Vedia
(Emânet) Bölümü. 2
Rehn Bölümü. 5
Rehn
Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı 7
Güvenilir (Adl)
Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı 10
Rehn'de Tasarruf Ve
Suç Babı 12
Rehn
Edilen Şeyler Hakkında Bir
Fasıl 15
Vedia (emânet)
bölümünün, «Ariyet Bölümü» ile ilgisi gizli değildir. Vedia; lügat yönünden,
mutlak terkdir. Şer'an; korunmak için terk edilen, yâni bırakılan emânettir Bu
emânetin rüknü, emânet koyan kimseden îcâb bulunmasıdır. Meselâ; «Sana, emânet
koydum!» demek gibi. Ya da, kavlen veya fiilen, «Sana, emânet koydum î» yerine
geçen şeyle îcâb bulunmasıdır. Zîrâ,
bir kimse, giysisini, bir adamın önüne koysa, ister; «Bu, senin yanında
emânettir!» desin, ister eükût edip gitsin, ondan sonra diğer adam giysiyi orada
bırakıp git-tükde, o giysi zayi' olsa, diğer adam öder. Çünkü bu koymak, örfen
emanet bırakmaktır. Kâdîhân (Rh.A.) bunu açıklamıştır.
Emânetin bir rüknü de,
hakîkaten kabuldür. »Kabul ettim!», «Aidim!» veya bunların benzeri gibi. Ya da,
örfen kabuldür.' Giysiyi koyduğu vakitte susmak gibi.
Şayet, «Ben, emâneti
kabul etmem!» dese, giysi sahibi de Önüne koyup gitse; giysi zayi' olsa, ödemez.
Çünkü konulan kimse, emâneti kabul etmediğini açıklamıştır. Şu hâlde kabul süz,
emânet konulmuş olmaz. Bunu da, Kâdîhân (Rh.A.) zikretmiştir
Emânetin şartı; emanet
olan malın üzerine mâlikiyetin (yed'in) isbâtı kâ,bü olmasıdır. Çünkü emânet
koymak (îdi'), koruma (istih-fâz) akdidir.
Üzerine mâlikiyetin isbâtı olmayan şeyin korunması ise muhaldir. Havada uçan
kuşun, kaçmış kölenin ve denize düşmüş malın emânet konulması sahîh değildir.
Emânetin hükmü;
kendisine emânet konulan kimse (mûda') üzerine korumanın vâcib olması ve emânet
konulan kimsenin yanında malın emânet olmasıdır.
Musannif, bunun üzerine
şu fer'î mes'eleyi g eti imiş tir; «Emânet konulan kimse yanında, eğer emânet
helak olur veya çalınirsa, ödemez.» Çünkü, Resûlüllah (S.A.V.) :
nKendisîne emânet
konulup, hıyanet etmeyen kimse, (emânetin) zararını ödemez.» buyurmuştur.
«MugılI», hâyin'dir; «iğlâl» de,, hıyanet demektir.
Hırsız, emânet olan mal
ile beraber kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm) malını çalmasa da,
çalınan emâneti ödemez. İmâm Mâlik (Bh.A.); «Töhmet bulunduğu için öder.»
demiştir. Bunun üzerine hüccet, bizim naklettiğimiz hadîsdir. Ancak emânet
konulan kimse, emânetin çalındığını açıklamadan ölürse, bu takdirde mütecaviz'
olup, zararı öder. Eminler de böyledir. Yâni emânet olan malın hâlini
açıklamadan ölen her emin, emânetin zararını öder. Ancak mütevelli, geliri
(gaileyi) alıp da, onun durumunu açıklamadan ölürse, za-ran ödemez.
Sultân, ganimet malının
bir kısmım, ganimet alacak kimselerin bir kısmına emanet koyup, emânet konulan
kimseyi açık la maksi zın ölse ve yine kâdî; yetimin malını emânet koyup, emânet
konulan kimseyi açıklamak sızın ölse, zararı ödemez. Hâniyye'de böyle
denmiştir.
Kendisine emânet
konulan kimse (mûda'), emâneti kendisi ve ailesi korur. Yâni kansiyle,
çoluğu-çocuğuyla, ana-babasiyle, yıllık ve aylık işçisiyle de koruyabilir.
Zikredilenlerden başkası vâsıtası ile korursa veya bunlardan başkasına emânet
korsa, zararı öder. Çünkü mâlik, emânet konulan kimsenin kendi eliyle
korumasına razı olmuştur. Başkalarına razı değildir. İmdi başkasına teslim
etmekle, zararı öder.
Ancak emânet konulan
kimse (mûda1), yanmasından veya batmasından korkup, komşusuna veya başka gemiye
teslim ederse, zaran Ödemez. Çünkü bu durumlarda emânetin korunması, ancak bu
yolla mümkün olur. Şu hâlde, o kimse buna me'zûn olur ve bu husûsda ancak
beyyine ile tasdik edilir. Çünkü emânet konulan kimse (mûda'), sebebi tahakkuk
ettikden sonra, zaran ödemeyi düşüren bir zaruret bulunduğunu iddia etmektedir.
Bu durumda, başkasına emânet koymak hususunda izin bulunduğunu iddia etmiş gibi
olur.
Keza emânetin sahibi
istedikde, emânet konulan kimse emânetin teslimine kadir İken menetse, emânetin
zararını Öder. Çünkü emânet sahibi, emânetin geri verilmesini isterse, ondan
sonra kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'ın), onu tutmasına razı olmamış
olur. tmdi emânet konulan kdmse, vermemekle mütecaviz olur. Şu hâlde zaran öder.
Ya da kendisine emânet konulan kimse (mûda') emâne-nete teaddl eylerse zararı
öder.
Musannif, teaddî latan
açıklayıp şöyle demiştir: Kendisine emânet konulan kimse, emânet konulan
giyeceği giyse veya hayvanına binse veya emânetin bir kısmını geçimine harcasa
(infâk etse), ondan geçimine harcadığını öder. Hepsini Ödemez. Ya da, geçimine
harcadığının mislini geri kalana karıştırsa, yâni kendisine emânet konulan
Jcimse, harcadığının mislini getirip onu geri kalana karıştırsa, hepsini öder.
Çünkü karıştırmakla, hepsini kullanıp tüketmiş sayılır. Kâff'de de böyle
denmiştir.
Ya da, kendisine emânet
konulan kimse, emânet sahibinin (mâlikin) yanında emâneti inkâr ederse; ondan
sonra gerek ikrar etsin, gerekse etmesin, zaran öder. Çünkü mâlik, emânetin geri
verilmesini istediği zaman, emânet bırakılan kimseyi korumakdan azl etmiştir.
İmdi emânet konulan kimse; ondan sonra, onu elinde tutmakla gâ-sıbdır. Şu hâlde
zaran öder. Eğer kendisine emânet konulan kimse, emâneti ikrara dönerse, zaran
ödemekden kurtulamaz. Çünkü akd ortadan kalkmıştır. Artık, ancak akdi
yenilemekle avdet eder. Mâlik ise, akdi yenilememiştir.
«Mâlikin yanında
emâneti inkâr ederse» demesine sebeb: Çünkü
emânet konulan kimse emâneti, mâlikden başkasının yanında İnkâr etse
—meselâ, bir yabancı O'na; «Fülânın, sende emâneti var mıdır?» dedikde,
«Yoktur!» dese— zaran ödemez. Çünkü
mâlikin gıyabında inkâr etmek, emâneti korumak (hıfz)
dan sayılır.
Zîrâ kendisine emânet
konulan kimse, o inkâr ile emânete
göz dikenlerin tama'ını keser. Bu sebebden, inkâr etmekle zararı ödemez.
Ya da, mûda', mâlikin
emâneti korumak için emrettiği evden başka evde korursa, zararı Öder. Çünkü
mâlikin emrine aykırı davranmıştır. Ya da, kendisine emânet konulan kimse,
emâneti kendi malı ile karıştırsa, hattâ birbirinden aynlmasa, gerek kendi cinsi
ile karıştırsın, gerekse cinsinden olmayanla karıştırsın, zararı öder. Çünkü
karıştırmak, İmâm A'zaın' (Rh.A.) a göre, mutlak surette tüketmektir. Eğer
emânet, kendisine emânet konulan kimsenin taksiri olmaksızın, anûda'ın malı ile
karışırsa, nitekim iki kese yarılıp, ikisi birbirine karış salar, mâlik ile
emânet konulan, kimse ortak olurlar ve zararı ödemek de lâzım gelmez. Çünkü
kendisine emânet konulan kimseden tecâvüz ve kusur yoktur. Bu hüküm ittifakla
böyledir.
Eğer, (kemlisine emânet
konulan kimse tecâvüzü ortadan kaldı-rırsa, yâni kendisine emânet konulan kimse,
emâneti başkasının yanına (koymakla emânete tecâvüz etse; sonra bu tecâvüzü
ortadan kaldırılıp (izâle edilip), emâneti mâlikin eline geri verse, zararı
Ödemek ortadan kalkar Şu
ma'nâda ki; emânet mâlikin eline geri dön-dükden sonra zayi' olsa, kendisine
emânet konulmuş olan kimse, zararı ödemez. İmâm Şafiî (Rh.A.) ayn görüştedir.
Bu zikredilen ahkâm, emânet konulan şeyin (vedîa'nın) hükmüdür.
Diğer emânetlerde ihtilâf edilmiştir. îmâdiyye'de
denmiştir ki:
Eğer bir kimse,
belirtilen bir yere kadar, bir hayvanı ariyet alsa, ariyet alan' kimse o hayvan
ile belirtilen yeri geçse, ondan sonra belirtilen yere geri gelse, müsteîr
hayvanı mâlikine geri verinceye kadar, meydana gelen zararı öder.
Denilmiştir ki: Bu
ariyet alan kimse (müsteîr), hayvanı o belirtilen yere gitmek için ariyet alıp,
gelmek için almadığına göredir. Amma belirtilen yere gidip, dönmek üzere ariyet
alırsa; müsteîr, beri olur. Bunu söyleyen, kendisine emânet konulan kimseyi
(mûda'ı), ariyet alan kimseyi (müsteîri) ve kira ile tutan kimseyi (müste'ciri)
bunda eşit tutmaktadır. Çünkü, bunlar muhalefet edip, ondan sonra ittifaka geri
döndüklerinde, ödemekden beri olmaları, emânet
koyma (îdâ') ve ariyet verme (iare) nin müddeti bakî kalırsadır.
Meşâyihdcn biri ariyet
hakkında demiştir ki: Ariyet alan kimse, mâlikine geri vermedikçe, meydana gelen
zararı ödemekden beri olmaz. Gerek gidip, gelmek için ariyet alsın ve gerekse
yalnız gitmek İçin ariyet alsın müsavidir.
Bunu söyleyen kimse der
ki; Ariyet alan ve kira ile tutan kimse, şayet muhalefet edip sonra ittifaka
geri dönseler, meydana gelen zararı Ödemekden kurtulmazlar. Kendisine emânet
konulan kimse (mûda'), bunların aksinedir. Eğer kendisine emânet konulan kimse
muhalefet edip sonra ittifaka geri dönse, bu takdirde ödemekden kurtulur.
Birinci söz eşbehdir (Fıfcha daha uygundur). Şeyh'ül-İslâm Hâ-her-zâde (Rh.A.)
dahî birinci söze meyi etmiştir.
Kendisine emânet
konulan kimsenin (mûda'm), emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi — vedianın
yükü ve azığı (mü'neti) olsa da— caizdir. Eğer bir kimse, ona gâlib olduğu
hâlde kasd etmemekle yoî güvenlikde ise ve eğer bir kimse ona kasd edip mûda'm
kendisiyle ve arkadaşları ile onu savması mümkün olursa ve mûda' emânetle
yolculuk etmekden nehy edilmedi ise, emânet (vedia) ile beraber yolculuk etmesi
caizdir. Eğer yol güvenlikde değil ise veya emâneti koyan kimse (mudi')
yolculumdan nehy etti ise, emânet (vedia) zayi* olduğu takdirde, kendisine
emânet konulan kimse (mûda') öder.
İki kimse, bir adama
misli olan şeyi emânet koysalar, yâni mekî-iât, mevzuna t ve adediyyât-i
mütekâribeden bir şey emânet koysalar, o adamın itkisinden birinin hissesini
diğeri yok iken vermesi câlz olma*. Eğer verirse, öder. İmâmeyn (R'h.
Aleyhimâ); «Verir ve ödemez.» demişlerdir. Ba'zilan; «Bu hilaf, hem misliyyâtta,
hem de kıyemiyât-tadır.n demişlerdir. Doğru söz şudur ki: Hilaf ancak
nıisliyyâtladır. Bundan dolayı musannif, «Nitekim, kıyemiyâtta ikisinden birinin
gayretinde, diğerine vermek caiz olmadığı gibi,» demiştir.
Bir kimse taksim edilir
şeyi iki kimseye -emânet koysa ve her biri, o şeyi taksim edip, yarısını korusa
(hıfz etse), eğer taksim kabul etmez şeyse, ikisinden her birinin, diğerinin
izniyle koruması caizdir. Bunun sebebi şudur: Mâlik, ikisinin korumasına razı
olmuştur. Birinin, tümünü korumasına razı değildir. Çünkü, korumak gibi fiiî,
bölünme (tecezzi) kabul eden şeyde, her ne zaman ikiye muzâf olsa, bir kısmını
kapsar, tümünü kapsamaz. İmdi diğerine teslim, mâlikin rızâsı olmaksızın vâki'
olur. Emânetin tümünü veren öder. Teslim
alan ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan
kimsenin, emânet koyduğu kimse (yâni mûda'ın mûda'ı), İmâm A'zuıı' (Rh.A.) a
göre. Ödemez. Taksim kabul etmeyen emânet, zikredilenin aksinedir. Zîrâ,
emânetin tümünü diğerine vcric.se ödemez. Çünkü mâlik, o iki mû-da'a emânet
koyduğu şeyin korunmasında (hıfzında), ikisinin gece ve gündüz bir araya
gelmesinin imkânsız olduğunu veya nöbetle korumak mümkün olduğunu bildiği hâlde
emâneti vermesi ba'zi hâllerde bütününü birine vermeye razı olması elemektir.
