zeyd (baliğ olduğunu
evvelce ikrar eden adam), "ben bâliğ olmamışdım" diye dâva etse, (dâvası) mesmû
(ve makbul) olur mu?..
ELCEVAP... Olmaz.
İBNİ NÜCEYM, 251
On yaşında olan küçük Zeyd,
"bâliğ oldum" diye ikrar etse, ikrarı sahih ve muteber olur mu?.. ELCEVAP...
Olmaz. (Zira buluğ yaşının en aşağısı on iki yaşdır):
İBNİ NÜCEYM, 251
Zeyd, yaralanıp ve
öldürürldüğünde Amr'in küçük kölesi Bekir, "Zeyd'i ben yaraladım ve öldürdüm"
diye ikrar etse, ikrarı muteber olur mu?..
.
ELCEVAP... Olmaz. FEYZİYE,
388
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, Hind'in yedinde olan
bir bağ için Hind'den "bana hibe et" diye hibe edilmesini talep etse, o bağ
Hind'in mülkü olduğunu ikrar etmiş olur mu?.. ELCEVAP... Olur.
ABDURRAHİM, C, 2, 235
Zeyd, Amr'den şu kadar kuruş
dâva ettiğinde Amr bu meblâğdan sulh olmaya talip olsa, bu meblâğı ikrar etmiş
olur mu?.. ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM, C. 2, 235
Zeyd, sıhhatında (sağlığında)
"yedimde olan bütün eşya Amr'in mülküdür, benim alâkam yoktur" diye ikrar etse,
bu ikrar sahih olur mu?.. ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCEYM, 249
Bu surette Zeyd, yazıldığı
üzere ikrar ettikten sonra ölse, Zeyd'in veresesi bu ikrarı tutmayıp ikrar
zamanında Zeyd'in yedinde (elinde) bulunan eşyayı mirasa katmaya kadir olurlar
mı?.. ELCEVAP... Olmazlar. İBNİ NÜCEYM, 249
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 300-307.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 309-312.
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, ölüm hastalığında
"karım Hind'e ödünçden iki yüz kuruş borcum vardır" diye ikrar edip diğer
verese tasdik ettikden sonra Zeyd ölse, veresenin Zeyd'in hayatında iken o
tasdikleri kifayet edip Hind o kadar parayı terekeden almağa kadir olur mu?..
ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 20
Zeyd, ölüm hastalığında sakin
olduğu beldede nesebi meçhul olup kendine oğul olmaya sâlih olan Amr için
"oğlumdur" diye ikrar etse ve Amr de tasdik ettikten sonra Zeyd ölüp Amr'i ve
diğer veresesini terket-tiğinde Amr (oğul olduğu ikrar edilen kimse), Zeyd'in
terekesinden hissesini almak istediğinde, diğer verese Zeyd ölüm hastalığında
ikrar etmekle ikrarı muteber ol maz deyip vermemeğe kadir olurlar mı?..
ELCEVAP... Olmazlar. BEHÇE, 437
Zeyd, ölen Amr'in
veresesinden Amr "benim Bekir'in zimmetinde ödünçden olan şu kadar para hakkıma
sıhhatında kefil olduğunu ölüm hastalığında ikrar etmişdi" diye dâva edip ve
verese tamamen inkâr- etseler Zeyd Amr'in ikrarı meşrûuna delil (ve şâhid)
dikince yeminden sonra bu meblâğı kefaletine binâen Amr'in terekesinden almağa
kadir olur mu?.. ELCEVAP... Olur.
BEHÇE, 437
Zeyd, hastalaşdığmda karısı
Hind'e "Ödünçden şu kadar para borcum vardır" diye ikrar ettikten sonra Zeyd
hastalığından iyi olsa, bu ikrar sahih olur mu?.. ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCEYM,
254
Zeyd, hastalaşdığmda
karısı Hind, Zeyd'e: "eğer bu hastalığından vefat edersen
zimmetinde olan hakkım sana helâl olsun" dese, sonra Zeyd ölse Zeyd'in
zimmeti Hind'in hakkından beri olmayıp Hind hakkını
Zeyd'in terekesinden almağa kadir olur mu?.. ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYMÇ 253
Zeyd, ölüm hastalığında
"evimi karım Hind'e satıp parasını aldım" diye ikrar etse, sonra ölse diğer
verese bu ikrarı tutmamağa kadir olurlar mı?..
ELCEVAP... Olurlar.
ABDURRAHİM, C. 2, 238
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 313-316.
Sulh; lüğatta, iyi yapmak, arayı bulmak, faydalı ve
uygun olmak, anlaşmak, düzeltmek ve barışmak, barışdırmak mânalarına gelir ve
husûmet ve fesadın zıddıdır.
Şer'î tarifi metinde geçtiği
üzere sulh, nizalı olan kimselerin rızâlariyle aralarındaki niza ve dargınlığı
kaldıran bir akiddir. Ve bu sulh, îcâb ve kabul ile kesinleşir.
Bu sulhu icra eden ve sulhu
gerektirenlere şu kelimeler kullanılır:
Musâlih: Arada sulhu icra ve
temin eden kimseye "musâlih" denir.
Musâlehun alyh: Sulh bedeli
olan şeye "musâlehun aleyh" denir.
Musâlehun anh; Dâva olunan
şeye de "musâlehun anh" denir.
Sulhun kısımları üçtür ve
şunlardır:
a) İkrardan olan
sulhdur ki, bu sulh, aleyhinde dâva açılan kimsenin ikrarından neşet eder. Ve
onun ikrarı üzerine vâki olur.
b) İnkârdan olan
sulhdur ki, buda, aleyhinde dâva açılan kimsenin inkârı üzerine vâki olan
sulhdur.
c) Sükûttan meydana
gelen sulhdur ki, aleyhinde dâva açılan kimse inkâr ve ikâr etmeyip sükûtu
üzerine vâki olan sulhdur.
Sulh, kitab ve sünnet ile
meşrudur.
Kitabdan olan delil mealleri
şunlardır:
"İnsanların toplanıp gizli
konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Meğerki, toplanıp konuşanlar bir sadaka
vermeyi, yahut mâruf (iyi şeyi) işlemeyi, yahutta halk arasındaki fesadı ıslâh
etmeyi emreden kimseler? ola. Her kimki bu üç hayrı, Allahın (C.C.) rızasını
dileyerek işlerse, yarın biz ona büyük bir ecir veririz."
NİSA SURESİ, 114
"Eğer bir kadın, kocasının
uzaklaşmasından (yatağını terketmesin-den, nafakasında ihmâl göstermesinden)
yahut (herhangi suretle kendisinden) yüz çevirmesinden endişe ederse, sulh ile
aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur ve sulh daha hayırlıdır."
NÎSÂ, 128
"Eğer mü'minlerden iki zümre
birbiriyle döğüşürlerse, aralarını (bulup) barıştırın". HUCURÂT
SURESİ. 9
"Eğer (Allâhın enirine)
dönerse, artık adaletle aralarını (bulup) ba-rışdırın". HUCURÂT SURESİ, 9
"Mü'minler, ancak
kardeşdirler. O halde iki kardeşiniz (kavga ettikleri zaman) aralarını (bulub)
barışdirm." HUCURÂT SURESİ, 10
Sünnetten olan delillerden
bâzılarının mealleri:
"Müslümanlar arasında sulh
caizdir. Ancak bir helâli haram yahut haramı helâl kılan sulh başka (bu sulh
caiz değildir).
----Müslümanlar şartları
üzerinde dururlar. Ancak bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart
müstesnadır, (yâni bu şartlarda durmazlar».)TİRMİZt
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, Amr'in zimmetinde olan
seksen kuruş hakkında Amr ile Ikırk kuruşa sulh olup lâkin bedeli sulh
meclisinde kabzolunmasa, bu suM sahih olur mu? ELCEVAP... Olur. (Zira sulhun
mikdarı tâyin edilmiştir).
ALİEFENDİ, C. 2, 100
Zeyd, Amr ile bir hususa
müteallik dâvasından sulh olduğunda "bu dâvadan sulh oldum" dese, lâkin sulh
bedeli zikredilmese, bu sulh sahih olur mu?..
.
....
ELCEVAP... Olmaz.
Bu surette murafaa oldukları
hâkim bu .sulhun cevazı tte hükmedip delil verse, hükmü nafiz ve delili muteber
olur mu?,. ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 444
Zeyd, malının üçte birini
oğlunun oğlu Amr'e vasiyyet ettikten sonra
hemen akabinde o nalde ölse,
Zeyd'in (vasiyyet eden kimsenin) oğulları vasiyyeti tutmağa kadir olurlar mı?..
ELCEVAP... Olmazlar.
Bu surette Zeyd'in oğulları
terekenin esasından şu kadar eşyayı kab-zetmelerinden sonra Amr (kendisine
vasiyyet edilen adam) o eşyanın üçte birinden bir mikdârı üzerine sulh olup
maadasından ibra etmese, bu sulh sahih olur mu?
ELCEVAP... Olmaz, (Zira hak
sahibi üçte birinden kalanı ibra etmemiştir). BEHÇE, 445
îbrâ : Bîr kimsenin, diğer
bir kimseye olan hakkının ya tamamını is-kat ve yahut-bir .mıkdannı tenzil
ederek borçluyu borcundan beri kılmak (kurtarmak) tır ki, buna fukaha örfünde
"ibrâ-i işkâl" denilir.
lbrâ-i istifa : Bir kimsenin,
diğer bir kimsede olan alacağını alıp istifa ettiğini îtirafdan ibaret olup bu
da bir nevi ikrardır.
Ayrıca ibra şu kısımlara da
ayrılmaktadır :
İbrâ-i hâs: Bir kimseyi,
muayyen bir maldan, dolayı alacak dâvasından beri kılmaktır. -
İbrâ-i âm : Bir kimseyi, her
türlü dâvadan berî kılmaktır.
KEZA TECRİD TERCEMESİ, C. 8,
128
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 317-321.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 322-324.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 325-327.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 329-330.
Müdârebe lûgatia : Bir kâr ortaklığından ibarettir.
Müdârebe (darb) kelimesinden alınmıştır. Darb ise, yer yüzünde sefer etmektir.
Alış verişde kâr etmek, ekseriyetle sefer etmekle hâsıl olduğundan ona bu isim
verilmiştir.
Müdârebe ortaklığının şer'î
tarifi metinde geçtiği üzere, müdârebe, bir tarafdan sermaye, diğer taraf dan
sâyü-amel olmak üzere yapılan bir nevi şirkettir ki, sermâye, tamamen bir veya
müteaddit kimselere aiddir. Ve bu sermâyeyi çalışıp nemalandirmakta diğer bir
kimseye aiddir. Elde edilecek kâr ise. aralarında bir nisbet (ve müsâvilik veya
bellilik) dâhilinde müşterek bulunur.
Müdârebe ortaklığını
yapanlardan mal ve sermâye sahibine ve emek sahibine şu isimler verilmiştir :
Rabbul mal; Sermâye ve mal
sahibi olan ve bu suretle ortak olan kimsedir.
Müdârib: Emek ve çalışmak
suretiyle bi nefsihi ortak olan kimseye denir.
Re'sülmal: Sermâye ve kapital
demektir..
Müdârebenin Rüknü : Müdârebe
delâlet eden bir lâfızla îcab ve kabulden ibarettir.
