Gaybın Bilgisi Allah Katindadır
وَلاَ اَقُولُ لَكُمْ عِنْدِى خَزَائِنُ اللهِ وَلاَ اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ اَقُولُ اِنِّى مَلَكٌ وَلاَ اَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِى اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللهُ خَيْرًا اَللهُ اَعْلَمُ بِمَا فِى اَنْفُسِهِمْ اِنِّى اِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ
"Size ben, 'Allah'ın hâzineleri yanımdadır', demiyorum; gaybı da bilmem.'Ben bir meleğim' de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için,'Allah, onlara asla hiçbir hayır vermez' de diyemem. Allah onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zalimlerden olurum." (Hûd, 11/31)
Ayet-i kerimede, müşriklerin, bir kimsenin peygamber olabilmesi için zengin olması, gaybı bilmesi, melek olması vb. özelliklere sahip olması gerektiği yönündeki yanlış anlayışına işaret edilmektedir. Kur’an, bu anlayışın Nuh (a.s)’un ve diğer birçok peygamberin kavimlerinde aynı şekilde mevcut olduğunu bildirmiştir.
Peygamberimiz döneminde de müşriklerin peygamberler hakkındaki tasavvurlarının bundan farklı olmadığını görmekteyiz. Müşrikler, Peygamber Efendimizde de benzer özellikleri aramışlar, onun melek olması ve gaybı bilmesi gerektiğini söylemişlerdi
وَقَالُوا لَوْلاَ اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِىَ اْلاَمْرُ ثُمَّ لاَ يُنْظَرُونَ
“Onlar ayrıca “O’na bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi?” dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik, herşeyin hükmü verilip yeryüzünde yok edilmeleri gerçekleşmiş olurdu da, onların tevbe etmeleri de beklenmez, hiçbir fırsat da tanınmazdı. (En’âm, 6/8)
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
“Ve eğer biz, peygamberi bir melek olarak gönderseydik, herhalde onu bir erkek şeklinde görünmesini sağlardık da, yine onlar bu insan mı, melek mi diye kuşkuya düşerlerdi.” (En’âm, 6/9) Ancak yüce Rabbimiz; işte bu ayetiyle peygamber de olsa bir insanın gaybı bilmesinin söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilmesi mümkün olmayan varlık alanı demektir. Birçok Kur’an ayetinden ve hadis-i şeriflerden (Müslim, “İmân", 287) de anlaşıldığı üzere gayb adı verilen bu alanla ilgili bilgiler yüce Rabbimize aittir. Nitekim yüce Allah; “Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir...”
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ اِنَّ اللهَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
“Göklerin ve yerin bilinmeyen gerçekleri, Allah’a aittir ve kıyametin kopması da, göz açıp kapayacak kadar bir an içinde olup biter, belki ondan daha da çabuk bir an içinde. Şüphe yok ki, Allah’ın herşeye gücü yeter.” (Nahl, 16/77), “O, gaybı da, görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“O Allah yaratılmışların akıl ve duyularıyla kavrayamadıkları şeyleri de duygu ve akıllarıyla görüp gözleyebildikleri şeyleri de bilendir. O güçlüdür, O’nun gücüne hiçbir güç ulaşamaz, O yaptığı herşeyi yerli yerince yapandır.” (Teğabûn, 64/18) buyurarak gaybın bilgisinin yalnızca kendine ait olduğunu belirtmektedir.
Gayba ait bilgiler konusunda, ilâhi vahye muhatap olan peygamberlerin özel bir konumu olduğunu söyleyebiliriz. Eğer Allah (c.c) bildirirse peygamberler gaybla ilgili bazı bilgilere vakıf olabilirler. Bildirmediği müddetçe peygamberler de gaybı kendiliğinden bilemezler. Nitekim bazı ayetlerde, Allah’ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir:
مَا كَانَ اللهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتَّى يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللهَ يَجْتَبِى مِنْ رُسُلِهِ مَنْ يَشَآءُ فَاَمِنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظِيمٌ
“Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır. (Âl-i İmran, 3/179),
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلاَ يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ اَحَدًا
“O gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.” (Cin, 72/26-27)
اِلاَّ مَنِ ارْتَضَى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا
“Ancak bu tür bilgileri seçip, razı olduğu bir peygambere bildirebilir. Bu bilgileri bildirme esnasında o bilginin cin ve şeytanlar tarafından çalınmaması için getiren meleklerin önünden ve ardından muhafızlık yapacak melekler gönderir.” (Cin, 72/27)
Bu bağlamda Hz. İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunun gösterildiği
وَكَذَلِكَ نُرِى اِبْرَهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.” (En’âm, 6/75), Hz. Yusuf’a rüyaları yorumlama ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği
وَقَالَ الَّذِى اشْتَرَيهُ مِنْ مِصْرَ لاِمْرَاَتِهِ اَكْرِمِى مَثْوَيهُ عَسَى اَنْ يَنْفَعَنَا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِى اْلاَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ اْلاَحَادِيثِ وَاللهُ غَالِبٌ عَلَى اَمْرِهِ وَلَكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Onu satın alan Mısırlı kişi, hanımına dedi ki: “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık. Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yûsuf, 12/21)
قَالَ لاَ يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ اِلاَّ نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِى رَبِّى اِنِّى تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَهُمْ بِاْلاَخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
“Yûsuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.” (Yûsuf, 12/37).