Keza taksini kabul eden
şeyde, iki müıtehmden ve satın almaya vekîl olan İki kimseden birinin diğerine
teslim etmesi de böyledir, yâni öder. Taksim kabul etmeyen şeyde, ödemez.
Mâlik, kendisine emânet
konulan kimseyi (mûda'ı), emâneti ailesine vermekden nehy etse, (meselâ karına,
çocuğuna veya ailene verme, dese) O da emâneti Ailesinden olmakla beraber,
kendisinden ayrı olan bir kimseye verse, mûda' zararı öder.
Eğer kendisine emânet
konulan kimse (mûda'), emâneti ıııedfû1-dan ayrılığı olmayan bir kimseye verirse
—meselâ emânet hayvanı, kölesine ve kadınların korudukları şeyi karısına vermesi
gibi — bu takdirde zararı Ödemez. Yâni bir kimse, bir adama emânet (vedia)
bırakıp; «Bunu, karına, kölene, cariyene, çocuğuna ve ücretli işçine (ecîrine)
verme.» dese ve bu kimseler, kendisine emânet konulan kimsenin ailesinde
olsalar, imdi mûda' emâneti bunlardan birine verse ve emânet helak olsa,
verdiği kimse medfû'dan ayrı bulunmakda ise, emânet konulan kimsenin ondan başka
ailesi ve hizmetkârları olmakla, o emânet konulan kimse 'zararı Öder. Eğer ondan
başka ailesi ve hizmetkârları yoksa zararı ödemez. Çünkü bu şart faydalı
(mü-fîd) dır. Ba'zan insan malı üzere bir adamdan emin olur da, onun ailesinden
emîn olmaz. Lâkin mûda'm imkân ölçüsünde şarta uyması ve gözetmesi gerekir.
Eğer mûda'ın emâneti verdiği kimse, mâlikin verilmesinden menettiği kimselerden
olup, medfû'dan ayrı bulunursa, her ne kadar o kimse emânetin korunmasına,
mâlikin emrettiği biçimde Jtâdİr «İsa da; mûda1 emâneti mcnedildiği biçimde
koruduğu (hıfz ettiği) için vuku' bulacak zararı öder. Eğer o kimse medf A'-dan
ayrı değil ise, zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan kimsenin (mûda'm),
emâneti koruması, ancak onunla mümkün olur ve bu şarta riâyet etmekle beraber
koruma (hıfz) işi mümkün olmaz. İmdi mâlikin kayıdlaması (takyidi) mu'Uber
olmayıp, bâtıl olur. .Sanki o kimse, «Koruma» demiş gibi olur. Bu durumda
mâlikin sözü, aslını bozmuş olur. Bu, şuna ben2er ki: Mâlik, hayvanını emânet
koyup, «Bu hayvanı, kölene verme.j»
dese veya emâneti, nıûda'ın kansına vermesinden (menetse, halbuki o
emânet de kadınlar elinde korunur şey olsa Ve adam da o karısından ayrı
bulunmasa, bu şart aslına aykırı olup, bâtıl olur. Nitekim mâlik, bir binadan
belli (muayyen) bir evde emânetin korunmasını mûda'a emretse veya o belli
evde, belli bir sandık içinde korunmasını emretse, kendisine emânet konulan
kimse, o emâneti, o binanın başka bir evinde veya o muayyen evde başjka bir
sandıkda korusa, mûda' bu takdirde zararı ödemez. Bu iki haneden başkası, bunun
hilâfınadır. Yâni, meydana gelen zararı öder. Bunda asıl olan şudur: Şart,
ancak faydalı olup ve onu yapmak mümkün olursa sahîlı olur. Başka binaya
koymakdan menetmek faydalıdır. Çünkü iki bina, korrimakda ve güvenlikde farklı
olur. Bu durumda şart, sahih ve onu yapmak mümkün olur. Fakat bir bina içinde
olan iki ev, ba'zan korumakda pek az farklı olurlar. Bunların birinden almaya
imkân bulan, ötekinden almaya da imkân bulur. Şu hâkîe şart, faydalı olmaz ve
onunla amel de imkânsızdır. Bu takdirde o şart, mu'teber olmaz.
İSİ sandık dahî
böyledir. Bu surette sandığın ta'yînl fayda vermez. Çünkü bir evdeki iki
sandık, zahiren farklı olmazlar. Ancak emânet konulan evde ve sandıkda bozukluk
(halel) zahir olursa, bu takdirde şart faydalı olur. Kendisine emânet konulan
kimse (mûda'), aksini yaparsa, zararı öder.
Kendisine emânet Ikon
ulan kimse, emâneti başkasına emânet koyup, o da helak olsa, mâlik ancak
birincisine Ödetir. Bu, İmâm A'zam* (Rh.A.) a göredir. îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ);
«Mâlik, her hangisine dilerse ödetir.» demişlerdir. Eğer mâlik, ikinci mûda'a
ödetirse, ikincisi birincisine rucıV eder.
Şayet gâsıb, mağsûbu
emânet koyup, mağsûb; kendisine emânet konulanın (mûda'ın) elinde helak olsa,
mâlik hangisine dilerse ödetir. Gâsıbın, ödemesinin nedeni açıktır. Kendisine
emânet konulan kimsenin Ödemesinin nedeni ise, mâlikin rızâsı yok iken gâsıbdan
teslim aldığı içindir. Bundan sonra, kendisine emânet konulan kimse (mûda'),
eğer gâsıb olduğunu bilmezse, tek sözle (ihtilafsız) gâsıba rucû' eder. Bilirse,
zahire göre yine öyledir.
Ebû'1-Yüsr (Rh.A.);
><Kendisine emânet konulan kimse, rucû' edemez.» diye rivayet etmiştir. Buna,
Şems'ul-Eimme (Rh.A.) dahî işaret etmiştir. Nihâye'de böyle denmiştir. Nitekim
gâsıbda ve gâsıbın gâsıbında ve gâsıbdan mağsûbu satın alanda olduğu gibi. Yâni
gasb edilen şey (mağsûb), gâsıbın gâsıbında helak olsa, mâlik hangisine dilerse
ödetebildiği gibi. Ve yine gâsıbdan, mağsûbu satın alan müşteri elinde mağsûb
helak olsa, mâlik hangisinden dilerse ödettiği gibi. Çünkü gâsıbın gâsıbı ve
müşteri, mâlikin izni olmadığı için, ibti-dâen gâsibdan kabul etmekle, gâsıbın
benzeri olurlar. Keza bekâen dahî, gâsıbın benzeridirler.
Bir kimsenin
beraberinde bin akça olup iki adamdan her biri, o bin akça kendisinin olduğunu
O'na emânet ettiğini iddia etseler, O kimse de, onlara yemîn etmekden kaçınsa
(nükûl etse), bin akça, o iki müddeînm olur. [Yeminden kaçınan kimsenin, iki
müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü, onlardan her birinin da'vâsı
şahindir. İki müddeî'nin her biri için, o kimseye yemîn teveccülı eder. Kadının
iki müddeînin her biri için ayrıca, o kimseye yemîn vermesine sebeb, bin akçayı
ayrı ayrı iddia ettikleri içindir, Bu mes'ele dört veclı üzeredir. Çünkü o
kimse ya, o iki müddeî için yemîn eder. Ya da, birinci için yemîn eder, ikinci
için yeminden.kaçınır. Ya da, ikinci için yemîn eder, birinci için yeminden
kaçınır. Ya da, ikisi için yeminden kaçınır. Eğer o kimse, İki müddeîden her
biri için yemîn ederse, ikisi için de bir şey lâzım gelmez. Eğer müddeî birinci
için yemîn edip ikinci için kaçınırsa, bin akça ikincinindir. Bu da; ya yeminden
kaçınmak suretiyle bezli (9) ya da ikrar ettiği içindir.
Birinci müddeî için bir
şey lâzım gelmez. Eğer ikinci müddeî için yemîn edip birincisi için yeminden
kaçınırsa, bin akça birincinin olup, ikinci İçin bir şey lâzım gelmez. Eğer
birinci müddeî için yeminden kaçındığı gibi, ikinci için de kaçınırsa, bin akça
ikisi arasında paylaştırılır. Çünkü yeminden kaçınmak, bezl'i veya ikrarı ile,
ikisinden her birinin o kimsede hakkı olmasını gerektirir.
O kimsenin, İki
müddeîye bin akça daha vermesi gerekir. Çünkü yeminden kaçınması, iki ühüddeînîn
her birine bin akça vermesini gerektirir. Sanki, yânında başkası yokmuş gibidir.
Meycûd olan bin akçayı
ikisine verince, birinin payının yansı diğerinin payının yarısını ona vermiş
olur. Bu durumda, ikisine bin akça da borçlu olur.
Hür bir jkimse, mahcur
bir köleye emânet bırakıp, O da kendisi gibi bir mahcur köleye emânet etse,
emânet konulan şey (vedia) zayi' olsa, yalnız birinci mahcur köle öder. Çünkü
birinci mahcur, ikinci mahcurun, o şeyin itlafına musallat kılmış ve zararı
ödemeyi üzerine şart etmiştir. Bu durumda, teslît sahîh; efendisi hakkında şart
bâtıldır. İkinci mahcur köle zararı ödemez. Çünkü kendisine emânet konulan
kimsenin, emânet ettiği kimse
(yâni mûda'm mûda'ı) eğer
Bezi: Bol bol verme, safına. tecâvüz etmedi ise, İmânı A'zam1 (Rh.A.) a göre, zararı
ödemez. Birinci mahcur; efendinin hakkına riâyeten âzârf edildikten sonra
zararı öder; Eğer emânet, üçüncü mahcurun yanında zayi' o]sa, yâni ikinci mahcur
kendisi gibi üçüncü ınahcûıa emânet edip, üçüncüde helak olsa, her ne kadar âzad
edilse de, onun zaraıı ödemesi lâzım gelmez. Çünkü emanetçinin emanetçisi
(mûda'm mûda'ı) dir. Emanetçinin emanetçisi ise, İmâm A'zam' (Rh.A.) a fföre,
zararı ödemez.
Birinci mahcur âzâd edüclikden
sonra borçlu ulur. Nitekim, sebebi daha önce geçti, ki onu itlafa musallat
etmiştir. İkinci mahcur derhal borçlu olur. Çünkü üçüncü mahcura vermesiyle,
vediayı yitirmiştir. Emanetçinin emanetçisi (mûda'm mûda'ı), İmâm A'zanV (Rh.
A.) a göre, tecâvüz ederse, zararı Öder.
Rehn bölümünün,«Emânet
Bölümü-) île ilgisi; relinin ayrTi mür-tehinin elinde emânet olmasıdır. Nitekim,
yakında açıklaması gelecektir. Şu hâlde rehn, emânet gibi olur.
Rehn, lügat yönünden,
mutlak surette halis (alıkoymak; etmektir. Şer'an; inaldan alınması mümkün ulan
bir hak ile inalı habs etmektir. Mal sözü; hürriin, miulebberin, şarâbın ve
bunların benzerinin rehn olmasından sakınmak (ihtiraz) içindir. Çünkü bunlar,
mal değildir.
Bu hak, hakikaten borç
(deyn) dur. Hem, zahiren ve batman vft-cib bir borçtur. Ya da, ancak zahiren
vâcib borçtur. Çünkü rehn bir kölenin semeni ile ve sirke (hail) in semeni ile
ve boğazlanan bir hayvanın semeni ile ve inkârdan olan sulh bedeli ile sahih
olur. Köleye bir kimse müstehık çıksa da, veya hür çıksa da veya rehn .konan şey
şarâb olsa. da veya ölmüş hayvan (meyte) olsa da, ya da alacaklı' ile borçlu
birbirlerini borç olmadığına dâir tasdik etseler de, rehn sahîh olur. Çünkü borç
(deyn) zahiren vâcibdir. Zahiren vâcib olması ise kâfidir. Zîrâ, zahiren vâcib
olan borç, mev'ûd olan borçdan daha kuvvetlidir. Nitekim, yakında açıklaması
gelecektir.
Ya da, o hak hükmen
borçdur. Misli veya kıymeti ile ödenen ayn'-iar gibi. Fakihler onlara,
uBinei'sihâ a'yan-ı mazmûııe (Kendiliğinden Ödenen aynlar)» adını verirler. Bu
adın verilmesinin nedeni, yakında açıklanacaktır.
Relin, gayr-i lâzım
olduğu hâlde jnün'akld olur. Çünkü rehn, hibe ve sadaka gibi tebemidur. Hibede
olduğu gibi, ıcâb ve kabul ile mün'akid olur.
Ruhi 11'İn
relini teslim etmesi ve ondan geri dönmesi caizdir. Şayet râhhı, rehni teslim
etse ve mürtehin
tarafından, toplanmış olduğu hâlde teslim alınsa, rehn lâzım olur. toplanmış
(mecmu') sözü, ağaç üzerindeki meyvenin ve tarladaki ekinin rehn edilmesinden
ihtirazdır. Çünkü rehn alan kimse, râhinin hakkı ile meşgul olmadığı hâlde onu
toplayamaz. Bu, onun aksinden ihtirazdır. Aksi; ağacı meyvesiz ve tarlayı
ekinsiz rehn etmektir. (Evde râhinin eşyası var iken, evi rehn etmektir.