Meselâ: Sermâye sahibi
müdâribe hitaben: «Şu sermâyeyi al, kân aramızda yarı yarıya, yahut ikili birli
taksim olunmak üzere müdârebe olmak suretiyle çalış ve amel et» dese, yahut: «Şu
paraları al, sermâye et, kân aramızda şu nisbette müşterek olsun» demek gibi
müdârebe mânasını ifâde eden bir söz söylese, müdârib olan (çalışarak ortak
olan) kjm-se de kabul etse, aralarında müdârebe ortaklığı kesinleşmiş olur.
Müdârebenin Şartı: Bâzı
şartlarım şöyle sıralayabiliriz :
a) Mal
sahibi vekil olmaya ve müdâribin de vekâleti ifâ etriıfeye ehil olmaları
şarttır. Binâenaleyh ortaklığı yapanların ehil olmaları, yani; akıllı ve baliğ
olmaları veyahut ticarete me'zun olmaları lâzımdır. 11 .
b)
Sermâyenin, ortak olabilecek altın ve gümüş paralar ile diğer râic ve geçerli
sikkelenmiş paralar veya mallardan olması şarttır. Binâenaleyh uruz (eşya ve
kumaş), bağ, bahçe ve ev gibi akar, kile ve tartı ile muamele edilenler ile ve
insanların veya müdâribin zimmetindeki alacak müdârebede
sermâye olamaz.
Fakat mal sahibi ve
sermayedar ortak uruzdan bir şey verib ve «Bunu sat, parası ile müdârebe
ortaklığı yaparak çalış ve amel et» dese, mü-dâribde kabul edip ve teslim alarak
o malı satıp bedeli olan nukûdu (parayı) sermâye edinse müdârebe sahih olur.
Kezâlik mal sahibi : «Falanın
zimmetinde alacağım olan şu kadar kuruşu kabzet, onu müdârebe yoluyla kullan»
dese, müdârib olan kimsede kabul etse, sahih olur.
c)
Sermâye ve ana mal, müdârebe ortaklığını yapanlar arasında
malûm olması şarttır. Bu bilgi ve malûmat, ya söylemekle olur: «Şu kadar yüzlük
altını sana müdârebe için verdim» demek gibi. Veya işaret ile olur: Elinde
bulunan altın ve paralara işaret edere, «Bunları sana müdârebe için verdim»
demek gibi.
d)
Ortaklar arasında kârın, yarı yarıya veya üçte bir gibi mikdar-ları tâyin
edilmiş olması şarttır.
e)
Sermâye ve ana malın, müdâribe teslim edilmesi şarttır. Çünkü teslim edilmedikçe
müdâribin amel etmesi kabil olamaz.
f) Müdâribe
verilecek hissenin kârdan olması şarttır.
Müdârebe yoluyla ortaklık
kitab ve sünnetle meşrudur.
Kitabdan olan delilin meali
şöyledir:
«Diğerleri de, yer yüzünde
sefer ederek Allâhın fazlını (îhsan ve lût-funu) taleb ederler.»
MÜZZEMMİL SÜRESİ, 20
Sünnetten olan delil meali:
«Üç şey vardır ki, bunlarda
bereket mevcuttur: (Bunlar), vadeli satış, müdârebe ve satmak için. değil de ev
için buğdayı arpa ile karıştır-' maktır.» İBNİ MÂCE
Sünnetten diğer delil meali :
«Hz. Abbas (R.A.) malım
müdârebe için, birine verir ve malım denizden şevketmemesini, vadiye
indirmemesini ve onunla hayvan satın almamasını şart koşardı. Resûlüllah
(S.A.V.) bunu duyunca beğendi ve caiz gördü.»
SELÂMET YOLLARI, C. 3, 159
Bu hükümler üzerine, icma-ı
ümmet vâkî olmuştur.
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, Arar'e müdârebe yoluyla
şu kadar para verip hâsıl olin kâr aralarında beraber olup (yarı yarıya olup)
asıl mala zarar tereddüp; ederse, zararı Amr (müdârebe - Emek sahibi) çekmeği
şart koşsa, bu akd sahih olup ve bu şart (sermâyeye zarar tereddüp ettiğinde
emek sahibinin Ödemesi-şartı) bâtıl olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 256
Zeyd, borçlusu olan Amr'e
«zimmetinde olan param, kârı aramızda beraber (yarı yarıya) olmak üzere müdârebe
olsun» dese, bu meblâğ.mü-dârebe olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
Bu surette Amr (müdârib olan
kimse), zimmetinde olan parayijme-tâa (eşyaya) bozup şu kadar kâr hâsıl olsa, o
kâr Amr'in olur mu? ELCEVAP... Olur.
Bu surette o meta Amr'in
yedinde teaddî ve taksiratı olmaksızı| helak olsa, Amr borçdan beri olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
İBNİ NÜCEYMJ 256
Zeyd, Amr'e hâsıl olan kâr
aralarında yarı yarıya olmak üzere |)mü-dârebe ile amel etmek için, şu kadar
para verse, Amr'de bu meblâğ! çalıştırıp şu kadar para kâr hâsıl olsa, Zeyd o
kârdan hissesini şart kapıldığı üzere Amr'den almağa kadir olur mu ELCEVAP...
Olur. ABDURRAHİM C. 2, 138
Zeyd, Amr'e şu kadar kile
buğday verdikten sonra «o buğday müdârebe olsun» dese, lâkin «buğdayı sat,
parası ile müdârebe yoluyla amel et» demiş olmasa, bu akid caiz olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. (Zira
müdârebe altın, gümüş ve paralarla sahih olur).
FEYZİYE, 409
Zeyd, borçlusu Amr'e
«zimmetinde olan param sende müdârebe olsun» dese, bu meblâğ müdârebe olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2Jİİ121
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, Amr'e mudârebe yoluyla
şu kadar para verdikten sonra «köle satın alma» diye nehyetmiş iken Arar
(müdârib olan kimse) bu meblâğ ile bir köle satın alıp sonra o köle aslında hür
çıkıp hürlüğüne hüküm olunmakla bu meblâğ zayi olsa, Zeyd, (sermaye sahibi), bu
meblâğı Amr'e (müdâribe) tazmin ettirmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
FEYZÎYE, 411
Zeyd, Amr'e mudârebe yoluyla
şu kadar para verdiğinde «aldığın meta-ı veresiye satma» diye nehyetmiş iken Amr
bu meblâğ ile aldığı meta-ı Bekir'e veresiye satıp ve teslim edip sonra Bekir'e
iflâs ânz olsa, paranın tahsili mümkün olmasa, Zeyd (sermâye sahibi) o meta-ı
Amr'e (müdârib olana) tazmin ettirmeğe kadir olur mu?..;
ELCEVAP... Olur. (Zira
sermâye sahibinin emrine, müdârib olan kimse muhalefet etmiştir). ALİ
EFENDİ, C. 2, 124
Zeyd, Amr'den mudârebe
yoluyla aldığı şu kadar parayı çalışdırma-yıp Amr'in (sermâye sahibinin) izni
olmadan Bekir'e ödünç verse ve istihlâk etse (harcasa, helak olsa), bu meblâğı
Zeyd'e tazmin ettirmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 125
Zeyd, Amr'den mudârebe
yoluyla şu kadar para alıp sonra Zeyd bilinmeyerek aniden Ölse, terekesinden
tazmin etmek lâzım olurinîu?... ELCEVAP... Olur. ALİ EFENDİ, C. 2, 125
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 333-340.
Zeyd, Amr'den müdârebe yoluyla aldığı akça (para) ile
amçl et meden (çalışıp kazanmadan) Arar ölse, müdârebe bâtıl olur muELCEVAP..'
Olur. BEHC^{4
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 342-344.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 346-349.
Vedîa, lûgatta : Emânet bırakılan şey, hıfzetmek, terk
etmek ve mahabbet etmek manasınadır.
Şer'î istilâhda vedîa;
Hıfzetmek için bir kimseye emânet olarak bırakılan maldır.
îdâ : Kendi malının
muhafazasını diğer bir kimseye havale etmeye «îdâ» denir
Mudi' :*Malmın muhafazasını
başkasına havale eden kimseye «Mudi1» denir..
Mûdâ : Vedîa olarak konan mal
ve sâireye de «Mûdâ» denir.
Müstevdâ: Malı kabul eden ve
hıfzını üzerine alan kimseye «Müs-tevdâ» denir.
Vedianın Rüknü: Sarahaten
veya delâleten «îcab ve kabul» dür. ve bu cümlelerle kesinleşir.
Meselâ: Vedîa sahibi «şu malı
sana muhafazasını tevdi ettim» yahut «emânet ettim» dese, emânet konulan kimse
de «kabul ettim» dese sarahaten «îdâ>> mün'akid ölür.
Keza bir kimse, bir hana
dâhil olarak hancıya «hayvanımı nereye bağlayayım» dediğinde hancı bir yer
gösterse, o da oraya bağlasa, delâ; leten Î3â mün'akid olur.
Keza bir kimse, malını bir
dükkâncının yanma bırakıp gitse ve o dük-' kân sahibi de görüp sükût etse, o mal
o dükkân sahibi nezdinde vedîa olur. Ve eğer dükkân sahibi «kabul etmem» diyerek
red etse, îdâ mün'akid olmaz.
Keza bir kimse, mahnı vedia
olmak üzere bir kaç kişinin yanına bırakıp gitse, ve onlar da görüp sükût
etseler, o mal hepsinin yanında vedia olur. Fakat onlar, birer birer o mahalden
kalkıp gitseler en sonra kalan kimse hıfzetmeye taayyün etmekle onun yanında
vedîa olmuş olur.
MİR'ATÜ MECELLE, 265
Vedianın şartı: Vedianın
sahih olması için bâzı şartlar vardır ve şunlardır :
a) Vedianın, koymaya kabil ve
teslim olmaya sâlih olması şarttır. , Binâenaleyh havadaki kuşun îdâ-ı sahih
olmaz.
b) Vedîa koyanla yanında
hıfzı istenen kimsenin akıllı ve mümeyyiz olmaları. şarttır. Fakat baliğ
olmaları şart değildir. Binâenaleyh delinin mümeyyiz olmayan küçük çocuğun îdâ-ı
ve vediayı kabul etmesi sahih olmaz. Mümeyyiz olan çocuğun vedîa koyması ve
kabul etmesi ise, sahih olur.
Vedîa, emânet koyulan mal ve
şâire olması hasebi ile, emânetin meş-rûiyyeti kitab ve sünnetle sabittir.
Kitabdan olan delillerin
mealleri şöyledir:
«Şüphesiz Allah (C.C.) size
emânetleri ehil (ve erbâb) ına vermenizi emreder.»
NİSA SÛRESİ, 58
<<(Yâkub) dedi: Ben onu size
inanır (ve emânet) eder miyim? meğer ki, daha evvel kardeşi (Yûsufu). inandığım
gibi ola. Allah (C.C.) en ha-yırh koruyucudur. O, esirgeyicilerin de
esirgeyicisidir.»
YÛSUF SÛRESİ, 64
«Ey îman edenler-, Allah'a
(C.C.) ve o peygambere hainlik etmeyin. Si«, kendiniz bilip dururken, kendi
emânetlerinize hainlik eder misiniz;»
ENFAL SÛRESİ, 27 .Sünnetten
olan delillerin meallerinden bâzıları şunlardır:
.'«Emânete riâyeti olmayan
kimsenin/ îmanı yoktur.»
