Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
İyilik ve Kötülük: Sosyal Sorumluluklar ve Müeyyideler

                                                                                                        Vaaz Resimleri: w.jpg

“Heyetler Yılı” olarak bilinen hicretin dokuzuncu yılıydı. Arap Yarımadası"nın çeşitli bölgelerindeki kabileler Medine"ye yoğun bir şekilde heyetler gönderiyorlardı. Genellikle kabilelerinin İslâm"a girdiğini bildirmek ve İslâm hakkında temel bilgiler öğrenmek için gelen bu heyetlerin sayısı altmışı geçmişti.

Esedoğulları kabilesinden seçilen on kişilik heyet de bunlardan biriydi. Medine"ye geldikleri esnada Allah Resûlü mescitte ashâbıyla birlikte oturmaktaydı. Heyet mescide girdi ve Allah Resûlü"ne biat edip kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Bu arada heyetten bazıları, kendiliklerinden gelip savaşsız Müslüman olduklarını Hz. Peygamber’in başına kakmışlar ve bu tavırları nedeniyle Yüce Allah tarafından uyarılmışlardı.[1]

Yeni bir dine intisap eden Esedoğulları heyeti Peygamberimize çeşitli sorular sordular ve ondan cevaplarını dinlediler. Allah Resûlü onlara Kur"ân-ı Kerîm’i öğrenmelerini emretti.

Heyette yufka bir yüreğe ve duygusal bir mizaca sahip olan Vâbisa b. Ma’bed isimli bir zât da vardı. Medine’de kalmış ve elinden geldiğince yeni kabul ettiği dini öğrenmeye ve hayatına aksettirmeye azmetmişti. Medineli olmadığı için Resûlullah ile birlikte geçireceği zaman sınırlıydı. Fakat öğreneceği o kadar çok şey vardı ki... Meselâ iyilik ve kötülüğe dair ne kadar soru varsa hepsini sormak geçiyordu içinden, mescidin içinde etrafı büyük bir kalabalıkla çevrilmiş Hz. Peygamber’e bakarken...

Ancak Vâbisa kararlıydı. Sorusunu muhakkak soracak ve belki bir daha göremeyeceği Peygamber’inden cevabını alacaktı. Hemen harekete geçti. Oturanları kızdırmak pahasına onları çiğneyerek ilerlemeye başladı. Bu arada kendisini uyaranlara, âdeta yalvarırcasına,

 “Bırakın beni! Yaklaşayım ona! O, benim kendisine yaklaşmayı en çok istediğim insan.” diyordu. Nihayet bu çabası Allah Resûlü"nün dikkatini çekti. Resûl-i Ekrem etrafındakilere,

 “Vâbisa"yı rahat bırakın, yâ Vâbisa yaklaş!” buyurdu. Artık Vâbisa"nın en büyük arzusu gerçekleşmek üzereydi. Resûl-i Ekrem"in yanına geldi, önüne oturdu, dizlerini onun dizlerine değdirdi.[2]

Allah Resûlü,

يَا وَابِصَةُ أُخْبِرُكَ مَا جِئْتَ تَسْأَلُنِي عَنْهُ أَوْ تَسْأَلُنِي فَقُلْتُ

“Ey Vâbisa! Sormak için geldiğin soruyu ben mi söyleyeyim yoksa sen mi sorarsın?” diye sordu. Anlaşılan, Vâbisa"nın merak ettiği soru Allah Resûlü"nün de kulağına gelmişti. Vâbisa,

يَا رَسُولَ اللَّهِ فَأَخْبِرْنِي

“Siz söyleyin.” dedi. Allah Resûlü,

جِئْتَ تَسْأَلُنِي عَنْ الْبِرِّ وَالْإِثْمِ

“İyilik ve kötülüğü(n ne olduğunu) sormaya geldin, değil mi?” buyurdu. Vâbisa,

“Evet, seni Hak ile gönderen Allah"a yemin ederim ki başka değil sadece bu soru için buraya geldim.”cevabını verdi.[3] Bunun üzerine Allah Resûlü üç parmağını birleştirip Vâbisa"nın göğsüne vurarak,