Ayrıbııış olduğu hâlde
teslim alınırsa, rehn lâzım olur. Bu söz, müşâ'dan ihtirazdır. Kölenin yarısını
ve evin yarısını rehn etmek gibi. Gayet'ul-Beyân'da böyle zikredilmiştir.
Bu lâfızlara uygun olan
ma'nâlar bunlardır. Yoksa ba'zı ulemânın dediği gibi; birincisi miişâ'ın,
üçüncüsü meyveyi ağaç üzerinde ağaçsız rehn etmekten sakınmak değildir. Nitekim,
doğru düşünebilenlere gizli kalmaa.
Râhhı, rehni teslim
ettikde rehn lâzım olur. Kelinde tahliye, teslim almakdır. Tahliye ile
nıurâd, teslim almak mümkün olacak zamanda engeli ortadan kaldırmaktır. Engel
ortadan kalkınca, mtir-tehinin teslim alması hükmünde olur. Hattâ rehn, râhin
tarafından konup mürtehinin huzurunda bulunsa, mürtehin onu almayıp zayi1 olsa,
mürtehin öder. Binâenaleyh, Zeylaî' (Rh.A.) nin lügat ma'nâsı-nm zahirine
bakarak: «Doğrusu taihliye, teslimdir.» sözünün vechi yoktur. Çünkü teslim,
katoza engel olanı ortadan kaldırmakdan ibarettir. Engeli ortadan kaldırmak
ise, teslim edicinin fiilidir. Teslim alanın fiili değildir. Halbuki kabz,
teslim alanın fiilidir. Nitekim sa-tışda tahliye, teslîm almak (kabz) olduğu
gibi. Fukalıâya şöyle i'tirâz edilmiştir: Tahliyenin, rehni teslîm almakda kâfî
gelmemesi îcâb eder. Çünkü teslîm almak (kaıbz), rehinde Nassan bildirilmiştir.
Satış, bunun aksinedir. Hattâ, teslîm almanın rehnde şart olması Allah Te-âlâ'
(C.C.) nın:
«Teslim alınmış
rehnler...» âyet-i kerimesiyle
istidlal etmişlerdir.
Asi olan şudur ki;
Mansûsda bildirilen şeyin mevcudiyetine en mükemmel şekilde riâyet olunur. Ben
derim ki: Mansûsun vücûduna eh mükemmel şekilde riâyet, ancak müstekıllen
bildirildiği vakit gerekir. Amma mansûsa tebean zikredilirse, vücûduna
cihetlerin en kâmili üzere riâyet vâcib olmaz. Çünkü satışda birbirini razı
etmek, Allah Teâiâ' (C.C.) mu:
«Meğer ki (o mallar)
sizden karşılıklı bir rızâdan (doğan) bir tİ-câret (malı) ola.»
âyet-i kerîmesiyle mansûsun-aleyhdir.
Eğer ımu'Cerizin sözü
sahih olaydı, mecbur edilenin satıcı bâtıl olup, fâsid olmazdı. Halbuki Öyle
değildir. Açıklaması gelecektir.
Eğer rehn helak olursa,
mürtehin kıymet ve borcun en azıyla öder. Bilmelisin ki, rehn, İmâm Şafiî'
(Rh.A.) ye göre, hâlis emânettir. Hattâ, İmam Şâfİî (fiti.A.) relini, zararı
ödenmesi gerekli (mazmun)
saymaz. Bize göre; rehn, emânettir. Lâkin rehn alan kimsenin yed'i, yed-İ
İstifadır ve helak ile sağlaımlaşır. Çünkü istifa, maliyetten hâsıl olur,
ayn'daı* hâsıl olmaz. İmdi İmâm Şafiî' (Rh.A.) nhı kabul ettiği gibi ayn'ı
istifa istibdâl (değişme) olur. Halbuki mürtehin, alıcıdır; değiştirici
değildir. İstifa (yâni hakkım tam ma'nâsiyle almak), ancak hakkın cinsinden
olur. Afallar arasında mücâneset, maliyet sıfatı i'tibâriyledir, ayn
i'tlbâriyle değildir. Bu takdirde mürtehin, ayn'da emindir. İstifanın
hakîkatında kese gibi. Bundan dolayı relinin nafakasını, rehn hayatta iken
râhin verir. Ölümünden sonra, kefenini dahî râhin verir. Resûlüllah (S.A.V.):
«Onun (rehnin) zararı,
râhinin üzerine lâzım gelir.» hadîsinin ma'nâsı budur.
Eehn helak olunca,
mürtehiıı relinin kıymeti ile borcun eıı az olanını öder. Yâni, bu zikredilen
kıymetten veya borçdan hangisi daha az ise onu öder, demektir.
Eğer ıhorç ve iıelinin
kıymeti, müsavi olursa, vahinin borcu düşer. Yâni mürtehin, rehn borcunu alınış
olur. Eğer rehnin kıymeti borçdan daha çok olursa, borçdan fazlası, ınürtehmde
emânettir. Çünkü mazmun (yâni ödenmesi gerekli olan), istifaya yetecek olan
miktardır, O da, borcun miktarıdır. Eğer helak olan rehnin kıymeti borçdan
daha az ise, borçdan o miktar düşer ve ınürtelıin fazlasını alır. Meselâ râhin,
kıymeti on akça eden bir giysiyi, on akça borca rehn koysa; imdi o giysi,
mürtehinin yanında helak oîya, râhinin borcu düşer. Eğer giysinin kıymeti beş
akça ise, mürtehin, râhinden diğer beş akça alır. Eğer giysinin kıymeti onbeş
akça ise; beş akça fazlası, mürtehinin elinde emânettir. MürteJiin, isbâtsız
Helak da'vâ etmekle zararı öder. Yâni mürtehin, relinin helakim da'vâ etse, eğer
rehne delü bulunmazsa mutlak olarak, yâni; rehn gerek hayvan, köle ve akar gibi
emvâl-i zahireden olsun veya altın ve gümüş gibi emvâl-i bâtıııa-dan olsun,
öder. İmâm Mâlik (Rh.A.); «Ancak emvâl-i batmada öder.» demiştir.
Mürtehinin alacağını
râhinden istemesi caizdir. Çünkü rehni istemek, borcu düşürmez. Yine
mürtehinin, râhini borcu sebebiyle habs etmesi, her ne kadar rehn, mürtehinin
elinde olsa da, caizdir. Çünkü mürtehinin hakkı, reimden sonra bakîdir ve habs
zulmün cezasıdır. Râhinin,. kâdî huzurunda borcun va'desini uzattığı (metal)
anlaşılınca, zulmü defetmek için habs edilir.
Mürtehinin, feshden
sonra, borcu alıncaya veya zimmeti ibra edinceye kadar rehni habs etmek
(alıkoymak) hakkı vardır. Çünkü rehn mücerret fesh ile bâtıl olmaz. Belki
mürtehin, rehni râhine fesli yoluyla geri verir. İmdi reîm, m&zmûnen kalır.
Yâni re-hnin kabzı, rehn alanın elinde ve borç rehn koyanın zimmetinde kalır.
Behnle faydalanmak
mutlak surette caiz değildir. Ne
istihdâm, ne oturmak, ne giymek, ne kiraya vermek ve ne de ariyet,
vermek ile faydalanmak caiz değildir. Gerek o faydalanma rehn alandan ve
gerekse rehn koyandan olsun müsavidir. Ancak, izinle olursa câte-dlr. Yâni,
faydalanan mürtehin olursa, râhinin izniyle c.âiz olur. Veya faydalanan râhin
olursa, ancak mürtehinin izniyle ekiz olur. İzhı-den önce rehn ile faydalanırsa,
mütecaviz olur, ama rehn tecavüzle bâtıl olmaz.
Eğer {mürtehin, borcu
rallinden isterse, velevki ımirtehimn istemesi ırehn akdi yapılan Imcmlekettcn
başka yerde olsun, rehin gttir* mesi emredilir. Çünkü mürtehinin, rehni teslim
alması, istifa kabzıdır. Malının teslim alınmasına, istilâ elinin (yed-i
istilânın) mevcû-. diyetiyle beraber vech yoktur. Çünkü, rehnin helak olması
muhtemeldir. Şayet rehn, mürtehinin. elinde helak olsa, istifa tekrarlanır.
Eğer rehnin taşınması
için güylük yok ise, mürtehine rehnin hâzır edilmesi emredilir. Çünkü
mekânların hepsi; teslim hakkında, bir tek yer hükmündedir.
Eğer imürtehin rehni
hâzır ederse, rehn koyan kimse, borcu müı-tenine teslim eder. Ondan sonra
mürtehin rehni, mürtehinin hakkı teayyün etmesi için râhine teslim eder. Nitekim
rallinin hakkı, ı-ehniıı hâzır olmasiyle müteayyin olması gibi. Bu, eşitliği
gerçekleştirmek İçindir. Nasıl ki, satılan şey (metol1) ve semende, mebî' hâzır
olup ondan sonra semen teslim edildiği gibi.
Eğer rehnin
taşınmasında güçlük olursa, râhin borcu*, rehni getirmeden teslim eder. Yâni
mürtehine, rehni getirmesi teklif edil* mez. Çünkü O'na vâcib olan, rehni
tahliye ma'nâsma teslimdir. Yok' sa bir yerden, başka bir yere nakl değildir.
Lâkin râhinin, mürtehine rehnin helak olmadığına dâir «Allah' (C.C.) an yemîn
vermesi caizdir. Kâfî'de böyle denmiştir.
Rehn alan bir kimse
(mürtehin), alacağım vahinden istese; mürtehine rahmin emri ile âdil bir
kimsenin yanma koyduğu rehni getirmesi teklif edilmez. Çünkü rehn, râhinin emri
ile başkasının elinde bulunmaktadır.
Keza, mürtehin,
rallinin emri ile sattığı rehnin semenini tosmıv almadıkça, kendisine semeni
getirmesi de teklif edilmez. Çünkü semen, rehnin satılmasının emredilmesiyle
borç olmuştur. Sanki râhin onu kendisi borç olarak rehnetmiş. gibi olur. Onu
teslîm aldığı vakit; bedel, mübdel yerine geçtiği için; yânî rehnin semeni olan
bedel, satılan rehn yerine geçtiği için, getirmesi teklif edilir.
Keza; elinde temkini
rehin bulunan mürlehin, yâni rahmin borcunu ödemek için satışına imkân verdiği
rehin de getirilmek için teklif edilmez. Yâni, râhin borcu ödemek için rehni
satmak istese, mür-tehine satış' imkânı vermek vâcib olmaz. Çünkü relinin hükmü,
borç ödeninceye kadar sürekli alıkonması- (habs) dır. Şu hâkle, rehnin
semeninden ödemek nasıl sahih olur?
Yine, borcun bir
kısmını Ödeyen rallinin, borcundan geri kalanı mürtehin teslim almadıkça, rehnin
bir kısmını teslim etmesi mürte-hine teklif edilmez. Çünkü geri kalan borcunu
alıncaya kadar, mür-tehinin rehnin tamâmını alıkoyması (habs etmesi) hakkıdır.
Nitekim, satılan şeyin (mebî'in) hab&inde olduğu gibi.
Behn alan kimse
(mürtehin), relini kendisi korur.
Kansı, çocuğu, hizmetçisi, aylık veya yıllık olan işçisi gibi, mürtehin ile
beraber oturan ailesiyle de koruyabilir. Çünkü i'tibâr onunla beraber
oturmalarinadır. Nafakaya değildir. Halta relin alan kadın, eğer relini korumak
İçin kocasına verse, meydana gelen zararı ödemez. Bun», Zeylaî (Rh.A.)
zikretmiştir. Rehni, zikredilenlerden başkası ile korursa, meydana gelen,
zararı öder. Çünkü vâcib olan korumayı (hıfzı), terk etmiştir.
Yine, mürtehin tecâvüzü
ile, yâni açıkça teaddl etmesiyle ve rehni emânet koymasiyle meydana gelen
zararı öder. Nitekim takarrür etmiştir ki, rehnin ayn'ı, emânettir.
Yine; mürtehin, rehn
olan yüzüğü sağ veya sol elinin küçük parmağına takmakla da vâki' olacak zararı
öder. Çünkü, onu kullanmış olur. Başka parmağına takarsa, bu korumaktır. Yine,
rehn olan iki kılıcı takınsa, zararı öder. Çünkü,, bu kullanmaktır. Rehn olan
üç kılıcı takınsa, ödemez. Çünkü, bu korumaktır. Zira* yiğitler âdeten iki kılıç
takınırlar, üç kılıç takınmazlar. Bu zikredilen suretlerde ödemek, kıymetin
tümüyle gasb ödemesidir. Çünkü borcun mikdârından fazlası, zikredilen gibi,
emânettir. Emânet ise, telef edilmesiyle ödetilir.
Behn olan yüzüğü, başka
yüzüğün üzerine takınmak âdete râci-dir (ilgisi vardır). Eğer rehn alan kimse,
iki yüzük takınmakla zînet-lenen kimselerdense, zararı Öder. Değil ise, böyle
yapmakla koruyucu olur, ödemez.
Rehnl koruma masrafı
mürtehine âiddir.