AHMET BİN HANBEL
«Emâneti sana emniyet edene
ver; sana hıyanet edene hiyânet etme»
EBü DÂVUD, TİRMİZİ
İLGİLİ FETVALAR:
'Zeyd, şu kadar parasını
Amr'e îdâ edip (emânet koyup) teslim etse, Amr de o parayı hıfzetmek üzere iken
Zeyd, diğer beldeye' (memleket ve şehre) gitmek istediğinde o parayı yanında
alıp giderken yol esnasında haramiler (eşkıyalar) basıp o parayı Amr'den
alsalar, Amr'e tazmin etmek lâzım olur mu?...
i ELCEVAP... Olmaz. İBNİ NÜCEYM, 290
Zeyd, yedinde Amr'în vediası
olan şu kadar parasını Amr'İn hii-metçisi Bekir'e, Amr'e «ver» diye verdikten
sonra bu meblâğ Bekir'in yedinde tecâvüz ve taksiratsız zayi olsa, Zeyd'e tazmin
etmek lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. İBNt
NÜCEYM, 290
Zeyd, beygirini Amre idâ
(emânet) edip teslim ettiğinde Amr «zâyî olursa, tazmin edeyim» deyip sonra
Amr'in tecâvüz ve taksiratı olmadan beygir zayi olsa, Amr'e tazmin etmek
lâzım o'ıur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, 132
Zeyd, Amr'e îdâ (emânet
koyup) ve teslim ettiği şu kadar parasını Amr'den talep edip ve almaya Bekir'i
gönderse, Bekir de talep ettiğinde Amr parayı Bekir'e vermeyip «ancak parayı
bana getiren adama teslim ederim» dese, sonra o para tecâvüz ve taksiratsız
Amr'in yedinde çalınsa, Amr'e tazmin etmek lâzım olur mu?.., ELCEVAP... Olmaz.
İBNİ SÜCEYM, 291
Zeyd, şu kadar eşyasını Amr'e
îdâ (emânet koyup) ve teslim, ettikten sonra Amr bu eşyayı zarûretsiz Zeyd'in
izni olmadan emini olmayan Bekir'e îdâ (emânet koyup) ve .teslim edip
ayrıldıktan sonra bu eşya Bekir'in (emanetçinin emânet ettiği kimsenin) yedinde
zayi olsa, Amr'e (yanma ilk emânet konan kimseye) tazmin etmek lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCEYM, 292
Zeyd, bir mushafı şerifi
Amr'e îdâ (emânet koyup) ve teslim ettikten sonra Amr mushafı şerifi dükkânına
götürüp peş tahtası üzerine koyup yattığı halde uyumakla mushafı şerif çalınıp
zayi olsa, Amr'e tazmin etmek lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olur. (Zira
başı altında veya dolabda muhafaza etmesi Iâ-zmı idi).
BEHÇE, 495
Zeyd, Amr'e bir kese ile şu
kadar parasını îdâ (emânet koyup) ve teslim ettikten sonra Amr o parayı kese ile
başı altına koyup uyumakla para çalınıp zayi olsa, Amr'e bu meblâğı tazmin
etmesi lâzım olur mu?... ILCEVAP... Olmaz. BEHÇE,
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, Amr'e «Bekir'e ver»
diye şu kadar para verip Amr de «bu feblâğı Bekir'e götür ver» diye emini olan
Beşir'e verdikten sonra bu
meblâğ Beşir'in yedinde
tecâvüz ve taksiratı olmadan zayi olsa, Beşir'e
tazmin etmek lâzım olur
mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
BEHÇE, 497
Zeyd, Amr'in kendinde vedia
(emânet) olan gemisini Amr'in izni olmadan Bekir'e ariyet verip Bekir de o gemi
ile sefer ettiğinde gemi deryada fırtınadan batıp heîâk olsa, Amr gemisini
(izinsiz alıp batıran) Zeyd'e tazmin ettirmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP...
Olur. HAMİŞİ BEHÇE, 497
Hind, kızı Zeyneb'in kendinde
vedîa (emânet) olan şu kadar malı kabzetmesinde iken bilımeden (aniden)
ölse, terekesinden tazmin etmek (temin etmek) lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur.
BEHÇE, 498
Zeyd, Amr'den vedîa
(emânet) aldığı şu kadar parayı Amr'in izni olmadan ve hâkimin emri yok iken
Amr'in (emânet koyan kimsenin) karısı Hind'in nafakasına sarfetse,
Amr râzi olmayıp bu meblâğı Zeyd'e tazmin ettirmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP...
Olur. BEHÇE, 499
Zeyd, Amr'in kendisinde vedîa
(emânet) olan atını Amr'in (emânet koyan adamın) izni olmadan
binmek için Bekir'e ariyet olarak verip, Bekir de ata binip bir mahalle giderken
at düşüp helak olsa, Amr atını Zeyd'e tazmin ettirmeğe kadir olur
mu?... ELCEVAP... Olur. ALİ EFENDİ, C. 2, 131
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 352-358.
Ariyet, lügatta : İğreti, emânet, ariyet verip almak,
bir şeyi elden ele defedip tedavülde bulunmak, ata ve bahşiş mânalarına gelir.
Şer'î tarifi metinde geçtiği
üzere ariyet: Bir malın yalnız menfaatini bağışlamaktır.
Muîr : Malı emaneten veren
mal sahibine «Muîr» denir.
Müsteîr : Malı emaneten alan
kimseye «Müsteîr» denir.
Muâr: Emânet olarak verilen
ve alian mala «muâr» denir. Bu mala aynı zamanda «Müsteâr» da "denir.
Ariyetin Rüknü : îcâp ve
kabul ile mün'akid olur.
Meselâ : Bir kimse, birine
«Şu malı sana ariyet ettim» yahut «ariyet verdim» dese, ariyet verilen kimse de
«kabul ettim» dese, yahut bir şey söylemiyerek'kabzetse veya biri diğerine «Şu
malı bana ariyet ver» dese, a da yerse ariyet mün'akid olur (Ariyet
kesinleşir).
Muîrİn sükûtu kabul sayılmaz.
Binâenaleyh bir kimse, birinden bir şeyi ariyet istese, sahibi de sükût etmiş
olduğu halde alsa gâsıb olur.
Muîr : ariyet koyan kimse,
istediği vakit ariyetinden rücû edebilir.
Muîr ve müsteîrden herhangi
birisi ölse, ariyet anlaşması fesholunur.
MİRATÜ MECELLE, 280, 281
Ariyetin Şartı: Ariyetin
sahih olabilmesi için bâzı şartlar vardır;
a) Ariyet olarak konulan
şeyin menfaatlanmağa sâlih (elverişli) olması şarttır. Binâenaleyh firar .etmiş
hayvanın ariyet olarak verilmesi ve alınması sahih değildir. Zira menfaatlanma
ve muhafaza imkânı yoktur.
b) Muîr ve
müsteîr olan kimselerin akıllı ve mümeyyiz
olmatarı şarttır. Baliğ olmaları şart değildir. Binâenaleyh deli ile mümeyyiz
solmayan çocuğun ariyet verme ve almaları caiz olmaz. Fakat ticarete me'-zun
olan çocuğun ariyet verme ve alması caiz olur
c) Ariyette kabz
(teslim almak) şarttır. Kabzetmeden evvel yapılan ariyetin hükmü yoktur.
d) Müsteârın : ariyet
olarak verilen malın tâyin edilmesi lâzımihf. Meselâ: tâyin ve muhayyerlik
olmadan iki beygirden birî ariyet jya-
pılsa sahih olmaz. Fakat muîr
herhangi birisini ariyet edecek ise, tâjyinj etmesi lâzımdır. Fakat
(herhangisini alır isen al» diye müst&îri .muhayjyeıj kılsa, ariyet sahih olur.
Ariyetin meşruluğu Kitab ve
Sünnetle sabittir,
Kitabdan olan delilin meali:.
«Hem iyilik ve takva üzerine
yardımlasın; günah ve düşmanlık «zerine yardimlaşmaym.» MÂİDE SfÛKESİ, 2
Ariyet vermek ve almak
doğrudan doğruya yardımlaşmak demek olduğundan, bu âyet-i celiyle ariyetin
hükmünü müştemildir. Bütün fu-kaha bu âyeti celiyleyi zikretmişler ve
yardımlaşma ile ilgili diğer âyet-i kerimeleri de nakledenler olmuştur.
Sünnetten delil meali:
«Hıyanet etmeyen müsteîr
(ariyeti emânet olarak alan kimse)" il hiyânet etmeyen müstevdâ'a
(vedîa bırakılan kimseye) ödeme yoktur.»
DÂREKUTNİ BEYHAEİ
Yâni kendisine ariyet veya
vedia yoluyla emaneten mâl ve" saire "ko--nan kimse, herhangi bir
hıyanetlikte bulunmazda o. halde iken. zayi ve telef olursa, tazmin etmek
yoktur.
.Nitekim, bu hükmün daha
geniş izahı hem metinde ve hem izah Bplü-. münde gelecektir.
İLGİLİ FETVA :
Zeyd, mülkü olan evini Amr'e
ariyet olarak verip teslim etse, Amr de evde bir müddet sakin olsa, Zeyd ariyet
vermesine nadim olup evirr bu sakin olduğu müddette ücreti nâmına Amr'den bir
şey akmağa' kaâfcr oîür mu?...
ELCEVAP... Olmaz. (Zira
ariyet, menfaat beklemeden şart. Koşulmadan verilir FEYZİYE, 425
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, kısrağını bir mahalle
varıp gelinceye kadar binmek için Amr'e ariyet olarak bırakıp teslim etse, Amr
de âdet olduğu üzere binip o mahalle giderken kısrak Amr'in tecâvüz ve
taksiratı olmadan helak olsa, Amr'e tazminat lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
(Zira kendisinin hiçbir kusuru yoktur).
FEYZİYE, 425
Zeyd, bir kılıcını Amr'e
ariyet olarak verip teslim ettikten sonra müteğallibe (eşkıya'dan) Bekir
kılıcı teğallüben Amr'den alıp Amr defetmeye kadir olmasa, Amr'e tazmin etmek
lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. NETİCE, 443
Zeyd, Amr'den kendisi binmek
için ariyet olarak aldığı beygiri Bekir'e binmek için Amr'in izni olmadan
ariyet verip teslim etse, Bekir de beygire binip giderken beygir hastalanıp,
Bekir'in elinde helak olsa, Amr beygiri Zeyd'e tazmin ettirmeğe kadir olur mu?
ELCEVAP... Olur.
ALt EFENDÎ, C. 2, 138
Zeyd. bir vakıf kütüphanenin
kitaplarının hıfzedicisi Amr'den ariyet yoluyla aldığı vakıf kitabı satıp teslim
ile istihlâk etse, Zeyd'e tazmin etmek lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur.
NETİCE, 443
Hind, Zeyneb'den muvakkat
ariyetle aldığı atlas kaftanı o vakit çık-dıktan sonra iki gün daha istimal edip
(kullanıp) sonra üzerine yağ dökü-
lüp fahiş bir şekilde zarar
olsa (kıymeti düşse ve ayıplansa) Hind'e tazmin etmek lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olur. (Zira gününün dışında arıza olmuştur.)
ABDURRAHÎM, 150
Zeyd, Amr'in menzilinde
ariyetle sakin iken Zeyd o evin ocağında Amr'in izni olmadan mûtâd olandan
ziyâde ateş yakmakla Amr'in evi ve içinde olan elbiseleri yansa, Zeyd'e tazmin
etmek lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM, C. 2, 149
Zeyd, Amr'e ariyet olarak
verdiği beygiri Amr yol esnasında yularından yederken (çekip götürürken) ürküp
kaçıp Amr tutmağa çalışıp tutmak mümkün olmayıp zayi olsa, Amr'e tazmin etmek
lâzım olur mu?.. ELCEVAP... Olmaz. (Zira kendinin taksiratı yoktur).