Hz. İsa’nın, İsrailoğullarının evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği
وَرَسُولاً اِلَى بَنِى اِسْرَآئِيلَ اَنِّى قَدْ جِئْتُكُمْ بِاَيَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ اَنِّى اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنِ اللهِ وَاُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيىِ الْمَوْتَى بِاِذْنِ اللهِ وَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا تَأْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فِى بُيُوتِكُمْ اِنَّ فِى ذَلِكَ لاَيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
“Allah, onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.” (Âl-i İmrân, 3/49) belirtilmektedir. Buna göre gaybı; sadece Allah’ın bildiği mutlak gayb ve O’nun bildirdikleri tarafından bilinebilen nisbî gayb şeklinde ifade etmek mümkündür.
Bu konuda özellikle dikkat etmemiz gereken husus şudur ki, Kur’an mutlak gaybın bilinmesinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirerek, bu niteliğin diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini tevhid inancına aykırı bulmuş ve gayb kapılarını zorlama anlamına gelen fal, kehanet vb. yollara başvurmayı şiddetle yasaklamıştır.
Günümüzde bazı kimselerin gaybla ilgili bilgiler verdiğini iddia ederek yaptığı yanlış yönlendirmelere itibar etmemeliyiz. Zira dinimiz, fala bakmayı ve gayb hakkında söz söylemeyi, tevhid inancına uymadığı için yasaklamıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de fal vb. şeytanın işi pislikler olarak değerlendirilmiştir
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَاْلاَنْصَابُ وَاْلاَزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 5/90).
Sevgili Peygamberimiz de gayptan haber verdiğini iddia edene inanan kimsenin kırk gün namazının kabul olunmayacağını, ayrıca vahyi ve kitabı inkâr etmiş olacağını ve bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, Muhammed (s.a.s)’e indirilenleri yalanlamış sayılacaklarını açıkça belirtmiş ve onlara gitmeyi yasaklamıştır.
مَنْ أتَى عَرَّافاً فَسأَلَهُ عنْ شَىْءٍ ، فَصدَّقَهُ ، لَمْ تُقْبلْ لَهُ صلاةٌ أرْبَعِينَ يوْماً
"Kim, çalıntı veya yitik bir malın yerini haber veren kimseye (arrâfa) gidip ondan bir şey sorar, söylediğini de tasdik ederse, o kişinin kırk gün hiçbir namazı kabul olunmaz."( Müslim, Selâm 125. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 429, IV, 68, V, 380)
مَنْ أَتَى عَرَّافًا، أَوْ كَاهِنًا فَصَدَّقَهُ بِمَا يَقُولُ، فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
"Kim bir arrâf'a ve bir kâhine gider ve onun söylediğini tasdik ederse Muhammed'e ineni inkâr etmiş olur." (Müslim, “Mesâcid", 33, “Selâm", 125; Ebû Dâvûd, “Salât", 167).
Dinimize göre insan, geleceği bilemez, gelecekten haber veremez; ancak bilimsel veriler ve olaylardan hareketle gelecek hakkında tahmin yürütebilir ve bu veriler ışığında tedbir alabilir. Bizler Müslümanlar olarak medyumlara, falcılara ve kâhinlere itibar etmemeliyiz. Dinimiz, yüce Allah’ın bizlere verdiği akıl ve irademizi kullanmayı öğütleyerek olayları sebep sonuç ilişkisine göre değerlendirmemizi en doğru davranış şekli olarak öğütlemiştir.
Dr. Seyit Ali TOPAL |