Meselâ, evin korunma ücreti ile koruyanın ücreti böyledir. Zîvâ relinin
kıymeti, borç-dan daha çok olsa da, korumanın tamâmı mürtehine âiddir. Çünkü
korumanın vâcib olması, alıkoyma (habs) sebebiyledir ve habs hakkı mürtehin için
bütün relinde sabittir. Fakat rehni, rallinin eline geri vermek veya rehhden bir
kısmı geri vermek için yapılan masraf, ödenmesi gereken borca (mazmuna) ve
emânete taksim edilir. Yâni rehn, mürtehinin elinden çıktı ise relinin;
mürtehine geri verilmesinin masrafı —meselâ kaçak kölenin ücreti gibi— mürtehine
âiddir ve rehnin kıymeti borcun misli ise, böyle yapılır. Kczâ relinden bir
kısmın mürtehinin eline geri verilmesinin masrafı — meselâ, yaraların tedavisi
gibi — rehnin kıymeti borcun misli olduğu takdirde, mürtehine âiddir. Amma,
relinin kıymeti borçdan daha çok olursa, ödenmesi gereken borç (mazmun) ve
emânet üzere taksim edilir. İmdi ödenen, rehn alan kimseye, emânet de rehn
koyana âid olur. Yaralan tedâvî etmek, hastalıklara ilâç kullanmak ve
cinayetlere fidye vermek de zikredilen gibidir.
Rehnin haracı,
bekâsının masrafı ve menfaatlerinin ıslâhı, relin koyan kimseye âiddir.
Meselâ rehnin nafakası, giyimi, çobanın ücreti, rehn olan -çocuğun sütanasınm
ücreti, bostanın sulanması ve diğer işlerinin ücreti gibi. Hâsılı; rehnin
bekasına râci olan her şey; gerek rehnde fazlalık olsun, gerekse olması», rehn
koyan kimseye âid-dir. Çünkü ayn, rehn koyan kimsenin mülkünde kalır. Keza
rehnin menfaatleri dahî, O'nun için memlûktur. Rehnin korunmasına râci' olan
şey, ya hassaten veya taksim île rehn alan kimseye âiddir. Nitekim, yukarda
geçti.
Rehn koyan ile rehn alandan
birine vâcib olan şeyi, diğeri ödese, teberru' etmiş olur.
Çünkü^ başkasının borcunu, O'nun emri olmadan ödemiştir. Ancak kâdî, O'nun
ödenmesini emrederse teberru' olmaz. Çünkü kâdînm, umûmî velayeti vardır. Bu
takdirde, rehn sahibi emr etmiş gibi olur.
Altın ve gümüşün rehn
olmaları sahîhdir. Ölçü ve tartı ile alınıp verilen şeylerin rehn olmaları da
sahîhdir. Çünkü bunlar, hakkını tam nıa'nâsiyle alma (istîfâ) mahallidir. Şayet
zikredilen şeyler, cinslerin hilâfına rehn edilseler, helak olduklarında, diğer
mallar gibi kıymetleri İle helak olurlar. Bu, açıktır (zahirdir).
Eğer Ikendİ cînsleriyle
relin edilip helak olsalar, borçdan misilleri iie helak olurlar ve mümâselet,
miktarda nıu'teber olur. O da, vezn veya kiledir. İyiliğe ve kıymete i'tifoâr
edilmez. Çünkü borç vezni olsa ve rehn de keza borç gibi vezni olup helâk-olsa;
rehn, borca eşit olursa, borç düşer.. Eğer borç, rehnden fazla olursa, ondan
rehn kadarı düşüp fazlası rehn koyanın zimmetinde kalır. Eğer rehn, borçdan
fazla olursa, ondan borcun miktarı düşüp, fazlası rehn koyanın olur.
Müşâ* olan şeyin rehn
olması sahih değildir. Çünkü bilirsin ki, rehnin hükmü, yed-i istîfâ
(alabilmenin) nın sabit olmasıdır. Bu ise müşâ', müşâ' olması bakımından müşâ'da
mutlak surette tasavvur edilemez. Yâni gerek taksim kalbûl eden, gerek etmeyen
mallardan olsun ve gerek ortağına, gerek yaibancıya rehn etsin, müsavidir.
Sonradan arız olan
beraber bulunan gibidir. Sahih olan söz de budur. Hulâsa'da böyle denilmiştir.
Ağaç üzerinde olan
meyvenin, ağaçsız, rehn edilmesi sahih olmaz. Yine, tarla üzerindeki ekinin ve
hurmanın relini, tarlası/, sahih olmaz. Çünkü rehn olan şey, rehn olmayan,
şeye, yaradılış bakımından bitişiktir. Şu hâlde, müşâ' ina'nâsınadır.
Keza, aksi de sahih
değildir. Yâni meyvesi üzerinde olan
ağacı, meyvesiz ve ekini üzerinde olan tarlayı ekinsiz relin
etmek sahih olmaz. Çünkü bitişme, iki taraflıdır. İmdi, asi olan şudur: Relin
edilen şey, şayet relin edilmeyene bitişik olsa, rehn edilen şeyi yalnız başına
teslim almak imkânsız olduğu için, caiz değildir.
Hür insanın,
nvüdebherin, nnikâlcbiıı, ümm-ü veledin, vakfın ve şarâbın rehn «dilmesi sahih
değildir. Çünkü rehnin, hakkı tam ma'-nâsiyle almanın (istifanın) sübûtudur.
Bunlardan ise, hakkı tam ma1-nâsiyle almak (istifa) sabit olmaz. Zîrâ hürde,
maliyet yoktur. Diğerlerinin satılması ise, caiz değildir. Zikredilenlerin,
Müslüman tarafından Zimmîye veya Müsliimana rehn edilmesi de caiz değildir.
Müsîümanm, hür insanı
ve benzerlerini rehn vermesi veya bir Müslümandan veya Zimmîden rehin alması
eâiz değildir. Çünkü Müslüman hakkında ifâ
(ödemek) ve istilâ (almak) imkânsızdır.
Müslümanın şarâbını
rehn alan Ziınınî, şarâbın helak zararı ödemez. Yâni şarâbı rehn koyan kimse
Müslüman olup, rehn alan kimse Zinımî olsa; Zimmî, .şarabı Müslüman'a ödemez.
Nitekim Zimmî, Müslüman'dan şarâbı gasb etse, ödemediği gibi. Çünkü şa~ râb,
Müslüman hakkında mal değildir. Aksinde, ödemek vardır. Yâni şarâbın rehn
koyucusu Zimmî olup, rehn alan kimse Müslüman olsa; Müslüman, Zimmîye şarâbı
Öder. Nitekim Müslüman, şarâbı Zimmîden gasb etse, ödediği gibi. Çünkü şarâb,
Zimmî için maldır.
Vedîa, ariyet,
müdârebeve şirket malı gibi, emânetlerin rehn edilmesi de doğru olmaz. Çünkü
rehnin nıûcebi, rehn alan için, yed-i istifa (alabilmenin) nın sübûtudur. İmdi
relini teslim almak mazmun olmuştur (garanti edilmiştir). Şu hâlde kab^ mazmûnen
vâki olup ve ondan borcun alınmasının sabit olması için, sabit olan ödeme
{ze-mân) lâzımdır. Emânetlerin teslim alınması (kabzı) ise, mazmun değildir ki
onlar ile rehn sahih olsun.
Satıcı elinde olan
satılık mal (mebi1) ile de rehn sahih değildir.
Çünkü bilirsin ki rehn;
hakîkaten veya hükmen borç (deyn) karşılığında olmak îcâb eder. Satıcının
elinde olan satılık mal ise, hakikaten borç değildir. Bu, açıktır. Hükmen de
borç değildir. Çünkü hükmi borç, misli veya kıymeti ile mazmun olması vâcib
olandır. Satıcının elinde olan satılık mal ise, böyle değildir. Belki helak
oisa, satıcının hakkı olan semen düşer. Onda, zararı ödemek (zemân) yoktur.
Fu-kahâ buna; «Kendinden başkası ile ödenmesi gereken ayn (ayn-ı maz-mûne
bigayrihâ)» âdını verirler. Bunun açıklaması, gelecektir. İn-şâallâhu Teâlâ.
Derefc'in de
rehn edilmesi sahîh değildir. Rehnin derek ile açıklanması şudur ki; bir adam,
bir malı satıp ve malın semenini alıp teslim ettikde, müşteri istihkâkdan (yâni
başkasının mala müstenık çıkmasından), korkup semenle satıcıdan, dereliden önce
rehn olarak alsa, bu rehn bâtıldır. Hattâ derek helâl olsun, olmasın müşteri
relini alıkoymaya 'mâlik olamaz. Rehn helak olunca, derek helâl olsun olmasın,
onun yanında emânet sayılır. Çünkü akd bâtıl olduğu için yok demektir. Kâfi'de
böyle denmiştir.
ölüye ağlaması için
ücretle tutulan kadının (nâihamn), şarkıcı kadının ücreti ve satılan hür insanın
semeninin rehn olması sahîh olmaz. Hattâ rehn edilen helak olsa, ödenmesi
gerekmez. Çünkü, karşılığında ödenmesi gereken bir şey yoktur. Hakkı tam
ma'nâsiyle almak (istîfâ) imkânsız olduğu için, nefsle kefalet de rehn olmaz.
Şuf'a ile de rehn sahîh değildir. Çünkü satılık şey (nıebî'), müşteriye ödemesi
lâzım gelen şey değildir. Yine, suç işleyen veya borçlu olan kölenin rehn olması
da sahîh değildir. Çünkü efendisinin O'nu ödemesi icâb etmez. Zîrâ helak olöa,
efendisi üzerine bir şey lâzım gelmez.
Mutlak surette kısas
rehn edilmez. Yâni kısas gerek nefsde, gerek nefsden azında olsun; hakkı tam
ma'nâsiyle almak (istîfâ) imkânsız olduğu için rehn edilmesi sahîh olmaz.
Hatâen işlenen cinayet, bunun- hilâfmadir. Çünkü rehnden, diyetin tam ma'nâsiyle
alınması mümkündür.
Rehn; gasb edilmiş mal,
hur bedeli ve mehr ve kasden adam öl-dürmekden sulh bedeli gibi, misli veya
kıymeti ile ödenen ayn ile sahih olur.
Ma'lûm olsun ki: **yân
(ayn'ı olan şeyler) üç kısımdır. Birincisi: emânetler gibi, asla Ödenmesi
gerekli olmayan (gayr-i mazmun) ayn-dir. Çünkü zararı ödemek (zemân), helak olan
eğer mislî ise; mislini vermekten, ya da kıyemî ise, kıymetini vermekten
ibarettir. Eğer emânet, teaddîsiz helak olursa, onun karşılığında bir şey
yoktur. Te-addî ile helak olsa, emânet olarak kalmayıp, belki gasbedilmiş
(mağ-sûb) olur.
İkincisi; gasbedihniş şey ve benzeri
gibi, zâtiyle ödenen ayndır.
Buna Fakîhler; «A'yân-ı
mazmûne binefsihâ» derler ki; zâtiyle ödenen ayn'lar ma'nâsına gelir. Fukahâ',
bundan hadd-i zâtında ödenen a^n'lan kasdederler. Vechi şudur: Bildiğin gibi,
zararı ödemek (zemân), helak olanın mislini veya kıymetini vermekden ibarettir.
îmdi, bir şey mislî veya kıyemî olunca, helak olursa misi veya kıymet teayyün
eder. Hadd-i zâtında, arızalarına bakmayarak ödenir.
Üçüncüsü; ödenmeyen
ayn'dır. İLâkin ayn, ödenen ayn'a
benzer.
Satıcının elinde olan
satılık mal gibi. Çünkü o satılık mal, satıcının elinde helak olsa, hiç kimse
misliyle veya kıymetiyle ödemez. Lâkin semen, müşterinin zimmetinden düşer. Bu
ise, mislin ve kıymetin gayridir. Yalnız bu i'tibâr ile Fukahâ buna; «Ayn-ı
mazmûne bigayri-hâ (Başkasıyla ödenen ayn)» demişlerdir. Bu takdirde, sanki o
müşâ-kele (benzetme) kabîlindendir.
Relin, borç ile
—va'dedilmiş de olsa-— sahilidir. Nitekim asi olan budur. İmdi relin, mürtehinin
elinde helak olsa, borçtan va'd olunan şeyle miirtehin nâmına helak olur. Yâni
râhin, mürtehinden bin akça Ödünç (karz) almak için rehn verse ve rehn.
mürtehinin elinde helak olsa, o rehn, mürtehinin va'd ettiği bin akça
karşılığında mür-tehin hesabına helak olur. Şayet borç, rehnin kıymetinden daha
çok olmazsa, belki müsavi veya borçdan daha az olursa; o bin akçayı râ-hine
teslim etmesi, mürtehine vâcib olur. Eğer rehnin kıymeti borçdan daha çok
olursa, borç ile ödenmez. Belki, kıymet ile ödenir.
Rehn, selemin re's-i
mâli (ana parası) ve sarfın semeni ile de sahih olur. Çünkü maksûd, malın
ödenmesidir. Mücâneset ise, maliyette sabittir. İmdi mal yönünden istîfâ (hakkı
almak) sabit olur. Eğer selemin re's-i mâli veya sarf semeni ile olan rehn helak
olsa, akd tamâm olur. Yâni selemin ve sarfın akdi tamâm olur. Mürtehin,
hakkını almış olur. Yâni hükmen kabz tahakkuk ettiğinden, mürtehin, râ-hinin
borcu için almış olur.
Şayet rehn koyan ile
rehn alan, parayı saymazdan önce ayrılsa-îar ve rehn helak olsa, hakîkaten ve
hükmen kabz bulunmadığı için, selem ve sarf akdi bâtıl olur.