ABDURRAHİM, 148
Zeyd Amr'in beygirini akşam
vaktinde Amr'e red etmek üzere ariyet olarak aldıkdan sonra Zeyd beygiri akşam
red etmeyin Amr'in izni olmadan üç gün kullanıp beygir Zeyd'in elinde helak
olsa, Zeyd'e tazmin etmek lâzım olur mu?.., ELCEVAP... Olur. ALt EFENDİ,
C. 2, 137
Hind, Zeyneb'den ariyet
yoluyla aldığı kuşağı Zeyneb'in izni olmadan alacaklısı Zeyd'e rehin verip
teslim etse, sonra kuşak Zeyd'in yedinde zayi olsa, Zeyneb kuşağı Hind'e tazmin
ettirmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur. ALİ EFENDİ,
C. 2, 138
Zeyd, Amr'den ariyet yoluyla
aldığı kuşak, Zeyd'in tecâvüz ve taksiratı olmadan Zeyd'in yedinde zayi olsa,
Zeyd'e, tazmin etmek lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. (Zira kendinin
taksiratı olmadan olmuştur).
İBNİ NÜCEYM, 292
Zeyd, Amr'e binmek için
ariyet olarak verdiği beygire Amr binmeden ariyetinden rücû edip beygiri
Amr'den almağa kadir oîur mu?...-ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCERM, 292
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 360-365.
Hibe, lügatta : Teberru etmek, bağışlamak, bahşiş ve
atâ niâna-anna gelir.
Şer'î tarifi metinde geçtiği
üzere Hibe, muayyen bir malı karşılıksız olarak temlik etmektir.
Vâhib : Hibeyi verip temlik
eden kraseye «vâhib» denir.
Mevhub : Bağışlanan herhangi
şeye <<mevhub» "denir. Aynı zamanda buna «Hibe» de denir.
Mevhûbün leh : Kendisine hibe
edilen ve hibeyi kabul eden kirhse-ye «mevhûbün leh» denir.
İttibâh : Hibeyi kabul etmek
mânasına «ittibâh» denir.
Hibenin Rüknü : Hibe, ıcab ve
kabul ile mün'akıd ve kabz tamam olur.
Hibenin Şartı: Hibenin
sahih olması için, şartlardan bâzıları [ şunlardır :
a) Hibe olunan
şeyin hibe vaktında mevcut olması şarttır. Binâenaleyh bir bağm hâsıl olacak
üzümünü yahut bir kısrağın doğacak yşvru-,sunu hibe etmek sahih değildir.
b) Hibe olunan mal (ve şâir
eşya), bağışlayan kimsenin malı olması şarttır. Binâenaleyh bir kimse,
izin olmadan başkasının malım tiirine hibe etse, sahih
olmaz. Fakat hibe ettikten sonra sahibi cevaz görse, sahih olur.
c) Hibe eden
kimsenin, akıllı ve baliğ olması şarttır. Binâenkîeyh küçük ve mecnun ve bunak
kimsenin hibesi sahih değildir. Fakat bjunla-ra hibe yapmak (bağışlamak)
sahihdir.
d) Hibede,
vâhibin (bağışlayan kimsenin) rızası lâzımdır.
Bifcâen-aleyh cebr ve İkrahla vâki olan hibe sahih değildir.
;
Hibenin meşrûiyyeti kitap ve
sünnetle sabittir.
'
Kitapdan işaret yoluyla olan
delil meali : c
«Eğer ondan (nehirden)
birazını gönül hoşluğu ile size bağışlamış olursa, onu da İçinize sine sine
yeyin.» NİSA SÛRESİ, 4
Sünnetten olan delil
mealleri: I
«Ashabım, hediyelesin ki,
biribiıinize sevginiz artsın.» EBü YALA «Ey müslüman kadınlar! komşu
bir kadın, kadın komşu (sunun hibe ve hediye) sini, bir koyun paçası olsa bik
sakın küçük görmesin.»
BUHARI
«Eğer ben bir (koyun) paçası
(ziyafeti) ne çağmlsam muhakkak icabet ederdim. Yine bana bîr paça hediye
edilse onu da muhakkak kabul ederdim.» BUHARI
Diğer bir hadis-i şerifde
meâlen şöyle buyurulmuştur : «Kötülüğe Örnek olmak bize (müslümanlara)
caiz değildir. Hibesinden donen, kustukdan sonra dönerek kusmuğunu yiyen köpek
gibidir.»
BUHARI
Yukardaki bu son hadis-i
şerifde beyân edilen hüküm, haksız yere hibe ettiğinden dönen kimseler
hakkındadır. Aksi takdirde hibeden rüeû etmek meşru ve caizdir.
Nitekim bir hadis-i şerifde
meâîen şöyle beyan edilmiştir : «Her kim, bir şey hibe ederse, karşılığı
kendisine verilmedikçe ö kimse hibesinden dönmekte pek haklıdır.»
HAKİM
Bu son hadis-i şerif hibenin
bedeli verilmemiş ise, ondan dönmenin caiz olduğuna, bedeli verilmiş ise,
dönülemeyeceğine delildir.
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, şu kadar eşyasını Amr'e
hibe edip lâkin hibe meclisinde kabz bulunmayıp başka meclisde Amr bu eşyayı
Zeyd'in izni ile kabz etse, bu hibe sahih ve tam olur mu?... ELCEVAP... Olur:
BEHCE, 456
Hind, şu kadar eşyasını büyük
oğlu Zeyd'-e hibe edip sonra teslim ve kabzetme bulunmadan Zeyd (hibe olunan
kimse) ölse, bu hibe bâtıl olur mu?...
.
ELCEVAP... Olur.
FE^ZİYE, 429
Zeyd, sıhhatında «mâlik
olduğum bütün eşyam Amr'indir» dedikten sonra teslim ve kabzetme bulunmadan Zey4
(hibe yapan kimse>-ölse, bu hibe bâtıl olur mu?...
ELCEVAP... Olur. (Zira hibe
edilen şey zamanında teslim alınmamıştır).
FEYZİYE, 426
Zeyd, Anır'in zimmetinde olan
şu kadar (alacağı) parasını kızı Hind'e hibe edip ve kabzetmeyi musallat kılıp
lâkin Hind bu meblâğı Amr'den alamasa, bu hibe tam olur mu?,.,
ELCEVAP... Olmaz (Zira temlik
olmamıştır). ALİ EFENDİ, C. 2, 144
Zeyd, oğlu Amr'in yedinde
vedia (emânet olarak konmuş).olan şu kadar eşyasını Amr'e hibe etse, yeniden
kabzeünek bulunmadan bu hibe sahih ve tam olur mu?...
ELCEVAP... Olur. (Zira
zâten onun elindedir. Binâenaleyh temlik vardır).
ALİ EFENDİ, C. 2, 144
AÇIKLAYICI FETVALAR:
Zeyd, Amr'e lâtife yoluyla
«elinde olan metâ-ı (Mal ve eşyayı) bana hibe et» dediğinde, Amr de «sana hibe
ettim» deyip Zyd'e teslim ettiğinde Zeyd de «Kabul ettim» dese, bu hibe sahih
olur mu?... ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCEYM, 260
Türk dilinde «cübbe ettim»
demek «hibe ettim» demek manasına kullanmakla Zeyd borçlusu olan Amr'e
«zimmetinde olan alacağını sana cübbe ettim» dese, Zeyd o alacağını Amr'e hibe
«tmiş olup Amr'İn zimmeti o borçdan beri olur mu?... . ELCEVAP...
Olur. BEHCE, 454
Zeyd, Arapça bilmeyen karısı
Hind'e «vehebtü mehrî minke = meh-rimi sana bağışladım» de, dese, Hind de
«vehebtü = bağışladım» dese, bu hibe sahih olur mu?
,
ELCEVAP... Olmaz BEHCE, 457
Zeyd, Amr'in zimmetinde olan
Şer'ân alacağı şu kadar (belli mikdar) "akçasını,(Faraşını)" Amr'e hibe etse,-bu
hibe sahih olur mu?... ELCEVAP... Olur. İBNİ NÜCEYM, 259
İLGİLİ FETVALAR :
Kardeşler olan Zeyd ve Amr,
biribirine muttasıl olup taksime kabil olmayan üç göz değirmene müsavi olarak
müşterek ve mâlikler iken Zeyd o değirmenlerden kendisine aid hissesini hibe ve
teslim etse, bu hibe sahih olur mu?... ELCEVAP... Olur. ALİ EFENDİ, C. 2, 148
Zeyd, kardeşi Amr ile
müştereken mâlik olduğu damdan kendisine âid malûm hissesini Bekir'e hibe ve
teslim etse, bu hibe sahih olur mu?.., ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 148
. Hind, taksime kabil olan
bahçesini büyük kızları Zeyneb ve Hatice'ye her birini ifraz ve tâyin etmeden
umumi hibe etse ve umûmî olarak teslim etse, bu hibe sahh ve tam olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. (Zira tayinsiz ve tesbitsiz hibe meşru değildir).
ALİ EFENDİ, C. 2, 148
Hind, taksime kabil
olan evinin yarısı (tâyin ve tesbit etmeden) umûmî şekilde kocası Zeyd'e
hibe etse ve umûmî şekilde (yarısını) teslim etse, bu hibe sahih ve tam olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2, 149
Zeyd, Amr ile müştereken
mâlik olduğu şu kadar koyunlardan hissesini ifraz ve tâyin etmeden Bekir'e
umûmî olarak hibe ve umûmî olarak teslim etse, bu hibe sahih ve tam olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2, 150
Zeyd, taksime kabil olan
hanının yahut evinin veya dükkânının yarı hissesini iyalinden alıp ölen oğlunun
küçük oğlu Amr'e hisse olarak hibe edip şahit dikse, sonra ifraz edip ayırtmadan
Zeyd ölse, bu hibe bâtıl olur mu?...
ELCEVAP... Olur (Zira
taksimi'kâbil olanın hisse ile hibesi sahih değildir). BEHCE, 456
Baba ve annenin evlâtlarından birine veya bir kaçına
bağışda bulunup diğerlerini mahrum etmeleri kasdı ile yapılan hibe sahihtir,
fakat kerahettir. Zira evlâtlar arasında adalete riâyet etmek lâzımdır.
Peygamber (S.A.V.) efendimiz
bir hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor:
«Ey Ashabım ve ümmetim!
atiyye ve hibede çocuklar arasında mü-
savata (adalete) riayet
ediniz. Zira ben evlâddan birisini tafdil (ve tercih) eder olsaydım, kadınları
tafdil ve tercih ederdim.»
BEYHAKÎ Diğer bir hadis-i şerif meali şöyledir:
%
«Allahdan korkunuz da,
çocuklarınız arasında adalet ediniz.» -
BUHÂRÎ
Buhâri tecridinde üstâd Kâmil
Mîras merhum aynı hadis-i şerifin izahında şu hükümleri nakletmektedir:
«Şârih Aynî Umdetülkârîde
nedb (mendüblüğe) hami için altı nevî delil serdetmiştir. Biz bunların naklinden
sarfınazar ederek yalnız Şârih Aynînin de beğendiği ve Cevâbı Kat-î dediği
altıncı delilini zikredeceğiz;
— Aynî.diyor ki, bil
icmâ sabit bir hakikattir ki, Evlâd sahibi bir kişi malını çocuklarından
başkasına vermek hakkına hâizdir. Yabancı bir şahsa malını vermek salâhiyyetine
hâiz olan kişi, çocuklardan birisine vermek hakkından niçin men edilsin.