اسْتَفْتِ نَفْسَكَ ، اسْتَفْتِ قَلْبَكَ يَا وَابِصَةُ - ثَلاَثاً -

“Sen fetvayı kendinden iste, sen fetvayı kalbinden iste, ey Vâbisa!” buyurdu. Ardından da şunlarıilâve etti:

الْبِرُّ مَا اطْمَأَنَّتْ إِلَيْهِ النَّفْسُ وَاطْمَأَنَّ إِلَيْهِ الْقَلْبُ ، وَالإِثْمُ مَا حَاكَ فِى النَّفْسِ وَتَرَدَّدَ فِى الصَّدْرِ وَإِنْ أَفْتَاكَ النَّاسُ وَأَفْتَوْكَ.

“İyilik, gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise insanlar sana fetva verseler bile, gönlünü huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir.”[4]

Hayatta iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edecek bir kılavuz, söz ve davranışlarına rehber olacak bir kıstas isteyenler için dikkate değer bir öğüt vardır, Resûl-i Ekrem"in bu hadisinde. İyilik ve kötülüğü, vicdanda hissedilen derunî bir etkilenme ve duyarlılıkla tarif eder Allah Resûlü. İnsan vicdanının, hadiseleri idrak edip değerlendirecek şuur ve basirete sahip olduğunu hatırlatır. Ancak vicdan sadece davranışların iyi ya da kötü olduğunu tayin etmez; o ayrıca bir müeyyide kaynağı olarak ahlâkî yükümlülükleri yerine getirmeye zorlar insanı. Olumlu davranışları için huzur verirken, olumsuz davranışları karşılığında ona azap verici bir huzursuzluk tattırır.

Kâ"b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebî’... Vicdan azabının ne olduğunu belki de dünyada en iyi bilen üç kişi... Hiçbir mazeretleri yokken Tebük Seferi"ne katılmamışlardı. Durumlarını tüm gerçekliğiyle Resûlullah"a anlattıklarında çok ağır bir tepkiyle karşılaştılar. Zira Allah Resûlü ve sahâbîler, bu üç kişiyle tek bir kelime konuşmadılar, onların selâmlarını almadılar, yüzlerine dahi bakmadılar. Hanımları dâhil herkes yanlarından uzaklaşmıştı. Vicdanlarıyla baş başa kaldıkları elli gün boyunca ıstırap içinde ağlamaktan başka bir şey gelmemişti ellerinden... Durumlarını Yüce Allah şöyle anlatmıştı Kur’an’da:

وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَاَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟

“Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah"tan (O"nun azabından) yine Allah"a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı.”[5]  Vicdanlarındaki bu acı ancak Yüce Allah"ın kendilerini bağışladığını bildiren âyetle hafiflemişti; lâkin hayatları boyunca bu ıstırabın anısını yüreklerinde taşımışlardı.[6]

Muhterem Kardeşlerim

Zayıf yaratılmıştı bir kere insan,  aceleci ve hırslı bir tabiatı, yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökebilecek bir potansiyeli vardı.

 Ancak Yüce Allah ona değer verip kendi ruhundan üflemiş, onu yeryüzünün halifesi kılmış ve yaratılışın hikmeti olan kulluk imtihanı ile baş başa bırakmıştı. Artık sorumluluğunun bilincinde davranarak meleklerin bile saygı duyduğu yüksek mertebelere ulaşmak da ahlâkî zaaflar göstererek aşağıların aşağısına düşmek de onun elindeydi. Üstelik Yüce Allah

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙࣕ

 Onu yaratırken, içine hem kötülüğü hem de kötülükten sakınma yeteneğini ilham etmişti.[7] Vicdan, insana verilen bu ilâhî ilhamın adıydı.

İnsanın yaratılışında bulunduğu içindir ki vicdanın sesi, fıtratın sesidir. Vicdanın iyi kabul ettiği şeyler, insanın yaratılışı ve Yaratıcısı açısından da iyi; vicdanın kötü gördüğü şeyler, insanın yaratılışı ve Yaratan’ı için de kötüdür.