Bu tafsilât müslemun
fihde bulunmadığı için; musannif onu ayrıca zikredip şöyle demiştir: «Rehn,
müslemun fin ile de sahih olur.» Eğer rehn helak olursa, akd tamâm olup, relin
müslemun fîh için İvaz olur. Bu durumda mürtehin, sanki borcu almış (istifa
etmiş) gibi olur. Eğer selemin akdini fesli etti ise rehn, müslemun fîhin bedeli
olan re's-i nıâle rehn olur. Selem sahibi (rabbu's-selem), re's-i mâli alıncaya
kadar, rehni alıkor. Bu durumda rehn gasbediimiş (mağ-sûb) gibi olur, ki şayet
mağsûb rehn edildiği hâlde helak olsa, kıymetiyle rehn olur. Eğer rehni
feshden- sonra helak olursa, müslemun i'îh ile helak olur. Hattâ selem
sahibinin, re's-i mâli almak için müslemun fih'in mislini vermesi vâcib olur.
Çünkü, her ne kadar başkası ile mahbûs ise
de --ki o re's-i mâldir onu nıüslemun fihle rehn etmiştir.
Babanın borcu iğin,
küçük çocuğun kölesini rehn eylemesi sahilidir. Çünkü baba, köleyi emânet
koymaya mâliktir; rehn koymak ise, küçük çsocuğun hakkında emânetten evlâdır.
Çünkü rehn alanın muhafazayı üzerine alması, borçlanmaktan daha korkunçtur.
Eğer köle helak olursa, ödemek üzere helak olur. Vedia ise, emaneten helak
olur. Vasi dahi baba gibidir. İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Züfer' (Rh. A-îeyhimâ)
den; «Babanın ve vasinin, küçük çocuğun kölesini rehn koymaları caiz olmaz.»
dedikleri rivayet edilmiştir.
Kölenin, sirkenin veya
boğazlanmış hayvanın semeni ile — şayet kölenin hür olduğu; sirkenin, çarâb
olduğu ve boğazlanmış hayvanın, kendi ölmüş hayvan (meyte)
olduğu zahir olsa---
relin sahih olur.
trıkârdan olan sulh
bedeli ile, - eğer borç olmadığını ikrar ederse— rehn sahih olur. Bu mes'elenin
sureti şudur: Bir adam inkârdan dolayı sulh olsa, sulh bedeline bir şey rehn
etse; ondan sonra birbirlerini borç olmadığına dâir tasdik etseler, bu durumda
rehn ödenir. Bu mes'elelerde asi. olan «Rehn Bölümü» nün başında geçen şu
şeydir ki; borcun zahiren vâcib olması, ıchnin sıhhati için yeter. Hakîkaten
vâcib olması, şart değildir.
Bİr jkinıse, semeni
için, muayyen bir şey rehn koymak veya kefil vermek üzere bir şey satın alsa ve
belirttiği şeyi rehn fcoyıııakdan veya belirttiği kimseyi'"kefil vermekten
kaçınsa; bu satın alma (şirâ), istihsânen sahilidir. Kıyâsen sahih değildir.
Çünkü bu, akdin gerektirmediği bir şarttır. Bunda, iki akidden biri için fayda
dahî vardır. Bir de; bu, pazarlık içinde pazarlıktır. Bu ise, yasak edilmiştir.
Nitekim, yukarda geçti.
İstihsânm veçhi şudur:
Bu şart, akde uygun bir şarttır. Çünkü kefalet ve rehn işi sağlam tutmak
(istisâk) içindir. Yâni kefil almak ve kefîl vermek işi sağlam tutmak içindir.
Bu ise, semenin vücübuna uygun olur. Kefîl hâzır ve rehn belirli olunca, şart
ma'nâsı mu'teber olur. O da, işi sağlam tutmak (istîsâk) dır. Bu takdirde, akd
sahih olur. Eğer kefîl hâzır olmayıp, rehn belirli olmazsa, şartın ayn'ma
i'tibâr edilir. Bu takdirde ise, akd fâsid olur.
Müşteri, verdiği sözü
yerine getirmesi (vefa) için zorlanmaz. Çünkü rehn koyan kimse tarafından
relinin akdi teberrû'dur. Teberru' eden kimse ise, zorlanmaz. O ancak, ödeme
bulunduğu takdirde O'nun haklarından bir hak olur. Halbuki, ödeme henüz yoktur.
Rehni va1-detmek, fiilen relinden daha üstün değildir. Onu rehn etmiş olsa,
îeslîm etmedikçe lâzım geJmez. Va'cl ile lâzım gelmemesi ise, evleviyyeUe kalır,
7 Bu satın almayı, satıcının bozma (fesh etme) hakkı vardır. Ancak müşteri,
satılan şeyin semenini hâlen veya relinin kıymetini reh-nen teslim ederse; yâni
müşteri teslimden .kaçınırsa, —halbuki ödemeye de zorlanmaz— satıcının akdi
bozması (fesh etmesi) caizdir. Çünkü satıcının, satışa rızâsı bu şartladır. Bu
şart olmaksızın satışa razı değildir. Şayet satıcının rızâsı tamâm olmasa, akdi
fesh etmesi caizdir. Ya da, relini terke razı olur. Ancak zikredilen gibi
olursa, bu takdirde maksûd hâsıl olduğu için akdi fesh edemez. Çünkü yedi
is-tîfâ (alabilmek hakkı) ancak ma'nâ üzere sabit olur. O da, kıymettir. Çünkü
suret, emânettir. Müşteri; satıcısına, satılan şeyden başka bîr şey verip,
«Parasını, sana verinceye kadar şunu muhafaza et.» dese, o şey rehn olur. Çünkü
rehne delâlet eden söz söylemiştir. Zira i'tibâr, ma'nâlaradır. Bunda, İmânı
Zütcı'
(Rh.A.) İn ayrı görüşü
vardır.
Bir kimse, iki adama
olan borcu için bir malı relin etse, sahili olur." O malın bütünü, iki adamın
her bîri elinde rehndir. Yoksa, o malın yansı adamın biri ve diğer yarısı öbür
adam için olmaz. Çünkü rehn, bir pazarlıkla malın hepsine muzâf olmuştur. Bunda
ise, şuyû' yoktur. Bunun mûcebi, rehni borç sebebiyle alıkoymak (habs) dır ve o
mal bölünme kabul etmez. Bu durumda rehn, iki mürteninin her biri için mahbûs
olur. Bunda, zıddiyyet yoktur. Nitekim bîr kimse, bir cemâati öldürse ve
öldürülenlerin velîlerinden biri hâzır olup diyeti alsa, hem kendisi ve hem de
geri kalanları için almış olur. İki adamdan hîbe, bunun aksinedir. Bu, İmâm
A'zam' (Rh.A.) a göre, caiz değildir. Çünkü hibeden maksâd, mülkün icâbıdır. Bir
tek malın ise, ikisinden birine kamilen mülk olması tasavvur edilmez. Şu hâlde,
paylaştırmak lâzımdır. Bu ise, maksada aykırıdır. O iki mürtehinin, o malın
korunmasında nöbetleşmelerinde, meselâ, bir gün biri, bir gün diğeri korumakda;
her biri nöbetlerinde, diğeri hakkında adi
gibidir.
Eğer o mal helak
olursa, her bin payına düşeni öder. Yâni alacağı kadar hisse Öder. Çünkü helak
sırasında her biri hissesini almış olur Zira hak almak, parçalanmayı kabul eder.
İmdi o iki nıüıtchinden birinin alacağı ödense, malın hepsi, diğeri için rehn
olur. Çünkü malın hepsi her birinin
elinde, aynlmaksızın 'bir tek rehndir.
İki kimsenin, bir adama
borçlan olup, O'na olan borçları için bir rehn koysalar, 'borcun hepsi için
sahih olur. Borcun hepsini alıncaya kadar,
mürtehin o rehni tular. Çünkü
relinin teslim alınması şuyû'-suz, hepsinde hâsıl olur. .
Her biri kölesini, bir
adama rehn koyduğunu ve onun da teslim aldığını İddin ve isbât eden iki adamdan
her birinin hücceti bâtıl olur. Bu mes'ele müstakildir. Kendisinden önceki
mes'eleye bağlı değildir. Yâni iki adamdan her biri, bir adam üzerine hüccet
getirip, adamın elinde olan köleyi O'na rehn verdiğine ve O'nun da teslim
aldığına, her biri şahadet etseler, bu şahadet bâtıldır. Çünkü onlardan her
biri, o adama kölenin hepsini rehn verdiğini beyyine ile isbât etmişlerdir.
Halbuki o iki şahsın her biri için, kölenin tümü ile hükmedil-mesinin vechi
yoktur. Zîrâ bir kölenin tümünün, hem buna hem ona aynı zamanda relin olması
imkânsızdır. Kölenin tümünün biaynihî ikisinden birine âid olduğuna hükmetmek
için de sebeb yoktur. Çünkü, evleviyyet bulunmamaktadır. İkisinden her birine
yarım hisse ile hüküm vermek için de imkân yoktur. Zira, şuyû' lâzım gelir. Şu
hâlde, boşuna da'vâla-ştıklan açıktır. Yâni, birbirlerini da'vâdan
düşürdükleri açıktır.
Şâyefc rehni koyan kinişe öise
ve rehn iki mürtehinin elinde olsa. İkisinden ıher biri; ölmüş olan rallinin,
kölesini kendisine rehn verdiğini ve kendisinin de teslim aldığını isbât
etseler; kölenin ikisinden her birinde bulunan yarısı hakkı için rehn olur.
Çünkü onun hükmü, rehn koyan kimsenin hayâtında habs idi ve şuyû' ona zararlı
idi. Ölümünden sonra boreda hakkını almak (istifa), satış ile olur ve şuyû' ona
zarar vermez.
Adi ile
adlandırılmasına sebeb; rehn koyan ile rehıı alan kimsenin kanaatmca, adaleti
olduğu içindir. Râhin ile mürtehiıı reh-ni adi bir kimse yanma koysalar, sahih
olur. İmâm Mâlik (Rh.A), bunda ayrı görüştedir.
Râhin ile nıürtehinden
biri rehni, adiden alamaz. Çünkü yed-i âdi yâni
adlin eli ve emînliği ile relinin korunmasında râhinin hakkı taallûk eder.
Mürtehinin rehnde hakkı ise, istifadır (yâni hakkını tam anlamiyle almaktır).
Şu hâlde ikisinden biri, diğerinin hakkını ibtâle mâlik olamaz. O adi,
rehııl'ikisinden birine verirse, zararı Öder.
Çünkü, mal hakkında, rehin koyan kimsenin emanetçisi (mû-da'ı) dir. Maliyet
hakkında ise, rehin alan kimsenin (mürtehinin) emâneteisidir. İkisinden biri,
diğerine yabancıdır. Emanetçi (mûda') ise; emâneti yabancıya vermekle öder.
Rehin, mürtehin nâmına
helak olur. Yâni rehin, adlin elinde helak olursa, rehin alan kimsenin
(mürtehinin) zararına helak olmuş olur. Çünkü adlin eli, mürtehinin elidir.
Şayet ruhin, mürtehini
veya adli veya ikisinden bft^ka bir kimseyi relinin satılması için, müddet
tamâm oldukda vekil.etse* vekâleti sahîh olur. Çünkü bu tevkil, rehin koyanın
(râhinin) malını satmak için tevkildir. İmdi tevkil, rehn akdinde şart kılındı
ise; azl ile ve râhinin veya mürtehinin ölmesiyle azl edilmiş olmaz. Ancak
vekilin ölmesiyle, azl edilmiş olur. Vekil, gerek mürtehin, gerek adi olsun ve
gerekse ikisinden başkası olsun müsavidir. Şayet vekil Ölse, vekilin vârisi ve
vasisi onun yerine geçemez. Çünkü vekâlette irs câri değildir. Bir de: O'nu
vekil eden kimse, O'-nun re'yine razı olup başkasına razı olmamıştır.
Vekilin, relin koyanın
vârislerinin gıyabında rehııi satması caizdir. Nitekim vekîiin, rehn koyanın
(râhinin) sağlığında, râhinin gıyabında rehni satması caiz olduğu gibi. Eğer
mürtehin ölürse, vekil vekâleti üzere kalır. Çünkü vekâlet, ıâlıin ile
mürtehinin ölmesiyle bâtıl olmaz. İkisinden birinin ölmesiyle de bâtıl olmaz,
Rehn koyan kimse gâib
iken eğer müddet dolarsa, mürtehin zarar görmesin diye vekil, rehni satması için
zorlanır. Zorlamanın keyfiyeti şudur: Kâdî vekili, rehni satsın diye bir kaç
gün habs eder. Eğer bundan sonra ısrar edip satmazsa, kâdî rehni o borç için
satar. Müvekkili gârb olan, husûmete vekil kimse gibi, ki o vekil, zararı
savmak için husûmet üzere zorlanır. Eğer mutlaka satışa vekîl ettikden sonra
veresiye satrnakdan nehy ederse, nehy fayda vermez. Kâfî'de böyle denmiştir.
Rehni, rehn koyan veya
rehn alan satamaz. Ancak diğerinin rızâsı ile satar.
Çünkü, ikisinden her birinin rehinde hakkı vardır.
Rehn koyan için, mülk
hakkı vardır. Rehn alan için ise, hakkını tam anlamiyle almak hakkı vardır.
Satışa vekîl olan adi,
rehni satsa, hattâ borç rehnden çıksa, eğer mürtehin semeni teslim almamış İse;
rehn in semeni, rehn yerine geçer. Çünkü semen, teslim almanın (makbuzun)
yerine kâim olmuştur. Adi o semeni yitirse, mürtehin nâmına yitirmiş olur.
Çünkü semen, rehn edilmiş olan nıobi'in yerine geçtiği için, rehn akdi semende
baki kalmıştır.