Yukardaki hükmü, bir kısım
ulemânın babanın evlâda hibesinde müsavata riâyet etmesi vâcib olduğuna ve
evlâda hibede tefâdul ve tercih haram olup tefâdul ve tercih suretiyle edilen
hibenin batıllığına kail olmuşlardır. Bu zümre ulemâsından Ahmet bin Hanbel
hibenin şahinliğini kabul etmekle beraber vâhibin (bağışlayanın) hibesinden rücû
etmesi vâcibdir, demiştir, Bu babda Ahmed bin Hanbelin mühim bir içtihadı daha
vardır ki, hibe edilen çocuğun borçlu olması gibi bîr tercih sebebi bulunursa,
hibede tefâdul ve tercihin cevazıdır.
— Evlâda hibede
müsavatın emri, mendüp olduğuna kail olan ulemâdan îmam-ı Ebû Yûsuf (R.A.) da :
evlâda hibede müsavat yalnız bir noktada vâcibdir ki, o da vâhib
(bağışlayan) babanın hibede evlâdın birisini tafdil ve tercih
ile öbürlerini izrar (zarara düşürmeyi) kasdetme-sidir. Bundan maada ahvalde
Cumhuru ulemânın içtihadı veçhile evlâda hibede, aralarında müsavata riâyetin
müstehab olmasıdır.
Binâenaleyh evlâddan
birisinin tafdili ve tercihi suretiyle hibe sa-hihdir. Fakat mekruhdur. Cumhuru
ulemâ bu babda vârid olan emirleri nedbe (mendüpluğa), nehiyleri de tenzihe
(yâni, kerâhatı tenzihiyeye) hamletmişlerdir.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 367-373.
Sebepsiz ve zarûretsiz hibeden rücû etmek mekruhtur.
Fakat hibeden rücû etmek için meşru sebep olursa, kerahet değildir.
Hibeden rücû etmenin
kerâhetliği şu mealdeki hadis-i şerifle beyan edilmiştir;
«Hibesinden geri donen her
kişi, kusan sonra da kusmuğunu dönerek yiyen köpek gibidir.»
BUHÂRİ
Hibe eden kimsenin hibesinden
rücû edebileceği cihetlerden bâzıları şu meâldaki hadis-i şeriflerle beyân
edilmiştir :
({Müslüman bir adama, bir
bahşişi verip de sonra ondan dönmek helâl olmaz. Ancak babanın evlâdına verdiği
şeyden dönmesi müstesnadır.»
AHMED BİN HANBEL, TİRMİZİ
«Kadınlar, ya rağbetten, ya
korkudan bağış yaparlar. Binâenaleyh harici kadın kocasına bir şey verir de
sonra dönmek isterse, döner.»
ABDURREZZAK İLGİLİ FETVALAR
'Hind, kocası Zeyd'in
zimmetinde olan mehrini Zeyd'e hibe ettiğinde Zeyd Hind'e bir öküz ile bir sığır
karşılık vermek şartı ile hibe ettikten sonra Zeyd Hind'e bir şey vermese, Hind
hibesinden rücû etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur
FEYZİYE, 430
Zeyd, mülkü olan evini
kardeşi oğlu Amr'e hibe edip teslim ettikten sonra Zeyd nadim olup hibesinden
rücû etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP.,. Olmaz. FEYZİYE,
433
Zeyd, sıhhatında mülkü olan
evini karısı Hind'e diğer evini diğer karısı Zeyneb'e hibe ve teslim ettikten
sonra Zeyd ölse, Zeyd'in kızları bu hibeyi tanımamağa kadir olurlar mı?...
ELCEVAP... Olmazlar.
,
ALİ EFENDİ, C. 2, 138
Zeyd, bir yaşında olan
danasını oğlu Amr'in karısı Hind'e bağışlayıp teslim edip Hind'in yanında iken o
dana büyüyüp inek olsa, Zeyd bağışından rucû etmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
ABDURRAHİM, C. 2, 282
Hind, bir donluk atlasını
kocası Zeyd'e hibe ve teslim ettikten sonra Zeyd Hind'i boşasa, Hind hibesinden
rücû etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALÎ EFENDİ, C. 2, 159
Zeyd, Hind'e namzed olup
(nişanlanıp) sonra nikahlanmadan Hind şu kadar eşyasını Zeyd'e hibe edip
teslim ettikten sonra Hind rücûa mâni bir hâl bulunmamakla hibesinden rücû edip
rıza veya hâkimi şer'înin hükmü ile bu eşyayı Zeyd'den geri almağa kadir olur
mu?... ELCEVAP... Olur.
FEYZİYE, 433
Zeyd, şu kadar eşyasını
Hind'e hibe edip teslim ettikten sonra bu eşya Hind'in yedinde iken nadim olup
hibesinden rücû etmeğe kadir
olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 261
: Zeyd, beslentisi Hind'e
mülkü olan evini hibe ve teslim edip, sonra (bağışlanan) Hind bu evde bâzı
binalar yapsa, bilââhire Zeyd hibesinden rucû etmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz ABDURRAHİM, C. 2, 283
AÇIKLAYICI FETVALAR:;
-'"Hind, sıhhatmda mülkü olan
evini ve şu kadar eşyasını üvey oğlu büyük Zeyd'e Jı.îbe ve teslim
ettikten sonra Hind ölse, -(bağışladıktan sonra ölen Hind'in) vertsesi hibeyi
tanımamağa kadir olurlar mı?... ELCEVAP... Olmazlar.
HAMİŞİ BEHCE, 456
Bu fetvada da beyan edildiği
üzere, metinde geçtiği gibi, sıhhatında bir 'şeyi hibe eden kimse, teslim ve
tesellüm vâki olup bir müddet sonra birisi ölürse, hibeden rucû hakkı kalkar.
Binaenaleyh hibe eden kimse hibesinden rucû edemez.
. ......
Hind, Sıhhatmda şu kadar
eşyasını, Amr'e hibe ve-.teslim .ettikten sonra Hind Amr'in gıyabinde! «hibemden
rucû ettim - döndüm» dese, lâkin rıza veya hâkimin hükmü bulunmadan Hind ölse,
veresesi sâdece Hind : «hibemden döndüm» demiş idi diyerek bu eşyayı mirasa
katmaya kadir olurlar mı?...
/
ELCEVAP... Olmazlar
(Zira bağışlayanın ölümünden sonra bağışlanandan dönme hakkı kalkmıştır).
FEYZİYE, 432
Hind, kızının
kızı olup ıvâlinde olmayan küçük Zeyneb'in baban hazır
iken mülkü olan evini Zeyneb'e hibe edip sonra teslim ve elin 5 kabzetme
bulunmadan (hibe eden) Hind ölse, bu hibe bâtıl olur mu?!j. ELCEVAP... Olur
(Zira hayatta iken teslim ve tesellüm bulunmamıştir. Öj'le olunca da hibenin
şartı olmayınca hibe bâtıl Imuştur).
!jı
FEYZİYE, 436
Zeyd, bir evinin bir odasını
«küçük oğlum Amr'e hibe ettim» dese, lâkin odayı ifraz edip ve tâyin etmeden
Zeyd ölse, bu hibe bâtıl olur mu? ELCEVAP... Olur.
FEYZİYE, 436
Bu fetvada da beyan edildiği
üzere, hibelerde îcab ve kabul şekillerinin tam bir şekilde olması şarttır.
Binâenaleyh sâdace sözle «bağış--ladini» demek kifayet etmez. Tâyin, teslim ve
şâhidler dikerek hibe eden ve hibe olunan kişilerin sıhhatmda hibe ile ilgili
câri hükümler icra edilmesi şarttır. Aksi takdirde şartlar bulunmadan birinin
ölümü hâlinöe hibe bâtıl ve geçersiz olur.
Bir mecelle kaidesi şöyledir
:
«Teslim ve kabzetme olmazdan
evvel bağışlayan veyll bağışlanan kimse, ölse, hibe (Bağışlama) bâtıl (Geçersiz)
olur.»
MİRÂTÜ MECELLE,
Diğer bir kaide :
«Kİbe eden ve hibe olunan
kimseden birisinin, ölümü, hibeden rütû etmeğe mânidir.
Binâenaleyh, hibe olunan
kimse, ölse, hîbe^ eden kimse, hibeden nicû edemediği gibi, hibe eden kimse
öldüğünde de veresesi, hibe olunanı gerisin geri alamazlar.»
MİRÂTÜ MECELLE,
Hibe olunan kimse, hibe edilen şeyi,'satmakla yahut
(başkasına) hibe ve teslim etmekle mülkünden çıkarsa, hibe eden kimsenin rucû
etmeğe salâhiyyeti kalmaz. MİRÂTÜ MECELLE, ;3Ö4
Zeyd, şu kadar eşyasını
yabancı Amr'e hibe ve teslim edip o eşya Amr'in elinde zayi olduktan sonra Zeyd
nadim olup bu eşyanın bedeliyle Amr'e rucû etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP...
Olmaz. İBNİ NÜCEYM, 262
Efendi ile hanımdan birisi, aralarında karı kocalık var
iken diğerine bir şey hibe ve teslim ettikten sonra artık ondan (Ettiği
hibeden) rücû edemez (dönemez). MÎRÂTÜ MECELLE, 303
İLGİLİ FETVALAR
Zeyd, şu kadar {Belli mikdar)
eşyasını karısı Hind'e hibe ve teslim ettikten sonra bu eşya Hind'in elinde iken
Zeyd nadim olup hibesinden rucû etmeğe (Dönmeğe)-kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz (Zira maksat aradaki sevgiyi kaldırmamaktır).
İBNİ NÜCEYM, 261
Hind, kocası Zeyd'in
zimmetinde olan mehirden beş bin akçasını (beşbin lirasını)
Zeyd'e hibe edip Zeyd de kabul etse, Hind hibesinden rucû etmeğe kadir olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz. (Zira zevciyet muhabbetini zedeler).
ABDURRAHİJVI, C. 2, 262
Zeyd, karısı Hind'e bâzı
eşyasını hibe etse, hâla Zeyd Hind'i boşadı-ğmda rucû edip o eşyayı Hind'den
almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ABDURRAHİM, C. 2, 265
Zeyd, Hind'i nikâhı fasitle
nikahladıktan sonra Hind'e bâzı eşyasını hibe ve teslim edip sonra Hind Zeyd'den
şer'an ayrıldığında Zeyd rucû etmeğe bîr mâni olmamakla o bağışladığı eşyasını
Hind'den geri almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ABDURRAHİM, C. 2, 265
Bu fetvada geçen «Nikâhı
fasit» hükmünün uzun izahı birinci cildin «Nikâh Bahsi» ile ikinci cildin «Talak
Bahsi» nde zikredilmiştir.
Zeyd, sıhhatında karısı
Hind'e al takın diyerek bir bilezik verse, Hind de takmdıkdan sonra Zeyd ölse,
diğer veresesi o bileziği mirasa katmağa kadir olurlar rai?.. ELCEVAP...
Olmazlar. ALİ EFENDİ, C. 2, 143
Bir kimse, usul (baba, ana ve daha yukarısına) ve
furûuna (ev-lâd ve torunlarına) veya birader ve hemşiresine veya bunların
evlâdına yahut peder ve validesinin birader ve hemşiresine birşey hibe ettikten
sonra rucû edemez (hibesinden dönemez).
MİRÂTÜ MECELLE, 303
İLGİLİ FETVALAR
Zeyd, mülkü olan evini
kardeşinin oğlu Amr'e hibe ve teslim ettikten sonra Zeyd nadim olup hibesinden
rucû etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz (Zira akrabaya yapılan hibeden
rucû edemez).
