Bu eser İbn-i ÂBİDİN namıyla meşhur üç
kitaptan müteşekkildir. Bunların birincisi metin, ikincisi şerh, üçüncüsü
hâşiye'dir. Metin Şeyhü'l İslâm Muhammed bin Abdullah Timurtâşî'ye ait olup
«Tenvirü'l - Ebsâr» adını taşımaktadır. Şerh, Muhammed Alâaddin bin Ali el-Haskefî'nin
eseri «ed-Dürrü'l-Muhtar», hâşiye de İbn-i ÂBİDİN Muhammed Emin'in yazdığı «Reddü'l-Muhtar
ale'd Dürrü'l-Muhtar şerhi Tenvirü'l-Ebsar» dır. Binâenaleyh musannıf
denilince Muhammed bin Abdullah Timurtâşî, şârih denilince de Haskefî
anlaşılır.
Hanefî mezhebinin, mufassal fıkıh
kitaplarından «Fethü'l-Kadir ve Bedâiu's-Sanâyi» gibi muteber bir eseri
terceme etmeyi birkaç senedir düşünüyor, bu bâbta bazı dostlarımdan
teşvikler de görüyordum. Nihayet kararımı verdim ve terceme için İBN-İ
ÂBİDİN'i seçtim. Buna sebep mezkur eserin bütün mufassal kitapların bir
hulâsası mesabesinde oluşudur. Zira fukaha tarafından üzerinde söz edilmiş
hiçbir mesele yoktur ki, İBN-İ ÂBİDİN o sözlerin hulâsasını ve kabule en
şayan olanını zikretmesin. Son devrin OSMANLI ulemâsı her halde bundan
dolayı olacak İBN-İ ÂBİDİN'den başka fıkıh kitabı aramaya lüzum
göstermezlerdi. Meselâ : Bizim Hocazâde namında meşhur ve mazinne-i kirâmdan
bir âlimimiz vardı ki, şer'i memuriyetlerin en yüksek derecesine çıktığı
halde İBN-İ ÂBİDİN'den başka bir kitaptan fetva vermezdi.
İşte fakir de bu zevatın izlerinden yürüyerek
bu eseri tercemeye başladım. Tercemede metinle şerhi birbirinden ayırmaya
imkân olmadığı için ikisine birden «METİN» adını vererek bir arada yazdım.
İBN-İ ÂBİDİN hâşiyesine de «İZAH» sözü ile işaret ettim. Ve onu metinden
ayrı olarak daima metnin altına dercettim. İbn-i Âbidin'in naklettiği
muhtelif kavilleri tırnak işareti içine aldığım gibi icabında kendi
tarafımdan ilâve edilen ufak tefek izahları da parantez içine koydum. Ve
zaten büyük olan eserin hacmi daha da büyümesin diye bazı lüzumsuz gördüğüm
tekrarlarla meselâ, Arapça kelimelerin asıllarından uzun uzadıya bahseden
cümleleri tercemeden hafettim.
İBN-İ ÂBİDİN merhum naklettiği bir meseleyi
nereden aldığını mutlaka ya kitabın açık ismini söyleyerek, yahut bazı
harflerle işaret ederek bildirmiştir çok defalar, «Bu meseleyi filan kitabın
sahibi filan yerden nakletmiştir», der. Bazan kısaltma yaparak meselenin
sonunda sadece kitabın adını zikreder. Meselâ: Sadece "Zeylâî", "Dürer" gibi
isimlerle iktifa eder, bazan daha da kısaltarak o kitaba bir harfle işarete
bulunur. Halebî'ye "H", Tahtavi'ye "T" harfleriyle işaret eyler.
Merhumun bu usulüne ben de tamamen sadık
kaldım. Ve eserin herkes tarafından anlaşılmasını sağlamak için sade bir
lisan kullanmaya elimden geldiği kadar gayret ettim. Bununla beraber İslâm
hukukunun tamamını ihtiva eden bu büyük fennin çeşitli ıstılahlarıyla
kendine mahsus terimlerini tamamiyle sadeleştirmeye imkan bulamadım. Onun
için pek lüzumlu gördüğüm bazı kelimeleri bir lügatçe halinde ciltlerin
sonuna ilaveye karar verdim. Fakat yine de bazı meselelerin anlaşılmasında
güçlük çekilecektir. Benim bundan ötesine kudretim olmadığı için ihvanı
kirâmın mûaheze buyurmamalarını rica ederim.
Bu eserin hazırlanmasında bana yardımcı olan
kıymetli talebemden ŞEVKET GÜREL ve basarak neşrini üzerine alan Şamil
Yayınevi Sahibi Duran Kömürcü'ye buracıkta teşekkür ederim.
Son söz: Bu eser her derde devâdır. Her evde
bulunmalı ve mutlaka okunmalıdır. Cenab-ı Hak'tan cümle ihvan-ı kirâma
hidayet ve muvaffakıyetler diler; âcizâne tercemesine çalıştığım bu büyük
hukukun Mahkeme-i Kübrâ'da fakirin necatıma da sebep olmasını Cenab-ı
Hak'tan niyaz eylerim.
AHMED DAVUDOĞLU
İSTANBUL
Mart 1982