Keza rehnedilen köle
öldüriilse, hüküm budur. Yâni rehn olan köle öldürülüp kaatil, kölenin kıymetini
ödese, o kıymet, kölenin bedeli olarak rehn olur. Keza bir köle, rehıı olan
köleyi öldürüp kuat-İiin efendisi O'nu, Öldürülene karşılık verse, Öldürülen
kölenin bedeli olduğu hâlde, katil köle de maktul gibi rehn olur.
Şayet adi, rehni satıp
semenini mürtehine verse, sonra rehne ınüa-tehık zahir olsa ve rehn de müşteri
elinde helak olsa, müstehık râhiııe rehnin kıymetini ödetir. Çünkü râhin, onun
hakkında gâsıb-dır. Satış-ve kabz yâni semenin teslim alınması şahindir. Çünkü
râ-hin, ona kıymeti eda etmekle mâlik olmuştur.
Ya da miistehık, rehnin
kıymetini adle Ödetir. Çünkü adi, satış ve teslim ile tecâvüz etmiştir. Bu
takdirde adi, muhayyerdir. Dilerse râhine, rehnin kıymetini ödetir. Çünkü adi,
rallinin vekilidir. Şu hâlde adi, râhin yönünden olan aldanmayla kendisine
lâhık olan zararı râhinden alır.
Satmak ve teslim almak
sahilidir. Çünkü adi, ona ödemekle mâlik olmuştur. Bu durumda adlin kendi
mülkünü satmış olduğu anlaşılır. Şu hâlde mürtehin, adîden alacağını (deynini)
alamaz (ona rucû' edemez).
Ya da adi, mürtehine
ödediği semeni ödetir. Çünkü mürtehiniu semeni haksızlıkla almış olduğu
istihkakla meydana çıkmıştır. Zîrâ adi, köleye ödemekle mâlik olmuştur. Şu
hâlde, o semen adimdir. Çünkü mülkünün bedelidir. Ancak satılan şey! (mebî*)
râiıinin mülküdür zannederek, adi onu mürtehine ödemiştir. Satılan şey râhinin
mülkü olduğu belli oldukda, adi Ödediği semene razı olmaz. Bu durumda, onun
mürtehine rucû' etmesi hakkıdır. Mürtehin de râhine alacağı ile ru-cû' eder.
Çünkü adi rucû' ederse, mürtehinin semeni teslim alması 'bâtıl olur. Bizzarûre
mürtehin alacağı ile râıhine rucû' eder, (yâni alacağını râhinden alır).
Şayet rehni adi satıp,
rehn müşteri elinde meıvcûd ise, müstehık onu müşterisinden alır. Çünkü müstemk,
malının aynını bulmuştur. Rehni satın alan kimse de, adiden semenini geri alır.
Çünkü adi, âkiddir. Akdin hukuku ise, âkide müteallik olur. Ondan sonra adi de,
onun semenini râhinden alır. Çünkü râhin, adli vekîl etmekle onu mes'uliyyet
altına sokmuştur. Bu durumda, rahmin adli kurtarması (tahlisi) vâcibdir. İmdi
adi, râhine rucû1 edince, mürtehinin semeni teslim alması (kabzı) sahih olur ve
mürtehin, teslim" alman şeyi (makbuzu) teslim eder.
Ya da adi, relinin
semenini müıtehinden alır. Çünkü akrt bozulunca, semen bâtıl olmuştur. Halbuki
mürtehin, semeni teslim almıştır. Semen bâtıl olunca, biz-zarûre kabzın
bozulması da vâcib olur.
Ondan sonra mürtehin
de, alacağını rallinden alır. Çünkü adi, mürtehin den semeni geri alıp kabzı
bozulsa, mürtehinin alacakdaki hakkı olduğu gibi geri döner. İmdi rehn akdinde
tevkil şart kılınmadı ise; belki akdden sonra tevkil etti ise, bu sebeble adi
yalnız râhine rucû' eder. Yâni zikredilen tafsilât, ancak rehn akdinde tevkil
şart kılındığı vakitte olur. Fakat rehn akdinde tevkil şart kılmmasa, belki
râhin, adli akdden sonra tevkil etse ve adle uhdeden bir şey lâhık olsa, adi
râhinden ancak o şeyi alır. Yâni müntehinden alamaz. Çünkü tevkil akdden sonra
olunca, ona mürtehinin hakkı tealluk etmez. Şu hâlde, mürtehine rucû' edilmez.
Nitekim, rehnden tecrîd edilmiş olan vekâlette olduğu gibi. Meselâ; bir insan,
bir şeyi satıp semeninden borcunu ödeyivermesi için bir kimseyi vekîl etse, O
da, O'nun istediğini yaptıkdan sonra O'na mes'uliyyet lâhık olsa, teslim alan
kimseye (kâbıza) rucû' edemediği gibi. Relinde meşrut olan vekâlet bunun
aksinedir. Şayet ona mürtehinin hakkı tealluk etse ve satış da onun hakkını
ortadan kaldırsa ve mürtehine hakkı teslim edilse, ona zararı ödeme lâzım
gelmesi caizdir. Gerek mürtehin semeni teslim alsın, gerekse almasın. Semeni
teslim almadığının sureti şudur: Adi, râhinin emri ile rehni satıp, semen adlin
elinde tecâvüzsüz zayi' olsa, bundan sonra rehn konan şeye müstehık zuhur etse,
adle lâhık olan ödeme rehne râci olmaz.
Rehin, mürtehinin
elinde helak olur da sonra müstehık çıkar ve râhin onun kıymetini öderse,
borcuna karşılık helak olmuş sayılır. Yâni helak olmuş rehne, bir adam müstehık
olsa, O'nun muhayyerliği vardır. Dilerse kıymetini râhine, dilerse mürtehine
ödetir. Çünkü ikisinden her biri müstehık hakkında teslim veya kabz ile
tecâvüz-kârdırlar.. Eğer râhine ödetirse, râhinin borcuna karşılık helak olur.
Çünkü o, borcu ödemekle ona mâlik olmuştur. Şu hâlde, ödemesi sa-hîhdir.
Eğer müstehık rehn i mürtehine
ödetirse, mürtehin râhinden relinin Ödediği kıymetini alır. Mürtehin, alacağım
da alır. Mürtehinin, rehnin kıymeti ile rucû' etmesine sebeb; râhin yönünden
teslim ile aldandığı içindir. Borç ile rucû' etmesi ise, teslim alması bozulduğu
içindir. Binâenaleyh, hakkı olduğu gibi geri döner.
Rehn koyan kimsenin,
relini satması mevkuf dur. Yâni
râhin rehnl, mürtehinden izinsiz satsa; ona ımirtehinîıı hakkı tealiuk et-itlği
İçin satış mevkûfdur. Şu hâlde rehni satmak, rehn alan kimsenin iznine
bağlıdır. Eğer rehn alan kimse, rehnin satılmasına izin verirse veya rehn koyan
kimse borcunu öderse, satış geçerli (bey1 nafiz) ölür. Birincide satışın geçerli
olması; tevakkuf, mürtehiıım hakkı olup hakkının düşmesine razı olduğu içindir.
İkincide ise; rehnin satışının geçerli olmasına engel olan şey ortadan
kalkmıştır. (Yâni mâni', zail olmuştur). Satışın geçerli olmasını gerektiren şey
ise, ehilden sâdır olan tasarrufun yerine tesadüf etmesidir ki, bu mevcûddur.
Semen, rehn olur. Çünkü
satış, mürtehinin izni ile geçerli (nafiz) olunca, mürtehinin hakkı rehnin
bedeline intikâl eder. Şayet mürte-hiiv rehn akdini fesh etse — esah olan
rivayete göre — akd bozulmuş (münfesih) olmaz, Çünkü nefâzı (geçerliliği)
iktizâ eden şey ile beraber tevakkuf edilmesi, ancak rehn alan kimsenin hakkını
korumak içindir. Onun hakkı ise, satışın mevkûfen mün'akid olmasiyle korunmuş
olur. Şayet satış mevkûfen bakî kalsa müşteri, rehnin kurtarılmasına kadar
sabredip bekler veya rahmin teslimden âciz olduğuna hükmetmekle akdi fesh
etmesi için meseleyi kâdîya sunar.
Râhin, rehni bir adama
satsa, ondan sonra, mürtehinin izni yok iken bir başka adama daha satsa; birinci
satış mevkuf olduğu gibi, ikinci satış da
mürtehinin iznine mevkuf (yâni izin vermesine bağlı) olur. Çünkü birinci satış
mevkuftur. Birinci mevkuf satış ise, ikincinin tevakkufunu menetmez. Eğer
mürtehin ikinci satışa izin verirse, ikinci satış caiz olur, birincisi caiz
olmaz.
Şayet ruhin relini
sattıkdan sonra, onu kiraya verse; relin eylo-se veya müşteriden başkasına hibe
etse; imdi mürtehin satışa ve diğer tasarruflara izin verse, birincisi caiz
olur. O da, satıştır. Geri kalanları caiz değildir.
Bu iki mes'ele arasında
fark şudur: Birinci mes'elecle izin vermekle ikinci satış caiz olup, ikinci
mes'elecle satışdari sonra, satışdan başka olan mezkûr tasarrufların caiz
olmaması; hepsi için izin bulunmakla beraber, mürtehin için rehni satmakda
fayda olduğundandır. Çünkü mürtehinin hakkı, rehnin bedeline tealluk eder.
Mezkûr akdîer, bunun aksinedir. Çünkü hibede ve rehnde, rehn için bedel yoktur.
İcârede olan bedel ise; menfaat bedelidir, mal bedeli değildir. Rehn alan
kimsenin hakkı ise; ayrı olan malın mâliyetindedir, menfâatte değildir. Bu
durumda mürtehinin izin vermesi, hakkını iskâtdır. İmdi engel ortadan kalkıp,
satış geçerli olur.
Rehn koyan »kimsenin,
rehn olan köleyi azâd etmesi, müdebber eylemesi ve çocuk doğurtması (isülâdi)
şahindir. Çünkü bunlardan her biri, ehlinden sâdır olan tasarruftur ve yerinde
vâki' olmuştur. Bu durumda, mahal yok olduğu için rehn bâtıl olur.
Eğer râhln varlıklı
kimse ise; o hâlde borcunu vermesi istenir.
Çünkü rehn koyan
kimsenin, borcun müddeti bitmekle beraber, rehnin kıymetini ilzam eylemesinde
ma'nâ yoktur.
Müeccel olan boreda,
rehn koyan kimseden rehnin kıymeti alınır Ve rehnin bedeli olduğu hâlde; borcun
vakti girinceye kadar Ödeme
(zemân) sebebi
mütehakkık olsun
diye, o kıymet rehn
kılınır.
Ödetmenin faydası
istisâkın (güvenliğin) hâsıl olmasıdır. İmdi rehn alan kimse, o kıymeti müddet
bitinceye kadar alıkor (habs eder). Müddet bitince, o kıymet hakkının cinsinden
ise, onu tamamen alır. Çünkü alacaklı, borçlunun malından hakkının cinsini
bulabilirse, ondan hakkım alması caizdir. Eğer o kıymette borçdan fazlası var
ise, onu rehn koyana geri verir. Çünkü rehnin hükmü, hakkını almakla son
bulmuştur. Eğer o kıymet, mürtehinin hakkından daha az ise, fazlasını rehn
koyandan ister. Çünkü borcu düşüren bir şey yoktur.
Eğer rehn olan köleyi
satan râhln fakir ise, âzâd ettiği takdirde köle, mürtehin için çalışır. Yalnız
kölenin kıymeti, âzâd olduğu günde ve
rehn gününde borçdan daha az ise,
kıymetinde çalışır.
Eğer
borç, kölenin kıymetinden daha az ise; köle,
burada galidir. Kölenin, efendisi zenginlediği vakit, efendisine rueû' eder.
Çünkü köle, O'nun borcunu ödemiştir. Halbuki O, şeriatın hükmü ile bu işte
mecbur idi. Binâenaleyh, efendisi için yüklenip ödediği şeyi ondan alır.
Tedbîr ve istîlâdda,
ıniidebb-er ile müstevleddea her biri, iiııutt*-hin için çalışırlar.. Hem de
borcun hoj>simk, efemizi uz ere rueıV etmeksizin çalışırlar. Çünkü müdehber ve
müstevled, o borcu efendinin malından ödemişlerdir. Zira onlunu ka^aıvlan,
efendilerinin malıdır.
Kâhinin, lehni
yitirmesi; kitleyi zengin olduğu halde âzâd etmesi gibidir. Yâni borç hâlen
(müddetsin) olursa, vahinden borç almır. Eğer borç müeccel olursa, rallinden
relinin kıymeti alınıp, müddet bitinceye kadar o kıymet rehn olur. Eğer ıchni
bir yabancı yitirirse, mürtehin onun mislini veya kıymetini ödettirir. O alınan
misi ve kıymet onun bedeline, mürtehin için rehn olur. Nitekim, daha önce geçti.
Mürtehin, relini, vahin
o Ariyet verse veya müıtehm ile iahiıuieu birisi rehni diğerinin izni ile
yabancıya ariyet verse ve o yabancı relini teslim alsa; her ne kadar rehn bakî
kalsa da. miütehinden relinin zararını Ödemek (zemâıi) hâlen düşer. Çünkü ariyet
eli (ycd'ij ile rehn eîi arasında birbirine zıddiyyet vardır. Bundan dolayı
mürte-hinin, rehni ariyet alan kimsenin eline istirdâd etme hakkı vardır.
Musannif, yukarıda
geçen, «Rehnin zararını ödemek düşer.» sözünün üzerine şu fer'î mes'eleyi
gelirjnişlU1: Eğer relin, müsteîri ile berâıber helak olursa; yâni rehn koyan
müsteîr ise yâhûd müsteîr yabancı olur da onunla helak olursa, mazmun olan kabz
yok olmakla bir şeysiz helak olur.