Nitekim kendisine, “İman nedir?” diye soran bir sahâbîye Allah Resûlü şöyle cevap vermiştir:

إِذَا سَاءَتْكَ سَيِّئَتُكَ وَسَرَّتْكَ حَسَنَتُكَ فَأَنْتَ مُؤْمِنٌ

“Bir kötülük yaptığında bu seni üzüyor, bir iyilik yaptığında bu seni sevindiriyorsa sen müminsin.”[8]

Ancak bu ilişki karşılıklıdır; vicdandan imana giden bir yol olduğu gibi, imandan vicdana giden de bir yol vardır. Bu nedenle,

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

“Kalpler ancak Allah"ı anmakla huzur bulur.”[9]  

فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِؕ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ

“Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.”[10] Şu hâlde Allah"a karşı tam bir ihlâsla hareket eden müminin kalbi ve vicdanı, onu asla aldatmaz.[11]

Değerli Kardeşlerim

İnsanın içinden gelen bir ses olarak vicdan, bir hadiste melek ve şeytanın yani iyiliği ve kötülüğü telkin eden iki farklı varlığın merkezi olarak tarif edilir:

إِنَّ لِلشَّيْطَانِ لَمَّةً بِابْنِ آدَمَ وَلِلْمَلَكِ لَمَّةً فَأَمَّا لَمَّةُ الشَّيْطَانِ فَإِيعَادٌ بِالشَّرِّ وَتَكْذِيبٌ بِالْحَقِّ وَأَمَّا لَمَّةُ الْمَلَكِ فَإِيعَادٌ بِالْخَيْرِ وَتَصْدِيقٌ بِالْحَقِّ فَمَنْ وَجَدَ ذَلِكَ فَلْيَعْلَمْ أَنَّهُ مِنَ اللَّهِ فَلْيَحْمَدِ اللَّهَ وَمَنْ وَجَدَ الأُخْرَى فَلْيَتَعَوَّذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ثُمَّ قَرَأَ ( الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ )

“İnsanoğluna şeytan da melek de yaklaşır. Şeytanın yaklaşması, onu kötülüklere götürmek ve ona hakkı yalanlatmaktır. Meleğin yaklaşması ise, onu hayırlara götürmek ve ona hakkı doğrulatmaktır. Kim (hayra yönelme arzusu) hissederse bunun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Kim de içinde diğerini (şeytanın vesvesesini) hissederse, taşlanmış ve kovulmuş şeytandan Allah’a sığınsın.”[12]

Vicdan, Kur"ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde çoğu zaman “kalp” kelimesiyle karşılanır.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 Mutmain kalpler,[13]

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

Selim kalpler,[14]

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ

Allah"a yönelmiş kalpler,[15]

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَانًا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

Allah anıldığı zaman titreyen kalpler,[16]

….. وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ

Birbirine bağlı kalpler,[17]

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه۪ فَتُخْبِتَ لَهُ قُلُوبُهُمْۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

Allah"a saygılı kalpler,[18]

اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

Huşû duyan kalpler[19] Sahibini iyi davranışlara yönlendirip kötülüklerden alıkoyar.

Ne var ki

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟

Bazen zulüm ve kibir,[20]

Bazen inat, ihtiras ve taassup,[21]

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

Bazen hevâ ve heves[22] gibi olumsuz duygular vicdanın sesini bastırır.

Bu yüzden  eğri kalpler,[23] gafil kalpler,[24] katı kalpler,[25] perdeli kalpler,[26] hasta kalpler,[27] mühürlü kalpler,[28] hakikatin sesine kapalı kalpler,[29] kör ve düşünemeyen kalpler[30] ve kilitli kalpler[31] olarak nitelenen kötü kalpler de vardır.