FEYZÎYE, 433
Zeyd, şu kadar eşyasını ölen
oğlunun oğlu olup vasiyyet etmeye ehil blrrJayan küçük Amr'e hibe, ilam ve şâhid
diktikten sonra Zeyd nadim olup hibesinden rucû etmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, 185
Zeyd, sıhhatında mülkü olan
evini ojen oğlunun oğlu olup iyalinde (himayesinde) olan küçük Amr'e hibe, ilam
ve şâhid diktikten sonra Zeyd (bağışlayan adam) ölse, veresesi hibeyi tanımamağa
kadir olurlar mı?...
ELCEVAP... Olmazlar
(Zira yakınlara yapılan bağışdan dönme hakkı yoktur,
cayamazlar).
FEYZÎYE, 434
Zeyd, ineklerinden şu kadar
(belli mikdar) ineğini ifraz ve tâyin edip (ayırıp) küçük oğlu Amr'e hibe, İlam
ve şâhid diktikten sonra Zeyd (bağışlayan baba), nadim olup hibesinden rucû
etmeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. FEYZİYE, 435
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 375-380.
Zira borçluyu borcundan ibra etmek, bir cihetten temlik
edip mülk sahibi yapmaktır. Diğer bir cihetten, de hakkım iskat etmektir. Öyle
olunca borçlu olan red ettiği takdirde red olunur. Kabul etmiş mânası
kesinleşmiş olmaz. Sebebi de borcundan vaz geçmek İsteyen gelecek şarta talik
ederek ibra ediyor. Halbuki hiçbir şarta talik etmeden borç-
luğu ibra etse, sahih olur.
Bir de karzdan olan alacklı
alacağını bir zamana tâyin ve tahsis ederek borçluya borcunu Ödemek için mühlet
verse, bu tâyin edilen zamanı iptal edip daha evvel alabilir. Borçlunun da
itiraz hakkı yoktur.
, İLGİLİ FETVALAR
Zeyd, Amr'e karz (Ödünç)
verdiği şu kadar akça (Para) sim malûm müddetin tamâmına kadar tecil (tehir)
etse, Zeyd, tecil zamanı gelmezden evvel bu meblâğı Amr'den almağa kadir olur
mu? ELCEVAP... Olur (Zira bedelsiz ve bir mal karşılığı olmadan ödünç
verilenleri alacaklı istediği zaman alabilir).
İBNİ NÜCEYM, 265 Fakat, bir satış ve alış verişle yapılan mal karşılığında olan
alacaklar, ne zamana tâyin edildi ise, ancak o zamanın gelmesiyle alınabilir.
Borçlunun Ölümü hâlinde ise, daha evvel vereseden alınabilir.
Zeyd, Ahır zimmetinde satışın
paha bedelinden olan şu kadar (Belli mikdar) akça (Lira) - hakkını malûm
müddetin tamamına kadar tecil etse, bu tecil sahih olur mu?...
ELCEVAP... Olur. İBNİ
NÜCEYM,'263
Zeyd, Amr'in zimmetinde
satılan malın pahası olan şu kadar akçasını (Parasını) bilinen bir zamana tecil
ettikten sonra, tecil zamanı gelmezden evvel Amr Ölse, Zeyd bu meblağı Amr'in
terekesinden almağa
kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 264
Zeyd, Amr'in zimmetinde olan
şu kadar karz (ödünç) akçasını (Parasını) bilinen bir tecil ile tecil etse,
Zeyd, tecil zamanı gelmezden evvel bu. meblağı Amr'den almağa kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur (Zira açıktan verdiği bir alacaktır).
HAMİŞİ BEHCE, 311
Mal satışı ile veya ödünç
olarak verilen şeylerin tecil zamanı ile ilgili geniş malûmat bu cildin baş
tarafında geçen «Teslim almadan alınan malın satışı ile ilgili fasıl» başlığının
son kısmında beyan edilmiştir. Orayı tekrar okumak fâideli olur.
Umrâ ve Rukbâ kelimelerinin açık anlam ve izahı ile
delil ve ilgili fetvaları naklederek beyan etmek daha fâideli olacağından
şöylece nakledelim :
Umrâ : Bir kimsenin, evini ve
emsali şeylerini birine vererek« bu evi sana ömrün boyunca verdim» demesi gibi
ifâdelerle bağışda bulunmasıdır. Ve bu şekildeki bağış sahih ve caizdir.
Rukbâ : Bir kimsenin, evini
ve emsali mallarını «Bu evi sana verdim. Eğer senden evvel ölürsem ev senindir.
Ve eğer sen benden evvel Ölürsen ev benimdir» demesi ile yapılan bağışdır ki,bu
bağışda kesinlik olmadığı için, Imam-ı Azamla îmam-ı Muhammede göre bâtıldır.
îmam-ı Ebî Yûsuf'a göre, caizdir.
Bir hadis-i şerifde şöyle
buyurulmuştur :
«Umrâ, hibe edilen kimseye
aittir.» BUHARİ, MÜSLİM
Diğer bir hadis-i şerif
meâlen şöyledir :
«Mallarınızı elinizde tutun
ve onları ifsâd etmeyin, zira her kim umrâ yaparsa, o (nun mülkiyeti) diri iken
de ölü iken de kendisine umrâ yapılana ve çocuklarına aittir.» MÜSLİM
İLGİLİ FETVALAR
Zeyd, sıhhatmda mülkü olan
evini Amr'e hibe ettiğinde. Amr'e «evimi hayatta oldukça mülkün olup sen
öldüğünde kızım Hind'e intikal etmek üzere sana hibe ettim» dese ve bu vecihle
hibe ve teslim ettikten sonra Zeyd ölse, veresesi «mücerred bu şart ile hibe
etmekle hibe bâtıl olmuş olur» diye evi Amr'den almağa kadir olurlar mı?...
ELCEVAP... Olmazlar (Zira umrâ suretiyle hibe sahih olmuştur).
ALİ EFENDİ, C. 2,
155
Zeyd, mülkü olan evini karısı
Hind'e hihe ettiğinde «ben senden evvel ölürsem ev senin olsun, sen benden evvel
ölürsen ev yine benim olsun» diyerek bu şekilde hibe edip teslim etse bu hibe
sahih olur mu?... ELCEVAP... Olmaz (Zira bu şekildeki bağış, rukbâ yoluyla olan
bâtıl bağışdır). ALİ EFENDİ, C. 2, 155
Hind, mülkü olan evini
ölünceye kadar kendini beslemek üzere Zeyd'e hibe edip teslim etse, Zeyd'de
beslerken Hind ölüp vârisi olmasa, beytülmalin muhafızı (hazinedar kimse) hibeyi
tutmamağa kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
FEYZİYE, 426
Zeyd, sıhhatında namzedi
(nişanlısı) Hind'e şu kadar eşya hibe edip teslim ettikten sonra ölse, (Zeyd'in)
veresesi hibeyi tutmamağa (tanımamağa) kadir olurlar mı?... ELCEVAP...
Olmazlar. FEYZİYE, 426
Hind, şu kadar eşyasını
Zeyd'e hibe edip teslim ettiğinde «beni Ölünceye kadar görüp gözedirsen senin
olsun» diyerek hibe ve teslim ettiğinde Zeyd (hibe yapılan kimse), Hind'e (Hibe
eden kadına) bir mushafı şerifftfedel olarak verse, mücerred (hibenin) bedelini
vermekle hibe sahih olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz (Zira hibe,
bedelsiz ve karşılıksız olması şarttır). Zeyd,.mülkü olan bir evini karısı
Hind'e: FEYZİYE, 428
«Eğer ben evvel ölürsem senin
olsun, eğer sen bemîen evvel ölürsen benim olsun» diyerek bu şartla hibe etse,
bu hibe sahih olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ABDURRAHİM, C. 2, 26İ
Fetvalarda da beyan edildiği
üzere îmam-ı Âzam ile îmam-ı Muhammet'in (R.A.) kavilleri muteberdir.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 381-385..
îcar, lügatta : Kira, ücret ve kiraya vermek
manasınadır.
Şer'î tarifi' metinde geçtiği
üzere îcar : malûm bir şeyin menfaatim malûm olan bir karşılık (kira)
mukabilinde satmaktır.
Mucir ve Âcir: Malını kiraya
veren kimsedir.
Müstecir: Malı kiralayan
kimsedir.
Mecûr: Kiraya verilen şeydir.
Buna aynı zamanda «mûcer ve müs-te'cer» de denir.
Ecir: Kendisini kiraya veren
kimsedir.
Müstecerün fih: Kendisini
kiraya veren kimsenin îcar pazarlığında çalışması neticesinde ücret İçin
müstecir tarafından kendisine teslim olunan maldır. Elbise dikmek için terziye
verilen kumaş ve nakletmek üzere hamala verilen yük gibi. îşte bunları ifa
edince ücretini alır. Bu teslim edilen mala «müstecerün fih» denir/
İsticar: Bir şeyi kira İle
tutmak demektir.
Ecri misil: Hiç bir garaz ve
kötülük olmadan takdir heyetinin takdir ettikleri ücrettir.
Ecri müsemmâ: Kira ve
herhangi bir şeyin ücretini pazarlık ederken konuşulan ve tâyin edilen ücrettir.
Tazmin: Bir şeyin misli
olursa, mislini ve kıymeti olanlardan olursa kıymetini vermektir.
Icârm Rüknü: Alış verişde
olduğu gibi, îc£b ve kabul ile kesinleşir.
Yâni: îcara veren kimse,
«icara verdik veya kiraya verdim» ve icara tutan kimse de, «îcara tuttum ve
kabul ettim» gibi icar .pazarlığında kullanılan sözler ile kesinleşir.
îcarm Şartı; îcarın sahih
olması için gerekli şartlardan bâzıları şunlardır:
a) îcar pazarlığında,
icara veren ve tutan kimselerin akıllı ve mümeyyiz kimselerden olmaları
şarttır.
b) Alış verişde
olduğu gibi, îcarm pazarlığının kesinleşmesi ânında îcâbm kabule muvafakati ve
pazarlığın kesinleştiği meclisin bir olması şarttır.
c). îcarm sahih olması için,
îcara tutan ve veren kimselerin rızaları şarttır.
d) Mecûrun: Kiraya
verilen şeyin, tâyini lâzımdır. Binâenaleyh iki dükkândan biri tâyin ve tahyir
(muhayyer) kılınmadan îcar olunsa, sahih olmaz.
e) Ücretin malûm
(belli) olması şarttır. MİR'ÂTÜ MÜCELLE, 135-140 îcarla ilgili şartlardan
bâzıları metinde de gelecektir.
îcarm meşrûiyyeti, kitab ve
sünnetle sabittir.
Kitabdan olan delilin meali:
«Babacığım, dedi; onu ücretle
(çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, o
kuvvetli, emin (adamdı).»
KASAS SÛRESİ, 26
Bu âyet-i celiyle Şuayb
aleyhisselâmın kızı ile arasında geçen muhavereyi kıssalayan âyetlerden bir
tanesidir. Kıssayı uzunca öğrenmek isteyen kimseler, mezkûr sûrenin
âyetlerini tefsirlerden okumaları lâzımdır.
Sünnetten olan delil meali«Ücretlinin
ücretini, teri kurumadan verin.» IİBNİ MACE
Diğer bir hadis-i şerif meali: ' «Her kim çırak tutarsa, hemen
ona ücretini bildirsin.» ABDURRAZZAK, BEYHAKİ
Zaman ve müddetin beyânı ile îcarm mikdarı da tâyin
edilince îcar sahih olduğu için, söylenen ve yapılan şartlara riâyet etmek lâzım
olur.