Râhin He mürtehinden
her biri için, rehni yabancı ınüsteîulen rehn olduğu hâlde geri verdirmek hakkı
vardır. Çünkü rehn koyan ile rehn alandan her biri için rehnde muhterem bir hak
vardır. Eğer râhin ariyet suretinde, mürtehine rehni geri vermezden önce
Ölürse, mürtehin rehne diğer alacaklılardan daha lâyıktır. Çünkü ariyet, lâzım
değildir. Zararı ödemek (zemân), kesinlikle rehnin levazımından değildir. Çünkü
rehnin hükmü, rehnin yavrusunda sabittir. Bununla beraber o yavru, helak
sebebiyle ödenmez. Şayet rehn baki kalıp, mürtehin onu alsa; kabz geri döndüğü
için ödemek de sıfatiyle döner.
Şayet vahin, rehni
kiraya verse, hibe etse veya râhin İle mürle-hindeıı biri diğerinin izniyle bir
yabancıya satsa, rehn olnıakdan çıkar.
Bu durumda,
ancak yeni başdan akd yapmakla rehn olmaya avdet eder.
Eğer râhin, rehni
mürtehine geri vermezden önce ölürs-e; rehn alacak olan kimse, diğer
alacaklılarla eşit olur. Çünkü bu tasarruflarla rehne lâzım bir hak tealluk
eder ve bununla rehnin hükmü bâtıl olur. Ariyet vermek bunun aksinedir. Çünkü
ariyete lâzım hak tealluk etmez. Şu hâlde bu ikisi birbirinden ayrılırlar
Bir kimse gasb ettiği
kitleyi rehn koydukdaıı sonra, mâlikinden satın alsa, rehn geçerli (nafiz)
olmaz. Çünkü, mâlikinin izin vermesine bağlıdır. Başkasının izin vermesiyle
geçerli olmaz. Kelinin helak olmasiyle, borç da düşmez. Çünkü râhinin mülkü,
rehn akdinden sonra sabit olmuştur. Şayet rehn, mürtehinin elinde helak olsa ve
mâlik rehn koyana ödetmek istese, bu rehn yukarıda geçenin aksinedir. Çünkü
rehn koyan kimse, ödemekle rehne gasb vaktinden i'tibâren mâlik olmuştur. İmdi
rehn koyan kimsenin mülkü, rehnden önce gelir. Kâidiyye'de böyle denmiştir.
Rehnf kullanmak için
kendisine izin verilen bir mürtehin; yâni râhin, mürtehine rehni kullanmaya,
O'nun talebi olmaksızın izin verse, her ne kadar rehn ariyet ise de, ariyet
almaya (istiareye) aykırı olur.
Ya da mürtehîn,
râhinden rehni bir işde kullanmak için ariyet alsa; ve o iş için kullanırken
rehn helak olsa, izin ve istiare suretlerinde mürtehin onu ödemez. Çünkü yed-i
ariyet kullanmakla sabit olmuştur. Yed-i ariyet, yed-i rehne muhaliftir. Bu
durumda zaran ödemek (zemân) ortadan kalkar. Rehn, amelin iki tarafında helak
olsa, yâni rehni kullanmazdan önce veya kullandıkdan sonra helak olsa,
mürtehin öder. Yâni mürtehin onu rehnin Ödendiği (zemâni) gibi öder. O da
ma'lûmdur.
Rehn koymak için bir
şeyi ariyet almak sahihti ir. Çünkü mâlik, ariyet alan kimsenin borcunun, malına
tealluk etmesine razı olmuştur.
Mâlik o borcun malına
tealluk etmesine mâlikdir. Nitekim kefaletle zimmetine tealluk etmesine mâlik
olduğu gibi. Bu sahih olunca, ariyet alan kimse o şeyi dilediği gibi, az veya
çok oorca karşılık rehn eder.
Çünkü ıtlak, özellikle
iarede i'tiıbârı vâcib olan bir şeydir. Zîrâ bilme-mezlik, çekişmeye götürmez:
Eğer ariyet veren kimse ta'yîn ederse, o şey için ta'yîn ettiği miktarla
mukayyed olur. Çünkü muîr, şayet miktar ta'yîn ederse, müsteîrin ondan çok veya
aza rehn koyması caiz olmaz. Çünkü takyîd faydalıdır ve fazlayı nefy eder. Çünkü
ariyet verenin garazı (yâni maksadı ve niyyeti), edası mümkün olan şeyi
alıkoymakdır. Fazlayı 'bertaraf ettiği gibi, noksanı da bertaraf eder (nefy
eder). Çünkü ariyet verenin garazı (yâni maksadı ve niyyeti), mürtehinin, rehnin
helak olması. katında rehn karşılığında çoğu almış olmasıdır, tâ ki rucû'
edebilsin. Eğer ariyet alan kimse, tayın ettiği şeyden daha azına rehn koyarsa,
geri kalan emânet olarak helak
olur. Bu durumda muîr,
ariyet alan kimseden alamaz.
Yine, muîr; cinsi,
mürtehim ve şehir i ta'yin ederse, ariyet onlarla mukayyed olur. Çünkü ba'zısı,
ba'zısına nisbetle mümkün olduğundan hepsi faydalıdır. Güvenilir olmakda ve
korumakda şahıslar farklıdır.
Ariyet alan kimse,
takyîd i'tibânndan sonra, eğer ariyet verene muhalefet ederse; muîr, müsteîrc
ariyet verdiği şeyi .ödetir. Rehn ise,
tamâm olur. Çünkü ariyet alan kimse, o şeye ödemekle mâlik olmuştur. Bu
suretle, müsteirin kendi mülkünü rehn ettiği anlaşılır. Ya da muîr, ariyeti rehn
alan kimseye ödettirir. Çünkü rehn alan kimse de, ariyeti alan kimse gibi
tecâvüzkârdır. Bu durumda rehn koyan kimse gâsıb ve rehn aîan kimse gâsıbm
gâsıbı gibi olmuştur. Rehn alan kimse, kıymetten ödemiş olduğu şeyi ve borcu,
rehn koyandan (râhinden) alır. Relinin kıymetini almasına sebeb, mürlchin râhin
tarafından aldatılmış olduğu içindir. Borcu almasına sebeb, mürtehi-nin kabzı
bozulup evvelce olduğu gibi hakkı geri döndüğü içindir. Eğer ariyet aîan kimse,
ariyet verenin emr ettiği miktarı rehn etmekle muvafakat ederse ve rehn
mürtehinin yanında helak olursa, eğer reh-nin kıymeti borç kadar veya borçdan
daha çok olursa, helakla istifa tamâm olduğundan, mürtehin alacağının hepsini
alır.
Ariyet veren kimse
için, ariyet alan kimse üzerine ki
râhin-dir— borcun misli vâcib olur. Çünkü ariyet veren kimse, eğer relinin hepsi
ödenecekse, o miktar ile ariyet alanın (müsteirin) borcunu ödemiştir. Değil
ise, Ödenmesi gerekenin (mazmunun) miktarını öder. Geri kalan ise emânettir.
Rehnin kıymetinin ödenmesi gerekmez. Çünkü ariyet aîan kimse muvafakat
etmiştir. Binâenaleyh mütecaviz değildir. Eğer rehnin kıymeti borçdan daha az
ise, mürtehin borcun bir kısmını alır. Mürtehinin geri kalan alacağı râhin
üzerine borç olur. Çünkü mürtehin, rehnin kıymetinden fazla olanı almamıştır.
Eğer ariyet veren
kimse, relini kurtarırsa, yâni muîr borçdan mülkünü kurtarmak için mürtehinin
alacağını ödemek isterse, mürtehin onu rehni teslim almakdau menedemez. Çünkü
ariyet veren kimse, borcu ödemekte teberru' etmiş sayılmaz. Zîrâ bunda, mülkünü
kurtarmak vardır. Muîrin borcu ödemesi, rehn koyan kimsenin ödemesi gibi olur
ve mürtehin bunu kabul etmeye zorlanır. Eğer borç rehnin kıymetine eşit ise;
ariyet veren kimse Ödediği borcu, rallinden alır. Çünkü ariyet veren kimse,
râ-hinin borcunu ödemiştir. Ariyet veren kimse, o mülkünü kurtarmak için borcu
ödemek zorunda kalmıştır. Bu durumda, ariyet
veren kimse teberru' etmiş olmakla
va-sıllanamaz.
Musannifin »Eğer eşit
ise...» demesine sebeb, çünkü borç relinin kıymetinden çok olursa, ariyet veren
kimse kiy.inel.ten fazla Olanı ödemekte teberru' etmiş olur. O miktarı,
ruhinden alamaz. Eğer borç, irerinin kıymetinden daha az olursa, müi lehin nhııi
teslim etmesi için zorlanmaz. Tâc'uş-Şeria'da böyle denmiştir.
Ariyet alınan relin,
rallinin yanında helak olsa; yâni relin için ariyet verilen şey, ariyet alanın
yanında teaddîsiz, semavi âlet ile, o şeyi rehn koymazdan Önce veya relini
kurtardıkdan sonra helak olsa, râhin ödemez. Velevki relin etmezden önce, onu
hizmetinde kullanmakla, üzerine binmekle veya bunların benzeri ile tasarruf
etmiş olsun. Çünkü râhin emin olup, evvelâ muhalefet edip, .sonra uzlaşmaya
dönmüştür. Şu hâlde, ödemez. İmâm Şaiiî (Rh.A.), bunda ayrı görüştedir.
Kâhinin rehne suçu
ödenir. Çünkü o fiti, ıniirtehin için lâ/.mı ve muhterem olan bir hakkı yok
etmiştir. Bunun benzerinin mala taalluku, ödemek hususunda mâliki yabancı gibi
kılar.
Mürtehinin, rehn üzere
işlediği suç ise; Onun alacağından suçun Miiktârı kadar sakıt olur. Çünkü rehn
alan kimse, başkasının mülkünü telef etmiştir. İmdi O'nun, onu ödemesi lâzım
gelir. Ödeme O'na lâzım olur ve borcun da müddeti biterse, borcun ödenecek
miktarı düşer ve geri kalan ona lâzım gelir, çünkü kıymetin, borcun miktarından
fazla olanı, emânet olur. İtlaf ile ödeyip, rehn akdi ile Ödememesi; emânet
(vedîa) menzîlesindedir. Şayet kendisine emânet konan kimse (mudâ') onu telef
ederse, ödemesi gerekir. Gâyet'ul-Beyân1-da böyle denmiştir.
Rehnİn (yâni rehn konan
kölenin), ruhin ile mürtehin ve ikisinin mallan üzere suç işlemesi boşa gider
(hederdir). Ntts üzere cinayetten murâd; hatâen nefsde suç işlemiş olmakla veya
neiisden azında suç işlemiş olmakla, mal ioâb eden suçtur. Kısas îcâb eden suça
gelince; o,'bH'icıııâ' mu'teberdh. TMihâye'de böyle denmiştir.
Râhin üzere işlenen
suçun heder olmasına sebeb; memlûk im o suçu, mâliki üzere işlemiş olmasıdır. Bu
ise, mal îcâb ettikde, hederdir, yânı düşer. Çünkü mal, müstehaktır. Mal için
istihkak ise, memlûk üzere sabit olmaz. Mürtehin üzere olan suçun düşmesinin
sebebine gelince; imdi bu suçu biz, bu mürlt-hin üzere itibâr eylesek,
mürtehinin ondan
temizlenmesi gerekir. Çünkü
suç. nıürtelıinin ketaletinde
meydana gelmiştir. Binâenaleyh Ödemenin vâcib olması ile öde-mekden kurtulmanın
vücûbu bir ma'nâ ifâde etmez.
Bir kimse, bin dirheme
denk olan bir köleyi .veresiye (müeccel) bin dirheme rehn koysa ve kıymeti yüz
dirheme inse, imdi Onu, hür bir kimse öldürüp yüz dirhem kıymetini ödese ve
müddeti bitse, köleyi rehin alan kimse, hakkına karşılık yüz dirhemi alır, geri
kalan dokuzyüz dirhem sakıt olur. Çünkü değerin eksilmesi, borcun düşmesini
gerektirmez. Zîrâ değerin eksilmesi, insanların isteklerinin azalmasından
ibarettir. Malın eksilmesi, bunun aksinedir. Şu hâlde mal bakî ise, mürtehinin
yed'i, yed-i istifa olduğuna göre, bütününü başlangıçtan almış olur.
Şayet nıürtehin, köleyi
rehn koyan kimsenin emri ile yüz dirheme satsa ve o yüz dirhemi teslim alsa;
mürtehin geri kalan dokuz yüzü, rehn koyan kimseden alır. Çünkü rehn koyan kimse
köleyi satınca, sanki O'nu geri alıp kendisi satmış gibi olur. Bu takdirde rehn
bâtıl olup, borç bakî kalır. Ancak, almış olduğu miktarı bakî kalmaz. Burada da
hüküm böyledir.
Kıymeti bin dirhem olan
bir köleyi, kıymeti yüz dirhem olan bir köle öldürüp, kaatil köleyi verse; râhin
borcundan hepsini, yâni bin dirhemi kurtarmış olur. Çünkü ikinci köle, birinci
kölenin yerine geçmiştir. Sanki, birinci köle mevcûd gibi oîur. O kölenin
kıymetine mu-râcaat edilir.
iUûut edilmiş olan köle
hatâen cinayet işlese; yâni bir adam birine, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi
bin dirheme veya binden daha aza rehn etse ve o rehn edilmiş olan köle, hatâen
bir adam öldürse, O'nu rehn alan kimse, O'nun fidyesini verir. Yâni öldürülen
adamın diyetini velîlerine verir. Çünkü cinayetin zararını ödemek (ze-mân),
rehn alan kimseye âiddir. Kölenin tümü, mürtehinin garanti-sindedir ve
mürtehinin alacağı (deyni), kölenin rakabesini müstağ-rıktir (kölenin bütününü
kaplar). Bu durumda mürtehine, «Köleyi cinayetten fjdâ eyle (yâni, fidyesini
ver.)» denir. Eğer fidyesini verir. se, rehnini ıslâh eder ve alacağı, râhinde
daha Önceki hâli üzere kalır.