İşte böyle durumlarda insanın yüreğinin götürdüğü yer, gitmesi gereken yer olmayabilir. O yüzden kendi vicdanının sesine kulak vermeyi başaramayan yahut türlü kötülüklerle vicdanını kirleten kimseler, bazen çevresinin, mahallesinin ve hatta komşusunun sesiyle yönünü tayin edebilir. Rivayete göre bir adam Hz. Peygamber’e,

كَيْفَ لِى أَنْ أَعْلَمَ إِذَا أَحْسَنْتُ وَإِذَا أَسَأْتُ

“ İyi mi kötü mü yaptığımı nasıl bilebilirim?” diye sorduğunda Peygamber (sav) şu karşılığı vermiştir:

إِذَا سَمِعْتَ جِيرَانَكَ يَقُولُونَ قَدْ أَحْسَنْتَ فَقَدْ أَحْسَنْتَ وَإِذَا سَمِعْتَهُمْ يَقُولُونَ : قَدْ أَسَأْتَ فَقَدْ أَسَأْتَ

 “Komşularının, "İyi yaptın!" dediğini duyarsan iyi yapmışsındır. Onların, "Kötü yaptın!" dediğini duyarsan da kötü yapmışsındır.”[32]

Esasen İslâm"da erdemli ve duyarlı bir toplum oluşturmaya yönelik en önemli sosyal ödev, “emir bi"1-ma"rûf ve nehiy ani"l-münker” şeklinde ifade edilen faaliyettir. Yüce Allah,

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun!”[33] âyetiyle insanlar arasında iyiliğin egemen kılınması ve kötülüğün önlenmesi gayretini toplumsal bir vazife olarak tespit eder.

 Resûl-i Ekrem de kötülüğe karşı sözlü, fiilî ve psikolojik mücadele etmeye çağırır müminleri:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الإِيمَانِ

 “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” 49

Toplumsal sorumluluk gereği, Allah Resûlü"nün anlattığı şu temsilde bulur en güzel ifadesini:

مَثَلُ الْقَائِمِ عَلَى حُدُودِ اللَّهِ وَالْوَاقِعِ فِيهَا كَمَثَلِ قَوْمٍ اسْتَهَمُوا عَلَى سَفِينَةٍ ، فَأَصَابَ بَعْضُهُمْ أَعْلاَهَا وَبَعْضُهُمْ أَسْفَلَهَا ، فَكَانَ الَّذِينَ فِى أَسْفَلِهَا إِذَا اسْتَقَوْا مِنَ الْمَاءِ مَرُّوا عَلَى مَنْ فَوْقَهُمْ فَقَالُوا لَوْ أَنَّا خَرَقْنَا فِى نَصِيبِنَا خَرْقًا ، وَلَمْ نُؤْذِ مَنْ فَوْقَنَا . فَإِنْ يَتْرُكُوهُمْ وَمَا أَرَادُوا هَلَكُوا جَمِيعًا ، وَإِنْ أَخَذُوا عَلَى أَيْدِيهِمْ نَجَوْا وَنَجَوْا جَمِيعًا

 “Allah"ın koymuş olduğu sınırları gözetenler ile o sınırları çiğneyen kimseler, bir gemideki yolculara benzer. Onlar kendi aralarında kura çekip gemiyi paylaşmışlar ve kimilerine geminin üst tarafı, kimilerine de alt tarafı düşmüştü. Geminin alt kısmında bulunanlar, suya ihtiyaç duyduklarında, yukarıdakilerin yanına geliyorlar (ve su ihtiyaçlarını oradan gideriyorlar)dı. Bir defasında kendi kendilerine, "Biz kendi payımıza düşen alt kısımda bir delik açsak da, yukarıdakileri hiç rahatsız etmesek." dediler. Eğer yukarıdakiler, alttaki insanları istekleriyle baş başa bırakırlarsa, topluca helâk olurlar. Eğer onlara engel olurlarsa, hem kendileri hem de diğerleri kurtulur.”[34]

Kamuoyu ve kamu vicdanında yaşayan değer yargıları, pek çok durumda dinî ve ahlâkî değerlerle aynı istikamettedir. Bilgin sahâbî Abdullah b. Mes"ûd’dan nakledilen rivayet bunu anlatır:

فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ وَمَا رَأَوْا سَيِّئًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ سَيِّئٌ

“Müslümanların iyi ve güzel gördükleri şeyler, Allah katında da iyi ve güzeldir; Müslümanların kötü ve çirkin gördükleri şeyler, Allah katında da kötü ve çirkindir.”[35]  

Allah Resûlü"ne atfedilen,

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَجْمَعُ أُمَّتِى - أَوْ قَالَ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم - عَلَى ضَلاَلَةٍ وَيَدُ اللَّهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ وَمَنْ شَذَّ شَذَّ إِلَى النَّارِ

“Allah, benim ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmeyecektir.”[36]  rivayeti de bunu destekler.