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, mülkü olan değirmen
taşını bir sene tamamına kadar Âmr'e şu kadar paraya îcara verip teslim etse,
Amr'de sene tamamına kadar zabtedip tasarruf etse, Zeyd, konuşulan ücreti
Amr'den almağa jkâdir olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
FEYZİYE, 439
Zeyd, koyunlarını malûm
müddet tamamına kadar gütmek için Amr'i yedi
muayyen koyun ücret ile çoban- tutsa, Amr'de müddet tamamına kadar Zeyd'in
koyunlarını gütse, Amr o yedi koyunu Zeyd'den almağa kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur. FEYZİYE, 440
Zeyd, Amr'i malûm müddet
tamamına kadar kendine hizmet etmek için şu kadar paraya îcara tutsa, Amr'de o
müddet tamamına kadar Zeyd'e hizmet etse, Amr, konuşulan ücreti Zeyd'den almağa
kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur. ALİ
EFENDİ, C. 2, 160
Zeyd, Amr'in mülkü olan evini
kendisi sakin olmak için malûm müddet-tamamına kadar Amr'den şu kadar akçaya
(liraya) îcara tutup ve anahtarını alıp zikroîunan müddetin tamamına kadar
zapdetse Amr konuşulan ücreti zeyd'den taleb ettiğinde Zeyd «mücerred sakin
olmadım» diyerek (îcarı) vermemeğe kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ÎBNİ NÜCEYM, 268
Zeyd, mülkü olan dükkânını
günlerin adedi beyan olunmadan yevmiye şu kadar paraya Amr'e icara verip teslim
etse, Amr'de bir müddet dükkânı zabdedip tasarruf etse, Zeyd konuşulan ücreti
Amr'den almağa kadir olur mu?...'
ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 161
Bir köy halkı Zeyd'e <-bir
sene bize imamlık et, sana şu kadar buğday verelim» dese Zeyd'de köy halkına
bir sene imamlık etse, Zeyd (yâni: imamlık yapan kimse), o kadar buğdayı
halkdan almağa kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 162
Zeyd, bir maslahatını (işini)
görmek için Amr'i şu kadar (belli mik-dar) paraya îcara tutup ücreti acele
vermek şart olunmasa, Amr o maslahatı (işi) görmeden ücrete müstehak olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz.
NETİCE, 469
Bir medresede (Kur'an kursu
ve emsali dîni okullarda) müderris olan Zeyd, Amr'i o medresede tedris hizmetini
edâ etmek için senelerin adedi beyan edilmeden senede şu kadar paraya îcara
tutsa, Amr'de bir kaç sene o medresede tedris hizmetini edâ etse, Amr konuşulan
ücreti Zeyd'den almağa kadir olur mu?... ELCEVAP.. Olur.
NETİCE, 474
Zeyd, mülkü olan dükkânını
Amr kendine altı ay hizmet mukabilinde bir sene tamamına kadar Amr'e îcara
verip teslim etse, bu îcar sahih olur rnu?... ELCEVAP... Olur.
NETİCE, 466
Ücret ile hizmet eder
mekûlesinden olan Zeyd, ücret konuşmadan Amr'm talebi ile bir müddet Amr'e
hizmet etse, Zeyd, hizmetinin ecri mislini Amr'den almağa kadir olur mu?...
ELCEVAP.» Olur. ALİ EFENDİ, C. 3, 179
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 387-392.
Zeyrî, Amr'in eivni yalnız kendisi sakin olmak için
malûm müddet tamamına kadar Amr'den îcara tutsa, Zeyd'e başkasını bu eve
oturtmağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur. JBNİ NÜCETM, 270
İlgili Fetvalar :
Zeyd, bir elbisesini terzi
olan Amr'e dikilmesi için verip Amr'de Zeyd'in emri üzere dikdikten sonra Zeyd
ve Amr konuşulan ücrette ihtilâf edip Amr «Şu kadar akça (lira) dır» diye dâva
etse ve Zeyd «Şu kadar noksandır» diye dâva etse, her iki tarafın delili de
olmamakla Zeyd ve Amr yemin ettirilseler Amr ecrimislini (emsali misil ücretini)
Zeyd'-den almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 281
Hind, bir top kumaşını terzi
olan Zeyd'e verip «Eğer o top kumaş bana bir pardesü (veya palto) çıkarsa, kes
ve dik» dediğinde Amr de (yâni, terzi de).«çıkar» dese, sonra kesdiğinde
pardesü çıkmasa, Hind kumaşını Zeyd'e tazmin ettirmeğe (ödetmeye) kadir olur
mu?.., ELCEVAP... Olur BEHCE, 476
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 394-397.
Zİrâ mâsiyet olan şeyde pazarlık yaparak ücret alma ve
verme hakkı tasavvur olunmaz. Binâenaleyh ücretle mâsiyet işleyen (çalgı çalan)
kimseye ücret vâcib olmaz. Şayet ücreti verir ve o da alırsa, o alana helâl
olmaz. Ve o aldığı ücreti sahibine reddetmek (gerisin geri vermek) vâcibdir.
Muhitte beyan edildiğine
göre, çalgı ve emsali mâsiyet olan şeylerin çalıp çağırma ücretini pazarlık
etmeden alan kimseye alması mubahdır. Zira pazarlık ve mukavele ile ve kendi
istekleriyle olmamış oluyor.
Kâfî isimli eserin şerhinde
ise, şöyle beyan ediliyor:
«Şehveti gıcıklayan çalgı
çalmak ve türküler söylemek, ölüler için yas etmek, düdükler (kavallar) çalmak
ve trampet çalmak veya bunların emsali lehviyyattan olan bir çalgıyı çalmak
suretiyle ücret almak asla caiz değildir.»
Velvâliciye adlı eserde de
şöyle beyan edilmiş:
<Bir adam, diğer bir adamı
davul (trampet) vurmak için ücretle tu-
tar ve bu adamı zevklenmek ve
şehvetinin tatmini için tutarsa, caiz değildir.
Fakat askeri teşyî etmek veya
bir kafileyi sevketmek veya nikâhı îlân İçin eylenme ve zifaf için ücretle
tutmak caizdir. Zira buralarda (def ve davul vurmak) mubahdır.»
DÂMAD, C. 2, 384
İbni Âbidinde de şu hükümler
mezkûrdur:
«Raks etmek, el şakırdatmak,
kirişlerden yapılmış sazı çalmak, ud çalmak, keman çalmak, kânun çalmak, düdük
(kaval) çalmk, zil vurmak ve boru öttürmek, işte bunların hepsi mekruhtur. Zira
kâfirlerin âdetleridir. Def vurmayı ve düdük (kaval) sesini ve diğer çalgı
âletlerinin sesini kendi arzusu ile işitmek haramdır,
Fetâvâyı Bezâziyede de
şöyledir: Kamış (kaval) öttürmek ve bunun emsali çalgı âletleri gibi
lehviyyattan olanların seslerini kendi arzusu ile işitmek haramdır.
Zira Peygamber (S.A.V.)
buyurdu ki:
«Çalgı âletlerinin seslerini
kendi arzusu ile işitmek mâsiyettİr. O çalgı meclisine oturmak fâsıklıkdır. O
çalgılarla zevklenmek küfürdür (küf-rânı nimettir).»
İBNİ ÂBİDİN, C. 5, 308
îbni Âbidin merhumun
torunlarından üstad Şeyh Alâeddan merhum da «Elhediyetül Alâiyye» adlı eserinin
ikiyüz otuz altı (236) sahifesinde aynı hükümleri nakletmiştir.
Muhterem okuyucu ve
meslekdaşlarımızın daha geniş malûmat ve kaynaklan edinmeleri için «Jslâmda
Evliya ve Hârikalar» adlı eserimizin «203-220» sahifelerini okumalarını tavsiye
ederim.
AÇIKLAYICI FETVALAR :
Zeyd, ehli Kur'an olan Arar'e
«benim için Kur'anı hatmedip sevabını bana bağışla ücretini vereyim» demekle
Amr'de Zeyd için Kur'an-ı Kerim'i hatmedip sevabını Zeyd'e bağışlasa, hemen Amr
Zeyd'den ecrimisil almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ABDURRAHMAN, C. 2, 107
Müteahhirîn fakihleri >şöyle
dediler: Hükümler, bâzı kere zamanın ihtilâfı ile. değişerek muhtelif olabilir.
Görülmüyor mu ki, kadınlar, camiye cemaata^Peygambeç (S.A.V.) ve Hz. Ebu
Bekir zamanlarında çı-
karlardı. Hz. Ömer ise,
kadınların camiye cemaata gelmelerini men etti ve sahabenin icmâı da öylece
takarrür etti.
DAMAD, C. 2, 384
Zeyd, Amr'e «mahallemiz
mescidinde İmamlık et, sana yevmiye bir akça (gümüş para veya lira) vazife
(karşılığı) vereyim» dese, günlerin adedi beyan olunmasa,
Amr'de bir kaç gün imamlık etse, bu vazifeyi (yâni: vazife karşılığını)
Zeyd'den almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ABDURRAHİM, C. 2, 107
Zeyd, küçük oğlu Amr'e bir
sene tamamına kadar sarf ilmini tâlim etmek için Bekir'i şu kadar paraya
kiralayıp, Bekir de bir sene tamamına kadar Amr'e sarf ilmini tâlim etse, Bekir
konuşulan ücreti Zeyd'den almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ALÎ EFENDİ, C. 2, 162
Zeyd, Amr'i: küçük oğlu
Bekir'e Kur'an tâlim etmek için bîr sene tamamına kadar şu kadar paraya ücretle
tutsa, Amr'de bir sene tamamına kadar Bekir'e Kur'an tâlim ettikten sonra
konuşulan ücreti Zeyd'den almadan Zeyd ölse, Amr (Kur'an tâlim eden kimse),
konuşulan ücreti Zeyd'in kalan terekesinden olan veresesinden almağa kadir olur
mu?... ELCEVAP... Olur ALİ EFENDİ, C. 2, 162
Zeyd, Amr'e «evime gel küçük
oğlum Bekir'e hatim edinceye kadar Kur'an tâlim et, sana riâyet edeyim» demekle
Amr'de mûtad üzere iki sene Zeyd'in evine varıb Bekir'e Kur'an tâlim edip Bekir
de tâlim edip hatmettiğinde Zeyd Amr'e bir şey vermese, Amr amelinin
ecrimislini Zeyd'den almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 175
Mescidler, camiler yapan
kimseye, Mushafı Şerif yazan, fıkıh, tefsir ve emsali dinî eserler yazan, yazı
tâlimi yapan ve dinî, edebî, ahlâkî ve içtimaî yönlerde eser yazanlar, emekleri
karşılığında ücret,.alabilirler. Almaları helâl ve caizdir.
DÂMAD, C. 2, 384
Daha geniş malûmat «İslama"
Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde yazılmıştır.
İLGİLİ FETVALAR: Zeyd, mülkü olan dükkânını Amr
kendisine ödünç şu kadar para vermek şartı ile Amr'e îcara verse, sahih olur
mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2,
173
Zeyd, Amr'in dükkânını Amr
kendine ödünç şu kadar para vermek şartı ile îcara tutsa, sahih olur mu?,..
ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2, 173
Zeyd, mütevellisi olduğu
vakıf bahçeyi hâsıl olacak meyvesi Amrün olmak üzere îcara verse, bu icar sahih
olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ, C. 2, 173
Zeyd, mülkü olan değirmenini
bir' sene tamamına katlar Aanr'e şu kadar paraya îcara verdiğinde Amr değirmenin
tamire muhtaç olan yo> lerini kendi mâlinden tamir etmek şartı ile îcara tutsa,
bu îcar sahih olur mu?. ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 173
Bir menfaat karşılığında alış
verişin sahih olmadığı yukarda «alış veriş fâsid babı» adı altında beyan
edildiği gibi, icarda da- bir menfaat karşılığı şekli olduğunda o icarda
fasittir.
Hz. Ali (R.A.) den mervî bir
Hadîsi Şerifde meâlen şöyle buyurul-muştur:
«Bir menfaat karşılığında
verilen her karz (ödünç para ve mal), mutlaka ve muhakkak faizdir.»
FEYZULKADİR, C. S, 28
Şu halde menfaat karşılığında
îcara vermek ve tutmak ve ortaklıklar fasittir.
Bu fasit muameleyi bugün,
tarlayı îcara tutan ve verenler arasında pek çoğalmıştır. Hattâ îcar muamelesi
yapılan ev, dükkân, anbar ve emsali şeylerde de görüldüğü sabittir. Her yönde
fasit muameleyi yapmak moda ve âdet hâlini alan kimselerde bunlar nerede ise,
hiç lîlaba alınmamaktadır.
Cenâb-ı Hak, hakkı arayan ve
hak yolda devam azminde olan1! her insana doğruyu, iyiyi, helâli ve güzeli
bulup, bilip' amel etmek nası# buyursun. Âmin.
Zeyd, mülkü olan değirmenini
bir sene tamamına kadar Amr'eı şu tadar (belli mikdar) akçaya (kiraya) îcara
verdiğinde Amr (kiracı) değirmenin tamire muhtaç olan yerlerini kendi mâlinden
tamir etmek jşartı ile îcara tutsa, bu îcar sahih olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 399-405.
Ecrimisil ile ilgili fetvalar :
îcarı misil (ecrimisil) ne
ile malûm olur? ELCEVAP... Garazsız olan ehli vukufun kararlarıyle (malûm olur).
ALt EFENDİ, C. 2, 186
Zeyd, ücretle dellallik
işlemek âdeti olan Anır'e «şu metâ-ı sat» dese, aâkin ücret konuşmasa, Amr de
satıp parasını teslim etse, Amr ameli-. nin ecri mislini Zeyd'den almağa kadir
olur mu?... ELCEVAP... Olur. ALt EFENDİ, 178
Ücretle satış yapmak âdeti
olmayan Zeyd, Amr'in şu kadar kahvesini ücret konuşmadan satsa, Zeyd, Amr'den
amelinin ecri. mislini nâmına bir şey almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
ALİ EFENDİ, C. 2, 178
Bir adamın hizmetinin
ecrimisli, bir kin ve garaz ehli olmayan ehli vukufun takdirleriyle malûm olur
mu? ELCEVAP... Olur.
HAMİŞİ BEHCE, 478
Dellâl olan Zeyd, Amr'in bir
atını Amr'in emriyle müzayede ve izniyle Bekir'e satıp parasını haklaşdırdıktan
sonra Amr, Zeyd'e dellâliye ücretini verib sonra Amr ve Bekir rızâlarıyle alış
verişden caysalar Amr (dellâl olan) Zeyd'e verdiği dellâliye ücretini Zeyd'den
gerisin geri almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. BEHCE, 482
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 408-412.
Açıklayıcı Fetvalar :
Zeyd, Amr'in hanını görmeden
Amr'den îcara tutsa, Zeyd, hanı gördüğünde beğenmeyince, görme muhayyerliği ile
îcarı feshetmeye kadir olur mu?... ELCEVAP.. Olur. BEHCE, 466
Dellâl olan Zeyd, Amr'in
mülkü olan evini Arar'in vekil yapmasiyle değer pahasına Bekir'e sattığında Amr,
Zeyd'e lâzım olan ecrimisiini ve-rib sonra evin reddini îcab eden eski aybı
olduğu şer'an sabit olup Bekir görme muhayyerliği ile alış verişi feshetse, Amr
(satan adam) «alış veriş fesholundu» diyerek Zeyd'e (dellâl olan adama) verdiği
ücreti Zeyd'den gerisin geri almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz.
İBNİ NÜCEYM, 278
Zeyd, Amr'in mülkü olan evini
malûm müddetin tamamına kadar Amr'den îcara tuttuktan sonra bu evin oturmaya
zararU aybı meydana gelse, lâkin ev sahibi Amr başka memlekette bulunsa, Zeyd,
Amr'in gıyabında icarı feshetmeğe kadir olur mu?
ELCEVAP... Olmaz (Zira ev
sahibinin gıyabında feshetmek olmaz. Çünkü ev daha evvel ayıbsızdı).
İBNİ NÜCEYM, 277
Zeyd, mülkü olan evinde bir
duvar yapmak için dülger olan Amr'i ücretlese, Amr de Zeyd'e âdet veçhi üzere
duvarı yaptıkdan sonra duvar yıkılsa, Zeyd Amr'e «yaptığın duvar yıkıldı, tekrar
yap. Yoksa ücretini vrmem» demeğe kadir olur mu? ELCEVAP... Olmaz.
İBNİ NÜCEYM, 278
Zeyd, Amr'in evini görmeden
Amr'den îcara tutup Zeyd evi gördüğünde harap olmakla beğenmese, görme
muhayyerliği ile karı feshetmeğe kadir olur mu? ELCEVAP... Olur.
İBNİ NÜCEYM, 282
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, Amr'in mülkü olan
dükkânını içinde ticaret etmek için üç sene tamamına kadar şu kadar paraya
îcara tutup dükkânda bir sene ticaret ettikten sonra Zeyd'e iflas arız olsa
(yâni: iflas etse), Zeyd icarı feshetmeğe kadir olur mu?.. ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2, 192
Zeyd, bir çörekçi fırınını
çörekçilik yapmak için üç sene tamâmına kadar Amr'e îcara verip teslim etse,
sonra bir sene geçince Amr; iflâs etse, Zeyd, îcan feshetmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM, C 2, 134
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, mülkü olan dükkânını
beş sene tamâmına kadar Amr'e beş bin paraya (veya liraya) icara verip teslim
etse, Amr de o dükkânı bir sene zabü edip tasarruf etse, hemen Amr başka
memlekete sefer etmek isteyince, bu icarı feshetmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM, C. 2, 135
Zeyd, Amr'in mülkü olan
hanını bir sene tamamına kadar Amr'den îcara tutup o hanı zabdettikten sonra
sefere gitmek istese, bu îcarı Amr'in izni olmadan feshetmeğe kadir olur mu?...
ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM, C. 2, 135
İLGİLİ FETVALAR :
Zeyd, mülkü olan değirmenini
Amr'e malûm müddet tamamına kadar îcara verip teslim ettikten sonra müddet
tamam olmazdan evvel Amr ölse, bu îcar fesholunmuş olur mu?.., ELCEVAP Olur.
ALt EFENDİ, C. 2, 191
Zeyd, mülkü olan bir evini
yirmi sene tamamına kadar her sene şu kadar ücretle Amr'e îcara verip teslim
ettikten sonra o müddetb esnasında Amr (îcara tutan kimse)
ölse, bu îcar fesholunmuş olur mu?... ELCEVAP... Olur. ABDURRAHİM,
C. 2, 134
Zeyd, mülkü olan değirmenini
Amr'e malûm müddetin, tamamına kadar îcara verip teslim etse, Amr de bu müddetin
tamamına kadur Bekir'e îcara verip teslim ettikten sonra, müddet tamam olmazdan
evvel .Zeyd ve Amr ölseler, birinci ve ikinci îcar fesholunmuş olur mu...
ELCEVAP... Olur İBNİ NÜTCEYM, 280
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 413-416.
İLGİLİ FETVALAR:
Zeyd, bir kılıcını km yapmak
için kinci olan Amr'e verdikten sonrc kılıç Amr'in elinde hiçbir tecâvüz ve
taksiratı olmadan çalınıp zayi olsa Amr'e tazmin etmek lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. NETİCE, 490
Zeyd, bir elmas yüzüğünü
satmak için ücretle dellal olan Amr'e verip sonra o yüzük Amr'in tecâvüz ve
taksiratı olmadan Amr'in (Dellalın) elinde çalınıp zayi olsa, Amr'e
(Dellâla) yüzüğün bedelinin yarısını tazmin etmesi lâzım olur mu?... ELCEVAP...
Olur. MECMÜA-İ CEDİDE, 494
Zeyd, bazı elbiselerini terzi
olan Amr'e dikmesi için verse, Amr de âdeti üzere dükkânında dikerken yangın
çıkıp kaçınmak mümkün olmamakla o elbiseler de yansa, (Terzi olan) Amr'e tazmin
etmek lâzım olur :rnu?...
SLCEVAP... Olmaz. ALİ
EFENDİ, C. 2, 200
Zeydin mülkü olan dükkânı
yandığında Zeyd o dükkânın arsası üzerine ev yapmak istediğinde o dükkânın daha
evvel müsteciri olan Amr >en o dükkâna rağbet verip gedik etmiştim (Diposut veya
sözleşme ile İmeblâğ vermiştim), öyle olunca ev yapdığma razı olmam, benim için
Idükkân yap, diye hiçbir cihet ve sebepsiz Zeyd'e cebretmeğe kadir olur İmu?...
ELCEVAP... Olmaz.
İLGİLİ FETVALAR:
NETİCE, 484
Zeyd, Amr'in Öküzünü Amr'in
izni olmadan alıp harmanını döğse (sürse), Amr Zeyd'den ücret nâmına bir şey
almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz (Zira ücret beyan edilmemiştir).
ALİ EFENDİ, C. 2, 193
Zeyd, Amr'in katırını gasben
alıp ve bir müddet istimal etse (kul-
îunsa), Amr katırı aldığında
Zeyd'den ücret nâmına bir şey almağa kadir
olur mu?...
ELCEVAP... Olmaz. ALİ EFENDİ,
C. 2, 193
Zeyd, karısı Hind'in evinde
ücret (Kira) konuşmadan Hind ile bir müddet sakin olsa, Hind Zeyd'den ücret
nâmına bir şey almağa kadir olur mu?... ELCEVAP... Olmaz. ALİ
EFENDİ, C. 2, 193
Zeyd, şu kadar (Belli mikdar)
sığırlarını gütmesi için çobanı Amr'e verdiğinde «falan yerde güt (Otlat),'başka
yere götürme» demiş iken. Amr (Çoban), sığırları Zeyd'in izni olmadan başka yere
götürüp gütmekte iken sığırları helak olsalar, (Çoban olan) Amr'e tazmin etmek
lâzım olur mu?...
ELCEVAP... Olur.
ALİ EFENDİ, C. 2,j 204
Zeyd'in evinde icarla oturan
Amr, evden çıkdığında evde olan sü-pürüntüyü çıkarıp temizlemek (Kiracı) Amr
üzerine lâzım olur mu?... ELCEVAP... Olur (Zira o batırmıştır).
;
Bu surette Amr «ben evi îcara
tuttuğumda o süprüntü mevcud idi* dediğinde, Zeyd, Amr'i tasdik etmese, Amr'in
(Kiracının) sözü makbu olur mu?... ELCEVAP... Olur (Bu takdirde,
süpürmesi, gerekmez).
İBNİNÜCEYM, 27!
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 417-422.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 424-425.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 427-428.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 430-432.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 434-435.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 437-438.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 439-440.
Mustafa Uysal, İzahlı Multeka El Ebhur Tercümesi,
Merhaba Ofset Yayınları 3/ 441-442.