Mürtehin, râhinden,
verdiği fidyeden bir şey alamaz. Çünkü kölenin tümü ödenir. Ödenen şeyin
cinayeti; yâni kölenin cinayeti ise, ödeyenin cinayeti gibidir. İmdi mürtehin,
râhinden almak isterse, râhin de mürtehinden alır. Bunda ise, fayda yoktur.
Mürtehin, o kaatil
köleyi cinayetin velîsine veremez. Çünkü, temlike mâlik değildir. Eğe> mürtehin
kaatil köle için fidye vermekten kaçınırsa, râhin
onu veya fidyesini verir. Bu durumda borç düşer.
Yâni rehn koyana,ya
köleyi yâhûd diyetle fidyesini ver, denilir. Eğer. rehn koyan kimse, köleyi veya
fidyesini verirse, mürtehinin alacağı düşer ve râhin köleyi alıp, rehn bâtıl
olur. Eğer borç, rehnin kıymetinden daha çok değil ise; 'belki eşit olup veya
kıymetten daha az ise, borç düşer. Şayet borç, rehnin kıymetinden daha çok
olursa; borçdan kölenin kıymeti miktarı düşüp, geri kalanı düşmez.
Rehn koyan kimse
ölürse, vasisi rehn i satıp borcu öder. Çünkü vasî, rehn koyan kimsenin yerini
tutar. Eğer rehn koyan kimsenin vasîsi yoksa, kâdî, rehn koyan kimseye rehni
satmak için vasî ta'yîn eder.
Vasî, terekenin bir
kısmım ölünün borcu için alacaklılarından bir alacaklıya rehn etmek isterse,
diğer alacaklıların rızâsına bağlı kalır. Onların, o rehni reddetmeleri caizdir.
Çünkü vasî, alacaklıların bir kısmını hükmî îfâ ile tercih etmiştir. Zîrâ rehn
akdinin mûcebi, mürtehin için, yed-i istifanın hükmen sabit olmasıdır. Bu
durumda hakîki îfâ ile tercihe benzemiştir. Eğer vasî, diğer alacaklıların
borçlarını rehni reddetmelerinden önce öderse, o rehn geçerli (nafiz) olur.
Çünkü, engel ortadan kalkmıştır (yâni mâni, zail olmuştur). Engel ise, geri
kalan alacaklıların haklarıdır.
ölünün, bir kişiden
başka alacaklısı olmazsa; vasinin verdiği rehn, hakîkî ödemeye kıyâsla caiz
olur. O rehn, Ölünün borcu için satılır. Çünkü borç için rehn konmazdan önce
satıldığı gibi, rehn kon-dukdan sonra da satılır.
. Şayet vasî, ölünün başka bir
kimsede olan alacağı için rehn alsa, caizdir. Çünkü rehn almak, 'hükmen
istifadır (hak almaktır). Vasî buna mâlikdiT. Vasinin rehni hakkında daha pek
çok tafsilât vardır ki
«Vasiyyetler Bölümü» nde gelecektir.
Bir kimse, kıymeti on
dirhem eden üzüm şırasını (asîri), on dirhem borca rehn verse; şıra, rehu alan
kimsenin yanında şarâb olup sonra sirke olsa, sirkenin kıymeti de on dirheme
eşit olsa, sirke on dirheme rehin olarak kalır. Uygun olan, relinin bâtıl olması
İdi. Çünkü şıra, şarâb olmakla ödemeye elverişli olmakdan çıkınındır. Zîrâ
kıymeti hâiz mal olarak kalmamıştır. Şarâb oidukdan sonra rehnin bâtıl
olmamasına sebeb; çünkü şarâb. sirke olmakla sadede geri dönmek yolundadır.
(Satmak için mahal olan şey, maliyet i'tibâriyle rehne de mahal olduğu için
rehinliği bâtıl olmaz.) Bundan dolayı, bir kimse şıra satın alır da, teslim
alınmazdan önce şarab olursa, satış bâtıl olmaz. Çünkü sirke olmak ihtimâli
vardır. Rehn olması da böyledir.
Kıymeti on dirhem eden
koyunun, on dirheme rehn olması da şıranın rehn olması gibidir. İmdi rehn olan
koyun boğazlamaksızm ölse, rehn alan kimse onun derisini debagat etse;
defoâğattan sonra bir -dirheme müsâvî olsa, o deri bir dirheme rehn olur. Çünkü
rehn, helâkla tekarrür eder. Şayet mahallin bir kısmı elverişli (sâlih) olursa,
o miktara hükmü avdet eder- (geri döner). Satılan koyun teslim alınmazdan önce
ölür ve debagat olunursa, bu, rehnin aksinedir. O zaman satış, sahîhan avdet
etmez. Çünkü satış, teslim almazdan önce malın helak olmasiyle bozulur. Bozulan
ise, geri dönmez. Ba'zıları; «Satış da, rehn gibi avdet eder.» demişlerdir.
Rehnin — yavrusu, sütü,
yünü ve meyvesi gibi — üremesi, rehn koyan kimsenindir ve o nema (artan şey),
ash ile beraber rehndir. Çünkü nema, asla tâbidir ve rehn lâzım olan haktır,
nemaya geçer. Eğer o artan şey helak olursa, bir şeysiz helak olur. Çünkü tâbi
olan şeyler için, asla karşılık olan şeyden pay yoktur. Çünkü maksûd olarak
akde dâhil değildirler. Eğer, artan şey kalıp asi helak olursa, rehn
koyan kimse onu hisseslyle rehinlikden kurtarır.
Borç, relin olan nemanın rehinlikden kurtarıldığı günde-ki kıymeti üzere taksim
edilir. Asi ise, rehnin teslim
alındığı gündeki kıymeti üzere
taksim edilir.
Çünkü rehn, teslim
almakla garantilidir. Şayet vaktine kadar kalırsa, fazlalık rehni çözmekle
maksûd olur. Tâbi olan şey, satılan şeyin yavrusu gibi maksûd ise, ona bir şey
mukabil olur. Çünkü o yavru için teslim alınmazdan önce semenden hisse -yoktur.
Şayet müşteri satılan şeyi teslim alsa ve o şey teslim almakla maksûd olsa,
onun için semenden hisse olur.
Borçdan asla isabet
eden şey düşer. Çünkü o, mak.sûd olduğu hâlde asla karşılık olur. Bu mes'elenin
sureti şudur: Bir adam, bir adama; kıymeti 'bin dirheme eşit olan bir cariyeyi
bin dirheme rehn koy-dukda, o cariyeden kıymeti bin dirheme eşit olan bir çocuk
meydana gelse, 'borç, yansı câriye karşılığında ve 'yansı da çocuk karşılığında,
câriye rehnin çözülmesine kadar kalmak partiyle, o câriye ile çocuk üzere taksim
edilir. Hattâ câriye helak olup rehnin kurtarılması vaktine kadar çocuk kalsa;
câriye, borçdan payına düşen yârımla helak olur. O da, beşyüz dirhemdir.
Zikredilen şartla çocuk beşyüz dirheme kalır. Relin koyan kimse, o artanı payına
düşen şeyle çözer.
Ziyâde, relinde
sahilidir. Meselâ; kıymeti on akçalık bir giysiyi on akçaya rehn koydukdan
sonra, rehn koyan kimse birinci ile beraber rehn olması için bir başka giysi
daha eklese, sahih olur.
. Borçda ziyâde sahih
değildir. Meselâ; rehn koyan kimse, rehn alana; «Senin yanında rehn olan köle
bin akçatya rehn olmak üzzere, 'bana diğer bir beşyüz akça daha foorç ver.» der.
Fark şudur: Fakîhler
arasında mukarrer olan asıl şudur ki; ak-din aslına katılması, ancak ziyâde
ma'kûd'ün-aleyhde veya ma'kûd'ün-bihde olursa, tasavvur edilir. Borçda ziıyâde
ise, bunlardan hiçbiri değildir. Borçda ziyâdenin ma'kûd'ün-aleyh olmadığı
açıktır. Ma'kûd'ün-bih olmaması ise, rehnden önce sebebiyle bulunduğu içindir.
Rehn, borcun aksinedir. Çünkü rehn, ma'kûd'ün-aleyhdir. Zîrâ o, rehn akdinden
önce habsedilmiş olmaz ve akdin bitmesinden sonra da bakî kalmaz.
i Bir ikimse kıymeti
bin dirheme eşit olan bir köleyi rehn etse ve O'nun yerine rehn olarak O'na
müsavi bir. köle verse; birinci köle, râ-hinine geri verilinceye kadar, rehndir.
Mürtehin, ikinci köleyi birinci kölenin yerine rehn kılıncaya kadar, ikinci
kölede.emanetçidir, çünkü birinci köle, teslim almak (kabz) ve borç (deyn) ile
mürtehinin garantisi altına girmiştir. İmdi kaibz ve borç bakî oldukça, köle
garantiden çıkmaz. Ancak,
teslim almanın (kazbin) bozulmasiyle
çıkar. Birinci köle, nıürtehinhı garantisinde oldukça, ikinci köle
garantiye girmez. Çünkü râhin ile mürtehhı, ikisinden birinin garantisine razı
olmuşlardır. Birincisi ortadan kalkınca, ikincisi, mürtehinin garantisine
girer.
Bundan sonra,
denilmiştir ki: Mürtehinin kabzı yenilemesi şarttır. Çünkü mürtehinin eli,
ikincisi üzere emânet eli (yed'i) dir. Râhi-nin eli, istifa ve ödeme elidir.
İmdi emânet eli, vahinin elinin yerini tutmaz. Ba'zılan; «Kabzı yenilemek şart
değildir.» demişlerdir. Çünkü rehn, hîbe gibi teberru'dur ve kendisi emânettir.
Nitekim bilirsin ki, emânetin kabzı, teslim alınması yerine geçer.
Mürtehin, râhin i
borcundan kurtaısa, ruhin de o ibrayı kabul etse veya mürtehin alacağını
ralline hibe e*se, rehn de, sahibi tarafından men etmeksizin mürtehinin elinde
helak olsa; o rehn istihsâna göre, meccânen helak olur. İmâm Züfer (Rh.A.),
«Mürtehin, ralline relinin kıymetini öder.» demiştir. Kıyâs tla budur. Çünkü
teslim almak (kabz) ödemek üzere vâki1 olmuştur. İmdi kabz bakî kaldıkça, o da
bu vechîe kalır.
İstihsâlim vechi şudur:
Rehnin ödenmesi, kabz ve borç (deyn) i'tibâriyledir. Çünkü o, istifa ödemesidir.
Eli ise, ancak borç (deyn) i'tibâriyle tehakkuk eder. İbra ile, ikisinden biri
—ki borçtur— bakî kalmaz. İki vasıflı bir illetle sabit olan hüküm, o vasıfların
biri ortadan kalkmakla yok olur. Bundan dolayı rehni geri verirse, ödemek sakıt
olur. Çünkü her ne kadar borç kalsa da, kabz yoktur. Keza; borçdan ibra ederse,
ödeme sakıt olur. Zîrâ her ne kadar kabz bakî ise de, borç yoktur.
Şayet mürtehin
alacağını tamâmiyle alsa veya râhînin yâhûd te-berruan veren birinin ödemesiyle
bir kısmını alsa veya o deyn ile bir mal satın alsa veya borçtan dolayı bir mal
üzerine sulh olsa veya râhin, mürtehini, başka birinde olan alacağına havale
etmek suretiyle anlaşsa da mürtehinin elinde helak olsa, o rehn borç (deyn) ile
helak olur. Çünkü borcun kendisi, istifa ve benzeri ile düşmez. Nitekim
te-karrur etmiştir ki, borçlar emsali ile ödenirler, kendileri ile ödenmezler.
Lâkin fayda olmadığı için, hakkı tam anîamiyle almak (istifa) imkânsızdır. Çünkü
istifa, mislini mutâlebeyi izler.
Şayet rehn helak olsa,
birinci istifa karar kılıp, ikinci istifa bozulur. Rallinin veyâ ıtıütetavvı'ın
veyâ satın alımının veya sulhun ifâsı suretlerinde mürtehin teslim aldığı şeyi,
edâ eden kimseye geri verir. Havale bâtıl olur ve rehn borçla helak olar. Çünkü
havale, borcu düşürmez. Lâkin havale olunan kimsenin zimmeti, havale edenin
2immeti yerine geçer. Bundan
dolayı, havale olunan kimse (muhtâ-lun-aleyh) müflîsen ölse, borç havale edenin
zimmetine geri döner. Zikredilen suretlerde rehn, borç ile helak olduğu gibi,
birbirlerini borç kalmadığına Jdâir tasdik ettikten sonra dahi helak olsa, yine
borç ile helak olur. Çünkü rehn, borç İle mazmundur. Ya da, vücûdu tevehhüm
edilirse, borcun clhetiyle mazmundur. Nitekim mev'ûd (va'dedilen) borçda Olduğu
gibi. Cihet bakîdir. Çünkü borç olmadığına dâir birbirlerini tasdîk ettikten
sonra, borç var, diye tasdik etmeleri ihtimâli de vardır, fora, bunun hilaf in a
dır. Çünkü borç, ibra ile düşer.