Uzun geçmişleri olan örf ve âdete dayalı uygulamalar ve kaideler de, toplumsal ve hukukî açıdan birer kaynaktır. Örf ve âdetlere uygun davranışlar toplum tarafından onaylanırken, bunlarla uyum içinde olmayan davranışlar kınanır ve ayıplanır. Ancak bir davranış, sadece toplumda kabul gördüğü için doğru ya da meşru kabul edilemez. Çünkü yaygın bazı inançlar ve uygulamalar, haklı ve gerçek bir temele sahip olmayabilir.[37] Ayrıca toplumun suç ve hatalara karşı tepkisi denge ve düzen açısından her zaman istikrarlı olmayabilir. Bu tepkinin sonuçları her zaman öngörülemeyebilir.

Hukukî müeyyideler, işte tam da toplumsal, örfî ve vicdanî yaptırımların yetersiz kaldığı böylesi durumlarda kendini gösterir. Kişinin davranışları karşılığında hangi sonuçlarla karşılaşacağını dengeli, somut, caydırıcı ve sonucu öngörülebilir bir biçimde belirler hukukî yaptırımlar.

Kurumsallaşmış bir cebir unsuru olan hukukî müeyyideler, mânevî zorlama unsuru olan cezaî tehditle ilk önce hukuka aykırı fiillerin işlenmesini engeller. Eğer bu yeterli olmaz ve hukuka aykırı bir fiil işlenirse o zaman maddî zorlama unsuru olan cebir vasıtasıyla, ortaya çıkan haksızlığı telâfi eder. Bazen bir hukukî işlemin temelindeki bozukluk ya da eksiklik nedeniyle o işlemi hükümsüz kılar, bazen ortaya çıkan bir zararın yükümlü tarafından tazmin edilmesini sağlar, kimi zaman da hak ihlâlinde bulunan kimse hakkında mağdurun devlet gücüne başvurması için icbarı mümkün kılar. Kısacası suçun çeşidine ve derecesine, suçlunun durumu ve şartlarına göre değişen farklı cezaî yaptırımlar uygulanır.

Hukukî müeyyideler eşitlik, adalet ve hakkaniyet çerçevesinde yerine getirilmeli ve uygulamada belirli esaslar gözetilmelidir. Her şeyden önce hukukî müeyyideler keyfî değil kanunîdir ve kanunlar önünde herkes eşittir. Müeyyideye konu olan bütün suçlar şahsîdir; suçun şahsîliği ilkesince,

….. وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ

“Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.”[38]  Suç işleyen kimse, ancak işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırılabilir. “Suç ve cezanın denkliği” anlamına gelen “kısas” işte buradan gelir.[39] Adaleti temin ettiği ve masum hayatları koruduğu için Kur’an’da,

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

 “Kısasta hayat vardır.”[40] buyrulur.

 Ancak Allah Teâlâ"nın rahmeti ve hafifletmesiyle, daha önce İsrâiloğulları"na verilmemiş bir hüküm olarak  İslâm’da mağdurun yakınlarına kısastan vazgeçip kan bedeli (diyet/tazminat) isteme hakkı verilir. Eğer öldürülen kimsenin yakınları kısas hakkından vazgeçip diyete razı olurlarsa artık taraflar hakkaniyete uymalı ve öldüren kişi gereken diyeti zorluk çıkarmadan ödemelidir. Ancak kim yakınını öldüren katili karşılıksız olarak affederse bu davranışı günahlarına kefaret olacak, onun asıl mükâfatını vermeyi de bizzat Yüce Allah üstlenecektir.

İşte burası affetme erdeminin adalet erdeminden öteye geçtiği yerdir. Burası tam da ihsan mertebesidir. Zira işlenen suça karşılık ona denk bir ceza vermek adalettir; ancak cezalandırmaktan vazgeçmek, adaleti de aşan bir erdemdir. Bu yüzden Peygamber Efendimizin ifadesiyle,

أَنْ يُخْطِئَ فِى الْعَفْوِ خَيْرٌ مِنْ أَنْ يُخْطِئَ فِى الْعُقُوبَةِ

 “Bağışlamada hata etmek, cezalandırmada hata etmekten daha iyidir.”[41]  Affetmek zor ve fakat yapılmaya değer bir iştir.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ

 O, öfkelerini yutan ve insanları bağışlayan takva sahibi kimselerin erdemidir.[42]

İslâm insanlar arası suçlara yönelik af yetkisini, hakkı çiğnenen mağdurun kendisine veya —bu mümkün olmadığında— yakınlarına verir. Mümin, bir haksızlığa uğradığında ya hukukun eliyle suça denk bir ceza ister yahut bundan daha hayırlı olan af yolunu seçer. Ancak Resûl-i Ekrem bir haksızlığa uğrayan müminin bizzat buna misilleme yapma hakkının olmadığını söyler[43]. Zira misilleme yapmak hem toplumda kargaşa ve düzensizlik çıkarabilir, hem de haksızlığa uğrayan kişi suçluya kendi gördüğü zarardan daha fazlasını vermek suretiyle mazlum iken zalim durumuna düşebilir. O yüzden affetme kararı mağdurun kendisine veya yakınlarına, suçluların cezalandırılması suretiyle adaletin geçekleşmesi ise hukukî müesseselerin yetkisine verilmiştir.

İslâm"da maddî ve somut hukukî yaptırımların, bir de uhrevî ve mânevî yönü vardır. Mümin bir kimse belli bir biçimde davrandığı veya davranmadığı zaman hem maddî delillere dayalı olarak zâhirî, hem de ilâhî adaletin tecellisi olarak uhrevî sonuçlarla karşılaşır. Öte yandan maddî delillerin yetersiz kaldığı ve hatta gerçeği ters yüz ettiği zamanlarda, uhrevî müeyyideler yegâne yaptırımdır.[44] Dinî hakikatleri öğreten bir Peygamber ve hukukî müeyyideleri uygulayan bir hâkim olarak Hz. Muhammed (sav), kendisine gelen hukukî davalarda kimi zaman uhrevî müeyyideleri de dile getirmiştir.

İslâm"da bütün müeyyidelerin nihaî kaynağı Yüce Allah’tır. O Allah ki kullarının tüm yaptıklarını görür, gizli ve aşikâr tüm konuşmalarını, hatta içinden geçenleri dahi bilir. Çünkü

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

O, insana şah damarından daha yakındır.[45] O, hayat veren, sonra öldürecek olan, daha sonra tekrar diriltecek olandır. Öldükten sonra kabirlerinden çıkarılacak insanları sorguya çekecek olan yine O"dur. Hesapları seri bir şekilde gören Allah, hiç kimseye, hiçbir şekilde haksızlık etmeyecektir. O âdildir, adaletle hükmedendir.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ - وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ .

 “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görecek, kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görecektir.”[46]  

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ . وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

Ameller tartıldığında kimlerin sevap tartıları ağır basarsa, onlar kurtuluşa erecekler, kimlerin de tartıları hafif gelirse, onlar ebedî olarak cehenneme gireceklerdir.[47]

İslâm insanlardan ilâhî iradeye uygun bir yaşantı sürmelerini ister. Dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşmaları için onlara hükümler ve ilkeler getirir. Bu hüküm ve ilkelerin maksatları özetle şöyle ifade edilir: Dinin korunması, canın korunması, neslin korunması, malın korunması, aklın korunması. Müminlerden bu beş zorunlu ilkeyi (zarûriyyâtı) korumaları istenir. İslâm ayrıca bu unsurlara varlık kazandırmak ve onların devamını sağlamak için maddî ve mânevî müeyyideler tespit eder.

Dinin korunması için insanlardan kendi hevâ ve heveslerine uymamaları, hevâ ve heveslerini ilâh edinmemeleri ve din uğrunda cihad etmeleri emredilir. İslâm"ı seçtikten sonra dininden dönenler ise Kur"an"da cehennem ile tehdit edilir.

İslâm, neslin korunmasını ve insanların sağlık, ahlâk, hukuk ve din açılarından doğru biçimde çoğal

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Mart 10 2022 21:10:34 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.69 saniye 14,877,945 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024